Türkiye, Rusya ve İran, Cenevre sürecini geride bırakıyor

Üç ülke arasındaki ihtilaflar Tahran Zirvesi sonuç bildirisine yansıtılmadı.

Salı günü gerçekleşen Tahran Zirvesi sırasında üç lider bir arada görüntü verdi. (İran Cumhurbaşkanlığı)
Salı günü gerçekleşen Tahran Zirvesi sırasında üç lider bir arada görüntü verdi. (İran Cumhurbaşkanlığı)
TT

Türkiye, Rusya ve İran, Cenevre sürecini geride bırakıyor

Salı günü gerçekleşen Tahran Zirvesi sırasında üç lider bir arada görüntü verdi. (İran Cumhurbaşkanlığı)
Salı günü gerçekleşen Tahran Zirvesi sırasında üç lider bir arada görüntü verdi. (İran Cumhurbaşkanlığı)

Tahran Zirvesi’ni takip edenlerin, Suriye’deki ateşkesin garantörü ülkelerin liderleri arasında düzenlenen son zirveyi geçmişteki benzer görüşmelerden ayıran bazı küçük farklılıkları bulmak için sonuç bildirisini birkaç kez dikkatlice okuması gerekebilir.
Çoğu gözlemci, Suriye’yi, bölgeyi ve dünyayı çevreleyen bölgesel ve uluslararası koşullar nedeniyle zirvenin önemli olduğu hususunda mutabık. Fakat Astana Süreci liderlerinin zirvesi olması nedeniyle Suriye başlığını taşıyan görüşme, son iki yıldır biriken gelişmelerin ve gündemlerin çoğunu içermedi. Bu durum, Kremlin’in zirve öncesinde yayınladığı açıklamaya göre ‘saatleri ayarlamak’ ve ‘belli ortak adımlara hazırlık’ için liderler arasında doğrudan görüşme yapılmasını gerektirdi.
16 maddeden oluşan sonuç bildirisi, önceki bildirilerin neredeyse aynısı. Hatta öyle ki Kazakistan’ın başkenti Nur Sultan’da diplomatlar düzeyinde yapılan rutin görüşmelerden sonra gelen açıklamalara ek olarak bildirinin özüne hiçbir ekleme yapılmadığı söylenebilir.
Bildirinin ilk maddesi, Suriye topraklarındaki gerginliği azaltmada başarılı olması ve Anayasa Konseyi görüşmeleriyle vücut bulan siyasi süreci başlatması dolayısıyla ‘güvenilir etkin tek mekanizma olan’ Astana Süreci’nin rolüne övgüde bulunmasının yanı sıra ‘Suriye’nin egemenliği ve toprak bütünlüğünde’ ısrar edilen ve terörle mücadeleye devam etme kararlılığının vurgulandığı protokol ifadelerini tekrarlıyor.
Bunun dışında, tüm tarafların çıkarlarını koruma arzusunu ve onları rahatsız eden gündemleri yansıtan maddeler de mevcut. Bu noktada Rusya, İran ve Türkiye’nin ortak bir gündemi var: ABD’nin Suriye topraklarında ‘yasa dışı’ bir şekilde varlık göstermesi, Suriye’nin ‘kaynaklarını gasp etmesi’ ve ‘ayrılıkçı eğilimleri teşvik etmesi.’ Bunun ardından İran’ı memnun eden bir madde geliyor: İsrail’in Suriye topraklarına yönelik devam eden hava saldırılarının kınanması. Türkiye’yi memnun eden madde ise şu: İdlib ve Suriye’nin kuzey bölgeleriyle ilgili geçmişte yapılan anlaşmaların önemi. Son olarak da Astana’nın önceki bildirilerinde de yer alan hayat koşullarının iyileştirilmesi, mahkûm takasının teşvik edilmesi ve mültecilerin dönmesi için koşulların hazırlanması gibi maddeler tekrarlanıyor.
Suriye sahasının ana aktörleri olan liderler düzeyinde hazırlanmış bir bildiri, ortak hamlelere daha fazla ivme kazandırabilirdi ve bunun için ciddi işaretler içerebilirdi. Fakat üç ülkedeki karar vericilerin ortak açıklamalarına yansıtılmasını istemedikleri farklılıklar, bu farklılıkları duyurmaya ve buna hazırlanmaya büyük bir önem verilmesini imkânsız hale getirdi.
Üç liderin ortak basın toplantısı sırasında yaptıkları hızlı referanslar, tarafların söz konusu farklılıkların yansımalarının abartılmasına izin vermedikleri izlenimi oluşturdu.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Suriye’nin kuzeyine yönelik askeri operasyon için beklediği yeşil ışık yakılmadı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, zirvedeki iki mevkidaşını Türkiye’nin ‘güvenlik çıkarlarını’ teyit eden güzel sözleri eyleme dönüştürmeye çağırdı. Rus lider Putin ‘iş birliği ve koordinasyonu güçlendirmeyi engellemeyen bazı anlaşmazlıkların’ olduğunu kabul etti. Ancak Kremlin’in Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ortak basın toplantısındaki sözlerini atlayarak, İran lideri İbrahim Reisi ve Putin’in konuşmalarının tamamını yayınlaması dikkat çekti. İran ise Suriye’de özellikle de güneydeki yayılmacılığıyla ilgili bölgesel ve uluslararası endişelerin görüşme belgelerinde ve kapanış açıklamalarında gündeme gelmemesi sebebiyle rahat görünüyordu. Zirvenin önemli özelliklerinden biri de Türkiye’nin operasyonuyla ilgiliydi. Zira Rus analistler, Erdoğan’ın mevcut operasyonu başlatma konusundaki aksaklığın, İran’a Suriye’nin kuzeyindeki bölgelere doğru yayılma fırsatı vereceği görüşünde.
Bu zirvenin sonuçlarıyla ilgili cevabı merak edilen başka bir soru da şu: Bir taraftan Türk operasyonuyla ilgili tartışmalar devam ederken Erdoğan, ortaklarının operasyonla ilgili tavsiyelerine kulak verip vermemek konusunda nasıl bir pozisyon alacak? Bu sorunun cevabı, Rusya’nın, Anayasa Komitesi görüşmelerinin başkenti olması sebebiyle Cenevre’ye açtığı son savaşın ardından en önemli konu olabilir. Rusya’dan yapılan resmî açıklamalar, Suriye anayasasıyla ilgili reform başlatılması noktasında, Astana ekseninin tercih edilmesine odaklanıyor. Nitekim Rusya Soçi toplantısı üzerinden bu konuda en önemli rolü oynadı.
Fakat aynı zamanda ne zirvenin sonuç bildirisinde ne de Putin’in zirve sonrası yaptığı açıklamalarda ‘Cenevre sürecinin’ adı geçmedi. Putin bunun yerine üçlü grubun ‘Suriyeli taraflar arasındaki müzakere sürecini ilerletebileceğini’ söyledi. Ancak bunun ne zaman ve nerede olacağını açıklamadı.
Aynı şekilde, Anayasa Komitesi’yle ilgili maddede ‘dış müdahale ve dışarıdan dayatılan zaman çizelgelerine’ ve ‘bürokratik ve lojistik engellere’ izin verilmeyeceği vurgusu dikkat çekiciydi.
Bu ifadeler ve Astana grubunun alternatifler bulabileceğinin sinyalini veren satır araları, Moskova’nın bu zirvede Cenevre sürecini ‘geride bıraktığının’ açık bir işareti olarak görünüyor.
Kremlin açısından asıl kazanım, Astana ekseninin konumu ve rolünün vurgulanmasıydı. Putin, Erdoğan’ı operasyon fikrinden tamamen vazgeçirecek enstrümanlara sahip olmamasına rağmen İran’ın baskısıyla birlikte Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın işini daha da zorlaştırmayı başardı. Bundan daha da önemlisi Putin, Ukrayna savaşına girme hamlesinin arkasında olduğuna, üzerindeki artan baskılardan rahatsız olmadığına işaret eden net ve güçlü bir mesaj verdi. Putin ayrıca Rusya ile Batı’nın karşı karşıya gelmesi sebebiyle yeni bir özel önem kazanan Suriye kozundan da vazgeçmeyeceğine dikkat çekti. Bu noktada, Rus askeri kurumlarından birbiri ardına yapılan, Suriye’deki hava ve deniz üslerinin, Moskova’nın Akdeniz ve Kuzey Afrika havzasındaki ileri platformuna dönüştüğü ifade edilen açıklamaların önemi gözden kaçmamalı. Bu nedenle Moskova’nın Ukrayna ile meşgul olduğu için Suriye’den çekilmesini umanlar hayal görüyor olabilir.
Rusya’nın Batı’ya ve bölge ülkelerine verdiği mesajlarda, İran ile ilişkilerinin önemini vurgulaması ve önümüzdeki aylarda Tahran ile stratejik anlaşma imzalama sürecini hızlandırdığını duyurmakla birlikte artık yeni bir faktör ortaya çıktı: Rusya’nın Ukrayna’ya askeri destek sunması sebebiyle İsrail’e karşı duyduğu rahatsızlığın artması.
Nitekim bu rahatsızlık, Rusya’nın İsrail’in Suriye’de devam eden hava saldırılarıyla ilgili yayınladığı kınama açıklamalarındaki sert üsluba da yansıyor. Ancak daha da önemlisi bu durumun Moskova’nın, Suriye’de devam eden İran’ın yayılmacı faaliyetleriyle ilgili tutumuna nasıl yansıyacağı. Rusya’dan son yapılan resmi açıklamalarda bu hususa yer verilmedi.
Kremlin, Türkiye ile olan ilişkileriyle ilgili olarak, Rusya ve Türkiye’nin Suriye’de süren koordinasyonunun ve Türkiye’nin Ukrayna meselesindeki arabulucu rolünün artık daha fazla önem kazandığını gizlemiyor. Dolayısıyla Kremlin, Türkiye’nin Suriye’de gelecek dönemde uygulamak istediği politikalar Moskova’nın arzusuna muhalif olsa bile Ankara ile arasındaki uçurumun fazla açılmasını istemiyor.
Tahran Zirvesi sonuçlarının, genel itibariyle Putin ve Reisi için büyük oranda tatmin edici, Erdoğan için ise nispeten daha az oranda memnuniyet verici olduğu söylenebilir.



Filistin için son şans: Bir devlet mi yoksa fraksiyonlar devletçiği mi

Dünya, enkazdan yükselecek birleşik bir Filistin projesini bekliyor (Reuters)
Dünya, enkazdan yükselecek birleşik bir Filistin projesini bekliyor (Reuters)
TT

Filistin için son şans: Bir devlet mi yoksa fraksiyonlar devletçiği mi

Dünya, enkazdan yükselecek birleşik bir Filistin projesini bekliyor (Reuters)
Dünya, enkazdan yükselecek birleşik bir Filistin projesini bekliyor (Reuters)

Tony Boulos

Hamas'ın Gazze Şeridi sınırında gerçekleştirdiği Aksa Tufanı saldırısının ardından Gazze Şeridi'nde yaşanan yıkıcı savaşın üzerinden geçen yaklaşık iki yılın akabinde, Filistin davası yalnızca askeri harekâtla veya direniş sloganlarıyla sonuçlandırılamayacak kritik bir siyasi aşamaya giriyor. Savaş artık yalnızca İsrail ile değil, zamanla, özle ve bütünlüğünü yitirmiş Filistin siyasi sisteminin meşruiyetiyle bir savaşa dönüştü. Sadece dayanışma için değil, aynı zamanda yalnızca Filistin'in iç yapısının yeniden yapılandırılması ile başlayacak kapsamlı bir çözüm üretmek için de gerçek bir Arap-uluslararası mutabakat arayışı acil hale geldi. İç yapının yapılandırması ise Hamas'ın paralel bir silahlı güç olarak sahneden çekilmesinden ve Filistin Ulusal Otoritesi’nin  karar alma gücünü, meşruiyetini ve Arap desteğini yeniden kazanmasından geçiyor.

Bu, Lübnan'ın yaşadığına benzer büyük bir sınav anı. Lübnan’da da Hizbullah'ın askeri ve mali sistemi dağıtılmadan, devlet karar alma yetkisini geri kazanmadan ülkede çözüm haritasını uygulamaya koymanın bir yolu yok. Devlet dışı silahın gölgesinde ulusal bir projenin inşa edilemediği Lübnan'da olduğu gibi, Filistin'de de coğrafyayı ve meşruiyeti paylaşan fraksiyonların veya paralel otoritelerin şemsiyesi altında bir devlet kurulamaz. Filistin değişti, dünyanın Filistin algısı değişti, güç dengesi değişti. Peki liderlik araçları değişti mi? Filistinlilerin gelecek vizyonu değişti mi? Fetih ve Hamas, otorite ve direniş, iç çatışma ve dış bağımlılık gibi eski ikiliklerin esiri olmaya devam mı ediyorlar? Bir sonraki aşama, açıkça, sadece bir direniş aşaması değil. Bu, bir anavatanın yeniden inşası, bir halkın direnişinin desteklenmesi ve yıkımın yıkıntılarından bir devlet çıkarma aşamasıdır. Bu aşama, sloganlardan ve daha derin bir söylemden daha fazlasını gerektiriyor.

Silahlar susar, ama savaş bitmez

Burada Lübnan'ın iç savaş sonrası deneyimini hatırlamak faydalı olacaktır. Savaş, yalnızca Taif Anlaşması'nın imzalanması değil, daha ziyade Arap ve uluslararası çıkarların kesişmesi sonucu sona erdi. Buna bir de daha sonra ortaya çıkan çekincelerine rağmen, o anı ulusal bir projeye nasıl dönüştüreceklerini bilen Lübnanlı figürlerin varlığı eşlik etmişti. Tıpkı Lübnan'ın savaş sonrası döneme liderlik etmesi için Refik Hariri'ye ihtiyaç duyması gibi, Filistin'in de bugün sadece kırılgan bir idari yapı değil, gerçek bir Filistin devleti kurabilecek bir figüre -veya gruba- ihtiyacı var.

Yıllar sonra ilk kez, dünya Filistin devletinin fiilen tanınması yönünde ilerlemeye başladı. İspanya, Norveç, İrlanda, Slovenya ve Güney Afrika Filistin devletini tanıdı. Fransa ve diğer ülkeler de resmi olarak tanımayı düşünüyorlar. Sahne değişiyor. Haritalar yeniden çiziliyor. Gazze'ye yönelik savaş, tüm vahşetine rağmen, Filistin'i bir kez daha uluslararası kararların merkezine yerleştirdi. Fakat şimdiki temel soru şu: Biz buna hazır mıyız? Filistinliler, bu tarihi anı değerlendirebilecek ve siyasi tanınmayı sürdürülebilir bir devletin altyapısına dönüştürebilecek bir liderliğe sahip mi? Sadece söz ve pozisyonlara değil, aynı zamanda reel ekonomiye, istihdam yaratmaya, hukukun üstünlüğüne ve devlet kurumlarına dayalı bir devlet kurabilecek bir liderlik var mı?

İnsanlar değişti

Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı analize göre  Filistin sokağı artık eskisi gibi değil. Gazze'de yaşananlardan ve yıllarca süren bölünme ve iç çatışmalardan sonra sloganlar artık yeterli değil. Bugün insanlar, yıkılanları yeniden inşa edebilecek, onurlu bir yaşam için gerçek fırsatlar yaratabilecek ve bölünmeyi derinleştirmek yerine Filistin halkının birliğini koruyabilecek bir liderlik talep ediyor. Filistinliler, Fetih ve Hamas arasındaki çekişmeden, dar görüşlü hesaplardan ve kendilerine somut hiçbir şey sunmayan, onları tüketen söylemlerden bıktı. Bugün istedikleri, örgüt değil devlet odaklı düşünen, halkı sürekli bir savaşın yakıtı olarak değil, meşruiyet kaynağı olarak gören bir liderlik.

Filistinli bir Hariri

Bazıları, Filistin'in savaştan sonra Lübnan'ın yeniden inşasına öncülük eden ve Beyrut'u yeniden inşa etmek için uluslararası destek toplayan, Arap-uluslararası mutabakatlar elde etmeyi başaran iş adamı Refik Hariri modeline ihtiyacı olduğunu söyleyebilir. Ancak Filistin gerçekliği, Lübnan gerçekliğinden daha karmaşık ve bugün ihtiyaç duyduğu şey, özel bir ulusal kimliğe sahip bir Filistinli Hariri’dir. Bu Hariri, cesur ve dürüst olmalı, direnişi güçlendirerek, binlerce iş fırsatı yaratan geniş bir ekonomik çıkar ağı oluşturarak ve topraklarındaki Filistin varlığını güçlendirerek, Filistin halkına yatırım yapmanın, gerçek kurtuluşun temeli olduğuna inanmalıdır. Filistin'in, gerçekçi bir ulusal ekonomik plan geliştirebilecek, onurun yalnızca dış destekten değil, aynı zamanda üretken ve istikrarlı bir iç ekonomi inşa etmekten de geçtiğini anlayan bir figüre veya gruba ihtiyacı var. Bu liderliğin gerçek kalkınma projeleri başlatabilecek, yatırımı, girişimciliği ve inovasyonu teşvik eden, Filistin toplumunu edilgen bir direniş zihniyetinden kurtarıp, ona üretim, açılım ve sorumluluk zihniyeti kazandıran modern bir yasal yapı kurabilecek kapasitede olması hayati önem taşımaktadır.

Filistinli ellerle yeniden inşa

Bugün Filistin tarihinde nadir görülen bir anla karşı karşıyayız. Dünya artık duyuyor ve Filistin devletinin uluslararası alanda tanınmasının yankısı her geçen gün artıyor. Gazze, uğradığı yıkıma rağmen dünyayı uyandırdı, uluslararası vicdanı harekete geçirdi ve adaletsizliği küresel tartışmaların ön saflarına taşıdı. Filistin halkı, yaralarına ve bölünmelerine rağmen, kökten farklı olması koşuluyla yeni bir liderlik etrafında kenetlenmeye hazır. Dünya, Filistin halkından sahip olduğu beceriler, yetenekler ve deneyimlerle yıkılanları kendi eliyle yeniden inşa etmesini bekliyor ve o da bunu yapabilir. Bu sayede Filistinliler, yeniden inşayla başlayacak ama daha iyi bir gelecek planlamakla sona ermeyecek bir ekonomik döngüye dahil olabilirler. Bu, diğer pek çok fırsat gibi, asla kaçmaması gereken değerli bir fırsat. O halde bölünmenin sınırları içinde kalıp daha fazla klişe girişimler mi bekleyeceğiz, yoksa gerçekten o “yeni Filistinli Hariri”yi mi aramaya başlayacağız? O, egemenliğinden yoksun bırakılmış bir devlet, yüzeysel bir temsil arayışında olmayan, bunun yerine aygıtlar için değil insanlar için, geçmiş için değil gelecek için, bağımlılık için değil onur için gerçek bir devlet kurmayı hedefleyen biridir.