Husiler, Yemen’in Hacca şehrinde onlarca kızı kaçırmakla suçlanıyor

İnsan hakları ihlallerinden ve ailelerine şantaj yapılacağından korkuluyor

Hacca’daki kadınların bir fotoğrafı
Hacca’daki kadınların bir fotoğrafı
TT

Husiler, Yemen’in Hacca şehrinde onlarca kızı kaçırmakla suçlanıyor

Hacca’daki kadınların bir fotoğrafı
Hacca’daki kadınların bir fotoğrafı

Yemen merkezli insan hakları örgütleri, Husi milislerini Hacca şehrinde onlarca kızı kaçırmakla suçladı. Kızların insan haklarının ihlal edilmesi ve ailelerinin şantaja maruz kalacağı korkuları arasında, söz konusu ihlallerle suçlanan grubun militanların cezalandırılması çağrıları yapıldı.
Milisler tarafından kaçırılan kızların sayıları hakkında tahminler değişiklik gösteriyor. Ancak birçok kaynak, kaçırma eylemlerinin haftalardır devam ettiğini belirtti. Onlarca genç kız kaçırıldı ve milisler, kaçırılan kızlarla ilgili ahlaksız suçlamalarda bulunarak, amaçlarının gasp veya istismar olduğunu öne sürdü.
Ulusal Komite’nin insan hakları ihlalleri iddialarını araştırmak için kurduğu gözlemci heyetin üyesi olan Hadi Vardan, birkaç gün önce Facebook sayfasında, Hacca şehrinde hiçbir yasal gerekçe olmaksızın evlere baskınlar düzenlendiğini, onlarca kız çocuğunun kaçırıldığını ve şehirdeki Nusayri Cezaevi’ne hapsedildiğini yazdı.
Hacca’da saha kaynaklarından edinilen bilgilere göre kaçırma olayları, milisler tarafından Hacca güvenlik müdürü olarak görevlendirilen Husi lideri Muhammed Sağir Sabla ve Saada vilayetinden resmi bir görevi olmayan ‘Maddumi’ olarak bilinen başka bir Husi liderinin ve  yine resmi bir yetkisi olmayan, Husi liderlerinden Hişam Vahban’ın doğrudan gözetimi altında gerçekleştirildi.
Kaynaklar Şarku’l Avsat’a kaçırılanların, valiliğin kuzeybatısında Ulusal Ordu ile milisler arasında 7 yıldır devam eden çatışmalara tanık olan Haraz ve Abese bölgelerinden yerinden edilmiş ailelerin kaçırılan kızlardan olduğunu söyledi. Kaçırılan kızların polis karakolları da dahil olmak üzere cezaevlerinde ve gizli cezaevlerinde tutulduğu, en fazla kadının Nuseyra cezaevinde olduğu belirtildi.
Hacca’daki bir insan hakları aktivisti Şarku’l Avsat’a, milislerin bu genç kızları ‘topluma zarar vermek ve sabote etmek, dini öğretileri çiğnemek ve İslam’i gelenek ve göreneklere zarar vermekle’ suçladığını, bu suçlamalar için herhangi bir delil veya kendilerine karşı yürütülen prosedürlere ilişkin gerekçe göstermediğini, ayrıca baskınlar sırasında birçoğuna saldırıldığını bildirdi.
Güvenlik nedeniyle adını vermek istemeyen aktiviste göre milisler, bu prosedürler konusunda medyayı kontrol ediyor. Aileler skandal korkusuyla kızlarının başına gelenlere sessiz kalıyor, zira gelenek ve göreneklere bağlı muhafazakâr bir toplumda bu tür suçlamalar başlarına gelebilecek en kötü şeyi temsil ediyor.
Şarku’l Avsat’a konuşan bir başka aktivist, Hacca’da toplumun bu olaylara yönelik kınamasını ve öfkesini dile getirdi. Bunu değerlerine, geleneklerine ve haysiyetlerine yönelik bir saldırı, ayrıca halkı küçük düşürme ve onları milislere boyun eğmeye ve yönetimlerine teslim olmaya zorlama girişimi olarak değerlendirdi.
Adının açıklanmasını istemeyen aktivist, Husi milislerinin suçlarını ve saldırganlıklarını iyice abarttıklarını belirterek, “Bu tür suçlamalar inanılır gibi değil, hiçbir vicdan bunu anlayamaz zira Hacca örf ve âdet olarak en muhafazakar kesimlerden biridir” dedi.
Herkesin birbirini tanıdığı ve itibarına bağlı olduğu Hacca gibi küçük bir şehirde genç kızlara karşı bu tür suçlamaların uydurulmasına şaşırdığını belirten aktivist, Husilerin genç kızlara yönelik suçlamalarını tamamen reddetti.
İnsan hakları aktivisti, kaçırma olaylarının kızların ailelerine şantaj yapmak ve serbest bırakılmaları için fidye almak ya da onları yasadışı faaliyetlerde kullanmak üzere yapıldığını düşünüyor. Olay, milisler tarafından başkent Sanaa’da ceza soruşturması müdürü olarak görevlendirilen Husi lideri Sultan Zabin’in uygulamalarını hatırlattı. Zabin, Yemenli kadınların namusunu kirletmek ve onları casusluk işlerinde kullanmakla ünlenmişti.
Zabin, ABD Hazine Bakanlığı’nın yaptırımlar uygulanan kişiler listesine dahil edilmesinin ardından geçen yılın ortasında gizemli bir şekilde öldürüldü. Çok sayıda BM raporu, Zabin’in işlediği suçları ve ihlallerini ortaya çıkardı.
SAM Haklar ve Özgürlükler Örgütü, bir aydan kısa bir süre içinde kaçırılan kızların sayısını 60 olarak tahmin etti ve bunu "çirkin ve kabul edilemez" olarak nitelendirdi. Genel olarak hiçbir önlemin bulunmadığını ve bireylere, özel olarak da kadınlara uluslararası hukuk tarafından garanti edilen koruma kurallarının ihlal edildiğini, bunun kabul edilemez olduğunu belirtti.
Örgüt, yaptığı açıklamada, Husi grubu tarfından Temmuz ayının başından bu yana tahmini 60 genç kızın kaçırıldığına yönelik sahadaki insanlardan bilgi aldığını açıkladı. Birçok eve yasal izin olmaksızın yapılan silahlı baskınla bu kızların aileleri korku ve dehşeti yaşadı.
SAM, birkaç askeri aracın Hacca’daki yerleşim bölgelerine baskın düzenlediğini, kızların Kurban Bayramı öncesinde, sırasında ve sonrasında sebep gösterilmeksizin evlerinden alındığını, kaçırılan kızlar evlerinden alınırken herhangi bir mahkeme kararı gösterilmediğini belirtti.
SAM, Husi grubunun kızları kaçırma suçunu haklı çıkarmak ve toplumun genç kızları savunmaktan mahtum bırakmak için ahlaksız bir suçlama kullandığını, ancak SAM kaynaklarının bu iddiaları yalanladığını, kabul edilemez ve gerçeğe aykırı bulduğunu belirterek, askerlerin kızlara yönelik cezalandırlması gereken doğrudan bir saldırı olan muamelesini kınadığını belirtti.
Örgüt bu uygulamaların, keyfi tutuklamayı suç sayan birçok yasal metin ve kuralı ihlal ettiğini,  yargı kararı olmaksızın kişilerin özgürlük ve güvenliğini tehdit ettiğini vurguladı. Kızların başına gelenlerin, şüphelileri yakalarken yasaların gerektirdiği prosedürlerin göz ardı edildiği, tam teşekküllü bir adam kaçırma suçu olduğunu belirtti.
İnsan hakları örgütü, silahlı Husi milislerinin kanunsuz eylemlerine son vermek için tüm uluslararası topluma ve BM’ye acil eylem çağrısında bulundu. Kızların koşulsuz olarak derhal serbest bırakılması, ilgililerin ise işledikleri haksız ve ciddi ihlaller nedeniyle adil bir şekilde yargılanmaları çağrısında bulundu.



İsrail yerleşimcileri Batı Şeria'da saldırılarını artırıyor

İsrail güçleri, 20 Kasım 2025'te Batı Şeria'nın Nablus kentinde bir askeri operasyon sırasında mevzi alıyor (EPA)
İsrail güçleri, 20 Kasım 2025'te Batı Şeria'nın Nablus kentinde bir askeri operasyon sırasında mevzi alıyor (EPA)
TT

İsrail yerleşimcileri Batı Şeria'da saldırılarını artırıyor

İsrail güçleri, 20 Kasım 2025'te Batı Şeria'nın Nablus kentinde bir askeri operasyon sırasında mevzi alıyor (EPA)
İsrail güçleri, 20 Kasım 2025'te Batı Şeria'nın Nablus kentinde bir askeri operasyon sırasında mevzi alıyor (EPA)

Batı Şeria’nın farklı bölgelerinde bugün yaşanan olaylar, son aylarda dikkat çekici biçimde artan yerleşimci saldırılarının yeni bir halkasını oluşturdu. Filistin haber ajansı WAFA’nın bildirdiğine göre, bugün (Cuma) sabah saatlerinde Batı Şeria’nın çeşitli bölgelerinde İsrailli yerleşimcilerin Filistinli sivillere ve onların mülklerine yönelik saldırıları yeniden tırmandı.

Güney El Halil’deki (Hebron) Masafer Yatta bölgesine bağlı Harebet el-Mercaz’da yerleşimcilerin Filistinli vatandaşlara yönelik şiddet içeren saldırısına ilişkin görüntüler ortaya çıktı.

Nablus kentinde ise yerleşimciler, Lübban eş-Şarkiye ve Amuriye köyleri arasındaki Taruca Dağı’nda yapım aşamasında olan ve Halil Ebu Senine ile ortaklarına ait altı turistik yapıyı ateşe verdi. Binaların bekçisi yangını söndürmeye çalışırken yanıklar nedeniyle yaralandı.

scd
İsrailli ve Filistinli aktivistler, yerleşimci saldırılarını protesto etmek için Batı Şeria'nın Beyt Cala kasabasında toplandı (AP)

Ayrıca Nablus’un batısındaki Deyr Şeref köyünde Nâsir Nâsir’e ait bir fidanlık yerleşimcilerin saldırısına uğradı; fidanlıktaki bitkiler ve malzemeler tahrip edildi.

Ramallah’ta da yerleşimciler, kentin kuzeyindeki Ebu Fellah köyünde bir tarım odasını kundakladı ve ırkçı sloganlar yazdı.

Beytullahim kentinde İsrail güçleri ve yerleşimcilerin Kisan köyüne yönelik saldırıları sonucu çok sayıda Filistinli gazdan etkilenerek boğulma tehlikesi geçirdi.

Filistinli yetkililere göre 1 ayda 766 saldırı

Duvar ve Yerleşim Birimleriyle Mücadele Kurumu’nun verilerine göre, yerleşimciler Ekim ayında çoğu Ramallah-El Bire, Nablus ve Hebron vilayetlerinde olmak üzere 766 saldırı gerçekleştirdi.

AB ve ABD’den sert tepki

Avrupa Birliği ve Amerika Birleşik Devletleri, Batı Şeria’daki Yahudi yerleşimcilerin gerçekleştirdiği saldırıları sert şekilde kınadı ve aşırı yerleşimci gruplar ile bazı şahıslara yaptırım uyguladı.

Batı Şeria’da yaklaşık 700 bin İsrailli yerleşimci, 3 milyon Filistinli ile birlikte yaşamaktadır.


Trump-Şara görüşmesi: Türkiye Dışişleri Bakanı'nın katılımı ve SDG'nin geleceği

ABD Başkanı Donald Trump ve Suriye Devlet Başkanı Ahmed eş-Şara, Beyaz Saray'da, Washington, 10 Kasım 2025
ABD Başkanı Donald Trump ve Suriye Devlet Başkanı Ahmed eş-Şara, Beyaz Saray'da, Washington, 10 Kasım 2025
TT

Trump-Şara görüşmesi: Türkiye Dışişleri Bakanı'nın katılımı ve SDG'nin geleceği

ABD Başkanı Donald Trump ve Suriye Devlet Başkanı Ahmed eş-Şara, Beyaz Saray'da, Washington, 10 Kasım 2025
ABD Başkanı Donald Trump ve Suriye Devlet Başkanı Ahmed eş-Şara, Beyaz Saray'da, Washington, 10 Kasım 2025

Ömer Önhon

ABD Başkanı Donald Trump'ın 10 Kasım'da Suriye Devlet Başkanı Ahmed eş-Şara'yı Beyaz Saray'da ağırlaması, türünün ilk örneği olan önemli bir olaydı.

Trump, ofisinde Şara'ya karşı olağanüstü bir sıcaklık gösterdi ve bu sıcaklık, neşeli hediye alışverişleriyle de vurgulandı. Görüşmeyi, Şi Cinping, Putin, Erdoğan ve Orban gibi sevdiği anlamına gelmese de hayran olduğu yabancı liderler için sıklıkla kullandığı “zor bir coğrafyada güçlü bir adam” ifadesiyle de süsledi.

Yakın zamana kadar ABD'nin en çok aranan teröristler listesinde yer alan ve yakalanmasını sağlayacak bilgiler sunanlara 10 milyon dolar ödülün vaat edildiği Şara, artık yeni bir yüz.

Suriye'de Kürtler, Aleviler ve Dürziler gibi azınlıklara yönelik muamele konusunda bazı endişeler devam etse de ABD ve uluslararası toplum, cihatçı geçmişini bir kenara bırakarak ona yeni bir Suriye düzeni inşa etme yolunda ilerlemesi için siyasi kredi sundu.

Şara, ülke genelinde DEAŞ hücrelerine karşı son dönemde yürütülen operasyonlar, Suriyeli Hristiyanlara yönelik bir arada yaşama ve hoşgörü gösterileri ile Suriyeli Yahudilerle yaptığı görüşmelerle de kanıtlandığı üzere, halkla ilişkilerin önemini kavramış bir pragmatist.

Trump-Şara görüşmesinin en önemli sonucu, Suriye'nin DEAŞ’a karşı kurulan Uluslararası Koalisyon’a katılımını duyurmasıydı. Suriyeli Kürtlerin yeni düzene entegrasyonu tartışılan en önemli konulardan biriydi ve Şam ile Suriye Demokratik Güçleri'nin (SDG) gelecek hafta görüşmelere yeniden başlaması bekleniyor.

Yaptırımlar cephesinde bir miktar ilerleme kaydedildi, ancak Sezar Yasası'nın tamamen yürürlükten kaldırılması gerekiyor ve bu süreç Kongre onayı gerektiriyor.

İki lider ayrıca Suriye ve İsrail arasında bir güvenlik anlaşması imzalanması olasılığını da görüştü. Şara, Suriye'nin İsrail ile iyi ilişkiler kurma arzusunu yineledi ve devam eden görüşmeler olduğundan açıkça bahsetti, ancak İsrail işgali Golan Tepeleri'nin tamamını kapsayacak şekilde genişlerken ve hatta yeni Suriye topraklarına uzanırken bir anlaşma imzalamanın imkansız olduğunu da belirtti. ABD'nin bu ikilemden bir çıkış yolu bulacağına söz verdiği bildirildi.

Tartışılan diğer konular arasında Suriye'deki idari sistemin geleceği ve petrol kaynaklarının kullanımı ve dağıtımı konusu da vardı

Suriye Demokratik Güçleri/Halk Koruma Birlikleri (SDG\YPG) şu anda ülkenin petrol sahalarının çoğunu kontrol ediyor ve bu da Şam'ı, Dünya Bankası'nın son raporlarında yer alan en temkinli tahminlere göre yaklaşık 216 milyar dolar olarak tahmin edilen ve yeniden inşa için hayati önemde olan bir gelir kaynağından mahrum bırakıyor.

Washington ziyaretinin en büyük sürprizi, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan'ın katılımıydı. Türkiye, başlangıcından bu yana Suriye krizinde en önemli aktörlerden biri oldu ve bu ülkenin geleceğinde önemli bir söz sahibi. Fidan'ın Washington'da bulunması bir tesadüf değildi; ABD'nin daveti üzerineydi. Fidan, Trump ile Şara arasındaki görüşmenin bir kısmına katıldı.

cd
Trump, Beyaz Saray'da, ABD Başkan Yardımcısı J.D. Vance ve ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack'ın da katılımıyla Şara ve Suriye Dışişleri Bakanı Esad el-Şeybani ile görüştü, 10 Kasım 2025 (AFP)

Fidan daha sonra ABD Dışişleri Bakanı Rubio ve Suriye Dışişleri Bakanı Esad Hasan Şeybani ile Özel Temsilciler Steve Witkoff ve Tom Barrack ile bir araya geldi. ABD Başkan Yardımcısı J.D. Vance de bir ara görüşmeye katıldı.

Türkiye'nin Suriye'de birçok çıkarı ve endişesi var; bunların başında da Kürt sorunu geliyor. Sınırları içindeki Kürdistan İşçi Partisi'ni (PKK) ortadan kaldırmayı hedeflerken, aynı zamanda Suriye'de PKK'nın Suriye kolu olan YPG’nin oluşturduğu tehditleri sınırlayacak bir rejimin kurulması için çalışıyor. Türk-Amerikan ilişkileri, özellikle Biden yönetimi döneminde bu konuda keskin anlaşmazlıklara sahne oldu. Washington, YPG'nin PKK’nın bir uzantısı olmadığı konusunda ısrarcı olmuş ve Türkiye'nin endişelerine bir ölçüde kayıtsızlıkla yaklaşmıştı.

Ancak mevcut ABD Başkanı, Erdoğan ile iyi ilişkilere sahip ve Türkiye'nin, ABD çıkarlarıyla uyumlu olması koşuluyla, Suriye'de önemli bir rol oynamasını istiyor. Trump, ülkesinin SDG/YPG'ye yönelik politikasını değiştirdi, ancak ortada radikal bir değişim olduğunu söylemek zor. Görünüşe göre amacı, bu güçleri Suriye ordusuna entegre ederek meşrulaştırmak.

Türkiye'nin Suriye'de birçok çıkarı ve endişesi var; bunların başında da Kürt sorunu geliyor

Birçok kişi, Hakan Fidan'ın Washington'daki toplantılara katılımının Türkiye, ABD ve Suriye'yi bir araya getirerek çözüm bulmak için üçlü bir masanın kurulduğunu yansıttığına inanıyor. Katılımcı yetkililerin pozisyonları ve basit bir mantık, bu masanın, anlaşılır nedenlerle açıkça bulunmasalar bile, YPG ve İsrail'i de içerdiğini açıkça gösteriyor.

Bu hipotez, ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi Büyükelçi Tom Barrack tarafından X platformundaki hesabından şu ifadelerle doğrulandı: “Dışişleri Bakanları Rubio, Hakan Fidan ve Esad Şeybani'yi bir araya getiren önemli üçlü toplantıda, ABD-Türkiye-Suriye çerçevesinin bir sonraki aşamasının özelliklerini belirledik. Bunlar SDG'nin Suriye'nin yeni ekonomik, savunma ve sivil altyapısına entegre edilmesi, Türkiye-Suriye-İsrail ilişkilerinin yeniden tanımlanması ve İsrail ile Hamas arasındaki ateşkesin temelini oluşturan uzlaşının güçlendirilmesidir.”

Bazı gözlemciler, Fidan'ın davet edilmesini, Washington'un Türkiye'nin sürece yalnızca engel olmamasını değil, aynı zamanda sürece aktif olarak katılmasını sağlama arzusunun bir göstergesi olarak görüyor.

Onlarca yıl boyunca bir güvenlik tehdidi olarak görülen Suriye'deki Kürtler ise Esed döneminde baskıya maruz kaldılar. Birçoğuna kimlik bile verilmedi ve önemli bir kısmı vatandaşlıktan mahrum bırakıldı. 2011'de patlak veren Suriye krizi onlara bir fırsat sundu. Siyasi ve askeri olarak örgütlendiler ve 2014'ten itibaren ABD sürece dahil olarak SDG/YPG’yi eğitti, donattı ve genişletti.

Krizin başlangıcından ve Esed rejiminin devrilmesinden bu yana, bu güçler kazanımlarından vazgeçmeyeceklerini ve 2011 öncesi statükoya geri dönülmeyeceğini deklare ettiler. Belki de ilkelerden ziyade siyasi pragmatizmden hareketle Kürtler, Suriye'nin parçalanmasını değil, “demokratik birlik” adını verdikleri bir kavram dahilinde, Suriye’nin toprak bütünlüğü çerçevesinde taleplerine ulaşmayı amaçladıklarını vurguluyorlar.

x
Suriye Devlet Başkanı Ahmed Şara ve Mazlum Abdi, 10 Mart'ta Şam'da Özerk Yönetim kurumlarının Suriye devletine entegre edilmesini öngören anlaşmayı imzaladıktan sonra (SANA/AFP)

Kürtler, merkezi olmayan bir idari sistem kurulması, silahlı kuvvetlerinin korunmasının yanı sıra petrol gelirlerinden adil bir pay talep etmek konusunda ısrarcı. Trump ve Şara arasındaki Washington görüşmesinin ardından, SDG Lideri Mazlum Abdi, sosyal medya hesabından Başkan Trump'a teşekkür eden bir mesaj paylaştı. Ayrıca, Beyaz Saray'daki görüşmenin sonuçları hakkında Tom Barrack ile yaptığı harika bir telefon görüşmesinden de bahsetti. Abdi, güçlerinin Suriye devletine entegrasyon sürecini hızlandırma konusundaki kararlılığını vurguladı.

Şam ve Suriyeli Kürtler arasında görüşmeler

ABD yönetimi, Şam ve SDG/YPG de dahil olmak üzere çok sayıda kaynak, iki tarafın önümüzdeki hafta başında ABD gözetimi ve himayesinde bir görüşme gerçekleştireceğini bildirdi.

PYD’nin önde gelen isimlerinden Salih Müslim, bir Kürt gazetesine yaptığı açıklamada, Türkiye Dışişleri Bakanı Hakan Fidan'ın Washington görüşmelerine katılımının, Türkiye'nin 10 Mart anlaşmasını ve ardından gelen süreci kabul ettiği şeklinde yorumlanabileceğini belirtti.

Gelişmeler Salih Müslim'in yorumunu doğruluyor gibi görünse de Türkiye'nin bugüne kadar kamuoyuna açıkladığı, PKK ve YPG’nin tamamen dağıtılması ve varlıklarının fiilen sona erdirilmesi yönündeki tutumuyla örtüşmüyor.

Henüz nihai bir karar veya resmi bir açıklama yayınlanmamış olsa da Şam ve Kürtler arasındaki görüşmeler aşağıdakileri içeren bir formüle doğru ilerliyor:

- SDG/YPG'nin Suriye Ordusu'na bir veya iki tümen ve iki tugay şeklinde entegre edilmesi.

- Bu birliklerin, Suriye'nin kuzeydoğu ve doğusunda SDG kontrolündeki bölgelerde konuşlandırılması.

- Gerektiğinde ülke genelinde konuşlandırılmak üzere en az bir terörle mücadele birliğinin tahsis edilmesi.

- Suriye Savunma Bakanlığı'nın üst düzey yönetim kadrolarına birkaç üst düzey SDG/YPG komutanının dahil edilmesi.

Bu güçlerin silahlı oluşumlarını, liderliklerini ve silahlarını korumalarına olanak tanıyan bu formül, Türkiye'nin tutumu ve talepleriyle çelişiyor. Zira bu, güçlerin dağıtılması değil, Suriye devleti ve savunma kurumları içinde yasal statü kazanmaları ve böylece meşrulaştırılmaları anlamına geliyor.

Gelişmeler Salih Müslim'in yorumunu doğruluyor gibi görünse de Türkiye'nin bugüne kadar kamuoyuna açıkladığı tutumuyla örtüşmüyor

Buna ilaveten, Türkiye ve Kuzey Irak'taki PKK mensupları meselesi de önemli bir konu. Reuters'ın geçen hafta yayınladığı bir habere göre, Türkiye, yaklaşık 8 bin PKK mensubunun Kuzey Irak'ta saklandıkları yerlerden geri dönmelerini sağlayacak bir anlaşmayı sonuçlandırmak için çalışıyor. Şarku'l Avsat'ın al Majalla'dan aktardığı analize göre bu, Suriye ile yakından bağlantılı, çünkü bazılarının oraya yerleşmeyi tercih etmesi bekleniyor ve bu da YPG saflarını güçlendirebilir.

2011'den bu yana yaşanan Suriye krizi, Suriye'de yaşananların orada kalmadığını gösterdi. Bu, “PKK ile barış süreci”nin yanı sıra, halihazırda huzursuz ve endişeli olan Türkleri daha fazla endişelendirmemek ve kızdırmamak adına “Ulusal Birlik ve Kardeşlik Projesi” olarak da adlandırılan oldukça karmaşık bir yolda ilerleyen Türkiye için kritik bir nokta.

Belki de bu nedenle, Washington'daki gülümsemelerine rağmen Fidan, basın toplantısında bir uyarıda bulunarak, Suriye'nin kuzey, kuzeydoğu ve güneyindeki sorunların kötü yönetilmesinin Suriye'nin toprak bütünlüğünü tehdit edebileceğini ve daha fazla parçalanmaya yol açabileceğini belirtti.

Ancak Fidan'ın Amerikalı mevkidaşıyla görüştüğü tek konu Suriye değildi. Filistin meselesi, özellikle Gazze'deki ateşkes, Rusya-Ukrayna savaşı, Rus petrolüne yönelik yaptırımlar ve İran meseleleri de dahil olmak üzere diğer konularda derinlemesine görüşmeler yaptıklarını da ifade etti.

Gazze'de ateşkes, Suriye ve Türkiye-İsrail ilişkileriyle de bağlantılı olduğu için özellikle önemli. Gazze'deki savaşın patlak vermesinden bu yana Türkiye, Filistinlilerin yanında kararlı bir şekilde durdu ve bu durum İsrail ile ilişkilerinde eşi benzeri görülmemiş bir bozulmaya yol açtı. Başkan Trump'ın barış planının kilit destekçilerinden biri olan Türkiye, istikrar gücüne katkıda bulunmak üzere asker göndermek de dahil olmak üzere süreçte rol oynamaya hazır olduğunu açıkladı. Ancak İsrail, bu duruma karşı çıktı ve Dışişleri Bakanı Katz, Hamas ile olan bağlarını öne sürerek Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı eleştirdi.

Türkiye ile İsrail arasında Suriye'de bir çatışma olasılığı, işlerin daha da kötüleşmesini engellemeye çalışan ABD için anlaşılır bir endişe kaynağı.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarfından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.


Ben-Gvir, itfaiye aracı bağışı ve 17 gencin eğitimiyle Suveyda sakinlerinin gönlünü kazanmaya çalışıyor

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, çarşamba günü üst düzey savunma, dışişleri ve güvenlik yetkilileri eşliğinde Suriye sınırındaki tampon bölgeyi gezdi. (İsrail Hükümeti Basın Ofisi)
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, çarşamba günü üst düzey savunma, dışişleri ve güvenlik yetkilileri eşliğinde Suriye sınırındaki tampon bölgeyi gezdi. (İsrail Hükümeti Basın Ofisi)
TT

Ben-Gvir, itfaiye aracı bağışı ve 17 gencin eğitimiyle Suveyda sakinlerinin gönlünü kazanmaya çalışıyor

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, çarşamba günü üst düzey savunma, dışişleri ve güvenlik yetkilileri eşliğinde Suriye sınırındaki tampon bölgeyi gezdi. (İsrail Hükümeti Basın Ofisi)
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, çarşamba günü üst düzey savunma, dışişleri ve güvenlik yetkilileri eşliğinde Suriye sınırındaki tampon bölgeyi gezdi. (İsrail Hükümeti Basın Ofisi)

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun yaklaşık bir yıldır İsrail’in işgali altında bulunan Suriye’nin güney bölgelerine yaptığı provokatif turdan ve aynı anda Suriye’den yürütülen silah kaçakçılığı ağının ortaya çıkarılmasından bir gün sonra, İsrail makamları dikkat çeken bir açıklama yaptı. Açıklamaya göre İsrail, Suveyda’dan 17 Dürzi gencine profesyonel yangın söndürme eğitimi vermeyi ve vilayete bir itfaiye aracı hediye etmeyi planlıyor.

Bu açıklama, sosyal medyada geniş yankı uyandırdı. Paylaşımların çoğunda, İsrail’in niyetlerine yönelik eleştiriler ve uyarılar öne çıktı. Sosyal medya kullanıcıları, Beşşar Esed rejiminin devrilmesinden bu yana İsrail’in 450 kilometrekareyi aşan Suriye toprağını işgal ettiğine (1967’den beri işgal altında tuttuğu Golan Tepeleri’ne ek olarak) ve Şam’dan ülkenin güney ve güneybatı sınırlarına uzanan bölgede güvenlik kontrolünü dayattığına dikkat çekti.

İsrail güçlerinin Suriye topraklarına ilk adım attığı günden bu yana bölgede gerilim yarattığı, toplumsal çatışmaları körüklemeye çalıştığı, hava saldırıları ve topçu bombardımanları düzenlediği, hatta Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nı hedef aldığı belirtildi. Bu adımların, Şam yönetimine baskı kurmak ve onu güvenlik anlaşmalarına zorlamak amacı taşıdığı ifade edildi.

Gelen son bilgilere göre, Arap karşıtı söylemleri, aşırı sağcı tutumu ve ırkçı görüşleriyle bilinen İsrail Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir bakanlığına bağlı İtfaiye Kurumu’na Suveyda’ya bir itfaiye aracı gönderilmesi yönünde talimat verdi. Ben-Gvir bu adımı ‘üst düzey insani bir girişim’ olarak tanımladı. Ancak bölge kamuoyu, özellikle Araplarla ilgili politikaları göz önüne alındığında, Ben-Gvir’in bu girişiminin insani amaçlar taşıdığına pek ihtimal vermiyor. Bu nedenle söz konusu adımın gerçekten Suveyda’da çıkabilecek yangınlara destek olmayı mı hedeflediği, yoksa bölgede yeni fitneler ve çatışma alanları yaratmayı mı amaçladığı yönünde soru işaretleri doğmuş durumda.

cdft
İsrail Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir, 28 Ocak 2024 tarihinde Gazze Şeridi ve Batı Şeria'nın kuzeyinde yerleşim yerlerinin yeniden inşası için çağrıda bulunan bir konferansta konuşuyor. (Reuters)

Gelen bilgiler, söz konusu girişimin İsrail’in güney Suriye’deki nüfuzunu ‘insani yardım’ görünümü altında genişletmeyi hedefleyen daha kapsamlı bir planın parçası olabileceği yönünde. Bu çerçevede İsrail’in, Suriye toplumunda ayrışma yaratmak amacıyla Dürzi topluluğu ile ‘özel bağlara’ sahip olduğu iddiasını öne çıkardığı değerlendiriliyor.

Şarku’l Avsat’ın Yediot Aharonot’tan aktardığına göre Dürzi topluluğundan 17 genç, üç hafta sürecek yoğun bir itfaiyeci eğitimine tabi tutulacak. Programın ardından her bir katılımcı, tam teçhizatlı şekilde Suriye’ye dönecek. Ayrıca Suveyda’da yeni bir itfaiye istasyonu kurulacağı ve bölgeye bir itfaiye aracı gönderileceği bildirildi.

Haberde, Ben-Gvir’in “Suriye’deki itfaiye istasyonu acil durumlarda kurtarma kapasitesi sağlayacak” dediği aktarıldı. Haberin devamında, İsrail’in, güney Suriye’deki Dürzilerle ilişkisini ‘derin bir stratejik bağ’ olarak nitelendirdiği ve sınırın ötesinde yaşayan Dürzi aileleri de bu çerçevede değerlendirdiği ifade edildi.

Ben-Gvir’in ayrıca şu sözlerine yer verildi: “İsrail’deki Dürzi topluluğuyla ilişkileri güçlendirmeyi sürdüreceğiz. Bunu hem ulusal güvenlik kurumlarında Dürzi subayların üst görevlere getirilmesiyle hem de ihtiyaç duyulan her alanda destek ve yardım sağlayarak yapacağız.”

xsd
İşgal altındaki Golan Tepeleri'nden İsrail ile Suriye sınırında kaçakçılık faaliyetlerinin artması, bu bölgeyi ‘Ekim 2023'ten bu yana silah ve uyuşturucu kaçakçılığının aktif bir merkezi’ haline getirdi. (İsrail Ordusu)

Söz konusu haber, çarşamba günü ortaya çıkarılan Suriye kaynaklı silah kaçakçılığı ağına ilişkin polis tarafından yayımlanan yeni detaylarla aynı dönemde gündeme geldi. Tel Aviv tarafından ‘Dürzi ağı’ olarak adlandırılan yapılanmanın tüm üyelerinin (18 kişi) Dürzi kökenli olduğu açıklandı.

Ağda yer aldığı belirtilen bazı isimler kamuoyuyla paylaşıldı. Buna göre Şefa Amr kentinde yaşayan 49 yaşındaki Rami Ebu Şah, yapılanmanın lideri olarak gösteriliyor. Diğer üyeler arasında Suriye’nin Hadr köyünden Yaser Burcas (29), Revad el-Bassar (25) ve Selman Ebu Kays (51) bulunuyor.

İsrail tarafında gözaltına alınanlar arasında ise Rami Ebu Şah’ın yanı sıra Yarka köyünden Emir Selman (25) ve Munir Ebu Davud (26) yer alıyor. Ayrıca İsrail ordusuna mensup askerler arasında İyad Halebi (45), Emel Selim (26), Suheyl Meadi (21) ve Şefa Amr’dan Salih Hanayfis’in (23) tutuklandığı bildirildi. Kimliklerinin açıklanmasına izin verilmeyen sekiz kişinin daha gözaltında olduğu ifade edildi.

xsdf
Suriye'den İsrail'e silah kaçakçılığı… Tel Aviv, düzenli ve yedek askerler dahil olmak üzere beş kişinin olayla ilgisi olduğunu açıkladı. (Polis Sözcüsü)

İsrail basınında yer alan sızıntılara göre, silah kaçakçılığında kullanılan araçların orduya ait kamyon ve askeri taşıtlar olduğu iddia edildi. Silahları ülkeye getirenlerin ise Bedevi aşiretlerin saldırısı sırasında Suveyda’yı savunmak için Suriye’ye geçtiklerini öne süren İsrailli Dürziler olduğu belirtildi. Bu kişilerin bölgede çok büyük miktarda silah buldukları ve bunları son derece düşük fiyatlara satın aldıkları ifade edildi. Aktarılan bilgilere göre bir tabanca bin şekel (yaklaşık 300 dolar), bir makineli tüfek 3 bin şekel, bir RPG roketatar ise 4 bin şekele alınmış; bu silahların İsrail’de beş ila on katı fiyatlarla satıldığı kaydedildi. Ayrıca, Suveyda’ya gönderileceği duyurulan itfaiye aracına ilişkin haberin, silah ticareti skandalının üzerini örtmeye yönelik bir girişim olabileceği ihtimali de gündeme geldi.