İran’ın yeni taleplerinin ardında hangi hedefler var?

The Independent Arabia’ya konuşan uzmanlar, Tahran’ın uluslararası durumu kullanmaya ve işleri oldu-bittiye getirmeye çalıştığını söylediler

İran, geçtiğimiz yıl boyunca nükleer programını hızlandırmaya çalıştı (AFP)
İran, geçtiğimiz yıl boyunca nükleer programını hızlandırmaya çalıştı (AFP)
TT

İran’ın yeni taleplerinin ardında hangi hedefler var?

İran, geçtiğimiz yıl boyunca nükleer programını hızlandırmaya çalıştı (AFP)
İran, geçtiğimiz yıl boyunca nükleer programını hızlandırmaya çalıştı (AFP)

İnci Mecdi
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin (BMGK) 5 daimî üyesi ve Almanya ile İran arasında 2015 yılında imzalanan ve resmi adı Kapsamlı Ortak Eylem Planı (KOEP) olan nükleer anlaşmanın canlandırılmasına yönelik Avusturya'nın başkenti Viyana'nın ev sahipliğinde yaklaşık 14 ay süren ve anlaşmayı imzalayan tarafların arabuluculuğunda İran ile ABD arasında dolaylı olarak yapılan müzakereler geçtiğimiz Mart ayında askıya alındı. Oysa bu yılın başlarından bu yana yakında yeni bir anlaşmaya varılabileceğine dair haberler basında yer alıyordu. Ancak İran, bu ayın başlarında, basına açıklamadığı yeni taleplerle müzakerelere katılan tarafları şaşkına uğrattı. Bu da İran’ın müzakereler sırasında benimsediği bir yaklaşım olarak müzakerelerin ertelenmeye devam edeceği anlamına geliyor.
İran'ın yeni talepleriyle ilgili bir bilinmezlik hüküm sürerken Fransa'nın BM Nezdindeki Daimî Temsilcisi Nicolas de Riviere, BMGK’nın bu ayın başlarında KOEP ile ilgili toplantısında yaptığı açıklamada, “İran'ın sadece masadaki teklifi kabul etmekle kalmadığını, aynı zamanda aşırı ve gerçekçi olmayan taleplerle KOEP’in dışında kalan başka konular ortaya koyduğunu görüyoruz” ifadelerini kullandı.

Yeni taleplerin çevresini saran bilinmezlik
The Independent Arabia, ABD Dışişleri Bakanlığı Basın Ofisi’nden yorum talebinde bulunduysa da Bakanlık, İran'ın talepleriyle ilgili detaylara dair yorum yapmaktan kaçındı. Basın Ofisi, The Independent Arabia’nın talebine yanıt olarak ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Nick Price'ın 5 Temmuz'da düzenlediği basın toplantısında yaptığı ve ‘İran'ın son haftalarda, nükleer anlaşmaya uyacağına dair siyasi bir taahhütte bulunmak yerine, sürekli olarak yalnızca İran’ın nükleer programıyla ilgili olan müzakerelerin kapsamı dışında kalan ve nükleer anlaşmanın sınırlarını aşan konularda taleplerde bulunduğunu’ söylediği açıklamanın bir metnini göndermekle yetindi. Price, aynı açıklamasında, “KOEP’in dar sınırlarının ötesinde herhangi bir şey teklif etmek, ciddiyet ve bağlılık eksikliği olduğunu gösterir” dedi.
Müzakerelere katılan taraflar, geçtiğimiz Mart ayında sonuca ulaşmak üzereyken İran'ın ABD’de Demokratların ve Cumhuriyetçilerin reddettiği bir talep olan Devrim Muhafızları Ordusu’nun (DMO) ABD’nin terör örgütleri listesinden çıkarılmasındaki ısrarı nedeniyle müzakereler sekteye uğradı.
Geçtiğimiz yıl nükleer programını hızlandırmaya çalıştığı kimse için sır olmayan İran, geçtiğimiz yıl boyunca, nükleer çalışmalar alanında daha fazla bilgi edinmeyi ve 2015 tarihli nükleer anlaşmadaki taahhütlerinin büyük bir bölümünü ihlal eden başka adımlar atamayı başardı. Nükleer anlaşma ile yüzde 3,67 olarak sınırlandırılan uranyum zenginleştirme oranını yüzde 60’a yükselttiğini duyurdu. Bu, atom bombası elde etmek için gerekli olan yüzde 90 seviyesine oldukça yakın bir oran olsa da İran böyle bir niyeti olmadığını açıkladı. Bu yüzden İran’ın nükleer programıyla ilgili olmayan yeni talepleri müzakere masasına getirmesi, yalnızca bir oldu-bitti dayatmak için daha fazla zaman kazanmak istediği anlamına geliyor.
Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA) Başkanı Rafael Grossi, İspanya’nın El Pais gazetesine verdiği ve 22 Temmuz Cuma günü yayınlanan röportajda, İran’ın nükleer programının hızla ilerlediğini ve UAEA’nın sınırlı bir izleme yapabildiğini söyledi.

Ayrılıkçılar ve bölgesel faaliyetler
Şarku’l Avsat’ın The Independent Arabia’dan aktardığı analiz habere göre İran’ın niyetleri ortada olsa da taleplerini çevreleyen belirsizlik devam ediyor. Batı'nın ve hatta İran'ın bu yeni taleplerin niteliğine dair susmayı tercih etmeleri onları daha da belirsizleştiriyor.
The Independent Arabia, Tahran’ın müzakerelerin ertelenmeye devam etmesinden belirli koşullara bağlı bir anlaşma imzalamaktan daha fazla faydalandığını düşünen İran meselelerinde uzman gözlemcilerden bazılarının görüşlerine başvurdu. Kanada'daki Montreal Üniversitesi'nde İran işleri uzmanı araştırmacı Vahid Yücesoy, İran'ın yeni taleplerinin niteliğiyle ilgili spekülasyonların daha fazla olduğunu ve bu taleplerin nükleer anlaşmayla hiçbir ilgilerinin olmadığının söylendiğini belirtti. Bunun da İran'ın bölgesel maceraperestliğinden yurtdışında yaşayan muhaliflere yönelik eylemlerine kadar her şey değişebileceği için yeni bir anlaşmanın engellenmesine katkıda bulunduğunu kaydetti. Yücesoy’a göre eğer söz konusu talepler, İran’ın nükleer programıyla ilgiliyse bu, uranyum zenginleştirme oranının daha önce KOEP’teki öngörülenden daha fazlasının verilmesi talebi olabilir.

Petrol ticareti
Washington Yakın Doğu Araştırmaları Enstitüsü Yönetici Direktörü Robert Satloff, İran'ın bir anlaşma yapmak için acelesi olmadığının kesin olduğu değerlendirmesinde bulundu. Mevcut durumun İran’ın lehine göründüğünü söyleyen Satloff, “Bu da mevcut durumda bir anlaşma imzalayarak elde edeceği görünür çıkarlardan daha ağır basan gizli çıkarları olduğu anlamına gelir. Bu çıkarlardan biri, İranlıların elde ettiği ve üzerinde çalışmaya devam ettiği nükleer programda ilerleme kaydetmektir” ifadelerini kullandı.
İran’ın gizli petrol ticaretinden doğrudan ve mali olarak yararlanmasından dolayı DMO’nun mevcut durumdan özel bir çıkar sağladığına dikkati çeken Satloff, “İran'ın petrol satışları yasal hale gelirse ve yeni nükleer anlaşma uyarınca devlet kontrolü altına girerse DMO bu çıkarını kaybeder” yorumunda bulundu. Satloff, İran'ın yeni bir anlaşma istemediğini ya da en azından buna ihtiyacı olmadığını da sözlerine ekledi.
İranlı yetkililer, yaptırımların katkıda bulunduğu ve kötü ekonomik koşulların önemli bir parçası olduğu İran’daki mevcut kasvetli ekonomik görünüm nedeniyle rejim karşıtı protesto gösterileri yüzünden kesinlikle bu açmaza bir son vermek istiyorlar. ABD eski Başkanı Donald Trump'ın 2018 yılının Mayıs ayında nükleer anlaşmadan tek taraflı olarak çekilmiş, İran’a ağır yaptırımlar uygulamış ve Tahran'a karşı azami baskı politikası uygulamıştı. İranlı yetkililer de bunu nükleer anlaşmadaki taahhütleri ihlal etmek için bahane olarak kullandılar. Bu yüzden İranlı yetkililer, ABD’nin anlaşmayı tek taraflı olarak terk etmeyeceğine dair garantiler de talep ediyorlar.
İran Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan, geçtiğimiz hafta yaptığı bir açıklamada, Tahran’ın nükleer anlaşmanın ikinci kez başarısızlığa uğramaması için ABD'den anlaşmanın canlandırılmasıyla ilgili ekonomik garantiler talep ettiğini söyledi.

Rusya-Batı çekişmesi
Ancak mesele Rusya-Batı çekişmesiyle yakından ilgili. Rusya ve İran, Batı'ya baskı yapmayı ve Batı’yı birçok konuda boğmayı ortak bir çıkar olarak görüyorlar. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, geçtiğimiz hafta, ekonomik, askeri ve ticari iş birliğini geliştirmek üzere Tahran'ı ziyaret etti. Ziyaret, Beyaz Saray'ın İran’ın Ukrayna'da kullanılmak üzere Moskova'ya askeri insansız hava araçları (İHA) satmaya hazırlandığını açıklamasından yaklaşık bir hafta sonra gerçekleşti.
 İran işleri uzmanı Vahid Yücesoy, İran’daki dinci siyasal hükümetin her zaman sadece ayakta kalmaya yatırım yapmaya çalıştığını ve bunun için yakaladığı tüm fırsatlardan yararlanmakta usta olduğunu söyledi. Tahran, İran'ın petrol rezervlerinin Venezuela'nınkilerle birlikte artık enerji fiyatlarını düşürmeye yardımcı olmak için vazgeçilmez olduğunu anladığından Rusya-Ukrayna savaşı bu fırsatlardan biri olduğunu söyleyen Yücesoy, “İran, bir taşla iki kuş vurmak, ABD ve Avrupa Birliği'ni (AB) anlaşmanın şartlarını kabul etmeye zorlamak ve nükleer anlaşma imzalandıktan sonra petrol gelirlerini önemli ölçüde artırmak istiyor” yorumunda bulundu.



Filistin için son şans: Bir devlet mi yoksa fraksiyonlar devletçiği mi

Dünya, enkazdan yükselecek birleşik bir Filistin projesini bekliyor (Reuters)
Dünya, enkazdan yükselecek birleşik bir Filistin projesini bekliyor (Reuters)
TT

Filistin için son şans: Bir devlet mi yoksa fraksiyonlar devletçiği mi

Dünya, enkazdan yükselecek birleşik bir Filistin projesini bekliyor (Reuters)
Dünya, enkazdan yükselecek birleşik bir Filistin projesini bekliyor (Reuters)

Tony Boulos

Hamas'ın Gazze Şeridi sınırında gerçekleştirdiği Aksa Tufanı saldırısının ardından Gazze Şeridi'nde yaşanan yıkıcı savaşın üzerinden geçen yaklaşık iki yılın akabinde, Filistin davası yalnızca askeri harekâtla veya direniş sloganlarıyla sonuçlandırılamayacak kritik bir siyasi aşamaya giriyor. Savaş artık yalnızca İsrail ile değil, zamanla, özle ve bütünlüğünü yitirmiş Filistin siyasi sisteminin meşruiyetiyle bir savaşa dönüştü. Sadece dayanışma için değil, aynı zamanda yalnızca Filistin'in iç yapısının yeniden yapılandırılması ile başlayacak kapsamlı bir çözüm üretmek için de gerçek bir Arap-uluslararası mutabakat arayışı acil hale geldi. İç yapının yapılandırması ise Hamas'ın paralel bir silahlı güç olarak sahneden çekilmesinden ve Filistin Ulusal Otoritesi’nin  karar alma gücünü, meşruiyetini ve Arap desteğini yeniden kazanmasından geçiyor.

Bu, Lübnan'ın yaşadığına benzer büyük bir sınav anı. Lübnan’da da Hizbullah'ın askeri ve mali sistemi dağıtılmadan, devlet karar alma yetkisini geri kazanmadan ülkede çözüm haritasını uygulamaya koymanın bir yolu yok. Devlet dışı silahın gölgesinde ulusal bir projenin inşa edilemediği Lübnan'da olduğu gibi, Filistin'de de coğrafyayı ve meşruiyeti paylaşan fraksiyonların veya paralel otoritelerin şemsiyesi altında bir devlet kurulamaz. Filistin değişti, dünyanın Filistin algısı değişti, güç dengesi değişti. Peki liderlik araçları değişti mi? Filistinlilerin gelecek vizyonu değişti mi? Fetih ve Hamas, otorite ve direniş, iç çatışma ve dış bağımlılık gibi eski ikiliklerin esiri olmaya devam mı ediyorlar? Bir sonraki aşama, açıkça, sadece bir direniş aşaması değil. Bu, bir anavatanın yeniden inşası, bir halkın direnişinin desteklenmesi ve yıkımın yıkıntılarından bir devlet çıkarma aşamasıdır. Bu aşama, sloganlardan ve daha derin bir söylemden daha fazlasını gerektiriyor.

Silahlar susar, ama savaş bitmez

Burada Lübnan'ın iç savaş sonrası deneyimini hatırlamak faydalı olacaktır. Savaş, yalnızca Taif Anlaşması'nın imzalanması değil, daha ziyade Arap ve uluslararası çıkarların kesişmesi sonucu sona erdi. Buna bir de daha sonra ortaya çıkan çekincelerine rağmen, o anı ulusal bir projeye nasıl dönüştüreceklerini bilen Lübnanlı figürlerin varlığı eşlik etmişti. Tıpkı Lübnan'ın savaş sonrası döneme liderlik etmesi için Refik Hariri'ye ihtiyaç duyması gibi, Filistin'in de bugün sadece kırılgan bir idari yapı değil, gerçek bir Filistin devleti kurabilecek bir figüre -veya gruba- ihtiyacı var.

Yıllar sonra ilk kez, dünya Filistin devletinin fiilen tanınması yönünde ilerlemeye başladı. İspanya, Norveç, İrlanda, Slovenya ve Güney Afrika Filistin devletini tanıdı. Fransa ve diğer ülkeler de resmi olarak tanımayı düşünüyorlar. Sahne değişiyor. Haritalar yeniden çiziliyor. Gazze'ye yönelik savaş, tüm vahşetine rağmen, Filistin'i bir kez daha uluslararası kararların merkezine yerleştirdi. Fakat şimdiki temel soru şu: Biz buna hazır mıyız? Filistinliler, bu tarihi anı değerlendirebilecek ve siyasi tanınmayı sürdürülebilir bir devletin altyapısına dönüştürebilecek bir liderliğe sahip mi? Sadece söz ve pozisyonlara değil, aynı zamanda reel ekonomiye, istihdam yaratmaya, hukukun üstünlüğüne ve devlet kurumlarına dayalı bir devlet kurabilecek bir liderlik var mı?

İnsanlar değişti

Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı analize göre  Filistin sokağı artık eskisi gibi değil. Gazze'de yaşananlardan ve yıllarca süren bölünme ve iç çatışmalardan sonra sloganlar artık yeterli değil. Bugün insanlar, yıkılanları yeniden inşa edebilecek, onurlu bir yaşam için gerçek fırsatlar yaratabilecek ve bölünmeyi derinleştirmek yerine Filistin halkının birliğini koruyabilecek bir liderlik talep ediyor. Filistinliler, Fetih ve Hamas arasındaki çekişmeden, dar görüşlü hesaplardan ve kendilerine somut hiçbir şey sunmayan, onları tüketen söylemlerden bıktı. Bugün istedikleri, örgüt değil devlet odaklı düşünen, halkı sürekli bir savaşın yakıtı olarak değil, meşruiyet kaynağı olarak gören bir liderlik.

Filistinli bir Hariri

Bazıları, Filistin'in savaştan sonra Lübnan'ın yeniden inşasına öncülük eden ve Beyrut'u yeniden inşa etmek için uluslararası destek toplayan, Arap-uluslararası mutabakatlar elde etmeyi başaran iş adamı Refik Hariri modeline ihtiyacı olduğunu söyleyebilir. Ancak Filistin gerçekliği, Lübnan gerçekliğinden daha karmaşık ve bugün ihtiyaç duyduğu şey, özel bir ulusal kimliğe sahip bir Filistinli Hariri’dir. Bu Hariri, cesur ve dürüst olmalı, direnişi güçlendirerek, binlerce iş fırsatı yaratan geniş bir ekonomik çıkar ağı oluşturarak ve topraklarındaki Filistin varlığını güçlendirerek, Filistin halkına yatırım yapmanın, gerçek kurtuluşun temeli olduğuna inanmalıdır. Filistin'in, gerçekçi bir ulusal ekonomik plan geliştirebilecek, onurun yalnızca dış destekten değil, aynı zamanda üretken ve istikrarlı bir iç ekonomi inşa etmekten de geçtiğini anlayan bir figüre veya gruba ihtiyacı var. Bu liderliğin gerçek kalkınma projeleri başlatabilecek, yatırımı, girişimciliği ve inovasyonu teşvik eden, Filistin toplumunu edilgen bir direniş zihniyetinden kurtarıp, ona üretim, açılım ve sorumluluk zihniyeti kazandıran modern bir yasal yapı kurabilecek kapasitede olması hayati önem taşımaktadır.

Filistinli ellerle yeniden inşa

Bugün Filistin tarihinde nadir görülen bir anla karşı karşıyayız. Dünya artık duyuyor ve Filistin devletinin uluslararası alanda tanınmasının yankısı her geçen gün artıyor. Gazze, uğradığı yıkıma rağmen dünyayı uyandırdı, uluslararası vicdanı harekete geçirdi ve adaletsizliği küresel tartışmaların ön saflarına taşıdı. Filistin halkı, yaralarına ve bölünmelerine rağmen, kökten farklı olması koşuluyla yeni bir liderlik etrafında kenetlenmeye hazır. Dünya, Filistin halkından sahip olduğu beceriler, yetenekler ve deneyimlerle yıkılanları kendi eliyle yeniden inşa etmesini bekliyor ve o da bunu yapabilir. Bu sayede Filistinliler, yeniden inşayla başlayacak ama daha iyi bir gelecek planlamakla sona ermeyecek bir ekonomik döngüye dahil olabilirler. Bu, diğer pek çok fırsat gibi, asla kaçmaması gereken değerli bir fırsat. O halde bölünmenin sınırları içinde kalıp daha fazla klişe girişimler mi bekleyeceğiz, yoksa gerçekten o “yeni Filistinli Hariri”yi mi aramaya başlayacağız? O, egemenliğinden yoksun bırakılmış bir devlet, yüzeysel bir temsil arayışında olmayan, bunun yerine aygıtlar için değil insanlar için, geçmiş için değil gelecek için, bağımlılık için değil onur için gerçek bir devlet kurmayı hedefleyen biridir.