Avrupalı temsilciler Güney Kıbrıs'ta yapılan gizli toplantılarda hangi konuları görüştü?

11 Haziran’da çekilen ve ülkenin kuzeyindeki Halep kırsalında Suriyeli bir araba tamircisinin ellerini gösteren bir fotoğraf (AFP)
11 Haziran’da çekilen ve ülkenin kuzeyindeki Halep kırsalında Suriyeli bir araba tamircisinin ellerini gösteren bir fotoğraf (AFP)
TT

Avrupalı temsilciler Güney Kıbrıs'ta yapılan gizli toplantılarda hangi konuları görüştü?

11 Haziran’da çekilen ve ülkenin kuzeyindeki Halep kırsalında Suriyeli bir araba tamircisinin ellerini gösteren bir fotoğraf (AFP)
11 Haziran’da çekilen ve ülkenin kuzeyindeki Halep kırsalında Suriyeli bir araba tamircisinin ellerini gösteren bir fotoğraf (AFP)

Rusya, Ukrayna savaşından sonra Suriye'deki güçlerinin bir kısmını geri çekti mi? Şam ile Arap ülkelerinin normalleşmesinin akıbeti ne olacak? Suriye'de son cumhurbaşkanlığı af kararnamesi ne kadar ciddi? Avrupa’nın uyguladığı yaptırımların geleceği ne olacak? Ekonomik kriz ve Rusya'nın sınırın ötesi insani yardım için uluslararası mekanizma kararının uzatılmasıyla ilgili niyetinin belirsizliği karşısında ne yapılabilir?
Bunlar, Suriye’nin Ortadoğu’daki diğer ülkeler gibi ‘beklentiler mezarlığı’ olduğunun anlaşıldığı, geçtiğimiz hafta Güney Kıbrıs Rum Kesimi’nde (GKRY) yapılan gizli bir toplantıda, Avrupa’nın Suriye dosyasındaki ​​temsilcilerinin yanıtlamaya çalıştıkları ‘açık sorulardan’ bazılarıydı.
Avrupalı temsilciler, Kıbrıs adasının güneydoğusunda, Akdeniz kıyısında, Suriye'nin batısındaki Rusya’ya ait iki askeri üsse onlarca kilometre uzaklıkta yer alan Larnaka kentinde, Suriye gerçekleri, Avrupa'nın Şam’a yönelik politikasının geleceği ve Ukrayna savaşının yansımaları hakkında bilgi alışverişinde bulunmak için ‘gizli toplantılar’ gerçekleştirdiler. Ancak Avrupalı temsilciler, toplantıların başlamasından önce, Lefkoşa'yı ziyaret etmek ve ‘göç dosyasında Türkiye'nin Suriyelileri kendilerine ve Avrupa'ya baskı yapmak için deniz yoluyla veya hava yoluyla Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ne (KKTC) göndermesiyle’ ilgili olarak GKRY Dışişleri Bakanlığı'nın şikayetlerini dinlemek zorunda kaldılar.
Almanya, Fransa, İsveç ve İrlanda temsilcileri de dahil olmak üzere tüm Avrupalı temsilciler, aralarına Birleşmiş Milletler (BM) Suriye Özel Temsilcisi Geir Pedersen’in bu müdahalesiyle serpiştirilmiş özel tartışma oturumları düzenlenen toplantılar düzenlediler. Bu toplantıların ana temaları ise şöyleydi:

Cumhurbaşkanlığı affı ne olacak?
Suriye hükümetinin temsilcileri, Devlet Başkanı Beşşar Esed’in imzaladığı, ‘terör suçları’ için yayınladığı ve yaklaşık 2 bin kişinin serbest bırakılmasını, haklarında başlatılan güvenlik soruşturmalarının iptal edilmesini ve yaklaşık 200 bin tutuklunun serbest bırakılmasını içeren af kararnamesini ‘daha önce eşi benzeri görülmemiş bir adım’ olarak sunmaya çalıştılar. Hatta Dışişleri Bakanı Faysal Mikdad, Ürdün Dışişleri Bakanı Eymen Safadi dahil olmak üzere bazı Arap ülkelerinin dışişleri bakanlarına bu ‘eşi-benzeri görülmemiş kararnameyi’ öven mektuplar gönderdi.
Larnaka'daki toplantıya katılanlar arasında iki görüş ortaya çıktı:
Birinci görüştekiler, 2011 yılından bu yana çıkarılan 19’uncu cumhurbaşkanlığı kararnamesini, önceki 18 kararnameden farklı ve ‘olumlu bir adım’ olarak kabul ettiler. Bazıları ise ‘Şam rejimine kapıların kapanmaması’ gerektiğini ve rejimin, ‘Arap ülkelerinin talepleri ve içerideki ihtiyaçlar doğrultusunda alınmış bir karar gibi görünen af ​​benzeri adımları daha fazla atmaya teşvik edilmesi gerektiğini’ söyledi. Dışişleri Bakanı Mikdad, Şam hükümetinin, bu yolda devam etmesi halinde bunun güvenin yeniden inşası için önemli bir adım olarak görüleceğini belirtti.
İkinci görüştekiler ise kararnamenin kabulünün abartılmaması çağrısında bulundular. Bunun bir propagandaya dönüştürülmesine izin verilmemesi ve Uluslararası Kızıl Haç gibi kurumların cezaevlerini ziyaret etmesine ve serbest bırakılan kişilerin gerçek sayılarının doğrulamasına izin verilmesi için baskı yapılması gerektiğini belirttiler. Toplantıya katılanlardan biri, Suriye’deki cezaevlerinde tutuklu ya da kayıp olan 100 binden fazla kişi olduğuna işaret ederek, “Bir af Suriye'nin çehresini değiştirmeyecektir” dedi.

Şam,  Arap ülkeleri ile normalleşmesinin akıbeti ne olacak?
Şam ile Arap normalleşmesinin var olduğu konusunda bir fikir birliği olan toplantıda gündeme gelen soru, normalleşmenin olup olmayacağı değil, ne zaman olacağıyla ilgiliydi. Katılımcılardan biri, Avrupa ülkelerinin normalleşme için BM Güvenlik Konseyi’nin (BMGK) 2254 sayılı kararının uygulanmasını ve yaptırımların kaldırılmasını beklenmesinin, Arap ülkeleri ile Şam arasında normalleşme devam etmesi nedeniyle yeniden yapılanmaya katkıda bulunmak için treni kaçırabileceklerini söyledi.
Şam ile ‘acele edilmeyen’ ikili normalleşme adımlarına devam edilmesi, önümüzdeki Kasım ayı başlarında Cezayir'de yapılması planlanan Arap Zirvesi’ne gidilmesi ve böylece siyasi-bölgesel izlere göre bugünden itibaren zirvenin yapılacağı güne kadar Arap ülkeleri arasında ortak bir kararın alınması yönünde birtakım beklentiler ortaya çıktı.
Almanya ve Fransa gibi büyük ülkelerin temsilcileri ise BMGK’nın 2254 sayılı kararının uygulanmasında ilerleme kaydedilmeden Şam ile normalleşme konusunda adım atılmaması ve ‘adım adım yaklaşımı’ çerçevesinde BM Suriye Özel Temsilcisi Pedersen'in ortaya koyduğu vizyonlar dahilinde Suriye’nin güvenlik birimlerinde ve ordusunda reform yapılmasına teşvik edilmesi gerektiği çağrısında bulundular.
Öte yandan toplantıda hiç kimse Avrupa’nın Şam'a uyguladığı yaptırımların kaldırılmasından bahsetmese de ekonomik krizin yükünü hafifletmek için Suriye'deki ‘erken toparlanma’ projelerinin desteklenmesine yönelik katkı çağrıları yapıldı. Bununla birlikte Suriye’deki duruma siyasi bir çözüm bulunmasının önündeki engeller devam ederken 10 Temmuz’dan önce sınırın ötesi insani yardım mekanizmasıyla ilgili BMGK kararının süresinin uzatılması meselesinin Rusya ile görüşülmesi gerekiyor.

Rusya ve İran ne olacak?
Avrupalılar, Rus askerlerinin fiilen geri çekileceğine ve Suriye'de yaklaşık dört bin Rus personelinin bulunduğuna dair tahminler arasında Rusya'nın askerlerinin bir kısmını Suriye'den çektiği iddialarının doğruluğu hakkında bilgi alışverişinde bulundular. Katılımcılardan biri, Rusya'nın geri çekilmesiyle oluşan boşluğu İran'ın doldurduğunu ve Türkiye'nin Suriye'nin kuzeyindeki denklemleri değiştirmeye çalıştığını söylerken diğerleri, Ukrayna savaşının Suriye üzerindeki etkilerine dair kesin bir yargıya ulaşmadan aylarca ve belki bir yıl kadar beklenmesi gerektiğini ifade ettiler.
Avrupalı ​​temsilcilerin bazılarının ifadelerinden, Suriye’deki ‘sürekli bir atılım beklenen durgunluk içinde sürekli acı çekilen’ mevcut durumun aynı şekilde devam edecekmiş gibi ‘olanlar karşısında çaresiz kaldıkları’ duygusuna kapıldıkları hissediliyordu. Şarku'l Avsat'in elde ettiği bilgiye göre katılımcılardan biri, ‘Ortadoğu’nun ve özellikle Suriye'nin bir beklentiler mezarlığı olduğunu’ söyledi.



İsrail’in demokrat kılıklı diktatörü: Binyamin Netanyahu

Nash Weerasekera/Majalla
Nash Weerasekera/Majalla
TT

İsrail’in demokrat kılıklı diktatörü: Binyamin Netanyahu

Nash Weerasekera/Majalla
Nash Weerasekera/Majalla

Ahmed Mahir

İsrail uzun yıllardır Batı basınında ve akademik araştırmalarda ‘Ortadoğu'daki tek demokrasi’ olarak tanımlanıyor. Ancak Yahudi devleti totaliter bir rejimin imgelerini taşıyor. Bu rejimin merkezinde Binyamin Netanyahu'nun ya da destekçilerinin deyimiyle ‘İsrail’in Kralı’ yer alırken etrafı ise Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir gibi terörizmden hüküm giymiş, elli yılı aşkın bir süredir devam eden askeri işgali destekleyen ve Yahudilere ırksal üstünlük tanıyan yasaların yanı sıra bazı Yahudi vatandaşların sosyal medya hesaplarında Gazze'deki savaşı kınadıkları için baskı uygulanmasını ve yabancı medya kuruluşlarının kapatılmasını öngören yasalar çıkarılmasını destekleyen aşırılık yanlılarıyla çevrili.

Netanyahu'nun İsrail'inde zekice bir diktatörlük sistemi hakim. ‘Sihirbaz’ lakabıyla da anılan ve İsrail'in en uzun süre görev yapan başbakanı olan Netanyahu, gösterilere izin vermek, serbest seçimlere katılmak, parlamentodaki muhalefet liderleriyle aynı fikirde olmamak ve mahkeme kararlarına uymak gibi demokratik yönetimin bazı süslerini kişisel çıkarları için ve alttan alta otoriter bir yönetim kurmak için kullanıyor. Böylece İsrail'in hükümet sistemi hem demokrasi hem de diktatörlüğü birleştiren melez bir sistem haline geldi. Ancak özellikle 1967 yılından bu yana devam eden yasadışı askeri işgal nedeniyle diktatörlüğün özellikleri daha baskın.

İsrail dışında ordusu başka bir halka soykırım uyguladığında bunu görmezden gelen demokratik bir siyasi sisteme rastlamıyoruz. Aslında demokratik sistemler genellikle önleyici savaşlar da dahil olmak üzere savaşlara girmekten çekinirler. Bunun yanında insan hakları ihlalleri ve savaş suçlarının ortaya çıkması kaçınılmaz olduğundan halkın ezici çoğunluğu hemen bir savaş başlatmaya karşı çıkarlar. Zira bu halklar orman kanunlarıyla değil, insani değerlerle yönetilirler.

Liderin söylemini sorgulayan herkes ‘hain ve komplocu’ olarak etiketlenmeyi hak etmiş demektir.

İsraillilerin büyük çoğunluğuna göre Gazze'de kurban yok, ordu bir meşru müdafaa savaşı veriyor. Her gün ortaya çıkan çocukların öldüğü ve yaralandığı korkunç manzaraları görmüyorlar. İsrail'in ‘özgür basını’ Gazze'deki savaş suçlarını ve orada yaşananlara ilişkin uluslararası ve Filistin anlatısını görmezden geliyor. Onlar için sanki 7 Ekim'den bu yana hiçbir şey olmamış gibi. Birkaç gün önce Gazze'nin merkezindeki Nuseyrat Mülteci Kampı’nda Hamas ve Filistinli diğer silahlı gruplar tarafından kaçırılan dört rehineyi kurtarmak için düzenlenen operasyonda binden fazla Filistinli öldürüldü, çok sayıda Filistinli yaralandı. ‘Demokratik’ devletin basını operasyonu günler boyu ‘kahramanca gerçekleştirilmiş bir cerrahi operasyon’ olarak gösterdi. Askerlerinin cesaretini överken Filistinli sivil kayıplar hakkında tek bir kelime bile etmedi.

Savaş literatüründe toplu katliamlar, etnik ya da ‘kimlik çatışmaları’ sırasında siyasi ya da ideolojik silahlı çatışmalardan daha olasıdır. İktidardaki rejimin niteliği de toplu katliamların, etnik temizliğin ve imhanın meydana gelmesinde önemli bir faktördür. İsrail bugün açıkça Filistinlilerin öldürülmesi çağrısında bulunan, Yahudiler için tek devlet ve Gazze'nin nükleer bombayla yok edilmesini isteyen aşırılık yanlıları tarafından yönetiliyor. Netanyahu'nun siyasi söyleminde kullanılan kelime dağarcığını analiz ettiğimizde, bunun Yahudiliği siyasallaştıran ve aşırı dinci Siyonizm’e hitap eden popülist bir söylem olduğunu görüyoruz.

Demokrasi dört sac ayağı üzerine kuruldu

Demokratik ülkelerdeki siyasi rejimlerin, önleyici ya da meşru müdafaa bile olsa, savaş için halkın desteğini kazanmakta zorlanması, savaşın seçmenlere ahlaki açıdan gerekçelendirilmesinin zorluğuyla ilişkili bir durum. Demokratik ülkelerin liderleri ayrıca demokratik olmayan ülkelerin liderlerine kıyasla daha büyük kurumsal kısıtlamalarla karşı karşıya kalırlar. Basın özgürlüğü ya da diğer adıyla dördüncü kuvvet, otoriter rejimlerin aksine demokratik devletlerde savaşa karşı muhalefetin temel dayanaklarından biridir. Siyasi partiler, kamuoyu yoklamalarında ya da sosyal medyadaki duyguları analiz ederek kamuoyunun görüşlerini dikkate almadan tek taraflı askeri politikalar benimsedikleri takdirde seçmen oylarını kaybetmekten korkarlar.

Bir gazetecinin İsrail'e girmeden önce yapması gereken ilk şey ‘askeri sansürün’ getirdiği şartlarını kabul etmektir. Geçici basın kartı almak için bir form dolduran gazetecinin, ‘potansiyel olarak tartışmalı’ konulardaki makalelerini yayınlanmadan önce İsrailli makamlara göndereceğini taahhüt etmesi gerekiyor. Bunun yapılmaması halinde gazetecinin İsrail'de gazeteci olarak çalışma hakkını kaybedebileceği ve bir daha ülkeye girişlerinin yasaklanabileceği uyarısı yapılıyor. Pratikte böyle bir şey yaşanmasa da forumda bu paragrafın olması yabancı gazetecilere bir gözdağı mesajı veriyor ve onları bir tür otosansür uygulamaya zorluyor.

xzscdfv
Netanyahu'nun yanında eski Savunma Bakanı Benny Gantz'ın yer aldığı seçim dönemine ait bir afiş (Reuters)

Zeki bir diktatörün denenmiş ve test edilmiş siyasi kurallarından biri, ülkesini ziyarete gelen yabancı bir gazeteciye ülkesinin basın özgürlüğünü bastırdığı ve yaptığı haberler nedeniyle risk altında olduğu izlenimini vermemek olsa da Netanyahu, bazen zeki bir diktatörün başarı kurallarından birini yerine getirmiyor gibi görünüyor.

Demokrasi özgür seçimler, ifade ve basın özgürlüğü, gösteri özgürlüğü ve hukukun üstünlüğü olmak üzere dört sac ayağı üzerine kurulurdur. Dördüncü sac ayağına bakımından İsrail'deki yasaların devletin vatandaşları arasında ayrım yaptığını ve ırk ve mezhep ayrımcılığını benimsediğini görüyoruz. İsrail, Netanyahu’nun lideri olduğu bir önceki hükümet döneminde 2018 yılında, Yahudilerin kolektif haklarının statüsünü Araplara vatandaşlık temelinde tanınan bireysel siyasi hakların üzerinde tutan Yahudi Ulus Devleti Yasası’nı yürürlüğe koydu. Böylece İsrail, 1948 yılında kurulmasından bu yana sahip olduğu liberal demokratik hedeflerinden uzaklaşmış oldu.

Demokratik ülkelerde savaşı ahlaki açıdan haklı çıkarmak zordur

‘Yargı reformlarını’, daha doğrusu İsrail Yüksek Mahkemesi'nin yetkilerini azaltmayı ve yargıyı yeniden yapılandırmayı öngören kapsamlı değişiklikleri geçirmeye çalışan Netanyahu'nun halkın duygularını siyasi amaçlarla manipüle etmeyi amaçlayan popülist söylemi, demokratik sistemlerdeki hukukun üstünlüğü ilkesiyle çelişiyor. Bu, ‘ulusun liderine’ tam ve mutlak destek talep eden bir ‘milli onur’ söylemidir ve liderin söylemlerini sorgulayan herkes ‘hain ve komplocu’ olarak etiketlenmeyi hak etmiş demektir.

Özgür seçimlere gelince demokrasiyi açıkça baltalamasına rağmen bir kişinin ya da bir partinin sandık yoluyla bir çok kez seçilmesi İsrail'in siyasi gizemlerinden biri olarak görülüyor. Alman iktisatçı ve siyaset bilimci Joseph Schumpeter (1883-1950) şöyle der: “Herkesi her zaman kandıramasanız da yeterince insanı kandırabilirsiniz ve hasar kalıcı olur.”

Netanyahu, ilk kez başbakan olduğu 1996 yılından bu yana farklı seçimlerde birçok hükümete liderlik etmeyi başardı. Siyasi kariyeri boyunca ‘büyük bir siyasi fırtına’ yarattı. Yolsuzluk skandalları, aşırı ırkçı partilerle ittifak, dinci partilere ve işgal altındaki Batı Şeria'daki yerleşim birimlerine ayrıcalıklar ve vergi muafiyetleri yağdırmak, Gazze savaşını uzatmak ve çok sayıda İsraillinin istifa etmesi ve Hamas ile savaşı sona erdirip Gazze’deki diğer rehinelerin geri alınması sağlayacak bir anlaşmaya varması yönündeki çağrılarına kulak asmamaktan oluşan bir fırtına. Son olarak Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) Başsavcısı, Netanyahu ve Savunma Bakanı Yoav Gallant hakkında Gazze'de savaş suçu işlemek ve soykırım gerçekleştirmek suçlamasıyla tutuklama emri çıkarılması için mahkemeye talepte bulunduğunu açıkladı.

Netanyahu'nun bu durumu, demokratik seçimlerle iktidara gelmiş olmasına rağmen kendisini devirmeye çalıştığını öne sürdüğü (İsrail'de zaten nesli tükenmiş olan) sol kanadın desteğiyle ‘derin devletin’ iktidarına karşı kurduğu bir komplo olarak göstermesi ise işin ironik tarafı. Netanyahu halkına kendisini bir kurban olarak gösteriyor. Destekçilerine uluslarını ve onurlarını temsil eden ‘zulüm altındaki’ liderlerine körü körüne ve eleştirilemez bir sadakat göstermeleri çağrısında bulunuyor. Eğer İsrail bu haliyle ‘Ortadoğu'daki tek demokrasi’ ise, örnek alınacak bir model olmadığı kesin.

*Bu makale Şarku'l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.