Sadr, Gıda Güvenliği ve Kalkınma Yasası’yla rakiplerine baskı yapıyorhttps://turkish.aawsat.com/home/article/3693281/sadr-g%C4%B1da-g%C3%BCvenli%C4%9Fi-ve-kalk%C4%B1nma-yasas%C4%B1%E2%80%99yla-rakiplerine-bask%C4%B1-yap%C4%B1yor
Sadr, Gıda Güvenliği ve Kalkınma Yasası’yla rakiplerine baskı yapıyor
Sadr hareketinin lideri Mukteda es-Sadr (Reuters)
Sadr hareketinin lideri Mukteda es-Sadr, bu kez Gıda Güvenliği ve Kalkınma Yasası’nın meclisten geçirilmesi noktasında olmak üzere bir kez daha bölünmüş haldeki Şii evinde kendisine rakip güçlerin bir araya geldikleri Koordinasyon Çerçevesi Koalisyonu’nu kritik bir kavşağa soktu. Mesud Barzani liderliğindeki Kürdistan Demokrat Partisi (KDP) ve Meclis Başkanı Muhammed el-Halbusi liderliğindeki Sünni Egemenlik Koalisyonu ile kurduğu ittifaka liderlik eden Sadr, bu ittifak sayesinde, Meclis’te yasaları geçirebilecek bir parlamento çoğunluğuna sahip.
Sadr’ın lideri olduğu üçlü ittifak, cumhurbaşkanı seçilebilmesi için Meclis’te gerekli olan üçte iki çoğunluğa ihtiyaç duyması nedeniyle cumhurbaşkanı adayını bu makama getiremese de yasa tasarılarını Meclis’ten geçirmek için gerekli olan yüzde 50 + 1 çoğunluğa sahip.
Sadr'ın muhalifleri tarafından oluşturulan Koordinasyon Çerçevesi çatısı altında ise Nuri el-Maliki’nin lideri olduğu Kanun Devleti Koalisyonu, Hadi el-Amiri liderliğindeki Fetih Koalisyonu, Kays el-Hazeli liderliğindeki Asayib Ehlil Hak Hareketi, Ammar el-Hekim liderliğindeki Ulusal Hikmet Akımı ve Haydar el-İbadi liderliğindeki Nasr Koalisyonu yer alıyor.
Koordinasyon Çerçevesi, cumhurbaşkanlığı seçimi için düzenlenen meclis oturumlarını erteletmeyi başardılar. Ancak bu gecikme, Meclisteki çoğunluk ve azınlık dengesi için değil, yalnızca yeni bir cumhurbaşkanının seçimi için geçerliydi.
Bu çerçevede Sadr'ın lideri olduğu üçlü ittifak, bugün yasama tatiline girecek olan Irak Meclisi’nin tatil başlamadan önce kabul etmesi gereken Gıda Güvenliği ve Kalkınma Yasası’nı Meclisten geçirmek istiyor. Iraklıların temel ihtiyaçlarını karşılamayı öngören yasa tasarısı, özellikle mevcut hükümetin geçici bir hükümet olması nedeniyle Meclise bir bütçe tasarısı sunamadığı için ortaya atıldı. Ancak birçok kez tasarının Meclisten geçebileceğine işaret eden üçlü ittifak, Koordinasyon Çerçevesi güçlerinden gelen itirazlardan değil, Federal Mahkeme’nin tasarıya itiraz etme olasılığından çekiniyor. Federal Mahkeme tarafından verilen kararlar nihai ve bağlayıcı olmakla birlikte bu durum Federal Mahkeme’nin temyizi kabul etmesi halinde çoğunluğun sona ermesi riskini içeriyor. Bu, Sadr’ın koalisyonunun yasayı geçirmek için bir uzlaşı formülü aramasına neden oldu.
Federal Mahkeme, Mustafa el-Kazımi hükümetinin Gıda Güvenliği ve Kalkınma Yasa tasarısını Meclis’e sunmasına ilişkin Koordinasyon Çerçeve güçlerinin milletvekilleri ve bağımsız milletvekillerinin yaptıkları itirazı kabul etmişti. Temyizin kararında, geçici hükümetin Meclis’e yasa tasarısı sunma yetkisinin bulunmadığı belirtildi. Meclisin yasayı yeniden yürürlüğe sokma girişimi çerçevesinde Irak Anayasası’nda Meclis’e yasa tasarısı teklif etme hakkı veren bir maddeye gidildi. Fakat burada da Meclis’te tartışılan yasa tekliflerinin hükümete gitmesi ve bir yasa tasarısı olarak Meclis’e geri dönmesi gerektiğinden, hükümetin geçici hükümet olması nedeniyle bu formülün de temyize tabi olduğuna inanan hukuk uzmanları var.
Bu karmaşık konuyla ilgili olarak, iki gün önce Irak Meclisi’nin kapılarından biri önünde protesto gösterileri düzenlendi. Göstericilerin neredeyse girmek üzere oldukları Meclis, sokağın tansiyonunu geçici de olsa düşürecek olan bu yasayı geçirmeye çalışıyor. Irak’ta yaz ayları, özellikle hava sıcaklıklarının iyice yükselmesi ve İran'ın borçları nedeniyle Irak'a doğalgaz arzını kesmesi nedeniyle baş gösteren önemli bir elektrik enerjisi sıkıntısı ile geçiyor. Başbakan Mustafa el-Kazımi, Salı günü Şarku’l Avsat’ın da katıldığı basın toplantısında hükümetinin İran’a olan borçlarını ödediğini, ancak önceki hükümetlerin İran’a borçlu olduğunu söyledi.
Yasa, Sadr’ın başını çektiği üçlü ittifak ile Koordinasyon Çerçevesi güçleri arasında çekişmenin ana odak noktası haline gelirken bu durum bir yandan Başbakan Kazımi hükümetinin göreve devam etmesini, bir yandan da ona manevra kabiliyeti veren bir yandan ek fonlar sağlıyor. Koordinasyon Çerçevesi’nin Kazımi hükümetini, Sadr ve üçlü ittifaka yakın olarak görmesi, yasayı geçirmeyi kabul ederek onlara istediklerini altın tepside sunuyormuş gibi hissettiği anlamına geliyor. Buna karşın yasa, Iraklıların özellikle elektrik, su ve birçok hizmet alanlarındaki sorunlarının bir kısmını çözdüğü gibi, acil olan bir konu olan öğretim üyeleri ve sözleşmeli çalışanların dosyasına da çözüm getiriyor.
Üçlü ittifak, eğer yasa Meclis’ten geçmezse, Koordinasyon Çerçevesi güçlerini öfkeli halkın önüne çıkaracak, ama eğer yasa çıkarsa, üçlü ittifak yasa tasarısını geçirebilecek çoğunluğa sahip olduğundan rahat olacaktır. Koordinasyon Çerçevesi güçlerinin liderleri, yaptıkları açıklamalar ya da Twitter üzerinden paylaştıkları tweetler aracılığıyla sokağın öfkesini dindirmek için yasayı geçirmeye çalıştıkları yönünde ifadeler kullansalar da destekçilerine hitap eden cümleler ekleyerek yasada talep ettikleri maddelerin yer alması için baskı yaptıklarını vurguluyorlar. Böylece halka kendilerini kazanan taraf olarak göstermeye çalışıyorlar.
Perde arkasında DEAŞ'ın Lübnan'a dönüşünü kim destekliyor?https://turkish.aawsat.com/d%C3%BCnya/5160643-perde-arkas%C4%B1nda-dea%C5%9F%C4%B1n-l%C3%BCbnana-d%C3%B6n%C3%BC%C5%9F%C3%BCn%C3%BC-kim-destekliyor
Perde arkasında DEAŞ'ın Lübnan'a dönüşünü kim destekliyor?
Lübnan ordusu DEAŞ terör örgütüyle bağlantılı kişileri gözaltına aldı (Reuters)
Tony Bouloss
Lübnan'daki her dönüm noktasında ve her büyük siyasi dönüşümün öncesinde, terör örgütü DEAŞ yeniden ortaya çıkıp uyuyan hücreleri faaliyete geçiyor ve böylece bölgesel nüfuz oyununda değişime maruz kalan ve gerileyenlerin çıkarlarının kesiştiği bir halka oluşturuyor. Lübnan güvenlik güçlerinin geçtiğimiz günlerde DEAŞ hücrelerini çökerttiğini açıklaması, bu bağlamdan bağımsız ve sıradan bir olay değildi.
Güvenlik güçleri dikkat çekici bir zamanda, Şam'daki bir kiliseye yönelik kanlı terör saldırısından birkaç gün sonra, yurt içinde terör eylemi düzenlemeye hazırlanan terör hücrelerini durdurduklarını açıkladı. Bu gelişme, radikal örgütün hem güvenlik hem de bölgesel gündemin ön saflarına geri dönmesine neden oldu.
DEAŞ’ın insansız hava araçları (İHA) üretiminde uzman bir saha liderine dönüşen ‘Kasura’ lakaplı Lübnanlı kimya öğretmeniyle ilgili haber, Şam'ın merkezinde Mar Elias Kilisesi'ndeki kanlı olay ve bu olaydan sadece birkaç saat önce ülkenin güney banliyölerinde düzenlenen Aşure etkinliğine bombalı saldırı düzenlemeyi planlayan bir hücrenin yakalandığına dair haberlerin basında yer alması, birdenbire DEAŞ neden şimdi ortaya çıktı? DEAŞ’ın geri dönüşü geçici bir güvenlik tesadüfü mü, yoksa bölgedeki kartları karmak ve aktörlerin konumlarını yeniden belirlemek için gerektiğinde kullanılacak bir siyasi koz mu?’ sorularının gündeme gelmesine neden oldu.
Lübnanlı güvenlik kaynaklarına göre DEAŞ’ın ‘Lübnan Vilayeti’ olarak bilinen biriminde faaliyet gösteren tutukluların ifadeleri, örgütün Lübnan'ı ‘cihat için doğrudan bir savaş alanı değil, destek ve lojistik yardımın sağlandığı bir ülke’ olarak gördüğünü ortaya koydu. Bu durum, söz konusu tutukluların üstlendiği görevlerin niteliğinden de anlaşılıyor. Bu kişilerin, lojistik ihtiyaçların karşılanması ve Suriye'ye nakledilmesiyle sınırlı görevleri vardı.
Kasura
Tutuklananların en önemlilerinden biri Kasura olarak bilinen, 1997 doğumlu ve Bekaa'nın (doğu) Kamd el-Luz kasabasından gelen, kimya alanında yüksek lisans derecesine sahip ve özel öğretmen olarak çalışan bir kişidir. Bu durum, terör örgütlerinin bilimsel kadroları kendilerine çekmedeki karmaşık boyutunu yansıtmaktadır. Başlangıçta Lübnan'da ‘DEAŞ vali yardımcısı’ görevini üstlenen Kasura, daha sonra terfi ederek Lübnan'ı olası hedefler listesine alan ağlardan ve hücrelerden sorumlu ‘vali’ görevine getirildi. Kasura, bu görevi üstlendikten sonra çeşitli bölgelerde emrinde çalışan yaklaşık 15 kişiden oluşan gizli bir ağı yönetti ve Lübnan'ı özel operasyonlar için olası hedefler listesine dahil etti.
Aynı güvenlik kaynağına göre bu veriler Suriye'deki güvenlik açısından zayıf bölgeler ile DEAŞ’ın Lübnan'ın iç kesimlerindeki uzantıları arasındaki yakın bağlantıyı yeniden teyit ederken bu durum güvenlik güçlerini DEAŞ ideolojisini benimseyen hücrelerin olası geri dönüşü karşısında ek zorluklarla karşı karşıya getiriyor.
İhvan kapısı
Siyasi analist ve yazar Nebil Ebu Mansur, DEAŞ'ın yeniden ortaya çıkmasının özellikle de bazı tekfirci grupların sınır ötesi bir baskı aracı veya terör aracı haline geldiği durumlarda bölgesel nüfuz mücadelelerinden ayrı düşünülemeyeceğini vurguladı. Müslüman Kardeşler Teşkilatı’nın (İhvan-ı Müslimin) birçok durumda ılımlı bir siyasi yüz göstermiş olmasına rağmen, şiddet yanlısı katı akımların gelişmesi için entelektüel bir deney alanı olmaya devam ettiğini belirten Ebu Mansur, Müslüman Kardeşler'in geleneksel siyasi faaliyetlerindeki projeleri başarısızlığa uğradığında, aşırı uçlar daha radikal cihatçı başlıklar altında yeniden ortaya çıkıyor ve DEAŞ ve benzeri örgütler, olası bir istikrar sürecini bozmak için son çare olarak kalıyor.
Özellikle Lübnan’da DEAŞ hücrelerinin yeniden harekete geçmesinin her zaman büyük dönüşümler veya iç siyasi tıkanıklıklarla aynı zamana denk geldiğine dikkati çeken Ebu Mansur, “Suriye'de ise bu tür hücreler zaman zaman eski dengeleri korumak veya herhangi bir kesin siyasi çözümü geciktirmek için kanlı bir mesaj olarak kullanılıyor” dedi. DEAŞ'ın şu anda izole bir durumdan ziyade, ‘İhvan-ı Muslimin’ adlı entelektüel ve siyasi hastalığın kronik bir belirtisi olduğu söyleyen Ebu Mansur, “Zira bu grup, koşullar gerektirdiğinde yeni nesil radikaller yetiştirmeye devam edebiliyor” diye ekledi.
İdeolojik bağ
Öte yandan Maşrık Stratejik Araştırmalar Enstitüsü Müdürü Sami Nadir, doğrudan ideolojik bağ olduğu savını çürütmeye çalıştı. Müslüman Kardeşler ekolünün, El Kaide ve DEAŞ gibi grupların ortaya çıkmasından önce küresel cihada ilk teorik gerekçeyi sağlayan ekol olduğunu söyleyen Nadir, “Bazı çevreler, Müslüman Kardeşler örgütü içinde Londra, Şam ve diğer kanatlar arasında yaşanan çatlakların, istikrarı sarsmak veya gri alanlara baskı uygulamak gerektiğinde kullanılabilecek ideolojik temeli ortadan kaldırmadığını düşünüyor” dedi. DEAŞ'ın bugün Lübnan ve Suriye'de yeniden ortaya çıkmasının zamanlamasının tesadüf olmadığının altını çizen Nadir, “Bir yandan güvenlik boşlukları bu kartlarla doldurulurken, diğer yandan DEAŞ'ın geri dönüşünün siyasi kartları yeniden karacağı ve bölge ülkelerini terör endişelerinin esiri haline getireceğini bilen bölgesel aktörler var. Bu da bölgesel müzakerelere yeni boyutlar kazandırıyor” değerlendirmesinde bulundu.
Emekli Tuğgeneral George Nadir ise değerlendirmesinde şunları söyledi:
“Lübnan'da radikalizm için verimli olan bataklığın hiçbir zaman kurumadığını, yoksulluğun artması, devlete güvenin zayıflığı ve resmî kurumların dışında silahların varlığının devam etmesi, ulusal güvenliğin duvarında delikler açmaya yetecek faktörlerdir.”
Tuğgeneral Nadir’e göre devletin egemenlik meselesi olarak büyük önem taşıyan Hizbullah’ın silahları, devletin boşluğunu, iç çelişkileri ve güç dengesindeki adaletsizliği istismar eden terörist hücrelerin istismarına açık hale getiriyor.
Lübnan iç güvenlik güçleri, 2022 yılında DEAŞ'tan ele geçirdiklerini söyledikleri silahları sergiliyor (AFP)
Avukat Muhammed Sabuh da dosyanın belirli bir anlatıyı doğrulamak için siyasi bir belgeye dönüştüğünü söyledi. Basın mensupları önünde yaptığı açıklamada “Sıradan bir okulda kimya öğretmeni olan bir kişi, Irak ve Suriye'de DEAŞ'ın bile başaramadığı roket üretiminde nasıl uzmanlaşabilir? Irak ve Suriye'deki DEAŞ'ın bile başaramadığı bir şeyi nasıl başarabilir?” sorularını sıralayan Sabuh, gerçek tehlike iddia edilenden daha az olsa bile Lübnan'daki ‘derin devletin’ Batılı müttefiklerine terörle ‘açıkça savaş halinde’ olduğunu kanıtlayacak herhangi bir belge aradığını belirtti.
Olayların karmaşık bölgesel bağlamları
Şam'daki kilise saldırısı ile Beyrut'taki DEAŞ hücrelerinin ortaya çıkarılması, olayı yerel ölçekten daha geniş bir bölgesel ölçeğe taşıdı. İstihbarat ve diplomatik raporlara göre Şam'daki terör saldırısı, DEAŞ’a destek veya kaos ortamında dağınık unsurlarını yeniden bir araya getirme kabiliyetine dair eski mesajları yeniden gündeme getirdi.
Batı taraflarca yapılan bazı analizler, bu durumu doğrudan İran’ın bölgesel projesi olan direniş ekseninin birçok alanda yaşadığı boşluk dönemiyle ilişkilendiriyor. Direniş ekseninin Suriye'de ve uluslararası baskıların Hizbullah üzerinde yarattığı etkilerle üst üste aldığı darbeler, bazı aktörleri yedek kartlarını oynamaya itti. Bu kartlar arasında, onlarca yıldır sıcak bölgeleri meşgul etmek ve silahların ve devlete paralel sistemlerin varlığını haklı çıkarmak için güvenlik söylemini canlı tutmak için kullanılan aşırı uçlardaki kartlar da bulunuyor.
İslamcı gruplar üzerine uzmanlaşmış merkezlerin güvenlik raporları ve araştırmaları, Müslüman Kardeşler ile İran destekli direniş ekseni arasında çıkarların örtüştüğünü ve böylece DEAŞ’ın, Suriye ve Lübnan'da iktidara karşı harekete geçirilerek İran ile dolaylı olarak anlaşmazlıkları veya uzlaşmaları olan birçok tarafın ortak noktası olan istikrarı bozmayı ve gerginliği sürdürmeyi amaçlandığını belgeliyor.
Söz konusu raporlar, Hamas Hareketi’nin dini referansları farklı olsa da, İran'dan finansman alan ve direniş ekseni içinde faaliyet gösteren radikal grupların bir araya geldiği açık bir örnek olduğuna işaret ediyor.
Hizbullah'ın anlatısı
Bu karmaşık ortamda, eski bir soru olan ‘Hizbullah’ın DEAŞ’ın bu ani ortaya çıkışından faydalanıyor mu?’ sorusu yeniden gündeme geldi. Bu sorunun birden fazla cevabı var. Hizbullah sahadaki tüm değişiklikleri mutlak olarak kontrol etme gücüne sahip değilse de sürekli bir terör tehlikesi olduğu söyleminin, silahların Lübnan’ı koruduğu söylemini desteklediği inkâr edilemez.
Öte yandan DEAŞ'ın bu hareketliliğinin, ABD'nin Lübnan devletinden Hizbullah'ı silahsızlandırmak ve güvenlik ve askeri konumunu sona erdirmek için net bir plan ortaya koymasını istediği sürenin bitmesine birkaç gün kala başlaması dikkati çekti. DEAŞ'ın hassas bir dönemde ‘dramatik’ bir şekilde ortaya çıkması ve sahada terör eylemlerinin yapılması, silahların ve İHA’ların ele geçirilmesi, Hizbullah’ın Lübnan'ın güvenliğinin ordunun tek başına caydıramayacağı gruplar tarafından tehdit edildiği yönündeki söylemini güçlendiriyor.
Kritik bir süreç
Siyasi kaynaklara göre Lübnan'da DEAŞ hücrelerinin durdurulmasıyla eş zamanlı olarak Hizbullah, kendisini ve İran'ı DEAŞ hücrelerinin eylemleriyle ilişkilendiren herhangi bir analizi, yerel ve bölgesel siyasi konumuna hizmet edecek şekilde uzaklaştırmaya çalışıyor. Bu bağlamda Hizbullah’a bağlı medya kuruluşları, soruşturmaların DEAŞ’a bağlı hücrenin İsrail’in dış istihbarat servisi Mossad’la bağlantısını kanıtladığını ve üyelerinin telefonlarında İsrail istihbaratıyla iletişim kurmak için kullanılan uygulamalar keşfedildiğini iddia eden bir haber yayınladı. Ancak bu iddialara ilişkin henüz resmi bir doğrulama yapılmadı.
Gazeteci Ali el-Emin, söz konusu haberle ilgili yorumunda resmi makamların bu grubun gerçek kimliğini açıklaması gerektiğini ve soruşturma sonuçlarını beklediklerini söyledi. Ancak bunun, bu hücrenin ortaya çıkarılmasının özellikle ateşkes anlaşmasının geri kalan kısmının uygulanması için bir plan hazırlanması konusunda hükümet ve Hizbullah üzerinde baskı yaratan siyasi gelişmelerle bağlantılı olduğu gerçeğini zayıflatamayacağını vurgulayan Emin, “Bu eylem, Hizbullah’ın kendi çevresinde gayri resmi olarak yaydığı, Lübnan ve Hizbullah çevrelerine yönelik terör tehlikesi argümanını güçlendiriyor” dedi. Böyle bir hücrenin çökertilmesinin kritik bir siyasi dönemde bu fikri desteklediğine dikkati çeken Emin, “Bununla birlikte bu hücrenin DEAŞ'a bağlı olduğunu doğrulayan bilgilerin doğruluğu konusunda da birtakım soru işaretleri var. DEAŞ’ın bölgedeki yükselişi ve düşüşü, her zaman Suriye, Irak ve diğer ülkelerde yaşanan bölgesel ve uluslararası çatışmalarla bağlantılıydı ve görevinin sona erdiğine dair işaretler vardı” yorumunda bulundu.
Radikal düşünceleri besleyen ortam
Diğer yandan siyasi analist Ali es-Sibiti, Hizbullah'ın siyasi zamanlamaya göre DEAŞ hücrelerini harekete geçirdiği yönündeki söylentilerin, onun imajını zedelemek ve terörle mücadelede oynadığı gerçek rolü gözden kaçırmak için yapılan bir girişimden ibaret olduğunu öne sürdü.
Şarku'l Avsat'ın Independent Arabia'dan aktardığı analize göre Hizbullah’ın ‘Suriye ve Lübnan'da tekfirci gruplarla mücadelede büyük bedeller ödediğini ve DEAŞ kartını kullanmaya gerek duymadığını, aksine sahada bu gruplara karşı savaştığını söyleyen Sibiti, “DEAŞ hücrelerinin ortaya çıkarılmasının zamanlaması ile Hizbullah’ın bu hücreleri kullandığı suçlaması arasında bir bağlantı kurmak, gerçekçi veya güvenlik açısından hiçbir temeli olmayan siyasi bir sonuçtur. Çünkü bu hücrelerin üyelerini tutuklayan ve soruşturmayı yapan devletin yasal kurumlarıdır. Terörle mücadele için etkili bir güvenlik ve siyasi destek olmasaydı, ordunun istihbarat müdürlüğü, karmaşık ve tehlikeli bir ağı yöneten Kasura gibi bir kişiyi tutuklayamazdı” şeklinde konuştu.
Sibiti, son olarak şunları söyledi:
“DEAŞ'ın bugün oluşturduğu tehlike, radikal düşünceleri besleyen ortamın halen var olduğunu teyit ediyor. Fakat bu ortam Hizbullah tarafından yaratılmamış ve onun çıkarlarına da hizmet etmiyor. Aksine, Lübnan'ın düşmanları tarafından Lübnan'a baskı uygulamak için kullanılıyor. Hizbullah ise bu terörizmi beslemek yerine caydırmak için çaba harcıyor.”