Biden'ın Ortadoğu ziyareti için yapılan düzenlemelerin önemi

Çıkarlarımızı korumak ve ABD’nin eskisinden farklı bir rol üstlenmesine hazırlanmak için Arap ülkeleri arasında önceden koordinasyon kurulması gerekiyor

ABD yönetimi, hem Arap ülkelerinin ve hem de İsrail’in yer aldığı toplantılar düzenlemeye çalışıyor (AFP)
ABD yönetimi, hem Arap ülkelerinin ve hem de İsrail’in yer aldığı toplantılar düzenlemeye çalışıyor (AFP)
TT

Biden'ın Ortadoğu ziyareti için yapılan düzenlemelerin önemi

ABD yönetimi, hem Arap ülkelerinin ve hem de İsrail’in yer aldığı toplantılar düzenlemeye çalışıyor (AFP)
ABD yönetimi, hem Arap ülkelerinin ve hem de İsrail’in yer aldığı toplantılar düzenlemeye çalışıyor (AFP)

Nebil Fehmi
Arap dünyasının Ortadoğu'nun geleceğini şekillendirmede inisiyatif almasının önemi hakkında uzun zamandır birçok makale kaleme aldım. Bu doğrultuda atılacak ilk adımın Araplar arasında tartışmaya açık fikirler ortaya koymak olduğunu ve ardından bu fikirlerle ilgili görüşlerin yakınlaştırılması, sonra bölgedeki Arap olmayan ülkelerle ve daha sonra da bize yakın bölge ülkeleriyle bu fikirlerin müzakere edilmesi gerektiğini vurguladım.
Ayrıca, bölgedeki Arap ve Arap olmayan ülkeler arasında, hatta yasadışı olduklarını düşündüğümüz ve Arap topraklarını işgal etmeye devam eden politikaları olan ülkelerle bile diyalogu ve müzakereyi desteklediğimi daha önce açık bir şekilde ifade etmiştim. Çünkü mevcut durumun devam etmesinin kimseye yararı yok. Diyalogun bir amaç değil, bir hataya yol açılmaması ya da bir oldu-bitti dayatmak amacıyla kötüye kullanılmaması için çok ciddi, dürüst ve doğru hesaplarla kullanılması gereken bir araç olduğunu da üstüne basa basa tekrarladım.
İsrail'in Filistin ve Arap topraklarını, Türkiye'nin Levant bölgesini, İran'ın Körfez’i müdahalesi gibi başka ülkelerin topraklarının işgal edilmesi başta olmak üzere özel bir bakış açısıyla ve dikkatli hesaplamalarla ele alınması gereken egemenlik meseleleri ve bölgesel konular olduğunu belirttim.
Arap ülkelerinin vizyonları ya da önceliklerinde birtakım farklılıklar olması durumunda, aralarında anlaşmazlığa düşmemeleri konusunda uyardım. Çünkü beyhude olan boykot, çekişme ve tartışmalar, halklarımızın hakları ve çıkarlarına karşı olan taraflara hizmet ediyor.
Bu yüzden her diyalog çağrısına, mevcut her fırsatı değerlendirme çabasıyla, diyalog çağrısını Arapların haklarını etkilememesi için dikkatli bir şekilde gözden geçirirken, sorunlarımıza çözüm bulabileceğimiz bir diyalog ya da müzakere süreci başlatmak konusunda anlaşmaya varmak için aynı anda hem açıklık hem de etkili bir perspektiften bakmanın önemine dikkat çektim.
İsrailli kaynaklar kısa süre önce ABD Başkanı Joe Biden'ın yakında Tel Aviv'i ziyaret edeceğini duyurdular. Birkaç gün sonra, Biden’ın bu ziyaret sırasında İsrail'de  bir ABD-İsrail-Arap ülkeleri arasında görüşme çağrısında bulunabileceğine dair başka bilgiler sızdırıldı. Daha sonra toplantı için başka bir yer arandığı bildirildi. Ardından bu fikirden vazgeçildi ve ABD’nin İsrail’le ayrı, Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) üyesi olan Arap ülkeleri ve İsrail'e komşu olan Arap ülkeleriyle ayrı toplantılar yapması fikri ortaya atıldı.
Bu bilgiler şu ana kadar resmi kaynaklar tarafından onaylanmadı. Ancak, İsrail'in buna ev sahipliği yapmak istemesi doğal. Çünkü bunun olması, ABD’nin İran ile 2015 yılında imzalanan nükleer anlaşmayı canlandırmasını engelleme çabalarında ona yardımcı olacaktır. Arap ülkeleriyle açıkça bir yakınlaşma, dağılmanın eşiğindeki İsrail hükümetinin yerini de sağlamlaştıracaktır.
ABD yönetiminin, Arap ülkelerini ve İsrail'i ya da eğer bu mümkün değilse grup olarak Arap ülkelerinin bir kısmının katıldığı toplantılar düzenlemeye çalışması gayet tabii. Çünkü böylece, ABD Kongresi'nin önümüzdeki Kasım ayında yapacağı ara seçimler öncesinde, Ukrayna’daki savaşın başlamasından sonra daha da önem kazanan ABD'nin Rusya'nın aleyhine bölgedeki nüfuzunu yeniden kazandığı düşünülerek Biden yönetiminin ve Demokrat Parti'nin kendi içindeki konumunu güçlendirmesini sağlayacak. Ayrıca Biden, nükleer anlaşmanın canlandırılmasını desteklemesi ve İsrail Başbakanı Naftali Bennett'in açıkça karşı çıktığı iki devletli çözüm nedeniyle sorun yaşanan ABD-İsrail ilişkilerini düzenlemek için de bir fırsat yakalamış olacak. Ayrıca yerleşim birimlerinin ve İsrail’in genişlemesi, Ramazan ayında Kudüs'te meydana gelen çatışmalar ve son olarak gazeteci Şirin Ebu Akile’nin İsrail askerleri tarafından öldürülmesi ve cenaze töreninde İsrail polisinin müdahale ederek uyguladığı şiddet, mevcut durumu daha da zor ve kararsız bir hale getirdi.
Toplantıların nasıl olacağı ya da hangi Arap ülkelerinin katılacağı henüz netlik kazanmazken, ziyaretin hazırlıkları Başkan Biden'ın Ürdün Kralı 2. Abdullah ile yaptığı görüşme, ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan’ın Mısır ziyareti ve ABD'nin, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE )ve Suudi Arabistan ile çeşitli düzeylerde gerçekleştirdiği, içeriklerinin bir kısmı açıklanan, bir kısmı ise resmi çerçevede kalan çok sayıdaki toplantı ve temaslarla istikrarı yeniden sağlamaya yönelik devam eden çabaları ile başladı.
Arap ülkelerinin öncelikleri, hesapları ve hassasiyetleri yapılacak toplantılarda farklılıklar gösterebilir. Başkan Biden ve ABD yönetimi ile ilişkileri geliştirmek için Arap ülkeleri arasında ortak talep ve İran politikalarına karşı değişen düzeylerde ilgi ya da endişe olduğunu düşünüyorum. Arap ülkeleri Filistin davasına genel olarak destek verseler de Ürdün'ün Kudüs'e karşı sorumluluklarından dolayı bu konuya özel bir hassasiyeti var. Aynı şekilde Mısır da bu noktadaki geleneksel rolüyle Filistin davasıyla özel bir bağa sahip.
Kapsamlı bir toplantıya karar verilirse, Arap ülkelerinin liderleri ilk kez İsrail'e gidecekler. Ayrıca eğer Filistin görmezden gelinmeye devam edilirse, toplantının İsrail'e, Arap-İsrail çatışması dışında kalan Ortadoğu meselelerine çözüm bulmak için gösterdiği amansız çabada ek bir başarı getireceğini düşünüyorum.
Bu, İsrail ile bir araya gelme konusunun değerlendirilmesi ya da diyalog için uygun bir çerçeve sağlayan diğer alternatiflerin ve yolların dikkatli bir şekilde gözden geçirilmesiyle yetkilileri diyalog kanallarını sürdürmek için Arap-İsrail çatışmasında Arapların hakları çiğnenmeden en iyi yöntemi düşünmeye zorlayacaktır. Bu alternatifler ve yollar arasında, ABD, İsrail ve Arap ülkelerinin katılacağı olası toplantının bir Arap ülkesinde yapılması, Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas’ın da toplantıya katılması ve başta 242 ve 339 sayılı kararları olmak üzere BM Güvenlik Konseyi’nin (BMGK)  ilgili kararları çerçevesinde iki devletli çözüme destek ve bölgesel meseleler hakkında önceden hazırlanmış bir bildiri yayınlanması yer alıyor.
Diğer bir alternatif ise, toplantının Doğu Kudüs'ün ilhakının ABD ve Arap ülkeleri tarafından tanınmadığını yansıtması ve Mahmud Abbas’ın katılması şartıyla şu anda kapalı olan ve ABD toprakları olarak kabul edilen Doğu Kudüs'teki ABD Konsolosluğu binasında yapılması ve iki devletli çözüme destek de dahil olmak üzere genel olarak bölgedeki son durum ve diğer ortak endişe konuları hakkında bir bildiri yayınlanması.
Biden'ın İsrail ziyareti çerçevesi dışında, ABD ile ilişkileri ve Körfez'e ilişkin ortak konuları KİK ülkeleri ya da diğer ülkelerin katıldığı bir toplantı yapılması da başka bir alternatif. Her halükarda çıkarlarımızı korumak ve ABD’nin eskisinden farklı bir rol üstlenmesine hazırlanmak için özellikle bölgedeki aktif Arap ülkeleri arasında önceden koordinasyonun kurulmasını tavsiye ediyorum. Bunu yaparken de İsrail’in doğrudan böyle bir toplantıya katılabileceği ya da aksi olabileceği ve eğer zirveye ev sahipliği yaparsa, şu an Arap ülkeleri ile İsrail arasındaki temasları genişletmek mümkün olmasa bile Ortadoğu'nun yeniden şekillenmesinde büyük bir rol oynamaya olan ilgisi ve ısrarından dolayı bunun karşılığını talep edeceği akılda tutulmalı.
Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.



Ulus-devlet ve dini gruplar

Mezhepçilik bir hastalıktır, bir tedavi değildir. İnsanları ele geçirdiğinde bölünmelerine ve birliklerinin bozulmasına yol açan hastalıklı bir ilettir (Sosyal medya)
Mezhepçilik bir hastalıktır, bir tedavi değildir. İnsanları ele geçirdiğinde bölünmelerine ve birliklerinin bozulmasına yol açan hastalıklı bir ilettir (Sosyal medya)
TT

Ulus-devlet ve dini gruplar

Mezhepçilik bir hastalıktır, bir tedavi değildir. İnsanları ele geçirdiğinde bölünmelerine ve birliklerinin bozulmasına yol açan hastalıklı bir ilettir (Sosyal medya)
Mezhepçilik bir hastalıktır, bir tedavi değildir. İnsanları ele geçirdiğinde bölünmelerine ve birliklerinin bozulmasına yol açan hastalıklı bir ilettir (Sosyal medya)

Mustafa Feki

(Ey insanlar! Sizi bir erkekle bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi soylara ve kabilelere ayırdık. Allah katında en üstününüz en çok takva sahibi olanınızdır). Yaratıcı, herhangi bir dini grubu veya mezhebi ayırmadan istisnasız bütün insanlara böyle hitap etmiş. Dahası bu yüce ayet, genel ve soyut bir tarzda, bütün zaman ve mekanlarda insana hitap etmekte ve Yüce Yaratıcının katında yarattıkları arasında mutlak eşitlik olduğunu ifade etmektedir. Ayrıcalık ve farklılığın tek ölçütünün sadece takva olduğunu vurgulamaktadır. Takvaysa, doğru yolda yürümek, fanatik olmayan ve ırkçılığı reddeden normal bir hayat yaşamak demektir. Üstelik Kuran-ı Kerim bu ilahi çağrıyı sadece Müslümanlara özgü kılıp başkalarını dışlamamıştır. Bilakis, bunu vatanları, dinleri ve aidiyetleri ne olursa olsun bütün insanlara yönelik mutlak bir çağrı kılmıştır. Dolayısıyla mezhepçilik toplumsal bir göstergedir, bir mezhep ile diğer toplumlar arasındaki bir ayrıcalık değildir.

 

 Özellikle bu Ramazan ayı ve oruç günlerinde vicdanlarımızdan eksik olmaması gereken üç eksenle bağlantılı bu anlamları hatırlıyoruz. Birinci eksen, Müslümanlar için oruç ayı, Hristiyanlar için Paskalya ve Yahudi bayramlarının yarattığı manevi ivme etrafında dönüyor. Üçü de semavi dinlerin, yeryüzü medeniyetlerinin, insanlık için zaman ve mekanda büyük sıçramalara ve niteliksel değişimlere yol açan insani bir doğaya sahip kültürlerin tebliğ ettiği tevhit dininin kurucusu Hz. İbrahim'in evlatlarıdır. Dolayısıyla ben de tarihçilerin, araştırmacıların ve din adamlarının büyük çoğunluğuyla aynı kanaatteyim; mezhepçilik bir hastalıktır, tedavi değildir. İnsanları ele geçirdiğinde bölünmelerine ve birliklerinin bozulmasına yol açan hastalıklı bir illettir. İnsani yönlerle hiçbir bağlantısı olmayan ırksal fikirlere dayandığından, insanlar arasında öznel gerekçelerle işe yaramaz ayrım türleri yaratmaktadır.

Hepimiz özgür yaratıldık ve doğduğumuz anda zihnimize hiçbir despotizm veya baskı prangası vurulmadı. Ama olan şu ki, hayatın açgözlülüğü, iniş çıkışları, insanın eğilimleri ve hatta günümüzdeki nefret söylemi, şu anda tanık olduğumuz bulanık tabloyu yarattı. Mutlak bir ayrımcılık olmaksızın, milletler ve kabileler oluşturmak üzere dallanıp budaklanan insan grupları ve ırklar arasındaki ilişkileri kapladı. Yahut geleceğe el koydu veya ırkçı ayrımcılığı ve nefrete dayalı bölücülüğü temel alan keyfi kararlara yol açtı. Arap milleti ve belki de İslam ümmeti, mezhepsel ayrışmalarla ve insani birliğe yönelik şiddetli darbelerle boğuştu ve boğuşuyor. Örneğin Endülüs’te şehir devletleri kuruldu ve bunun sonunda Endülüs’ü kaybettik, Araplar ve Müslümanlar İber Yarımadası'nı terk ettiler. Yahudilerin de İspanya'yı terk etmek zorunda kaldığı, bölünme nedenleri ve ihtilaf unsurları ortaya çıkana kadar, güneydeki İslam ülkelerinin onlara kucak açtığı bu felaket için herkes gözyaşı dökmeye devam etti.

İkinci eksen, saf ırk ve Tanrı'nın seçilmiş halkı hakkındaki yanlış konuşmalarla ilgilidir. Aynı inanç içerisinde bile dinsel ayrılıkların acı sonuçlarına tanık olduk. Doktrinler çoğaldı, mezhepler çeşitlendi ve karşımıza bir doktrin mozaiği çıktı. Oysa kutsal kitaplardaki ilahi söylem, genel olarak insanlara ve hiçbir ayrım veya dışlama olmaksızın bütün halklara hitap etmektedir. Dahası mezhepçilik, köken ve köklerinde birleşen, sadece dallarında ve yorumlarında farklılık gösteren tek dini, gruplara ve mezheplere bölmeye çalışan bir kerteye varmıştır. Ortaçağ Avrupası manevi ve dünyevi otoriteler arasındaki çatışmalarla boğuştuysa, İsa Mesih'in (a.s.) mahiyetine yani tanrı mı insan mı olduğuna dair manevi bakış açılarında anlaşmazlık yaşadıysa, İslam ümmeti de meşhur hakemlik olayından sonra Sünni-Şii ayrışmasından büyük zarar gördü. Halbuki her iki büyük mezhep de tek ilah inancını, Kuran-ı Kerim'i, İslam'ın beş şartını paylaşıyorlar ve namazlarında aynı yöne yöneliyorlar. Yetmezmiş gibi iki mezhep kendi aralarında da gruplara ve fırkalara ayrıldılar. Bunlar da, birleştiren ve ayırmayan, birleştiren ve dağıtmayan tevhit ışığının ışığında ortak mesajın özünü kavramamış, dinsel bütünleşmenin kıymetini bilmeyen uzak kollara bölündüler.

Üçüncü eksen mezhepçiliğin halklar ve toplumlar üzerindeki olumsuz etkileriyle ilgilidir. Bu durum kaçınılmaz olarak parçalanma, bağlılıkların üretilmesi, gerekçesiz ve yararsız bölünmelerin ortaya çıkmasına yol açmaktadır. Mezhepçilik, toplumlar arasında yayılan ve istikrarın özünü kemiren bulaşıcı bir hastalıktır. Siyasi çekişmelere dönüşen dinsel ayrılıklara kapıyı aralamakta, böylece ümmetin dokusunu parçalamakta, yanlış mantık ve saçma fikirlerle nesillerin geleceğini tehdit etmektedir.

Burada açıkça kaydediyorum ki, başka bir şey değil, sadece bilinen tezahürleriyle, hukuki ve siyasi güvenceleriyle, yarattığı kültürel iklimle ve besleyici toplumsal çevresiyle modern devletin doğuşu, bunların hepsi, gerektiğinde taraflar arasındaki uçurumu kapatmaya ve anlaşmazlıkları çözmeye yetebilir. Bu bağlamda, insan gruplarının doğal gelişimleri sonucu ortaya çıkan ve nihai biçimine ulaşan, çağdaş uluslararası ilişkilerin doğasına en uygun, en istikrarlı tarihsel bir veri olarak ulus-devleti ifade etmektedir. Bu nedenle mezhepsel temelde parçalama, bölme ve ayrıştırma çabaları, yetkinlikleri çökertmekte, insan toplulukları arasında haksız engeller yaratmakta ve aynı zamanda milli birliği bozmaktadır. Arap haritasında Lübnan'ın 1943 Anayasası'yla başlayan, ardından yarım asırdan fazla bir süre sonra Taif Anlaşması ile geliştirilen, bu güzelim kadim ülkenin ağır bir bedel ödeyeceği kanlı bir iç savaşa yol açan mezhepsel ayrışma sonucu ne kadar büyük acılar çektiğini hatırlayabiliriz.

Irak da, 1920'de İngilizlerin Sünnilerle, 2003'te de Amerikalıların Şiilerle iş birliği yapması dışında hiçbir gerçek gerekçesi olmayan mezhepçilik belasından çok çekti. Yani mezhepsel dinsel ayrışma, her zaman herkesin, hatta bulundukları ülkelerdeki Yahudi azınlıkların da katıldığı Arap-İslam medeniyetinin himayesinde kalmış bölgeye yabancıdır. Dolayısıyla bu ayrışmalardan bahsetmek saçmadır.

Yeni Suriye devriminin, mezhepler arası eşitlik ilkesini benimseme ve mezhepsel, dinsel ve etnik ayrışmalardan uzak durma kararlılığını her zaman vurguladığına dikkat çekelim. Araplar ve Kürtler aynı medeniyetin, aynı ortak kültürün çocuklarıdır. Arap ve İslam dünyasındaki tüm azınlıklar aynı dokunun parçasıdır; hatta Farslar, Türkler, Kürtler ve Berberiler ulus-devletin birliği çerçevesinde bir çoğulculuk buketi oluşturmaktadırlar. Mezhepsel ayrışma, kapsayıcı, güçlü, istikrarlı, huzursuzluk ve sorunlardan uzak yaşayan modern devletler yaratmaz. Asıl olan, tek ulus-devleti bölünmeyi bilmeyen, parçalanmayı kabul etmeyen eşsiz bir alaşım haline getiren insani kaynaşma ve insani bütünleşme halidir.

Burada Arap Hristiyanların milliyetçi hareketin öncüleri, birlik davetçileri ve kalıcı bütünlüğün savunucuları olduğunu hatırlatmalıyız. Nitekim Filistin meselesindeki tutumları ve Arap direniş hareketlerine verdikleri destek, dillendirilen bölünmelerin güvenilemeyecek, temel olamayacak hayali bölünmeler ve suni oluşumlar olduğunu göstermektedir.

Bu gözlemlerimizi, son on yıllarda Arapların, ulus-devlete yönelik tecavüzler, ithal fikir ve inançlar lehine onun özelliklerini yok etme çabaları sonucunda yaşadıkları acıların ve ödedikleri ağır faturanın boyutlarına bakarak sonlandıralım. Esas olan Arap milletinin, yapısının net, bünyesinin sağlam kalması, ihlalleri kabul etmemesi, her taraftan kendisine yöneltilen, birliğini bozmaya ve muazzam kültürel mirasına nüfuz etmeye çalışan zayıflatma girişimlerine tahammül etmemesidir. Çünkü kendisi, Firavun-Mısır, Arap-İslam, Babil-Asur, Fenike-Levanten olsun, istisnasız herkesin katıldığı köklü bir kadim medeniyet temeli üzerine kurulmuştur ve bu temelleri korumaktadır. Mağrip ülkeleri de bölgenin son on yıllarda, hatta belki de yüzyıllardır yaşadığı tüm zor koşullara ve sıkıntılara rağmen Arap ulusal dokusuna olumlu bir katkı sağladılar ve sağlamaya devam ediyorlar.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.