ABD, Arap müttefikleriyle İsrail ile imzaladığı Kudüs Deklarasyonu’na benzer bir bildiri imzalar mı?

Fotoğraf: AA
Fotoğraf: AA
TT

ABD, Arap müttefikleriyle İsrail ile imzaladığı Kudüs Deklarasyonu’na benzer bir bildiri imzalar mı?

Fotoğraf: AA
Fotoğraf: AA

ABD Başkanı Joe Biden, perşembe günü İsrail Başbakanı Yair Lapid ile stratejik ortaklık için bir “Kudüs Deklarasyonu” imzaladı. Bu bildiride, ABD’nin, İsrail’in güvenliğini ve Tel Aviv’in nitelikli askeri üstünlüğünü koruma konusundaki yükümlülüklerine bağlılığının yanı sıra, İran’ın nükleer silah sahibi olmasına izin verilmeyeceğine ve İran’ın bölgedeki faaliyetleriyle mücadeleye vurgu yapılıyor. Biden, İsrail devletini Ortadoğu ziyareti için anahtar haline getirmesine rağmen, meşhur mektubunda bu ziyaretle ABD’nin Ortadoğu’daki ortaklarıyla ittifakları yeniden şekillendirmeyi amaçladığını belirtiyor. ABD’den beklenen şudur: Ortadoğu’daki ortaklarıyla güvenlik ittifakı, ekonomik ve teknolojik iş birliği konularında ilişkilerini aynı seviyede tutmak, ayrım yapmaksızın tüm ülkelerin ortak çıkarlarını korumak ve aynı şekilde bir ülkeyi diğer müttefiklerinden daha üstün tutmamak.
Kudüs Deklarasyonu, Filistinliler ile İsrailliler arasında iki devletli çözümü işaret ediyor. Başkan Biden, Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas ile Beytüllahim’de düzenlediği ortak basın toplantısında da iki devletli çözüm hakkında konuştu. Fakat Biden bu çözümü pratikte gerçeğe dökmek için ciddi ve kararlı bir tutum sergilemedi. Bilakis bunun önüne engeller koyan Biden, “Bu (iki devletli çözüm) Filistin halkının evlatlarının önüne konulan engeller sebebiyle mümkün olmayabilir. Fakat bu, 1967 sınırları üzerinde iki devletli çözüme ulaşma ümidini kaybetmemizi gerektirmez” dedi. 
ABD’nin onurlu yaşamın sebeplerine odaklanması ve Yahudi yerleşimleri ile Filistin topraklarının İsrailliler tarafından yutulması sorununu görmezden gelmesi, iki devletli çözümü gelecekte otomatik olarak ortadan kaldıracak. Bu, ABD’nin İsrail yanlısı tutumu ve dolayısıyla da çatışma ve bölgedeki kaosun sebeplerinin devam etmesi anlamına geliyor.
Ortadoğu’daki müttefikleriyle ortaklığa odaklanan ABD’nin, İsrail’in komşuları olan müttefik Arap ve bölge ülkelerinin aleyhine olacak şekilde İsrail’i askerî yönden güçlendirmesi, Ortadoğu’da güvenlik ve barışı sağlamayacak, aksine ABD’nin İsrail dışındaki diğer müttefiklerinde güvenlik ve askeri dengesizlik hali ve bu ülkelerin içinde gergin ve istikrarsız bir ortam yaratacak. Nitekim Filistin halkının memnuniyetsizliğinin, Biden’ın Filistin Yönetimi’ni ziyaret etmesi sonucunu ortaya çıkarması bunun kanıtıdır. ABD’nin, müttefiklerine yönelik bu tutumu Suudi Arabistan Krallığı’nda da tekrarlanırsa, Biden kendi elleriyle bu ziyareti başarısızlığa mahkûm eder.  
Suudi Arabistan Krallığı, ABD’nin kendisi ile olan ilişkileri ve bölgedeki diğer müttefikleriyle olan ilişkilerinin dengeli olması için çabalıyor. Suudi Arabistan Krallığı ABD yönetiminin, bu bölgedeki halkların güvenlik, barış ve ekonomik ortaklık taleplerini görmezden gelmemesi için çabalıyor. Zira bölgedeki ülkeler bağımsız ve halkları irade sahibidir. Bu halklar karşılıklı saygı, iş birliği ve başkalarının içişlerine müdahale edilmemesini istiyor.
Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) Biden’ın Suudi Arabistan’a geldiği gün ve Riyad Zirvesi öncesinde Tahran’a yeniden büyükelçi gönderme ve İran ile ortaklık kurmak arzusunu ilan etmesi, İran’a karşı askeri faaliyetlere katılmayacağını, daha fazla istikrar ve OPEC kararlarına bağlılık istediğini açıklaması net bir mesaj ve siyasi karar niteliğinde. Bu mesaj, Körfez ülkelerinin, amacı Körfez bölgesinde savaş yaratmak olan askeri ittifaklara girmeyi kabul etmediğinin ve sebepleri ne kadar güçlü olursa olsun bölgesel değişimlerin, Arap ve Körfez ülkelerinin aleyhine olmaması gerektiğinin ifadesidir.
ABD’nin son 20 yıldır Ortadoğu bölgesinde askeri ittifaklar oluşturma çabasıyla yaptığı girişimler hayal kırıklığı yaratıyor. Bu girişimlerin hiçbiri Körfez veya Arap ülkelerinin yararına değil. ABD’nin Irak’ı kurtarmak ve orada demokratik rejim inşa etmek için oluşturduğu, Arap ve Körfez ülkeleri de dahil olmak üzere birçok ülkenin katıldığı uluslararası koalisyonun sonuçları şunlar oldu: Irak’ta demokratik bir devlet inşa edilmedi; Irak, İran Cumhuriyeti’ne ve onun Devrim Muhafızları’na teslim edildi, Irak’ta mezhepçi hükümetler kuruldu. Bu sonuçlar Arap ve Körfez ülkeleri için büyük bir kayıptı.
Suriye’ye gelince, ABD Suriye halkının sosyal, ekonomik ve siyasi değişimi tek başına gerçekleştirme çabalarını engelledi. ABD, siyasi rejimi barışçıl yollardan değiştirmek istediğini iddia etti. Haziran 2012 ve sonrasında Suriye rejiminde barışçıl yolla iktidar değişimini sağlamak için 1. ve 2. Cenevre Konferanslarını düzenledi. Fakat sonuç, İran Devrim Muhafızları’nın Suriye topraklarının çoğunu işgal etmesi oldu. ABD bu konuda gerçek anlamdabir engelleme yapmadı. Aynı şey Lübnan ve Yemen’de de yaşandı. ABD’nin İran ve bazı Arap ülkelerinde hegemonya kuran Devrim Muhafızlarıyla mücadelesi gerçekçi değil. Bu nedenle ABD’nin Ortadoğu’daki müttefikleriyle ittifakı, gelecekte İran’a karşı güven verici değil. Bu müttefiklik, “Büyük şeytanla mücadele” adı altında daha fazla Arap ülkesinin topraklarını işgal etmesi için İran Cumhuriyeti ve onun Devrim Muhafızları’na bahane sunuyor. 
ABD’nin Ortadoğu’daki müttefiklerini çağırdığı stratejik ortaklığın inşasına, ABD stratejisinin sadece bir ülkenin değil, tüm müttefik ülkelerin yanında olduğu noktasında Arap ve Körfez ülkelerinde yeniden güven inşa edilmesiyle başlanmalıdır. ABD’den beklenen şey, tüm müttefik ülkelerle Kudüs Deklarasyonu gibi bir güvenlik bildirisi imzalaması, ekonomik, askeri, teknoloji ve endüstri alanlarında ortaklık kurması ve ayrım yapmaksızın tüm müttefik ülkelerin halklarının güvenliğini korumasıdır. ABD, İsrail ile bölgedeki tüm müttefikleri arasında ilişkileri derinleştirmek için güçlü bir bölgesel yapı inşa etmek istiyorsa öncesinde, ABD ve İsrail’in bölgesel entegrasyonu için gerçekçi bir çalışma ortaya koyması gerekir. Bundan da önce ABD, iki devletli çözüm konusunda açıkladığı şeylerle ilgili pratik adımlar atmalı ne petrol ne de başka konularda içişlere müdahale etmemeli ve hiçbir sebeple Amerikan vesayetini dayatmamalıdır.



New York’taki konferans “iki devletli çözümü” yeniden canlandırmak için siyasi bir hareket başlattı

Suudi Dışişleri Bakanı Prens Faysal bin Ferhan ve Fransız Dışişleri Bakanı Jean-Yves Le Drian, iki devletli çözüm konferansının açılış oturumunda (AFP)
Suudi Dışişleri Bakanı Prens Faysal bin Ferhan ve Fransız Dışişleri Bakanı Jean-Yves Le Drian, iki devletli çözüm konferansının açılış oturumunda (AFP)
TT

New York’taki konferans “iki devletli çözümü” yeniden canlandırmak için siyasi bir hareket başlattı

Suudi Dışişleri Bakanı Prens Faysal bin Ferhan ve Fransız Dışişleri Bakanı Jean-Yves Le Drian, iki devletli çözüm konferansının açılış oturumunda (AFP)
Suudi Dışişleri Bakanı Prens Faysal bin Ferhan ve Fransız Dışişleri Bakanı Jean-Yves Le Drian, iki devletli çözüm konferansının açılış oturumunda (AFP)

Suudi Arabistan'ın himayesinde ve Fransa'nın katılımıyla Birleşmiş Milletler’in (BM) New York’taki genel merkezinde düzenlenen konferans, ‘iki devletli çözüm’ yönünde bir siyasi hareket başlattı. Paris'in Filistin’i tanıma kararını açıklamasının ardından, başka ülkeler de art arda Filistin devletini tanıyacaklarını açıkladılar.

İngiltere Başbakanı Keir Starmer'ın Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'un izinden giderek yaz tatilinde olan kabinesini Gazze'deki durumu ele almak üzere bu hafta acil toplantıya çağıracağı açıklandı. Starmer, İsrail'in Gazze Şeridi'ndeki durumu iyileştirmek ve barışı sağlamak için adımlar atmaması halinde, İngiltere’nin Eylül ayında Filistin Devleti'ni tanıyacağını açıkladı. İngiltere Dışişleri Bakanı David Lammy de New York'taki konferansta aynı açıklamayı tekrarladı.

Başbakan Starmer, çç baskıların artmasıyla İsrail'in Gazze'ye yönelik savaşını durdurmaması, insani yardımların engelsiz bir şekilde ulaşması için sınır kapılarını açmaması ve Filistin-İsrail çatışmasına son vermek için ciddi barış görüşmelerine başlamaması halinde bu adımı atacağını açıkladı.

ddefrv
İngiltere Başbakanı Keir Starmer, salı günü Londra'da yaptığı açıklamada, Gazze'deki durumu görüşmek üzere acil kabine toplantısı çağrısında bulundu (Reuters)

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve hükümetindeki bakanların tutumları göz önüne alındığında İsrail'in bu şartlara uyum sağlaması imkansız görünüyor. Bu da 1917 yılında ilan edilen Balfour Deklarasyonu’ndan bu yana İsrail'in kurulmasında tarihi bir sorumluluk taşıyan Londra'nın bu adımı atacağı anlamına geliyor.

Bu adımın özel bir önemi var, çünkü İngiltere, Fransa'dan sonra G7 üyeleri içinde Filistin devletini tanıyan ikinci ülke ve BM Güvenlik Konseyi'nin (BMGK) beş daimi üyesi arasında dördüncü ülke olacak. Ayrıca, Batı'nın bu hamlesini ‘toplu bir hareket’ haline getirmesi açısından da özel bir öneme sahip. Ki Paris de bunu bekliyor.

Aralarında Avustralya, Kanada, Finlandiya, Fransa, Norveç, İspanya, Portekiz, İrlanda, Slovenya, Lüksemburg, Malta, Yeni Zelanda, İzlanda, San Marino ve Andorra’nın bulunduğu 15 batılı ülke tarafından yayınlanan ve Filistin devletinin tanınmasını talep eden ‘New York Konferansı Çağrısı’, Fransa Dışişleri Bakanı Jean-Noël Barrot'un ifadesiyle ‘deprem’ etkisi yarattı. Zira Batılı ülkeler ilk kez ‘toplu olarak’ böyle bir adım attılar.

Söz konusu ülkelerden biri olan Malta, Filistin’i tanıyacağını resmi olarak açıklarken Kanada ve Finlandiya, bu yönde hazırlıklarını sürdürüyor. Fransız kaynaklar, Portekiz'in de Filitin’i tanıma kararını açıklamaya hazır olduğunu belirttiler.

‘Çağrı’nın bir paragrafında şöyle deniyor:

“Bizler Filistin Devleti'ni tanımaya hazır olduğumuzu veya olumlu baktığımızı kabul ettik, ifade ettik veya ifade ediyoruz. Bu, iki devletli çözüme doğru atılmış temel bir adımdır. Henüz bunu yapmamış olan tüm ülkeleri bu çağrıya katılmaya davet ediyoruz.”

Ayrıca şu ifadeler de yer alıyor:

“Gazze’de yeniden yapılanma, Hamas'ın silahsızlandırılması ve Filistin yönetiminden çıkarılmasını sağlayacak bir yapı oluşturmak için çalışmaya kararlıyız.”

Diplomatik bulaşma

Söz konusu paragrafın ifadeleri, harekete geçme ve başkalarını da harekete geçmeye teşvik etme yönündeki toplu bir arzuyu yansıtmaktadır. Bugüne kadar 149 ülke Filistin’i tanıdı.

Fransız kaynaklar, Cumhurbaşkanı Macron'un birkaç gün önce Filistin’i tanıma kararını açıklamasının, birincisi tereddüt eden Avrupa ülkelerine baskı yapmak, ikincisi 21 Eylül'e kadar onlara yeterli zaman tanımak olmak üzere iki amacı olduğunu söylediler. 21 Eylül, New York'ta BM Genel Kurulu toplantılarının başlayacağı tarih ve zirvede kararın kesinleşmesi bekleniyor.

dfgthyuı
BM Genel Sekreteri, New York'ta düzenlenen İki Devletli Çözüm Konferansı sırasında Fransa Dışişleri Bakanı ile tokalaşırken (AFP)

Yol haritasının son paragrafı, konferansın en önemli hedefini özetliyor:

“Bu tarihi bir fırsat. Savaşı sona erdirmek, Filistin devletini kurmak ve her iki halk için barış ve onuru sağlamak için kararlı ve toplu bir şekilde harekete geçme zamanı geldi.”

Baskılara ve uyarılara rağmen

Konferansa 125 ülke, Avrupa Birliği (AB) ve Arap Birliği (AL) gibi birçok uluslararası ve bölgesel kuruluş ve en az 40 dışişleri bakanı katıldı. İsrail ve ABD'nin baskılarına rağmen konferansa geniş bir katılım vardı.

Tüm bu baskıların yanında Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'un BM Genel Kurulu’nda düzenlenen ‘Başkanlar ve Liderler Haftası’nda Eylül ayında Filistin devletini resmen tanımayacağını açıklamasının ardından, Macron'u hedef alan bir iç kampanya başlarken bu girişimin Ortadoğu'daki olayların gidişatına ‘hiçbir etkisi olmayacağı’ empoze ediliyor. Ayrıca, hiçbir Avrupa veya Batı ülkesinin ona katılmayacağı için ‘diplomatik olarak dışlanacağı’ uyarısı yapılıyor.

dert
Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron (AFP)

‘Şüpheciler’, iki devletli çözümü destekleyen ‘diplomatik-siyasi dinamizmin’ yeniden canlanmasını imkansız gördüler. Onlara göre bu çözüm, sadece siyasi ve sahadaki değişiklikler nedeniyle değil, aynı zamanda İsrail'in Filistin devletinin kurulmasını kökten reddetmesi nedeniyle de ‘geçmişte kalmış’ bir seçenek haline gelmişti.

İsrail parlamentosu Knesset geçtiğimiz yıl Filistin devletinin kurulmasını reddeden bir kararı oyladı. Geçtiğimiz hafta da 71 oyla hükümeti Batı Şeria'yı ilhak etmeye çağıran bir kararı kabul etti. Kısacası, şüpheciler iki devletli çözümü ‘bir hayal’ olarak gördüler.

İsrail, Filistin devletinin tanınmasını kınamaya devam etti. Bunu ‘Hamas ve terörizme ödül’ olarak değerlendiren İsrail, bunun Gazze'deki ‘barışçıl çözüm çabalarını’ ve ‘savaşı sona erdirme çabalarını’ baltalayacağını iddia etti.

Ancak bunların hiçbiri gerçekleşmediği gibi bir de tam tersi oldu.

Riyad ve Paris, uzun süredir ortada olmayan ‘iki devletli çözümü’ yeniden canlandırma çabalarında başarılı oldular.

Sadece iki gün içinde, dünya ülkelerinin üçte ikisi, sekiz adet Arap ve uluslararası çift başkanlı çalışma grubunun haftalarca süren çabalarıyla hazırlanan ‘yol haritasına’ odaklandı. Bu gruplar, çatışmaya son verilmesi ve güvenlik, ekonomi ve insani açıdan entegre bir Ortadoğu'ya doğru ilerlenmesi konusunda genel, kapsamlı ve pratik öneriler hazırlamak için yoğun bir şekilde çalıştı.

Bu durum, konferansın sona ermesiyle birlikte salı günü yayınlanan 7 sayfalık sonuç bildirgesinde de öne çıktı.

Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Prens Faysal bin Ferhan, belgenin siyasi, güvenlik, ekonomik, insani, hukuki ve stratejik anlatı eksenlerini kapsayan kapsamlı öneriler içerdiğini ve iki devletli çözümü uygulamak ve herkes için barış ve güvenliği sağlamak için entegre ve uygulanabilir bir çerçeve oluşturduğunu söyledi.

Bakan Prens Ferhan, BM 79. Genel Kurulu oturumu sona ermeden önce sonuç bildirgesinin desteklenmesi ve bunun New York'taki Suudi Arabistan ve Fransa misyonlarına bildirilmesi çağrısında bulundu.