BM Uluslararası Bağımsız Suriye Araştırma Komisyonu Başkanı Paulo Pinheiro, Şarku’l Avsat’a konuştu: Suriye’de kayıp kişilerin araştırılmasıyla ilgili bir mekanizma kurulması tavsiyesinde bulunduk

Pinheiro’ya göre Suriye’deki beş ordu da savaş kurallarına riayet etmiyor.

Birleşmiş Milletler Uluslararası Bağımsız Suriye Araştırma Komisyonu Başkanı Paulo Pinheiro. (BM)
Birleşmiş Milletler Uluslararası Bağımsız Suriye Araştırma Komisyonu Başkanı Paulo Pinheiro. (BM)
TT

BM Uluslararası Bağımsız Suriye Araştırma Komisyonu Başkanı Paulo Pinheiro, Şarku’l Avsat’a konuştu: Suriye’de kayıp kişilerin araştırılmasıyla ilgili bir mekanizma kurulması tavsiyesinde bulunduk

Birleşmiş Milletler Uluslararası Bağımsız Suriye Araştırma Komisyonu Başkanı Paulo Pinheiro. (BM)
Birleşmiş Milletler Uluslararası Bağımsız Suriye Araştırma Komisyonu Başkanı Paulo Pinheiro. (BM)

Birleşmiş Milletler (BM) Uluslararası Bağımsız Suriye Araştırma Komisyonu Başkanı Paulo Pinheiro, Suriye’deki kayıp kişilerin akıbetinin ortaya çıkarılması için bağımsız bir BM mekanizmasının kurulmasına tam desteğini teyit etti. Pinheiro, Şarku’l Avsat’a yaptığı açıklamada şunları söyledi:
“Yapılmasını önerdiğimiz şey insani bağlamda geliyor. Cezai kovuşturma ya da suçluların yargılanma süreci ile kayıpların araştırılması birbirine karıştırılmamalıdır. Çünkü bu iki yol birbirine karıştırılırsa asıl amacımız olan kayıp kişilerin ailelerine bilgi sağlamayı başaramayabiliriz.”
Paulo Pinherio, Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Antonio Guterres’e, Suriye’deki kayıp kişilerin araştırılması için bir uluslararası bir mekanizma kurulması yönünde tavsiyede bulundu. Guterres’in bu tavsiyeyi önümüzdeki günler BM Genel Kurulu’na sunması bekleniyor.  
Paulo Pinherio Şarku’l Avsat’a yaptığı değerlendirmede Suriye’deki kayıp kişilerin sayısına ilişkin şunları söyledi:
“Bildiğiniz gibi Suriye’de kayıp kişilerin tam sayısı bilinemiyor. Bu konuda bir istatistik tutulması mümkün değil. Biz yaşananlarla ilgili raporlar hazırlıyoruz. Ancak BM Komisyonu, durumun açıklanan sayıya yakın, yani 100 bin civarında olduğuna inanıyor.”
Paulo Pinheiro, Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed’in 30 Nisan 2022’den önce ‘terör suçlarına’ karışmış Suriyeliler için genel af ilan etmesini de değerlendirdi:
“Suriye rejimi ilk defa ‘teröristler tarafından işlendiğini’ iddia ettiği suçlarla ilgili af ilan ediyor, söz konusu affın uygulanıp uygulanmayacağı ya da kaç kişiyi kapsayacağıyla ilgili bilgi toplamak için çalışıyoruz. Kaç suçtan ya da kaç kişiden söz edildiğiyle ilgili çok sayıda sorumuz var. Bu konuda Suriye devletinin Birleşmiş Milletler’le paylaştığı verileri inceliyoruz. Çünkü rejimle doğrudan bir iletişimimiz yok. Muhaliflerden ve rejimden BM’ye ulaşan tüm verileri inceliyor ve analiz ediyoruz.”  
Paulo Pinheiro, Cenevre’den Şarku’l Avsat ile gerçekleştirdiği röportajın devamında Suriye’deki kayıp insanlardan uluslararası tutuma, bölgede yaşanan çatışmalara kadar birçok başlıkta merak edilen soruları cevapladı:

 - Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Antonio Guterres'e, Suriye’deki kayıp kişilerle ilgili yeni bir uluslararası mekanizma kurulması için tavsiyede bulundunuz. Bu konudaki beklentiniz nedir?  
Öncelikle niçin bu tavsiyeyi yapma ihtiyacı hissettiğimizden bahsetmeme izin verin. Çünkü kişisel izlenimim, bu konuyu ele almakta çok geç kaldığımız yönünde. Dünyadaki farklı savaş ve çatışmalarda, kayıp kişilerin bulunmasıyla ilgili konuya Suriye’ye kıyasla daha hızlı odaklanılmıştır. Bu konuda Güney Amerika örnek olarak gösterilebilir. Yapılmasını önerdiğimiz şey insani bağlamda geliyor. Cezai kovuşturma ya da suçluların yargılanma süreci ile kayıpların araştırılması birbirine karıştırılmamalıdır, çünkü bu iki yol birbirine karıştırılırsa asıl amacımız olan; kayıp kişilerin ailelerine bilgi sağlama hedefine ulaşamayabiliriz. Bu mekanizmanın kurulmasının ana motivasyonu, ailelerin yakınlarının akıbetini bilme arzusudur. Suriye’de kayıp kişilerin araştırılmasıyla ilgili bir mekanizma kurulması tavsiyesinde bulunduk. Bunun esas nedeni, çok sayıda kişinin tutuklu olduğu ve kendilerinden haber alınamamasıdır. Gözaltına alınmalarıyla ilgili detaylar var. Bu veriler bize geliyor. Kayıp kişilerin ailelerinin aktardığı bu verilerin BM himayesindeki bir uluslararası araştırma komisyonu tarafından incelenmesi gerektiğini düşünüyoruz. Bu konuda kayıp kişilerin aileleri ve bu alanda faaliyet gösterip verilere sahip olan sivil toplum kuruluşlarıyla temas halinde olunması önemlidir. Oluşturulmasını önerdiğimiz mekanizmanın içinde Uluslararası Kızılhaç Komitesi de yer almalıdır. Çünkü zorla alıkoyma gibi konularda yüksek deneyimleri var. Bu tavsiyeleri bireysel olarak vermiyorum. İnsan Hakları Yüksek Komiserliği de bu mekanizmanın oluşturulmasını destekliyor, BM Genel Kurulu’na bu yönde bir rapor hazırladıkları için teşekkür ediyorum.  

-BM Genel Kurulu’nun ilgili raporu ne zaman yayınlanacak? 
Raporun önümüzdeki birkaç gün içinde yayınlanmasını bekliyoruz ancak kesin bir tarih yok. Beyrut'taki büromuzdaki meslektaşlarım bu konuda yoğun bir çalışma yaptı. BM üyesi bazı devletler de bu konudaki çalışmaları destekledi. Güneydeki devletlerden birinin, kaçırılan kişilerle ilgili araştırmalarda derin bir tecrübesi var. Bizimle paylaşımlarda bulunarak önemli bir destek sundular.  

- Açıklığa kavuşturmak için soruyorum; Uluslararası Kızılhaç Komitesi de tavsiyelerinizi destekliyor mu? Oluşturulacak yeni mekanizmada yer alacaklar mı?  
Resmi bir duyuruları olmadı ancak oluşturulacak mekanizmada iş birliği yapmaya açıklar. Uluslararası Kızılhaç Komitesi bağımsızlık ve gizlilik konusunda özel prosedürler takip ediyor. Ancak önemli olan uzman desteği sunmaları ve iş birliğine hazır olmalarıdır.  

-Önerdiğiniz yeni mekanizmanın tamamen ‘insani’ çerçevede olacağını söylediniz. Yani hesap verebilirlik ve yargılamanın sağlanmasıyla ilgilenmeyecek mi?  
Arjantin'de ve hatta benim ülkem Brezilya'da da benzer koşullar yaşandı. Bu ülkelerdeki deneyimimizden yola çıkarak bunun doğru yaklaşım olduğu sonucuna vardık. Başarılı olabilmek için meseleleri birbirinden ayırmamız zorunludur. Biz elbette faillerin yargılanmaması gerektiğini söyleyecek değiliz. Ancak bu başka birimlerin ele alabileceği bir konudur ve meselenin diğer boyutunu temsil eder. Son dört yıldır görevimi yaparken BM üyesi ülkelerden meseleleri birbirine karıştırmamalarını açık bir şekilde talep ettim. Çünkü Suriye rejiminin oluşturulacak mekanizmayla iş birliğine gitmesi son derece önemlidir. Başka ülkelerde bu oldu. Suriye’de de olmaması için bir sebep görmüyorum. En azından bu iş birliğinin olmasını umuyorum.  

- Mekanizmanın oluşturulması Suriye hükümetinin rızasına mı bağlı? 
Hayır, asla. Biz bir çalışma mekanizması hazırlamaya başladık. Bunun için Suriye hükümetinin onayına gerek yok. Ancak kayıp kişileri soruşturmaya başladığımızda yetkililerle verimli bir iletişim kurmayı umuyoruz. Çünkü onların bu konuda doğrudan bilgileri bulunuyor. Bildiğimiz kadarıyla Suriye rejimi savaşın başlamasının ardından kayıp kişilerin verilerini topladığı bir mekanizma kurdu ancak ne gibi veriler topladıklarını bilmiyoruz. Bizim girişimimiz Suriye rejiminden tamamen bağımsızdır. Kayıp kişilerin ailelerinin bunu bilmesi önemli. Bizim rejimden bağımsız hareket edeceğimizi ve kayıp kişileri bulmaya ya da akıbetlerini öğrenmeye odaklanacağımızı bilmeliler.  

- Anladığım kadarıyla Suriye makamlarının iş birliğine ihtiyacınız var. Aksi takdirde bazı temel verilere erişemeyebilirsiniz. Hapishanelere girmek için resmi izinlere ihtiyacınız olacak mı?  
Bu doğru, Suriye rejimi ile çalışmak durumundayız, Suriye’de halihazırda UNICEF de dahil olmak üzere faaliyet gösteren çok sayıda uluslararası kuruluş var. Bu kuruluşlar farklı seviyelerde rejimle temas halinde olmak durumunda. Bizimki de bir istisna olmayacaktır. Suriye rejiminin iş birliği biraz da Suriye’nin geleceğiyle ilgili müzakerelerin seyriyle paralel olacaktır. Suriye halkına yönelik insani destekler tam olarak yeterli olmasa da sürdürülüyor. Suriye halkının çıkarına olan faaliyetler yapan sivil toplum kuruluşları bulunuyor. Bizim de oluşturulacak mekanizmada tüm tarafların iş birliğine gereksinimimiz olacak.  

- BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliğinin yayınladığı son rapora göre Suriye iç savaşında 300 binden fazla sivil yaşamını yitirdi. Size göre kayıp kişilerin sayısı nedir?  
Bildiğiniz gibi Suriye’de kayıp kişilerin tam sayısı bilinemiyor. Bu konuda bir istatistik tutulması mümkün değil. Biz yaşananlarla ilgili raporlar hazırlıyoruz. İstatistiklerle ilgili en son BM raporlarını henüz okumadım. Ancak BM Komisyonu, durumun açıklanan sayıya yakın olduğuna inanıyor.  

- Daha önce bu sayının 100 bin civarında olduğu söylenmişti...  
Evet, tahmin edilen sayı bu. Tabii tam olarak kaç kişinin kaybolduğu ya da kaybedildiği ailelerin bilgisine başvurularak netleştirilebilir. Oluşturulacak uluslararası mekanizma, ailelerin ve bu konuda faaliyet gösteren derneklerin verilerine başvurarak, daha sağlıklı rakamları ortaya çıkaracaktır.  

-Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed’in, ‘terör suçlarına karışmış’ Suriyeliler için genel af ilan etmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?  
Bunun ilginç olduğunu söylemek gerekir, Suriye rejimi ilk defa ‘teröristler tarafından işlendiğini’ iddia ettiği suçlarla ilgili af ilan ediyor. Söz konusu affın uygulanıp uygulanmayacağı ya da kaç kişiyi kapsayacağıyla ilgili bilgi toplamak için çalışıyoruz. Kaç suçtan ya da kaç kişiden söz edildiğiyle ilgili birçok sorumuz var. Bu konuda Suriye devletinin Birleşmiş Milletlerle paylaştığı verileri inceliyoruz. Çünkü rejimle doğrudan bir iletişimimiz yok. Muhaliflerden ve rejimden BM’ye ulaşan tüm verileri inceliyor ve analiz ediyoruz. Bu genel affın uygulanmasını ve birçok tutuklunun serbest bırakılmasıyla sonuçlanmasını umuyorum. Aileler için tüm aflar uygulandıkları sürece iyidir. Bu konuda bir çıkarımda bulunabilmek için incelede bulunmamız gerekir.  

- Bu aftan kaç kişi yararlandı?  
Bilemiyorum. 

-Suriye hükümeti, Kızılhaç Komitesi ya da Birlemiş Milletler ile bilgi paylaşmadı mı?  
Herhangi bir bilgim yok. Ukrayna savaşından önce Uluslararası Kızılhaç Komitesi'nin dünyadaki en büyük operasyonlarının Suriye'de olduğunu biliyorum. Ancak hükümetin veri paylaşıp paylaşmadığıyla ilgili bir fikrim bulunmuyor.  

- Yeni mekanizmanın finansmanı nasıl sağlanacak ve bu konuda tavsiyeniz nedir? Bahsi geçen mekanizmanın çalışma süresi ne olacak?  
Elbette kehanette bulunabileceğim sihirli bir küreye sahip değilim. Benim ülkem Brezilya’da bu oldukça uzun bir zaman almıştı. Finansmana gelince; bu konu Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri'ne kalmış. Mekanizmanın bağımsız olması için fonun Birleşmiş Milletler’in olağan bütçesinden finanse edilmesini öneriyoruz. Diğer yandan harici destekler olursa da takdir ve memnuniyetle karşılarız. Oluşturulacak mekanizmanın başarılı olmasının, siyasi sürecin ilerlemesiyle ilişkili olacağı açıktır. Şu anda bir ilerleme görmediğimizi ifade etmeliyim. Ancak mekanizmanın bir an önce başlatılmasının zorunlu olduğu da ortada. Kayıp kişiler ve aileleri için somut bir şeyler yapılması gerekiyor. Durumun iyiye gittiğine yönelik bir umut doğması önemli. Faillerin hesap vermesinin ve yargılanmasının gerekli olduğunu düşünüyorum ancak bu iki konunun ayrı ayrı ele alınması gerektiği görüşündeyim.

- Mekanizmanın oluşturulmasıyla ilgili tavsiyelerde bulundunuz mu?
Evet, bulundum. Birleşmiş Milletler halihazırda Suriye ile ilgili farklı yollar izliyor. Meslektaşımız Geir Pedersen siyasi çözüm süreci ve anayasayla ilgili çalışmaları yürütüyor. Ayrıca sınırlardan insani yardım sağlanması mekanizmasının uzatılması için BM Güvenlik Konseyi’nde bir tartışma düzenlenecek. Bizim yolumuz ise farklı bir düzlemde. Biz insan hakları ihlalleriyle ilgili cezai soruşturma yürütmüyoruz. Bu tamamen farklı mekanizmaların işi. Biz kayıp ve tutuklu kişilere odaklanıyoruz.  

- BM Güvenlik Konseyi’nin insani yardımların sınırlardan yapılmasıyla ilgili  kararının akıbeti ne olur? Rusya kararın uzatılmasını kabul etmezse ne olacak?  
Rusya kararı uzatmayı kabul etmezse bir felaket yaşanır. Kendileriyle (Ruslarla) temas halindeyiz. Sınır ötesi yardım kararının uzatılmasına engel olmalarının, Suriye halkının ihtiyaçlarını inkar etmek anlamına geleceğini anlatmaya çalışıyoruz. Biz tabii BM Güvenlik Konseyi’nin sınırdan yardım kararını uzatmasını umuyoruz. Suriye halkının yüzde 90’ı yoksulluk sınırının altında yaşıyor. Kararın uzatılmaması Suriye halkının zorunlu ihtiyaçlarının görmezden gelinmesi demek olacaktır. BMGK’da veto hakkına sahip olan daimi üyelerden herhangi birinin karşı çıkmamasını temenni ediyoruz. İnsan Hakları Konseyi huzurunda da dediğim gibi; herkes kararın uzatılmamasının nasıl bir felakete yol açacağının bilincinde olmalı ve bu bilinçle karar vermelidir.  

-Rusya, BM İnsan Hakları Konseyi üyeliğinden çıkarıldı değil mi? 
Evet, bu karar çoktan verildi. Bu konuda söyleyecek bir şeyim yok. 

-Suriye'nin kuzeydoğusundaki el-Hol Kampı’nda 40 bini çocuk ve kadın olmak üzere 60 bin kişi yaşıyor. Bu kamptaki vatandaşlarını kabul etmeyen ülkelere bir mesajınız var mı?  
İzin verin çocuklar konusuna odaklanayım. Onlar çocuktu ve şimdi yetişkinliğe adım atıyorlar. Kampta üç yılı aşkın süredir herhangi bir eğitim imkanı olmadan yaşıyorlar. Bu kabul edilemez bir skandaldır. Birleşmiş Milletler'e üye tüm devletler, çocukların haklarını koruyan anlaşmaları onaylamıştır. Bazı ülkelerin kampta vatandaşları var. Bilindiği üzere cezaevlerinde ve kamplarda çocukların sağlıklı bir şekilde büyümesi mümkün değil. Başta Avrupa’dan olmak üzere ülkelerin bir kısmı bazı vatandaşlarını kabul etti. Bu olumlu bir gelişme ancak yeterli değil. El-Hol Kampı’nda çocuklar terör örgütü DEAŞ’ın ideolojisine maruz kalıyor. Ülkelerin bu çocukları geri almaması birinin kendi ayağına kurşun sıkmasına benzer. Bu mesajı tekrar etmekten yoruldum. Vatandaşlarınızı kabul edin, bu acil bir zorunluluktur. Sanayi Hapishanesi’ne yapılan saldırıda aralarında çocukların da olduğu yüzlerce kişi öldü. Bu yine tekrar edebilir.   

- Bazıları el-Hol Kampı’nı patlamaya hazır bir saatli bomba olarak görüyor...  
Bu bomba aslında sürekli olarak patlıyor. Çocukların geleceği üzerinde patlıyor. Bu bir skandaldır. Bazı ülkeler haklı olarak Suriye ihtilafında suçlulardan hesap sorulmasını talep ediyor. Peki el-Hol Kampı ile ilgili niçin bir girişimde bulunmuyorlar? Defalarca bu konuya dikkat çektik ancak kayda değer bir gelişme olmadı. Bazı Iraklıların serbest bırakılarak ülkelerine dönmeleri olumludur. El-Hol Kampı’nda çoğu çocuk yetişkinlerle birlikte tutuluyor. Normalde vatandaşı oldukları ülkelerde bu konuya dikkat edilir ve bu yasaktır.  

-Suriye hükümeti ile muhalifler arasında, Rusya-Türkiye himayesinde bir mahkum takası anlaşması yapıldı. BM’nin dahil olmadığı bu tür anlaşmalarla ilgili ne düşünüyorsunuz?  
Farklı ülkelerin bu gibi girişimlerinin BM tarafından memnuniyetle karşılandığını düşünüyorum. Söz konusu mahkum takasında sayılar çok büyük değil ancak bu aileler için son derece önemli bir gelişmedir.  

-Suriye çatışması insan hakları ihlallerine ilişkin uluslararası standartları nasıl etkiledi? 
Yaptığımız şey standartları uygulamaya çalışmak. Bazı ülkeler Suriye dosyasının Uluslararası Ceza Mahkemesi'ne gönderilmemesi için veto hakkını kullandı. Dikkat çekici olan, Suriye ihtilafına dahil olan hiçbir tarafın savaş yasalarına saygı göstermemesidir. Suriye'de bulunan beş ordu olması gerektiği gibi davranmıyor. Suriye'de uluslararası hukukun uygulanması ile ilgili yeni bir bildiri hazırlıyoruz. Suriye hükümeti ve çatışmaya dahil olan diğer güçlere herhangi bir yaptırım uygulanmıyor. BM’ye üye devletlere bir kez daha hatırlatıyoruz. Destekledikleri Suriyeli tarafların insan hakları ihlallerinden onlar da sorumludur. Suriye'de olup bitenleri belgeliyoruz. Biz bağımsız ve tarafsız hareket ediyoruz. Tarafı olduğumuz tek kesim kurbanların aileleridir. BM’nin eski Suriye Özel Temsilcisi Lahdar İbrahimi’nin bir sözü var; ‘Suriye’deki tarafların hiçbirinin Suriye halkının çıkarlarına saygı duymada çıkarı yoktur.’ Savaşın üzerinden 11 yıl geçti ve İbrahimi’nin bu sözlerinin doğruluğu kanıtlandı.    

- Suriye ve Ukrayna'daki ihlaller arasında benzerlikler görüyor musunuz? 
Ukrayna ihtilafındaki durumun tabii ki Suriye'de olanlara benzer olduğunu düşünüyorum. Sivillerin korunması sağlanamıyor. Savaş hukukunda öncelikli mesele sivillerin korunmasıdır. Dostum Sergio, Irak savaşında sivillerin kayıplarıyla ilgili korkunç şeyler anlatırdı. Bunlar asla kabul edilemez. Bazı Avrupa ülkelerinin Ukraynalı mültecilere karşı oldukça cömert davrandığını gözlemliyoruz. Onları suçlamıyorum. Elbette mültecilere destek sağlanması esastır. Ancak sinir bozucu olan bu ülkelerin aynı desteği Suriyeli mültecilere vermemesi ve ülke girişinde onları aşağılamasıdır. Bu asla kabul edilemez. Suriyeli mülteciler, Ukraynalı mültecilerle aynı haklara sahip olmalıdır. BM Genel Kurulu’nda da söyledim; Ukraynalı mültecilerin desteğinize ihtiyacı var ancak Suriyeli mültecilere de aynı muameleyi yapmalısınız. Bazı mültecilerin beyaz ya da mavi gözlü olmadıkları için ayrımcılığa maruz kalmaları kabul edilemez. Bir diğer nokta da Lübnan'daki ekonomik kriz ve şimdi de Ukrayna'daki savaş Suriyelileri de vuruyor. Umarım Ukrayna’da çatışma durur çünkü enflasyon, artan gıda ve konut fiyatları herkesi olumsuz etkiliyor.  



Akıllı görünme cumhuriyeti: Lübnanlılara şok edici gerçekleri kim açıkça söyleyecek?

Yönetim oyununda, siyasi sınıf gizlenme, manipülasyon ve siyasi suikast gibi iç savaş taktiklerini sürdürmüştür (AFP)
Yönetim oyununda, siyasi sınıf gizlenme, manipülasyon ve siyasi suikast gibi iç savaş taktiklerini sürdürmüştür (AFP)
TT

Akıllı görünme cumhuriyeti: Lübnanlılara şok edici gerçekleri kim açıkça söyleyecek?

Yönetim oyununda, siyasi sınıf gizlenme, manipülasyon ve siyasi suikast gibi iç savaş taktiklerini sürdürmüştür (AFP)
Yönetim oyununda, siyasi sınıf gizlenme, manipülasyon ve siyasi suikast gibi iç savaş taktiklerini sürdürmüştür (AFP)

Tony Bouloss

Lübnan, ekranlarımızda gördüğümüz bakanlar, başkanlar ve milletvekilleri tarafından yönetilmiyor. Lübnan, Taif Anlaşması'ndan bu yana ülkeyi kontrol eden, ekonomik, ailevi ve feodal çıkarlara sahip, köklü ve iç içe geçmiş bir siyasi sınıftan oluşan derin bir devlet tarafından yönetiliyor. Bu sınıf dün savaştı ve bugün de yönetim oyununu oynuyor, ne var ki gizlenme, manipülasyon, belirsizlik ve siyasi suikast, başarılı oldukları için değil, içeriden reform edilmesi imkânsız bir sistem kurdukları için iktidardan hiç ayrılmamış partiler gibi savaş taktiklerini devletin merkezinde tutmayı sürdürdü. Bahsi geçen sistem de krizlerden beslenen ve meşruiyetini kaostan alan bir sistem.

Karşımızda bir “akıllı görünme” cumhuriyeti var ve bu hesaplı belirsizlikler, sistematik yalanlar, çok yüzlü oyunlar ve yönetim politikası olarak zaman kazanma cumhuriyetidir.

Bu cumhuriyette, kimse çıkıp Lübnan halkına açıkça bir şey söylemiyor. Her dosya, her müzakere ve her anlaşma iki yüzle yönetiliyor; halka güven verici bir yüz ve muğlak bir diplomatik yüz. Üçüncü bir yüz ise, kirli anlaşmaların yapıldığı kapalı kapılar ardında ortaya çıkıyor.

Yetkililer halkın önünde egemenlikten bahsederken, diplomatlara farklı bir anlatı sunuyorlar. Uluslararası kurumlara asla tutmayacakları sözler veriyorlar ve kapalı kapılar ardında siyasi güçler karşılıklı yalanlar söyleyip, gizli anlaşmalar yapıyorlar. Siyasi yalancılık Lübnan'da bir anormallik değil; yönetim sisteminin özü. Bu sistem, istikrarının gerçeğe değil aldatmacaya; tek bir net karara değil, çelişkili yorumlara dayandığını onlarca yıl önce keşfetti.

Her şey ikiyüzlülük üzerine kurulu olduğu için Lübnan'da gerçek bir çözüm yok, hiçbir krizden kesin bir çıkış yolu yok; çünkü gerçeğin itirafı, iktidar yapısı için doğrudan bir tehdit oluşturuyor. Bu sınıf, açık diyalogla değil, karşılıklı yalanlarla yönetiyor. Net kararlar değil, belirsizlikle yönetiyor. Bu nedenle her dosya hiçbir şeyle sonuçlanmıyor.

Yüzü olmayan bir devlet

Kağıt üzerinde, Lübnan devleti, güçler ayrılığı, denetim kurumları ve net anayasasıyla ideal bir devlet. Ancak bu kağıdın ardında, gerçek karar alma süreçlerinin dizginlerini elinde tutan bir gölge güç yatıyor. 40 yılı aşkın süredir her hükümette yer alan güçler, Lübnan'dan geçen her gücün elinde birer araç olarak hareket etmeyi başardı. Bunlar önce Filistin Kurtuluş Örgütü’nün müttefikiydiler, sonra Suriye vesayetinin başlıca ortağı oldular, bugün de Hizbullah tarafından kurulan İran nüfuz ağının bir parçası konumundalar.

Bu güçler, özlerini veya araçlarını değiştirmeden, söylemlerini ve dillerini siyasi ihtiyaçlarına göre değiştiriyorlar. Lübnan çıkmazının özü, yüzleşmenin ve faillerin isimlerinin açıklanmasının engellemesidir. Gerçeğe yaklaştığınız her an, komiteler, medyatik tiyatrolar ve çelişkili yorumlar ile sabote ediliyor.

Bu sınıf, yalnızca bir partiler topluluğu değil, çelişkiler ile kendisini gizleyen bir sistem. Gündüzleri reform bayrağını taşıyor, geceleri ise fiili güçlerle veya yabancı taraflarla anlaşmalar yapıyor. Halka bir şey söylerken, diplomatlara tam aksini söylüyor. Bu davranış kendiliğinden ortaya çıkan bir davranış değil, aksine etkili bir yönetim aracı.

İkiyüzlülük belirsizlik üretiyor ve belirsizlik de otoriteyi koruyor. Böylece “siyasi yalan”, yalnızca söylemde bir sapma değil, kimseyi hiçbir şeye mecbur bırakmadığı ve hesap sormaya kapıyı kapattığı için denklem içinde dengeyi koruyan stratejik bir yapı haline geliyor.

Bu bağlamda, yönetici sınıf metinleri siyasi olarak yorumlamada ustalaştı. Onun için anayasa bir referans noktası değil, yorumlama malzemesidir. 1559'dan 1701 ve 1680'e kadar BM kararları, metinlerine göre değil, siyasi heveslere göre yorumlanır. Taif Anlaşması bile herkes tarafından istediği gibi yorumlandığından, “egemenlik” esnek bir terim, “silahsızlandırma” ertelenebilir bir hedef ve “geçiş aşaması” kalıcı bir aşama haline gelir. Böylece metinler hukuki ilkelere değil, siyasi araçlara dönüşür.

Lübnan'da çözüm tek bir yüzün olmasını gerektiriyor. Ancak yönetimin on yüzü var. Her yüzün bir anlatısı ve her anlatının bir dinleyicisi bulunuyor. Yetkililer, savaştan ziyade, gerçeklerin kendisinden korkarlar, çünkü gerçek belirleyicidir ve kararlılık belirsizliği ortadan kaldırır. Oysa Lübnan'da belirsizlik bir kusur değil, sistemi korumayı, hesap sormayı engellemeyi ve meseleleri çözümsüz bırakmayı amaçlayan kasıtlı bir siyasi stratejidir.

Gerçeksiz bir patlama

 Beyrut Limanı’ndaki patlama sadece bir felaket değildi; sistemin özü için bir sınavdı. Normal bir ülkede, bu büyüklükte bir patlamanın ardından mahkemeler toplanır ve hükümet istifa ederdi. Lübnan'da medya aktif, ancak gerçek gizli kalıyor.

Binlerce belge, yüzlerce celp, değiştirilen yargıçlar, engellenen soruşturmalar ve tek bir sonuç; hiçbir şey. Çünkü gerçek ortaya çıkarsa, sistem sarsılır. Bu nedenle dava gri bir alanda tutulmaya devam ediliyor; ne resmen kapatılıyor ne de resmen tamamlanıyor. İnsanlar yorulana ve gerçek kaybolana kadar askıda bırakılıyor.

Burada sistemin en belirgin özelliklerinden birini görüyoruz, o da cezadan kurtulma kültürü. Lübnan'da siyasi suikastlar medyatik bir hadiseye dönüşüyor ve ardından hukuken unutuluyor. Refik Hariri suikastından Lokman Selim, Joe Bejjani ve diğer suikastlara, herkes içten içe kimin bundan çıkar sağladığını bilse bile, katil her zaman meçhul.

Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı habere göre bankacılık krizi yalnızca finansal bir olay değil, tamamen politik bir olay. Ortadan kaybolan para boşa gitmedi; bizzat yönetimdeki ağların cebine girdi. Siyasi liderlere, seçim finansmanına, finansal mühendislik planlarına, kaçakçılık ağlarına, partizan çıkarlara ve yabancı kuruluşlarla yapılan anlaşmalara gitti. Bu nedenle, gerçek bir yargılamaya şahit olmamız imkânsız, çünkü bu bir tür kolektif siyasi intihar olurdu.

Böylece, bir kaos ekonomisi yerleşti. Rejim, gerçek bir finansal düzenlemeden vazgeçerek kaçakçılığın tamamen entegre bir ulusal ağ haline gelmesine, bankacılık sisteminin dışında bir nakit ekonomisinin gelişmesine, gerçek sahipleri bilinmeyen paravan şirketlerin türemesine, nakitin günlük hayatın fiili para birimi haline gelmesine izin verdi. Hiçbir kural, hiçbir yasa, hiçbir şeffaflık yok; sadece çöküşten nasıl kâr elde edeceğini bilenlerin çıkarlarına hizmet eden üretken bir kaos var.

Burada iki yüzlülük son derece etkili bir şekilde işliyor:

Yetkililer halkın önünde “mevduatların geri alınmasından” bahsediyorlar.

Diplomatların önünde “gerçekçi çözümlerden” bahsediyorlar.

Ancak kapalı kapılar ardında kayıplar paylaşılıyor ve asıl yararlananlar korunuyor.

İşte siyasi yalanın anlamı budur; biri halka özel, biri uluslararası topluma özel, üçüncüsü ise arka planda gizlice yürütülen anlaşmalara özel bir söylem.

Açıklaması olmayan bir anlaşma

İsrail ile yapılan ateşkes anlaşmasında bile aynı senaryo tekrarlanıyor; yetkililer bir şey duyuruyor, başka bir şey uyguluyor ve üçüncü bir şeyi gizliyor. Hizbullah taahhütlerinin sadece Litani Nehri'nin güneyini kapsadığını iddia ederken, devlet kontrolü dışında hiçbir silahın olmayacağını söylüyor. Ordu, mevzilerin yüzde 90'ının, sonra yüzde 80'inin, sonra da yüzde 85'inin dağıtıldığından bahsediyor; sanki rakamlar bir şans oyunuymuş gibi.

Kimse çıkıp açıklamıyor çünkü açıklama kararlı bir duruş gerektiriyor ve kararlı bir duruş da sorumluluk almak anlamına geliyor ve Lübnan'da sorumluluk büyük bir siyasi suç.

Burada sistemin bir başka yönü ortaya çıkıyor; otoritenin manipülatif dili. “Mekanizma”, “yol haritası”, “teknik açıklama”, “ortak komite” ve “istisnai durumlar” gibi terimler herhangi bir özden yoksun, içi boş terimler. Tek bir şeyi, yani karar almamayı maskeleyen güzel sözler. Hayır demek yerine, “bir mekanizmaya ihtiyacımız var” diyorlar. Evet demek yerine, “teknik bir açıklama bekliyoruz” diyorlar. Bu, boşluğu güzelleştirmek için kullanılan bir dil.

Lübnan'daki sistem çöküşe rağmen yönetmiyor; çöküş aracılığıyla yönetiyor. Her çöküş yeni sadakatler doğuruyor ve halkın gerçeği talep etme gücünü zayıflatıyor. Elektrik sektörünün çöküşü jeneratörler için aracılar, liranın çöküşü karaborsalar ve yargının çöküşü de güçlünün iktidarını doğuruyor. Lübnan'da çöküş bir hata veya başarısızlık değil, bir yönetim aracı.

Lübnan, belirsizliği yönetim doktrini, yalanı hayatta kalma aracı ve ikiyüzlülüğü resmi dil haline getirmiş bir siyasi sistem altında yaşıyor. Hiçbir kriz çözülmüyor, sadece yönetiliyor. Hiçbir gerçek konuşulmuyor, sadece gizleniyor. Hiçbir sorumluluk üstlenilmiyor, sadece erteleniyor.

Lübnan'ın normal bir devlet olmasını engelleyen şey çözümlerin yokluğu değil, belirsizliğe karşı netliği seçme iradesinin yokluğudur. Siyasi sınıf iki yüzlülük sanatında usta olduğu sürece, her konu yeni bir krize, her kriz de geleceği inşa etmek yerine zaman kazanma fırsatına dönüşecektir.

Yetkililer gerçekle tek bir yüzle yüzleşip halka açıkça “neler olduğunu”, “kimin yaptığını” ve “nasıl düzelteceğimizi” söyleyene kadar Lübnan yeniden ayağa kalkamayacak. O zamana kadar, Lübnanlılara karşı dürüst olmayı reddeden bu “akıllı görünme” cumhuriyeti, krizleri çözmek yerine yönetmeye, çatışmayı önlemek yerine ertelemeye ve devlet kurmak yerine kaosa yatırım yapmaya devam edecektir.


Kordofan'da çatışmalar şiddetleniyor ve sivil hedefler saldırıya uğruyor

Sudan'ın Faşir kentinde çıkan çatışmada yaralanan ve Tavile Mülteci Kampı’ndaki çadırında oturan Sudanlı bir kadın (AP)
Sudan'ın Faşir kentinde çıkan çatışmada yaralanan ve Tavile Mülteci Kampı’ndaki çadırında oturan Sudanlı bir kadın (AP)
TT

Kordofan'da çatışmalar şiddetleniyor ve sivil hedefler saldırıya uğruyor

Sudan'ın Faşir kentinde çıkan çatışmada yaralanan ve Tavile Mülteci Kampı’ndaki çadırında oturan Sudanlı bir kadın (AP)
Sudan'ın Faşir kentinde çıkan çatışmada yaralanan ve Tavile Mülteci Kampı’ndaki çadırında oturan Sudanlı bir kadın (AP)

Sudan ordusu ile Hızlı Destek Kuvvetleri (HDK) arasında Güney Kordofan ve Kuzey Kordofan eyaletlerindeki çatışmalar yeniden şiddetlendi. Çatışan taraflar, yardım konvoylarına ve bir anaokuluna saldırılar düzenlerken, Birleşmiş Milletler (BM) Sudan'ın yeni bir zulüm dalgasıyla karşı karşıya olduğu uyarısında bulundu.

Basında yer alan haberlere göre HDK'ya ait bir insansız hava aracı (İHA) Güney Kordofan eyaletinin Kalogi beldesindeki bir anaokulunu vurdu ve 20'si çocuk olmak üzere 114 kişi öldü, onlarca kişi ise yaralandı.

HDK, orduya ait bir İHA’nın Kuzey Kordofan eyaletinde Dünya Gıda Programı'nın (WFP) insani yardım konvoyunu bombaladığını belirterek, konvoyun ‘gıda güvensizliğiyle boğuşan yerinden edilmiş ailelere acil gıda yardımı taşıyan’ 39 kamyondan oluştuğunu açıkladı.

Bunu insani yardım konvoylarını ‘sistematik olarak hedef alınmaya’ devam etmesinin, temel yardımların ulaştırılmasını engellemeye yönelik tehlikeli bir yaklaşım ve bölgede çalışan uluslararası kuruluşlara yönelik tekrarlanan saldırılar olarak değerlendiren HDK, bunun insani krizi daha da kötüleştirdiğini ve sivillerin çektiği acıları artırdığını belirtti.


Esed rejiminin düşüşünden bir yıl sonra Suriye ve çözülmeyi bekleyen sorunlar

Hama’da Beşşar Esed rejiminin düşüşünün birinci yıldönümünü kutlayan büyük kalabalık, 5 Aralık 2025 (AFP)
Hama’da Beşşar Esed rejiminin düşüşünün birinci yıldönümünü kutlayan büyük kalabalık, 5 Aralık 2025 (AFP)
TT

Esed rejiminin düşüşünden bir yıl sonra Suriye ve çözülmeyi bekleyen sorunlar

Hama’da Beşşar Esed rejiminin düşüşünün birinci yıldönümünü kutlayan büyük kalabalık, 5 Aralık 2025 (AFP)
Hama’da Beşşar Esed rejiminin düşüşünün birinci yıldönümünü kutlayan büyük kalabalık, 5 Aralık 2025 (AFP)

Haid Haid

Suriye, Beşşar Esed rejiminin çöküşünün birinci yıldönümünde elbette kutlanması gereken, ancak aynı zamanda üzerinde derin derin düşünülmesini de gerektiren bir dönüm noktasında. Geçtiğimiz yıl aralık ayında Beşşar Esed rejiminin düşüşü, elli yıllık otoriter yönetim, askeri idare ve derin uluslararası izolasyonun sona erdiği tarihi bir kırılma noktası oldu. Aynı zamanda, uzun süredir kapalı olan bir pencereyi açarak siyasi sistemi yeniden düşünme, parçalanmış kurumları yeniden inşa etme ve ulusal iyileşmenin zorlu yoluna girme fırsatı doğurdu.

Suriye'nin geçiş dönemi yetkilileri, geçtiğimiz yıl boyunca birçok kişinin imkânsız olduğunu düşündüğü başarılara imza attı. Diplomatik alanda, ülke onlarca yıllık izolasyon döneminden çıktı ve uzun süredir kapalı olan iletişim kanallarını yeniden açtı. Yaptırımların neredeyse tamamen kaldırılmasına hiç olmadığı kadar yaklaştı. İç politikada ise hizmetleri iyileştirdi, sivil alanı genişletti, istikrarı yeniden sağladı ve bazı sporadik mezhepsel gerilimler olmasına rağmen şiddeti en aza indirdi. Ancak bu başarılar, çözülmemiş derin sorunlarla bir arada varlığını sürdürüyor.

Kurumlar yeniden inşa edilmiş olsa da meşruiyet meselesi halen belirsizliğini koruyor. Siyasi süreçler başlatılmışsa da henüz ülkeyi ortak bir vizyon etrafında birleştirmeyi başaramadılar. Hükümetin iddialı kurtarma planlarına rağmen ekonomik durum kötüleşmeye devam ediyor. Adalet mekanizmaları devreye sokuldu, ancak bunlar sınırlı kalıyor ve en acı gerçeklerden kaçınıyor. Bu eksikliklerin giderilmesini daha fazla ertelemek mümkün değil. Önümüzdeki yıl, geçen yıldan daha belirleyici ve daha tehlikeli olacak.

Beklentiler artıyor, yaşam koşulları kötüleşiyor ve halkın artan hayal kırıklığının keskin bir siyasi bölünmeye dönüşme riski büyüyor. Artık Suriye'nin geçiş sürecini ülkenin atlattığı olaylara göre değerlendirmek kabul edilebilir değil. Bu değerlendirmenin, yeni yetkililerin önlerindeki zorlukları ne ölçüde aşabileceklerine göre yapılması gerekir.

Siyasi uzlaşı olmadan ilerleme

Yeni parlamentonun oluşturulması tamamlanmak üzereyken, geçiş süreci yol haritası –ulusal diyalog, anayasal deklarasyon ve geçici temsil organlarının kurulması– resmi olarak tam şekline kavuştu. Bu adımlar, kâğıt üzerinde otoriter bir yönetim sonrası siyasi sistemin temel yapısını özetliyor. Ancak gerçekte, meşruiyet, temsil ve yeni devletin izleyeceği yol konusunda süregelen gerilimleri de ortaya çıkarıyor.

Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara, sürecin her aşamasını katılımcı ve kapsayıcı olarak sunmaya özen gösterdi. Ulusal diyalog hakkında görüşleri almak için önde gelen isimler, topluluklar ve aktivistlerle istişare etmek üzere komiteler oluşturuldu. Anayasa bildirgesi taslağı hazırlandı, yeni kurumların tasarımı yapıldı. Bu adımların amacı, şeffaflığı sağlamak ve önceki rejimi karakterize eden dışlayıcı uygulamalardan kopmaktı. Ancak, uygulamanın hızı, aşamaların sıralaması ve sürecin sıkı bir şekilde kontrol edilmesi, karışık ve sert tepkilere yol açtı. Yeni yönetimin destekçiler, bu başarıları tarihi bir olay olarak gördüler. Zira böyle kırılgan bir geçiş döneminde, uyumu korumak ve siyasi kaymayı önlemek için bir dereceye kadar merkezi karar alma sürecinin gerekli olduğunu düşünüyorlardı.

Artık Suriye'nin geçiş sürecini ülkenin atlattığı olaylara göre değerlendirmek kabul edilebilir değil. Bu değerlendirmenin, yeni yetkililerin önlerindeki zorlukları ne ölçüde aşabileceklerine göre yapılması gerekir.

Ancak yeni yönetimi eleştirenler, Cumhurbaşkanlığının elinde aşırı miktarda gücü bir araya getiren ve gerçek denetim ve denge mekanizmalarını bariz bir şekilde ortadan kaldıran yukarıdan aşağıya bir yaklaşım gördükleri için tamamen farklı bir görüşe sahipler. En büyük endişeleri, ortaya çıkan sistemin Esad dönemini karakterize eden otokratik yönetim mantığını ortadan kaldırmak yerine yeniden üretmesi olasılığı.

gthyj
Esed rejiminin düşüşünün birinci yıldönümünü kutlayan Suriyeli kadınlar (AFP)

Bu korkular, hükümet ve güvenlik kurumlarında Heyet Tahrir el-Şam (HTŞ) ile bağlantılı isimlerin ortaya çıkmasıyla daha da artmış ve güvenin yeniden tesis edilmesi için daha geniş bir katılımın gerekli olduğu bir dönemde siyasi tekel oluşacağına dair endişeleri körüklüyor.

Öte yandan yeni parlamentonun oluşturulması, bu bölünmeleri hafifletmek bir yana, daha da derinleştirdi. Yeni parlamento, yol haritasının resmi gerekliliklerini karşılasa da temsil gücü ve istenen değişimi gerçekleştirecek gerçek güce sahip olup olmayacağı konusunda eski şüpheleri yeniden alevlendirdi. Kısacası, siyasi geçişin ilerlediğini söylemek mümkün, ancak bunu pekiştirmek için gerekli olan birlik, güven ve meşruiyet konularında halen eksiklik var olamaya devam ediyor.

Değişen koşullarda elde edilen kazanımlar

Diplomasi, geçiş sürecinin en göze çarpan başarısı olsa da erken dönemdeki ilerlemenin sınırları en çok ekonomide belirginleşiyor. Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara, ekonomiyi canlandırmayı, yol haritasının temel taşı haline getirirken ithalat vergilerini düşürdü, devlet memurlarının maaşlarında yüzde 200 artış yapılacağını açıkladı ve Suriye'nin iş dünyasına açık olduğu mesajını vermek için yatırımcıları çekmeye çalıştı.

Kısa bir süre için bu önlemler somut sonuçlar verdi. Gümrük reformları, ticaretin serbestleştirilmesi ve para biriminin geçici olarak güçlenmesi sayesinde enflasyon geçtiğimiz yılın şubat ayında yüzde 110 civarındayken bir yıl sonra aynı dönemde yüzde 15 civarına kadar sert bir gerileme gösterdi. Ancak bu rahatlama kısa sürdü. Enflasyon yeniden yükseldi ve fiyatlar hızla ücret artışlarını geride bıraktı. Ancak açıklanan artış sonrasında dahi, 750 bin Suriye lirası olan asgari ücret, bir aylık temel gıda sepetinin maliyetinin yalnızca üçte birini karşılayabiliyor.

Şara hükümetinin başarıları arasında, temel ürünlerin tedarikinin iyileştirilmesi, elektrik tedarikinin önemli ölçüde artması ve bazı bölgelerde Esed rejimi döneminde mevcut olanın on katına ulaşması da yer aldı. Yakıt krizi hafifledi ve ekmek artık düzenli olarak temin edilebilir hale geldi.

Ancak açıklanan artış sonrasında dahi, 750 bin Suriye lirası olan asgari ücret, bir aylık temel gıda sepetinin maliyetinin yalnızca üçte birini karşılayabiliyor.

Ancak bu başarılar yüksek bir bedel karşılığında elde edildi. Sübvansiyonların yeniden yapılandırılmasının ardından elektrik, yakıt, ekmek ve ulaşım fiyatları keskin bir şekilde yükseldi. Suriyeliler, 2011 yılından bu yana gelirlerinin daha büyük bir kısmını temel ihtiyaç maddelerine harcıyor ve bu durum, siyasi bölünmeleri aşan bir hayal kırıklığı kaynağı haline geliyor.

Geçiş dönemi yetkilileri, Suriye'nin ekonomik çöküşünün yapısal köklerinden sorumlu değil. Zira bu çöküşün nedenleri on yıllardır süren yolsuzluk, savaş ve kötü yönetimdi.

Karar alma sürecinde yukarıdan aşağıya bir yaklaşım, piyasanın liberalleşmesine hızlı geçiş ve aşırı finansal ve sosyal kırılganlığın yaşandığı bir dönemde sübvansiyonların kaldırılması gibi bütün bunlar, kamuoyu ile anlamlı bir istişare yapılmadan gerçekleştirildiğinden, birçok Suriyeli sadece bu durumla başa çıkmakla kalmayıp, sabırlı kalmakta da zorlanıyor. Sonuç, yüzeysel olarak toparlanıyor gibi görünen, ancak yapısal olarak kırılgan ve siyasi patlamalara giderek daha yatkın hale gelen bir ekonomi oldu.

Adalet, siyaset koridorlarında takılı kaldı

Suriyelilerin adalet ve hesap verebilirlik konusundaki uzun süredir devam eden talepleri ise, son yıllarda hiç olmadığı kadar ilerleme kaydetti, ancak yine de sıkı siyasi ve yapısal kısıtlamalara tabi olmaya devam ediyor.

Mart ayında Suriye’nin kıyı şeridinde gerçekleşen ihlallerle ilgili tarihi duruşma, Esed döneminin özelliklerinden biri olan cezasızlık dönemine son verdi. Esed döneminin güvenlik güçleri üyeleri, ilk kez kamuya açık mahkemelerde yargılandı. Duruşmalar televizyonda yayınlandı, sanıklar avukatlar tarafından temsil edildi ve tanık ifadeleri kamuoyuna açık olarak tartışıldı.

Bu durum, gizlilik ve inkâr alışkanlığı olan topluluklar için güvenlik güçlerinin bile artık hesap verebilirlikten muaf olmadığına işaret eden güçlü bir sembolik değişimdi. Bunun öncesinde hükümet, kıyı şeridi ve Suveyda'da meydana gelen ihlalleri kamuoyuna açıklamış, gerçekleri araştırma komisyonları kurmuş ve sorumlulardan hesap sorma sözü vermişti. Daha önce eşi ve benzeri görülmemiş bir adımla, uluslararası kuruluşların bu ihlallere ilişkin bağımsız soruşturmalara erişimine de izin verdi. Ancak tüm bu ilerlemelere rağmen, adalet gündemi ciddi şekilde kısıtlı kalmaya devam ediyor.

Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı analize göre yetkililer, Esed’in iktidara gelmesinden sonra meydana gelen ihlallerin hesap verilebilirliğini önceliklendirirken, önceki rejimin on yıllardır işlediği suçlarla kapsamlı bir yüzleşmeyi erteliyor. Siyasi açıdan bu, birincisi, son ihlallerin sorumlularının hesap vermesinin, tüm dikkatlerin üzerinde toplandığı bir süreçte hükümetin yurtdışındaki imajını güçlendirmesi, ikincisi ise yetkililerin, eski rejimin sembollerine yönelik geniş çaplı yargılamaların kırılgan barışı tehdit edebileceğini düşünmesi olmak üzere iki hesabı yansıtıyor.

sdghvf
Esed rejiminin düşüşünün yıl dönümü kutlamalarında güvenlik güçleri üyeleriyle hatıra fotoğrafı çekilen Suriyeliler (AFP)

Hükümet, kıyı şeridi ve Suveyda’da meydana gelen ihlalleri kamuoyuna açıkladı, gerçekleri araştırma komisyonları kurdu ve sorumlulardan hesap soracağını taahhüt etti.

Ancak tek neden bu hesaplar değil. Suriye’nin kapsamlı bir geçiş dönemi adaleti sağlamak için gerekli yasal altyapısı yok. Ceza hukuku savaş suçlarını, insanlığa karşı suçları veya zorla kayıpları tanımıyor ve gerekli reformları hayata geçirecek güçlü bir parlamento olmadan, yargı sisteminin araçları sınırlı kalıyor.

Bunlar çok büyük zorluklar olsa da eski rejimin simalarına hesap soracak herhangi bir önlemin alınmaması giderek daha fazla zarara yol açıyor. Uzun süredir baskı altında yaşayan topluluklar, seçici adaleti başka bir adaletsizlik biçimi olarak görür. Güvenilir bir telafi yolunun olmaması, öfkeyi körüklerken bazı kişileri gayri resmi yollardan adaleti sağlama veya intikam alma yoluna iter.

Sünni aşiretlerin üyelerinin, bir kez daha mezhepçilik açısından çerçevelendirilen bir suç olayının ardından Alevi mahallelerine düzenledikleri son saldırılar, kurumsal adaletin olmadığı veya taraflı olduğu algısı oluştuğunda şiddetin ne kadar çabuk patlak verebileceğini gösterdi.

Kırılgan sakinlik

Güvenlik durumuna, dikkat çekici bir istikrar ve derin yapısal kırılganlık hakim. Yetkililerin iyi yönetimi sayesinde Suriye, Esed rejiminin düşüşünün ardından birçok kişinin beklediği yaygın şiddet olaylarından kaçınmayı başardı.

Silahlı gruplar Savunma Bakanlığı bünyesine girdi ve güvenlik güçlerinin başlangıçtaki disiplini, son derece istikrarsız bir dönemde misillemelerin önlenmesine yardımcı oldu.

Ancak bu istikrar, mezhepsel gerilimin yaşandığı noktalarda defalarca kez sınandı. Geçtiğimiz mart ayında kıyı şeridinde yaşanan ihlaller ve temmuz ayında Suveyda'da yaşanan ayaklanmalar, Savunma Bakanlığı bünyesine yeni entegre edilen güçler üzerindeki kontrolün sınırlarını ortaya koydu. Disiplinin sağlanamadığı birlikler, suistimaller, misillemeler ve aşırı önlemler almış ve topluluklar arasındaki güvensizliği derinleştirdi.

Öte yandan son gelişmeler bazı kurumsal öğrenmelerin olduğunu gösterdi. Alevi nüfusun yoğun olduğu mahallelere yönelik aşiret saldırılarının ardından hükümetin Humus'a hızla müdahalesi, daha geniş çaplı bir mezhepsel çatışmanın patlak vermesini önledi. Koordineli konuşlandırma, önde gelen yerel isimlerle istişare ve sıkı operasyonel kontrol, gecikmeli tepkiler şeklindeki önceki müdahalelerin aksine, şiddetin tırmanmasını önlemeye yardım etti.

Benzer şekilde, kıyı bölgesinde son zamanlarda Aleviler tarafından düzenlenen protesto gösterilerini bastırmak yerine koruma kararı alınması dikkate değer bir değişiklikti. Güvenlik güçlerine göstericileri korumaları, yerel birimleri dizginlemeleri ve şikayetlerin kamuoyuna duyurulmasına izin vermeleri talimatı verildi. Bu yaklaşım, gerilimi tırmandırmak yerine yatıştırmaya yardımcı oldu.

Suriye’nin kıyı bölgesinde son zamanlarda Aleviler tarafından düzenlenen protesto gösterilerini bastırmak yerine koruma kararı alınması dikkate değer bir değişiklikti.

Bu iyileştirmeler önemli olsa da temel sorunları çözmekte yetersizdi. Parçalanmış güvenlik kurumları, zayıf disiplin ve merkezi liderlikten çok yerel liderlere sadık kalan birimler.

Daralan pencere

Suriye’deki geçiş sürecinin ilk yılı önemli başarılar getirdi, ancak merkezi otoriteye dayalı, katılımın dikkatle kontrol edildiği ve en zor kararların ertelendiği bir yönetim modelinin sınırlarını da ortaya çıkardı. İstikrar ve diplomatik atılımlar hükümete zaman kazandırdı, ancak bu zaman sonsuz değil. Halkın beklentileri, devletin bunları karşılama kapasitesinden daha hızlı artıyor ve resmi söylem ile yaşanılan gerçeklik arasındaki uçurum giderek genişliyor. Bu genişleyen uçurum, artık Suriye'nin gelecekteki gidişatını belirleyecek bir fay hattı haline geldi.

Önümüzdeki görev artık sadece düzeni sağlamak değil, ilk yılda kaçınılan gücün nasıl dağıtıldığı, adaletin nasıl sağlandığı, güvenlik güçlerinin nasıl yönetildiği ve ekonomik yüklerin nasıl ele alındığı gibi yapısal sorunları ele almak. Bu tartışmalar zor olabilir, ancak bunları ertelemek daha da tehlikeli.

Sonuç olarak, geçtiğimiz yıl geçiş sürecinin neler vaat edebileceğini gösterdiyse, önümüzdeki yıl da bu temellerin ayakta kalıp kalamayacağını belirleyecek.