Biden'ın Ortadoğu ziyaretinden sonra ne olacak?

ABD Başkanı Biden’ın Ortadoğu ziyaretinin başarılı ya da başarısız olduğunu düşündükleri noktalar nelerdir? Hangi konularda sonuçlar hakkında hüküm vermek için beklemek gerekir

ABD yönetimine göre Başkan Biden’ın ziyareti sonuçları açısından verimliydi. (AFP)
ABD yönetimine göre Başkan Biden’ın ziyareti sonuçları açısından verimliydi. (AFP)
TT

Biden'ın Ortadoğu ziyaretinden sonra ne olacak?

ABD yönetimine göre Başkan Biden’ın ziyareti sonuçları açısından verimliydi. (AFP)
ABD yönetimine göre Başkan Biden’ın ziyareti sonuçları açısından verimliydi. (AFP)

Tarık eş-Şami   
Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Başkanı Joe Biden'ın Ortadoğu ziyaretinin sona ermesinin ardından, Amerikalı uzmanların ve Washington'daki düşünce merkezlerinin, ziyaretin sonuçlarıyla ilgili değerlendirmeleri farklılıklar gösterdi. Biden’ın ziyaretinin, gerek güvenlik işbirliği, gerekse İran üzerindeki etkisi veya Çin ve Rusya ile Ortadoğu’daki rekabet açısından ne gibi sonuçlar doğuracağı tartışma konusu oldu. Amerikalıların, ziyaretin başarılı olduğunu düşündükleri noktalar nelerdir? Biden’ın başarısız olduğu hususlar nelerdir? Bazı konularda hüküm vermeden önce haftalara ya da aylara ihtiyaç olduğu da değerlendirilmektedir.  

Farklı değerlendirmeler  
ABD yönetiminin bakış açısına göre, İsrail ve Batı Şeria’da başlayıp Suudi Arabistan’da son bulan Biden’ın bölgesel ziyareti, Başkan Biden’ın bir devlet adamı olarak imajını güçlendirmeye ve stratejik kazanımlar elde edilmesine yaradı. Rusya ve Çin’in Ortadoğu’da nüfuzlarını arttırma yolunda girişimde bulunduğu bir süreçte, ABD’nin bölgedeki konumunu pekiştirme yolunda önemli bir adım atılmış oldu. Ayrıca Başkan Biden, en önemli ‘güvenlik ortağı’ İsrail ile normalleşme adımı atan, ABD’nin bölgedeki geleneksel müttefiklerine güven aşıladı. Biden’ın ziyareti, Kudüs ve Riyad arasında yakınlaşmaya katkı sunduğu gibi, İsrail ve Filistinliler arasındaki ‘kronik sorunun’ çözümü için de bir atılım gerçekleşmesine katkı sundu. Ayrıca Suudi Arabistan’ın daha fazla petrol üreterek, önümüzdeki süreçte Batı ülkelerindeki ‘enerji açığını’ kapatması için ciddi girişimde bulunuldu.   
Bununla birlikte Washington’daki gözlemciler ve uzmanlar, Cidde Güvenlik ve Kalkınma Zirvesi’nin sonuçlarını yorumlayarak, genel resmi değerlendirdiklerinde, umulan ve bulunanla ilgili farklı bir tablo çiziyor. Her ne kadar ABD yönetimi, Ortadoğu’yu terk etmeyeceğini ve aktif bir güvenlik partneri ve birden fazla düzeyde stratejik bir müttefik olmayı sürdüreceğini deklare etse de bazı isteklerinin tam karşılığını bulamadığı söylenebilir. Özellikle Suudi Arabistan'dan, İsrail'i de içeren bölgesel bir güvenlik eksenine yönelik taahhüt almakta ya da petrol üretiminin derhal arttırılması yönünde bir söz alma noktasında başarılı olunamadı. Ayrıca İsrailliler ile Filistinliler arasındaki mevcut açmazın sonlandırılması hususunda da somut bir başarı elde edilemedi.  

ABD Ortadoğu’ya geri dönüş  
Biden yönetimine göre, ABD ve Arap ülkeleri arasındaki savunma, güvenlik ve istihbarat iş birliğini derinleştirerek ABD'nin bölgedeki konumunu sağlamlaştırmak, lojistik hatlarının güvenliğini sağlamak açısından Ortadoğu ziyareti gayet ikna edici ve verimliydi. Ayrıca Washington'un, güvenliklerine yönelik dış tehditleri caydırmak için Körfez İşbirliği Konseyi ülkeleriyle birlikte çalışma arzusunu göstermesi, ABD’nin bölgeye yeniden döndüğünün güçlü bir göstergesiydi. Bu da ABD’nin Afganistan'dan çekilmesiyle pekiştirilen ‘varlığını kademeli olarak azaltmak’ stratejisinin değiştiği yönünde önemli bir kanıt mesabesinde değerlendirilmeliydi.  

Rusya ve Çin 
Biden Cidde Zirvesinde ABD'nin Ortadoğu’dan geri çekilerek, Çin, Rusya veya İran tarafından doldurulacak bir ‘boşluk bırakmayacağını’ açıkça belirtti. ABD'nin eski İsrail Büyükelçisi Daniel Shapiro, Biden'ın ziyaretinin esas olarak ABD'nin Rusya ve Çin ile rekabeti üzerinden yorumlanması gerektiğini söyledi. Nitekim, ABD, İsrail, Hindistan ve Birleşik Arap Emirlikleri'ni (BAE) içeren 'I2U2 Grubu'nun liderlerinin video konferans aracılığıyla yaptığı toplantının odak noktasında, Çin’in ileri teknolojilere erişiminin engellenmesi yer almaktaydı. Başkan Joe Biden’ın, küresel petrol fiyatlarını istikrara kavuşturmak ve Rusya’ya karşı yaptırımları sıkılaştırmak için, petrol arzının arttırılmasında ısrar etmesi, ABD’nin Suudi Arabistan’la olan ilişkilerini sıkılaştırma arzusuyla da ilintilidir. Washington bir müttefik olarak Suudi Arabistan’la ilişkilerini sağlamlaştırma gereksinimi hissediyor. Dolayısıyla güvenlik garantileri vererek, Suudi Arabistan’ın, rakipleriyle olan çekişmesinde kendi yanında yer almasını garanti altına almak istiyor. Sabık Büyükelçi Shapiro, artık bölgedeki, güvenlik, ticaret veya teknoloji alanlarındaki tüm ilişkilerin, ABD-Çin arasındaki stratejik rekabet üzerinden yürütüldüğünü ve şekillendiğini söylüyor. Başkan Biden'ın bölgesel entegrasyona verdiği önemin de bu bağlamda değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyor.  

Petrol hesapları 
Biden, ham petrol fiyatlarının yükseldiği ve enflasyon oranlarının 40 yılın en yüksek seviyelerine sıçrayarak siyasi geleceğini tehdit ettiği bir dönemde OPEC devi Suudi Arabistan'ın yardımına ihtiyaç duyarken, Suudi Arabistan'ın petrol üretimini arttırmak için farklı kriterlere gereksinim duyduğu ortaya çıktı. Suudi Arabistan Dışişlerinden Sorumlu Devlet Bakanı Adil el-Cubeyr, Amerikalı gazetecilere yaptığı açıklamada, petrolle ilgili herhangi bir kararın, spekülasyonlara, histeriye veya jeopolitik durumlara değil, ilkelere dayalı olacağını söyledi. Bloomberg, Cubeyr’in açıklamasının, petrol üretimini arttırmakla ilgili duyurunun ağustos ayındaki OPEC-+ toplantısına kadar ertelenme olasılığını gösterdiği yorumunda bulundu ve muhtemel artışın sonbaharın başlarında olabileceğini öngördü.  

İsrail ile ilişkiler 
Biden yönetimi, Suudi Arabistan'ın İsrail sivil uçuşlarına hava sahasını açmasını tarihi bir başarı olarak nitelendirirken, Adil el-Cubeyr, ülkesinin hava sahasını açmalarının İsrail ile normalleşme arzusundan değil, Krallığın inovasyon ve büyük çaplı spor etkinliklerinde küresel bir merkez olma arzusundan kaynaklandığını söyledi. Bunun da herhangi bir hava yolu şirketinin özgür bir biçimde Suudi Arabistan hava sahasını kullanmasından geçtiğini ifade etti. Cubeyr, İsrail-Suudi Arabistan ilişkilerinde herhangi bir değişiklik olmadan önce, İsrail ve Filistinliler arasında barışın tesis edilmesinin gerekli olduğunu belirtti. Gözlemciler, ABD’nin Ortadoğu’daki en önemli Arap müttefiki olan Suudi Arabistan’ın, ABD yönetiminin, İsrail’i de içeren bölgesel bir hava savunma ittifakının temellerinin atılması yönündeki umutlarına soğuk su döktüğünü düşünüyor. Söz konusu ‘savunma ittifakının’ İran’ın tehditlerine yönelik caydırıcı bir güç oluşturması hedefleniyordu. Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Prens Faysal bin Ferhan, Körfez-İsrail savunma ittifakı ile ilgili herhangi bir tartışmadan haberdar olmadığını ve Krallığın (eğer varsa) bu tür bir görüşmeye iştirak etmediğini söyledi. Analistler, açıkça İran karşıtı bir ittifakta görünmek istemeyen ve İsrail ile normalleşme adımı atmamış Arap ülkelerinin hava savunma sistemlerini İsrail ile ‘birleştirilmesi’ planının onaylanmasının zor olabileceği konusunda hemfikir. 
Real Clear World web sitesi, Ortadoğu'daki savunma düzenlemelerinin uzun süredir muğlak olduğunu ve müttefik taraflar arasındaki pozisyon farklılıkları nedeniyle pratik uygulama aşamasına geçilmesinin kolay olmayacağı yorumunda bulundu. Örneğin, eski Başkan Donald Trump yönetimi, 2017'de ‘Ortadoğu Stratejik İttifakı’nı’ kurmuştu. Söz konusu ittifak, Körfez İşbirliği Konseyi ülkeleri ile Mısır ve Ürdün arasında ortak bir savunma ortaklığıydı. Söz konusu ittifak, bölgesel ve uluslararası barışın korunması ve terörizmle mücadelede bir Amerikan-Arap ortak projesi olarak pazarlanmıştı. Ancak ilerleyen süreçlerde bileşenler arasında ‘öncelikler’ konusunda ihtilaflar çıktı. İran’ın etkisinin kırılması ve ittifakın İran’a karşı caydırıcı olması, ABD, Suudi Arabistan, Birleşik Arapp Emirlikleri ve Bahreyn’in öncelikli hedefleri arasında yer alırken, Umman ve Katar gibi diğer ülkeler bu görüşü paylaşmamaktaydı. ABD’nin oluşturmak istediği ‘ortak hava savunma sisteminin’ de odağında İran yer alıyor. Katar ve Umman’ın İran’la olan olumlu ilişkileri göz önüne alındığında, İran tehdidine yönelik kısa vadede bir ittifak geliştirilemeyeceği öngörülüyor.   

Ziyaretin İran üzerindeki etkisi 
Washington'daki Atlantik Konseyi bünyesinde bulunan ‘İran'ın Geleceği Girişimi’ Direktörü Barbara Slavin, Tahran'ın ‘2015 nükleer anlaşmasını’ yeniden canlandırma ve Körfez'deki nükleer silahların yayılması konusundaki endişeleri giderme fırsatını kaçırmasına rağmen, Ortadoğu'da kendisinin dışlandığı yeni bir ‘stratejik düzeni’ kabul etme olasılığının düşük olduğunu söylüyor. İran bu nedenle, Rusya ve Çin'in yanı sıra yerel Arap ortaklarıyla da ilişkilerini güçlendirme yoluna gidecektir. Slavin’e göre, İsrail'in Araplar tarafında gelecekte herhangi bir zamanda ‘stratejik ortak’ olarak kabul edilmesi ya bölgesel gerilimin azalmasına ya da çatışmanın artmasına yol açacaktır. 
Öte yandan Atlantik Konseyi'nin Ortadoğu programlarında araştırmacı olan Nadra Shamlo, Biden'ın Ortadoğu ziyaretinin, sıradan İranlıların hayatını daha da zorlaştırmak gibi bir yansıması olacağını düşünüyor. İran, Kapsamlı Ortak Eylem Planı’nı canlandırmayı başaramazsa, bu durum daha fazla yaptırıma maruz kalacağı anlamına gelir. İran ekonomisi tamamen çöktüğünde ise rejim zayıflayacak, bu da zaten çalkantılı olan bölgeyi daha fazla istikrarsızlığa ve belirsizliğe sürükleyecektir. İran rejiminin kontrolünü dayatabilmesi için vatandaşlarına karşı daha fazla baskı ve şiddete başvurması muhtemeldir. Ayrıca İran insansız hava araçlarının İsrail'deki hedefleri vurması veya Irak'taki Amerikan güçlerini hedef alması durumunda daha geniş bir çatışma riski de artacaktır. Shamlo, Biden yönetiminin ve Ortadoğu'da istikrar isteyen güçlerin, eski çatışma odaklarını kaşımak yerine, belki de Birleşmiş Milletler çatısı altında, bölge ülkeleri arasında güven artırıcı önlemleri tartışması gerektiğini düşünüyor.  
*Bu makale Şarku'l Avsat tarafından Independent Arabia'dan çevirilmiştir.



Esad rejiminin ardından: Suriye toplu mezarlar ülkesine dönüştü

HTŞ öncülüğündeki isyancılar, Suriye'yi ele geçirirken Esad'ın posterlerini parçalamıştı (AFP)
HTŞ öncülüğündeki isyancılar, Suriye'yi ele geçirirken Esad'ın posterlerini parçalamıştı (AFP)
TT

Esad rejiminin ardından: Suriye toplu mezarlar ülkesine dönüştü

HTŞ öncülüğündeki isyancılar, Suriye'yi ele geçirirken Esad'ın posterlerini parçalamıştı (AFP)
HTŞ öncülüğündeki isyancılar, Suriye'yi ele geçirirken Esad'ın posterlerini parçalamıştı (AFP)

Beşar Esad rejiminin yıkılmasının ardından Suriye'de toplu mezarlar çıkmaya devam ediyor. 

Wall Street Journal'ın haberinde, Esad rejiminin 8 Aralık'ta devrildiği Suriye'nin toplu mezarlarla dolu bir ülkeye dönüştüğü yazılıyor. 

Dera iline bağlı İzra şehrinde yeni sahiplerine satılan bir çiftlikte toprağın altından 31 ceset çıktığı aktarılıyor. Çiftliğin rejim askerlerinin yıllarca kullandığı bir kontrol noktasına yakın olduğuna dikkat çekiliyor. 

Olay yerinde inceleme yapan adli tıp uzmanı Dr. Memdu Zubi, "Tam beklediğimiz şeyi bulduk, bir toplu mezarla karşılaştık" diyor. 

Hama kırsalındaki Ma'an köyü yakınlarında yer alan bir kuyudan da çok sayıda ceset çıkarıldı. Aynı bölgede en az üç kuyunun daha cesetleri atmak için kullanıldığı tespit edildi. 

Bir çiftçi, yıllardır kayıp olan kardeşini aradığını belirterek "Onun Sednaya'da olduğunu sanıyordum ama belki de bu kuyulardan birindedir" diyor. Sednaya Hapsihanesi, Esad rejiminin gerçekleştirdiği hak ihlalleri ve işkencelerle gündeme gelmişti.

Uluslararası Geçiş Dönemi Adaleti Merkezi (ICTJ) ve Suriyeli avukat ve doktor örgütlerinin verilerine göre ülke genelinde şimdiye dek 134 toplu mezar tespit edildi. Ancak gerçek sayının çok daha yüksek olduğu düşünülüyor.

Suriye'nin son 50 yılda yaşadığı siyasi baskı, iç savaş, Rus bombardımanları, IŞİD saldırıları ve 2023 depreminin ülkede "sayısız gömülmemiş ceset" bıraktığı ifade ediliyor. 

2012-2013'te cesetlerin genellikle Rif Şam ilindeki El-Tel ve Najha bölgelerindeki açıklık alanlara gömüldüğü, daha sonraki naaşların geceleri gizlice farklı bölgelere taşındığı bildiriliyor. 

Suriye'de Ahmed Şara yönetiminin kurduğu Ulusal Kayıplar Komisyonu'nun uluslararası kuruluşlarla ortak çalışarak ülke genelinde DNA toplama, diş kayıtlarını eşleştirme ve rejim arşivlerini inceleme çalışması başlatması bekleniyor.

Komisyon başkanı Muhammed Rıza Celhi, sürecin maliyetinin 200 milyon dolara kadar çıkabileceğini söylüyor.

Suriyeli hak örgütlerine göre en az 160 bin kişi iç savaş sırasında kayboldu. Bu kişilerin çoğunun toplu mezarlarda olduğu düşünülüyor.

Independent Türkçe, Wall Street Journal, Reuters


İran, ABD’yle nükleer müzakere şartlarını açıkladı

Hazirandaki çatışmalarda İsrail'de 32 kişi, İran'da ise binden fazla kişi ölmüştü (AFP)
Hazirandaki çatışmalarda İsrail'de 32 kişi, İran'da ise binden fazla kişi ölmüştü (AFP)
TT

İran, ABD’yle nükleer müzakere şartlarını açıkladı

Hazirandaki çatışmalarda İsrail'de 32 kişi, İran'da ise binden fazla kişi ölmüştü (AFP)
Hazirandaki çatışmalarda İsrail'de 32 kişi, İran'da ise binden fazla kişi ölmüştü (AFP)

İran'ın dini lideri Ali Hamaney'in Dış Politika Danışmanı Kemal Harrazi, belirli koşulların sağlanması halinde ABD'yle nükleer müzakereleri yeniden başlatmaya açık olduklarını söyledi. 

Harrazi, CNN'de bugün yayımlanan söyleşisinde, ilk adımı ABD'den beklediklerini belirterek "Bizim belirlediğimiz koşullar temelinde görüşmeye hazır olduklarını göstermeliler" dedi.

Hamaney'e bağlı Dış İlişkiler Stratejik Konseyi'nin Başkanı Harrazi, haziranda İsrail'le yaşanan 12 günlük çatışmalardan önce belirledikleri koşulların değişmediğini ifade etti.

İran'ın tıbbi amaçlarla ve reaktörlere yakıt sağlamak için uranyum zenginleştirmeye devam edeceğini belirten Harrazi, balistik füze programının müzakereye açık olmadığını söyleyerek "ABD ve diğer taraflarla yalnızca nükleer mesele hakkında görüşeceğiz" dedi. 

Diğer yandan İranlı yetkili, uranyum zenginleştirme seviyelerinde değişikliğe gitmeye açık olduklarına işaret ederek, "eşitlik ve karşılıklı saygı" temelinde ABD'yle yapılacak görüşmelerde çeşitli seçeneklerin değerlendirilebileceğini söyledi.

Harrazi, ABD'nin olumlu adımlar atarak Tahran'la ilişki kurması gerektiğini de sözlerine ekledi: 

İran'a karşı olumlu bir yaklaşımla sürece başlayın. Eğer olumlu davranırsanız kesinlikle karşılık görürsünüz. Ancak bunun için onlar (ABD) İran'a karşı herhangi bir güç kullanmaktan kaçınmalıdır. Bunu denediler ve şimdi bunun kabul edilemez ve uygulanabilir olmadığını anladılar.

ABD ve İran'ın son dönemde yürüttüğü nükleer müzakereler, İsrail'in saldırısıyla askıya alınmıştı. 

İsrail'in 13 Haziran'daki saldırısıyla başlayan çatışmalarda İran vakit kaybetmeden misilleme yapmıştı. ABD de devreye girerek İran'daki İsfahan, Fordo ve Natanz tesislerine 22 Haziran'da hava saldırısı düzenlemiş, operasyonda 14 "sığınak delici" GBU-57 bombası kullanılmıştı.

İran, ABD'nin saldırısına cevap olarak 23 Haziran'da Amerikan ordusunun Katar'daki El-Udeyd Hava Üssü'ne saldırmıştı. Operasyonda Tahran'ın önceden Washington'a haber verdiği ve hiçbir can kaybı yaşanmadığı aktarılmıştı.

Washington operasyonun ardından 24 Haziran'da taraflar arasında ateşkes sağlandığını duyurmuştu.

İsrail ve ABD, İran'ın uranyum zenginleştirerek nükleer silah elde etmeye çalıştığını savunurken Tahran iddiaları reddediyor. 

Harrazi, ABD veya İsrail'den gelebilecek olası bir saldırıya ilişkin "Her şey mümkün ancak bu senaryo için hazırız" dedi.

Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman'ı salı günü Beyaz Saray'da ağırlayan Trump, görüşmenin ardından yaptığı açıklamada "İran'ın nükleer kapasitesini ortadan kaldırarak" iyi bir iş çıkardıklarını savunmuştu. Harrazi, ABD saldırısının ardından oluşan hasarla ilgili tespit çalışmalarının sürdüğünü belirtiyor. 

Buna ek olarak Trump, İran'ın da ABD'yle "anlaşma yapmak için can attığını" öne sürmüş, Tahran'ın iletişime geçmesi halinde buna açık olduklarını belirtmişti.
Independent Türkçe, CNN, Newsweek


ABD’nin Suudi Arabistan’a F-35 satışı İsrail’de nasıl yankılandı?

ABD'li havacılık firması Lockheed Martin'in ürettiği F-35 serisinin üç modeli var (AP)
ABD'li havacılık firması Lockheed Martin'in ürettiği F-35 serisinin üç modeli var (AP)
TT

ABD’nin Suudi Arabistan’a F-35 satışı İsrail’de nasıl yankılandı?

ABD'li havacılık firması Lockheed Martin'in ürettiği F-35 serisinin üç modeli var (AP)
ABD'li havacılık firması Lockheed Martin'in ürettiği F-35 serisinin üç modeli var (AP)

ABD'nin Suudi Arabistan'a F-35 satışına yeşil ışık yakması İsrail'de büyük yankı uyandırdı.

ABD Başkanı Donald Trump ve Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman, dün Beyaz Saray'da bir araya geldi. 

Görüşmede öne çıkan başlıklardan biri de Suudi Arabistan'a F-35 satışı oldu. Trump, satışı onayladığını duyururken, bunların İsrail'in elindeki F-35'lerle aynı seviyede olacağını söyledi. 

Toplantının ardından iki liderin düzenlediği basın toplantısında Trump, hem İsrail'i hem de Suudi Arabistan'ı "ABD'nin büyük müttefikleri" diye niteledi ve şöyle devam etti: 

Onların (İsrail'in) sizin daha düşük kalibreli uçaklar almanızı istediğini biliyorum. Ancak bunun sizi çok mutlu edeceğini sanmıyorum. Bana kalırsa, ikisi de en üst düzeyde donanıma sahip ürünleri (F-35 uçaklarını) alacak seviyede.

İsrailli haber sitesi Ynet'in aktardığına göre İsrail Savunma Kuvvetleri (IDF), Trump-Selman görüşmesi öncesinde pazar günü Tel Aviv yönetimine olası uçak satışına dair bir rapor gönderdi. 

Raporda, İsrail'in bölgedeki hava üstünlüğünün beşinci nesil F-35'lerle düzenlediği uzun menzilli operasyonlara dayandığı belirtiliyor. Bu uçaklar Ortadoğu'da sadece İsrail'de var. Ancak Suudi Arabistan'a da aynı kalibrede uçaklar satılmasının İsrail ordusunun bölgedeki hakimiyetini zayıflatacağı uyarısında bulunuluyor. 

Ayrıca Riyad yönetiminin siparişlerinin savaş jetlerini üreten Lockheed Martin'de yoğunluk yaratacağı, İsrail'in uçaklarının teslimatının aksayabileceği belirtiliyor. 

Jerusalem Post'un analizinde, bunun ABD'nin Ortadoğu politikasında "ciddi değişime işaret edeceği ve Ortadoğu'daki dengeleri değiştirebileceği" yazılıyor.

Öte yandan Haaretz'in haberinde, İsrail'in hava üstünlüğünü kaybetmesine ilişkin endişelerin yersiz olduğu savunuluyor. 

Haziranda 12 gün süren İsrail-İran çatışmalarında Tel Aviv yönetiminin "hava üstünlüğünü açıkça gösterdiği", bunun hem F-35'ler hem de İsrail Hava Kuvvetleri'nin planlama becerisi sayesinde yapıldığı yazılıyor.

Haberde, Türkiye'nin ABD'den F-35 alma süreci de hatırlatılarak, "Suudilerin ya da Türklerin İsrail'le aradaki farkı kapatması zaman alır" ifadeleri kullanılıyor.

Diğer yandan Tel Aviv yönetimi, uçakların satışını Suudi Arabistan'la ilişkilerin normalleştirilmesi şartına bağlamıştı. Trump, görüşmede İbrahim Anlaşmaları'yla ilgili süreci ele aldıklarını belirtirken, Riyad'ın mutabakata katılımına dair net ifadeler kullanmadı. 

"F-35'ler için normalleşme şartı koşulmadı"

CNN'in analizinde, satışın gerçekleşmesi halinde Suudi Arabistan'ın beşinci nesil F-35'leri alan ilk Arap ülkesi olacağı belirtiliyor. Kimliklerinin paylaşılmaması şartıyla konuşan kaynaklar, F-35 satışının İsrail'le normalleşme şartına bağlı olmadığını savunuyor. 

Riyad ve Tel Aviv arasında Washington arabuluculuğunda gerçekleştirilen normalleşme görüşmeleri, Hamas'ın Aksa Tufanı saldırısıyla 7 Ekim 2023'te patlak veren Gazze savaşı nedeniyle askıya alınmıştı. Suudi Arabistan, iki devletli çözümde ısrar ederken radikal sağcı İsrail yönetimi buna yanaşmıyor. 

King's College'dan Nawaf Obaid, Trump'ın Suudi Arabistan ve İsrail arasında tıkanan görüşmeleri kenara bırakmak istediğini belirterek şu yorumları yapıyor: 

Trump, bu iki süreci birbirinden ayırdığını açıkça belirtti. Sırf Netanyahu yüzünden tüm bu silah ve malzeme satışını durdurmakla zamanını boşa harcamayacak.

Obaid, Riyad ve Tel Aviv arasında normalleşme görüşmelerinin ilerlemesi için İsrail'de hükümetin değişmesi ve Filistin Devleti'nin kurulmasına yönelik yol haritası belirlenmesi gerektiğini de sözlerine ekledi. 

Independent Türkçe, CNN, Times of Israel, Ynet, Haaretz