Rusların tutkusundan kurtulamadıkları “Anna Karenina”

Rusya'da Tolstoy'un kaleme aldığı bir kadının hikayesi tekrar tekrar ele alındı

“Anna Karenina: Vronsky’nin Öyküsü” filminden bir kare (Filmin internet sitesi)
“Anna Karenina: Vronsky’nin Öyküsü” filminden bir kare (Filmin internet sitesi)
TT

Rusların tutkusundan kurtulamadıkları “Anna Karenina”

“Anna Karenina: Vronsky’nin Öyküsü” filminden bir kare (Filmin internet sitesi)
“Anna Karenina: Vronsky’nin Öyküsü” filminden bir kare (Filmin internet sitesi)

İbrahim el-Uris
Rus okuyucular da tıpkı Dünyanın dört bir yanına dağılmış ve hala klasik romanları ve barındırdıkları tutkularını onlarca dilde okumayı kabul eden diğer okuyucular gibi, Lev Tolstoy’un 1870’lerin sonlarında, Anna Karenina’nın adını taşıyan başyapıtında hikayesini anlattığı o hanıma bağlayan tutkudan kurtulmak istemiyorlar. Burada akıllara şu soru gelir: Ya bu güzel kadının Tolstoy gibi duygularını benimseyip hikayesini anlatacak bir yazarı olmasaydı, tarihte böyle bir yere sahip olabilir miydi? Bu sorunun çok basit bir dayanağı var. Eğer Tolstoy'un kalemi ve olağanüstü edebi yeteneği olmasaydı, kendisini kocasından başka bir erkeğe aşık olmuş ve kafası karışmış halde bulan, hayatını mahveden ve sonunda kendini bir trenin önüne atarak intihar eden o genç kadının hikayesi, bir buçuk asırdır tüm dünyada okunmazdı. Eser, her yerde ve her zamanda geçen ve yüzlerce sayfayı dolduracak ‘büyük’ olayları barındırmasa da Tolstoy'un yeteneği ve kaleminden çıkan buruk bir hikayedir. Hikayesini bugüne kadar yaşadığı gibi güzel yaşadı. Gerçekten de bugün dünyada, özellikle Rusya'da her zamankinden daha canlı görünüyor. Anna Karenina hakkında yazılar yazılıyor, saygı duyuluyor ve her fırsatta yerli yersiz hikayesi yeniden gündeme geliyor. Raflardan hiç eksilmeden sürekli yayınlanmasından bahsetmiyorum bile.

Anna ve kız kardeşleri
O halde Madam Bovary'nin kız kardeşini, Lady Chatterley'in kuzenini ve Effi Briest’in âşık olma ve o karanlık sona beraber gittiği yol arkadaşını kaçırmayın. Kaçırmayın çünkü daha güçlü ve bazen de yenilikçi yollarla geri gelmediği, özellikle memleketi Rusya’da geri dönemediği sürece onu düşünmek zor olabilir. Belki en fazla dikkati çeken bir diğer yenilik de, son yıllarda neredeyse aynı dönemde ortaya çıkmalarına rağmen, aralarındaki pek çok farklılık nedeniyle Anna Karenina adını taşıyan iki eserin olmasıdır. Bu eserlerden ilki, Anna Karenina’nın incelemesi sayılabilecek içeriğe sahip bir kitap, ikincisi ise, bu talihsiz güzelliğin sonunda Anna'nın intihar etmesinden yaklaşık otuz yıl sonra onun etrafında dönen hikayenin anlatıldığı bir film. Hadi gelin, Rus eleştirmenlere fazla önemli görünmeyen, ancak aynı zamanda gerekli olan ve romanın konusunun bir derinliği olmadığı sonucuna varılan kitaptan başlayalım. Kitap, genel olarak konu derinliğiyle ilgili çekici görünen bir başlığa sahip olsa da “Anna Karenina'nın Gerçek Hikayesi" başlığı altında yüzlerce sayfalık metnin sonunda kitabın vaatlerini yerine getiremediğini gören eleştirmenler bu durum karşısında öfkelendiler.

Vaatlerini yerine getiremeyen bir inceleme
Kitap, özellikle Tolstoy'un yazılarına ve hayatına adadığı sayısız çalışmayla tanınan ünlü bir eleştirmen ve yazar olan Rus gazeteci Pavel Basinsky tarafından kaleme alındı. Basinky’nin bugüne kadar beş çalışması yayınlandı.


Lev Tolstoy ve ölümsüz edebiyatı (Getty)

Kitabın incelendiği basında yer alan makalelere göre Basinsky, kitabının başında, Anna Karenina romanını yeniden gözden geçirmesinin tek nedeninin, romanın hakkını vermeyen ve birçok özelliğini yok eden birçok film ve televizyon dizisinin, romanı kendisi için tamamen bilinmez bir hale getirmesi olduğunu söylüyor. Yazar, Vedomosti gazetesinde yayınlanan ve Fransa’da Box dergisinin son sayılarından birinde alıntılanan makalesinde, “Bu harika romanın 30'dan fazla sinema uyarlaması var. Her bir uyarlamanın değerli olduğu yadsınamaz, ancak çok azı romanda neler olduğunu gerçekten aktarıyor. Hiçbiri, örneğin Anna'nın Vronsky ile yıkıcı aşk hikayeleri öncesinde tanışıp tanışmadığını bize açıklamıyor” ifadelerine yer veriyor.
Yazar, bize açıklanmayan bir diğer noktaya ise şöyle dikkati çekiyor: “O dönemde Rusya'da boşanmaya izin veriliyorsa, Anna neden bunu istemedi?”

Anna karakterinin gerçek kökleri
Bu tür sorulardan sonra yazar, Lev Tolstoy'un kız kardeşi Maria Nikolaevna Tolstoya'nın ve şair Alexander Puşkin'in en büyük kızı Maria Hartung’un karakteri de dahil olmak üzere kahramanının karakterini inşa ettiği gerçek insan modelleri hakkında konuşmaya koyuluyor. Yazar, aynı zamanda Tolstoy'un yaşadığı ve bir mürebbiye olan Anna Pegoreva’nın bir trenin altına kendini atarak intihar ettiği olayın üzerinde de duruyor. Basinsky, Pegoreva’nın büyük yazarın bir komşusunun metresi olduğunu, Tolstoy'un Pegoreva’nın otopsisine katıldığını ve romanının sonunu bağlamak için onun hikayesini ödünç aldığını belirtiyor. Tüm bunlar güzel detaylar ve birçok eleştirmen tarafından yorumlandı. Ancak uzun zamandır bilinen detaylardı ve yazar Basinsky bu konuda yeni bir şey ekleyememişti. Yeni gerçeklik, başka bir yerdeydi. Basinsky’nin kitabı yayınlanmadan kısa bir süre önce gösterilen bir Rus filmindeydi. Film, konusu açısından gerçekten çarpıcı ve ‘yeni’ görünüyordu, ancak oldukça fazla yenilik var gibiydi.

28 yıl sonra!
Eğer Tolstoy'un romanı, Anna'nın intihar tarihini doğru bir şekilde 3 Haziran 1876 olarak gösteriyorsa,  “Anna Karenina: Vronsky'nin öyküsü” filmi bu tarihten tam 28 yıl sonrasında yani, 1900’lerin ilk yıllarında, Rus askerlerinin, Japonya’nın topçu ateşi altında ağır kayıplar verdiği Rusya-Japonya Savaşı'nın ortasında geçiyor. İlk bakışta, bu olaylar ne Tolstoy'un romanıyla ne de olayların varsayılan zamanıyla alakasız gibi görünse de, birazdan göreceğimiz gibi bu doğru değildir. Filmde, bu savaşın zirvesinde, yaralı bir albay başka bir yaralıyı tedavisi için Rus askerlerinin götürüldüğü bir sahra hastanesine getirir. Hastane, genç bir doktor olan Sergey Karenin tarafından yönetiliyordur. Bu doktor, Anna'nın intihar ettiği gün, kocasının velayetindeki çocukken terk ettiği oğlundan başkası değildir. Ama en önemlisi, yaralı albayın Anna'nın aşık olduğu ve trajik bir sonla bu aşka son verdiği adamla yani Aleksey Vronski ile aynı kişi olmasıydı. Albay için genç doktorun kim olduğunu anlamak zor olsa da  genç doktor, onun ailesini parçalayan ve annesinin ölümüne neden olan adam olduğunu hemen anlar.

İki adam arasında bir çatışma
Genç doktor, yaptıkları yüzünden albayı affetme konusunda isteksiz olduğu açıktı. Yaralı albayı görür görmez tek düşündüğü bir uykudan uyanan öfkesiydi. Bu şekilde, iki adam bir güç mücadelesi ve şiddetle karşı karşıya gelseler de Albay Vronski kısa sürede durumu sakinleştirmeyi başarır. Aradan yıllar geçmesine rağmen hiç solmayan bir hatıranın ve belki de o sevgiliye karşı hiç solmayan bir aşkın yardımıyla sevgilisinin oğluna başına gelen her şeyi anlatmaya başlar. Sergey'in öfkesi yavaş yavaş dindikten ve annesinin hikayesini, hafızasında kalandan, özellikle de hikayenin babasının anlattığı versiyonundan farklı bir şekilde anlamaya başlamasının ardından yıllar öncesinde kaldığı sanılan bir olay hakkında iki adam arasındaki geçenlerin hikayesine tanık oluyoruz. Bu iki erkeğin, her birinin kendine has bir şekilde sevdiği, ayrı ayrı hatıralarının olduğu, trajik ölümü karşısında üzüntü yaşadıkları kadından bahsetmek için kendilerini kurtarmalarına dayanan başka bir hikaye ile karşı karşıya kalıyoruz. Bu çalışma, yıllar geçmesine rağmen adeta ölmeyi reddediyormuş gibi görünen o aşka hayret verici bir saygı duruşudur. Anna'nın hikayesinde bu iki sevgilinin yeniden canlandırılan sahnelerini mühürleyen son selamlama olduğuna şüphe yok. Film, Rusya'da vizyona girdiğinde birçok ödül kazanmasını ve Rus seyircisinin merakla izlediği televizyon dizi olarak sunulduğunda büyük bir başarı elde etmesini sağlayan buydu. Yüz binlerce kişi romanı yeniden okudu. Belki birçoğu bu aşk hikayesi için üzülerek bol bol gözyaşı döktü. Belki de bir kadının trenin altına kendini atarak intihar etmesine neden olan bir katil olsa bile, aşk ve tutkunun özel bir yere sahip olduğu zamana ağıt yaktılar!
*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.



Büyük keşfin ardından bilim insanlarından "yoga hapı" adımı

Fotoğraf: Unsplash
Fotoğraf: Unsplash
TT

Büyük keşfin ardından bilim insanlarından "yoga hapı" adımı

Fotoğraf: Unsplash
Fotoğraf: Unsplash

Çığır açan bir beyin devresi keşfi, anksiyete ve stres bozuklukları için yeni tedavilere ve potansiyel olarak yoganın faydalarını sağlayan bir hapa önayak olabilir.

ABD'deki Salk Enstitüsü'nden araştırmacılar, farelerin beyinlerinde istemli nefes alma ve duygusal düzenlemenin arkasındaki yolu keşfetti.

Nature Neuroscience adlı akademik dergide kısa süre önce yayımlanan çalışmalarında, beynin daha karmaşık bölgeleriyle nefes almanın duygusal durumla koordinasyonunu sağlayan ilkel beyin sapının nefes alma merkezi arasındaki bağlantıları ortaya çıkardılar.

Nefes almak çoğunlukla otomatik olsa da insanlar ve bazı hayvanlar soluk almayı yavaşlatarak kendi kendilerini sakinleştirebiliyor. Bu yaklaşım farkındalık ve yoga gibi uygulamaların ana parçalarından biri.

Beynin nefes almayı tam olarak nasıl düzenlediği ve bunun anksiyeteyi ve kişinin duygusal durumunu nasıl etkilediği çok az anlaşılmış durumda. Bilim insanları şimdiye kadar sadece beyin sapındaki bilinçaltı nefes alma mekanizmalarının tam olarak anlaşıldığını söylüyor.
 

cyju
Fare beyninde nefes almayı düzenleyen nöronlar (Salk Enstitüsü)

Yeni çalışmada araştırmacılar, duygusal düzenleme ve nefes almayı birbirine bağlayan, bilinçli yukarıdan aşağıya mekanizmaları bulmak için yola çıktı.

İlk olarak farklı beyin bölgeleri arasındaki bağlantıları araştırmak için bir beyin bağlantı veri tabanını değerlendirdiler. Analiz, anterior singulat korteks adı verilen frontal bir bölgeyi, daha sonra hemen altındaki medullaya bağlanan bir ara beyin sapı bölgesine bağlayan potansiyel bir solunum devresini ortaya çıkardı.

Önceki çalışmalar, medullanın aktif olduğunda nefes almayı başlattığını ancak beyin sapı bölgesinden gelen sinyallerin bu aktiviteyi engellediği ve nefes almayı yavaşlattığını ortaya koymuştu.

Araştırmacılar, belirli duyguların veya davranışların beyin sapı bölgesinin aktivasyonuna yol açabileceğini, bunun da medulladaki aktiviteyi azaltabileceğini ve nefesi yavaşlatabileceğini varsaydı.

Teoriyi test etmek için, farelerde koklama, yüzme ve içme gibi aktivitelerin yanı sıra korku ve endişe uyandıran koşullar sırasında nefes alış verişleri değiştiğinde beyin aktivitesini kaydettiler.

Araştırmacılar, korteks ve beyin sapı bölgesi arasındaki bağlantı aktive edildiğinde, farelerin daha sakin olduğunu ve daha yavaş nefes aldığını buldu.

Kaygı uyandıran durumlardaysa bu iletişim azaldı ve nefes alma hızları arttı.

Araştırmacılar bu yolu takip ederek, farelerin beyninin ön korteksinde beyin sapına bağlanan ve nefes alma gibi temel işlevleri yöneten bir grup nöron keşfetti.

Araştırmacılar, bu bağlantının farelerin nefes alış verişlerini mevcut davranışları ve duygusal durumlarıyla koordine etmelerini sağladığını söylüyor.

Bağlantının daha ileri analizleri, bilim insanlarının ilaçlarla hedeflenebileceğine inandığı yeni bir dizi beyin hücresi ve molekülü ortaya çıkardı.

Araştırmacılar bulguların anksiyete, stres ve panik bozukluğu olan insanlar için uzun vadeli çözümlere yol açabileceğini söylüyor.

Çalışmanın ortak yazarı Jinho Jhang, "Bulgularımız beni düşündürdü: Bu nöronları aktive edecek ve panik bozukluğunda nefesimizi kendi kendimize yavaşlatacak veya hızlı solumayı önleyecek ilaçlar geliştirebilir miyiz?" dedi.

Çalışmanın başka bir yazarı Sung Han, "Bu bulguları bir yoga hapı tasarlamak için kullanmak istiyorum. Kulağa aptalca gelebilir ve çalışmamızın pazarlanabilir bir ilaca dönüştürülmesi yıllar alacak ancak artık nefes almayı anında yavaşlatabilecek ve huzurlu, meditatif bir durumu başlatabilecek ilaçlar üretmek için potansiyel olarak hedeflenebilir bir beyin devresine sahibiz" dedi.

Independent Türkçe