Dünya genelinde yerli halklar zor şartlar altında yaşamaya devam ediyor

Fotoğraf: AA
Fotoğraf: AA
TT

Dünya genelinde yerli halklar zor şartlar altında yaşamaya devam ediyor

Fotoğraf: AA
Fotoğraf: AA

Dünya genelinde 90 ülkede 476 milyondan fazla yerlinin yaşadığı tahmin ediliyor, bu da küresel nüfusun yaklaşık yüzde 5'ini, yoksul kesimin ise yaklaşık yüzde 15'ini oluşturuyor.
Anadolu Ajansı (AA) muhabiri, Birleşmiş Milletler (BM) verilerinden ve Yerli Halkların Sorunları için Uluslararası Çalışma Grubunun (IWGIA) "Yerli Dünyası-2022" raporundan, dünyanın farklı bölgelerinde yaşayan yerli halklara ilişkin bilgileri derledi.
BM, diğer halkların veya devletlerin işgaline uğramadan önce belli coğrafyada yerleşmiş, geleneksel değerlerini, sosyal, kültürel veya siyasal yaşam şekillerini ve geleneksel kurumlarını tam veya kısmen koruyabilmiş toplumları, "yerli halk" olarak adlandırıyor.
Dünya çapında çok sayıda yerli halk, kendi kendini yönetmesine ve bazılarının çeşitli biçimlerde özerklik kurmada başarılı olmasına rağmen birçok yerli halk hala toprakları, bölgeleri ve kaynakları üzerinde kontrol uygulayan merkezi hükümetlerin nihai otoritesine tabi olarak yaşıyor.
BM verilerine göre, dünya genelinde 90 ülkede 476 milyondan fazla yerlinin yaşadığı tahmin ediliyor.
Yerli halklar, dünyadaki 7 bin dilin çoğunu konuşuyor ve 5 bin farklı kültürü temsil ediyor.
Yerli halklar, dünya nüfusunun yaklaşık yüzde 5'ini, yoksulların da yaklaşık yüzde 15'ini yerliler oluşturuyor.
BM Yerli Halklar Çalışma Grubunun ilk toplantısını yaptığı 9 Ağustos 1982 tarihi, "Uluslararası Dünya Yerli Halklar Günü" ilan edildi. Dünyanın pek çok yerinde bu gün vesilesiyle kutlamalar yapılıyor.

Bu yılın teması, geleneksel bilginin aktartılmasında kadınların rolü
"Uluslararası Dünya Yerli Halklar Günü"nün bu yılki teması, yerli yaşamında kadınların oynadığı rolün önemine ve yaşadıkları topluma yaptıkları katkıya referansla "Geleneksel bilginin korunması ve aktarılmasında yerli kadınların rolü” olarak belirlendi.
Bu kapsamda sanal ortamda düzenlenecek anma etkinliğinde yerli toplumların kadın temsilcileri kendi toplumlarındaki bilgi birikiminin korunması, canlandırılması, geleneksel ata kültürünün aktarılmasındaki rollerine ilişkin deneyimlerini paylaşacak.

Yüzde 86'sından fazlası kayıt dışı ekonomide
Yerli halklara ilişkin istatistikler, yaşam koşullarının zorluğunu ortaya koyuyor.
Yerli halklar tahrip edilen yaşam alanları ve kendilerine yönelik şiddet olayları nedeniyle dünyanın geri kalanına göre daha zor koşullarda hayatlarını sürdürüyor.
BM verilerine göre, yerli halkların ortalama yaşam süreleri yerli olmayan toplumların üyelerine göre 20 sene daha kısa.
BM istatistikleri, küresel olarak yerli halkların yüzde 86'sından fazlasının kayıt dışı ekonomide çalıştığını, bu oranın yerli olmayanlarda yüzde 66 olduğunu ortaya koyuyor.
Yerli halkların, yerli olmayanlara kıyasla aşırı yoksulluk içinde yaşama olasılığının yaklaşık üç kat daha fazla olması dikkati çekiyor.
Küresel olarak istihdamda olan tüm yerli halkların yüzde 47'si eğitimsizken, yerli olmayanların yüzde 17'si eğitimsiz durumda. Bu farkın kadınlar için daha da yüksek olduğuna işaret ediliyor.

Kovid-19 salgınının yerli halklara etkileri
Dünya genelini 2020'de etkisi altına almaya başlayan Kovid-19 salgınından en çok etkilenen toplulukların başında yerli halklar geliyor.
Buna göre hem sağlık hem de ekonomik olarak yerli halklar süreçten zararlı çıktı.
Örneğin Afrika'da bulunan ve turizmin ülke gelirinin yüzde 46'sını oluşturduğu Bostvana'daki yerli halklar salgından dolayı getirilen seyahat kısıtlamaları nedeniyle yüzde 80 zararla karşı karşıya kaldı.
Benzer şekilde Kenya ve Namibya gibi ülkeler de ekonomik olarak bu süreçlerden olumsuz etkilendi.
Salgın nedeniyle ölüm oranlarında da yerli halkların başı çektiği görülüyor. Yetersiz sağlık önlemleri nedeniyle salgından yerli halklar diğer toplumlara göre daha fazla etkilendi.
Paraguay'da yerliler için virüs kaynaklı ölüm oranı yüzde 12,7'yken yerli olmayanlardaki oransa yüzde 3,4 olarak dikkati çekiyor.
Raporda, nüfusunun yüzde 80'i yerlilerden oluşan Fransız Polinezyası da dünya genelinde virüs kaynaklı ölüm oranlarının en yüksek olduğu ülkelerin başında geliyor.

Öldürülen insan hakları savunucularının yüzde 59'u yerli halklar için çalışıyordu
IWGIA'nın raporu yerlilerin hakları için mücadele eden insan hakları savunucularının da hedef haline geldiğini ortaya koyuyor.
Buna göre 2021'de öldürülen 358 insan hakları savunucusunun yüzde 59'u yerli halkların hakları için mücadele eden kişilerdi.
Örneğin Peru'daki doğal hayatın korunması ve yasa dışı uyuşturucu faaliyetlerinin engellenmesi için çalışan 4 yerli Amazon lideri 2021'de çeteler tarafından öldürüldü.
Raporda yer alan ticari faaliyetlerin yapılması için silahlı gruplar tarafından doğal yaşam alanlarından koparılmak istenen yerli halk mensuplarının evlerinin kundaklandığı bilgisi, bir başka yasa dışı faaliyet olarak göze çarpıyor.

En çok yerlinin yaşadığı ülke: Çin
IWGIA'nın verilerine göre, Grönland'ın nüfusunun yüzde 88'i, Fransız Polinezyası'nın yüzde 80'i, Bolivya'nın yüzde 48'i, Guatemala'nın yüzde 43,8'i ve Nepal'in yüzde 36'sı yerlilerden oluşuyor. Nüfusa oranla en çok yerli bu ülkelerde yaşıyor.
Asya kıtası, "en çok yerliyi barındıran kıta" olarak öne çıkıyor.
Sadece Çin'de 112 milyon yerlinin yaşadığı tahmin ediliyor ve bu sayı, Çin'i en çok yerlinin yaşadığı ülke yapıyor.
Çin'i, 104 milyon yerliyle Hindistan, 60 milyon yerliyle Endonezya takip ediyor.



Zelenskiy: Barış planı NATO’ya katılım hedefimizden resmen vazgeçmemizi zorunlu kılmıyor

Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy (AFP)
Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy (AFP)
TT

Zelenskiy: Barış planı NATO’ya katılım hedefimizden resmen vazgeçmemizi zorunlu kılmıyor

Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy (AFP)
Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy (AFP)

Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy, bugün (Çarşamba) yayımlanan açıklamalarında, Kiev ile Washington arasında müzakere edilen savaşı sona erdirmeye yönelik yeni önerinin, Ukrayna’yı NATO’ya katılım hedefinden resmen vazgeçmeye zorlamadığını söyledi.

Ukrayna’nın NATO’ya üyeliğinin ülkesinin tek taraflı kararıyla değil, ittifak üyelerinin iradesiyle belirleneceğini vurgulayan Zelenskiy “Biz kendi tercihimizı yaptık. NATO’ya katılımı engelleyecek anayasal düzenlemeleri gündemimizden çıkardık” dedi. Bu açıklama, Washington’un daha önce Kiev’i NATO’dan uzak tutmayı hedefleyen hukuken bağlayıcı bir planına dolaylı bir gönderme olarak yorumlandı.

Ukrayna lideri, Rusya ile savaşı sona erdirmeyi amaçlayan görüşmeler sırasında, topraklara ilişkin konularda Amerikalı ve Ukraynalı müzakerecilerin uzlaşmaya varamadığını belirterek, bu başlıkların liderler düzeyinde ele alınması çağrısında bulundu. Zelenskiy, “ABD tarafıyla Donetsk bölgesine ve Zaporijya Nükleer Santrali’ne ilişkin konularda mutabakata varamadık. Hassas meseleleri ele almak üzere ABD ile liderler düzeyinde bir toplantıya hazırız. Toprak gibi konular liderler seviyesinde görüşülmeli” dedi. Önerdiği toplantının Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’i kapsayıp kapsamadığını belirtmedi; ancak Zelenskiy daha önce defalarca Rus liderle görüşme çağrısında bulunmuştu.

Öte yandan Zelenskiy, ülkesinin Rusya ile savaşın sona erdirilmesine yönelik bir anlaşmaya varılmasının ardından, mümkün olan en kısa sürede cumhurbaşkanlığı seçimlerine gideceğini açıkladı. Washington ile üzerinde uzlaşılan planın son taslağına göre, Moskova’ya sunulan belgede “anlaşmanın imzalanmasının ardından Ukrayna’nın en kısa sürede seçim düzenlemesi gerektiği” yönünde bir madde yer alıyor. Bu açıklama, Zelenskiy’nin salı günü gazetecilerle yaptığı görüşmede dile getirildi.


Macron'un Putin ile diyaloğu yeniden başlatma girişimi hakkında sorular

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron arasında gerçekleşen daha önceki bir görüşmeden (EPA)
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron arasında gerçekleşen daha önceki bir görüşmeden (EPA)
TT

Macron'un Putin ile diyaloğu yeniden başlatma girişimi hakkında sorular

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron arasında gerçekleşen daha önceki bir görüşmeden (EPA)
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron arasında gerçekleşen daha önceki bir görüşmeden (EPA)

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ile Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin arasında gerçekleşen son telefon görüşmesi, Macron’un girişimiyle 1 Temmuz Salı günü yapıldı. Elysee Sarayı, görüşmenin iki saati aşkın sürdüğünü ve İsrail ile ABD’nin İran’daki nükleer tesisleri, uzmanları ve askeri liderlik kadrolarından isimleri hedef alan saldırılarından birkaç gün sonra, özellikle İran’ın nükleer dosyasına odaklandığını açıklamıştı.

Ancak görüşmede Ukrayna’daki savaş da ele alındı. Elysee’ye göre, tarafların yaklaşımları arasındaki derin fark nedeniyle temas adeta ‘sağırlar diyaloğu’ niteliği taşıdı. Buna rağmen Elysee’den yapılan açıklamada, Emmanuel Macron ile Vladimir Putin’in bu başlıkta temaslarını sürdürme kararı aldıkları belirtildi.

Macron, ABD Başkanı Donald Trump dışında, Putin’e yönelik diplomatik izolasyon kuralını bozan tek Batılı lider konumunda bulunuyor. Oysa Macron, son iki yılda Rusya’ya karşı sert çizginin öncülüğünü üstlenmiş, Moskova’ya yönelik mali ve ekonomik yaptırımların savunulmasında, Ukrayna’ya mali ve askeri destek sağlanmasında ve çatışmaların sona erdirilmesinin ardından Rusya’yı caydırmak amacıyla Ukrayna topraklarında asker konuşlandırmayı öngören bir ‘istekliler koalisyonu’ kurulması çağrılarında aktif rol oynamıştı.

xscdf
Rusya-Ukrayna savaşını sona erdirmek için Berlin'de bir araya gelen Avrupalı liderler aile fotoğrafı çektirdi, 15 Aralık 2025 (EPA)

Macron ayrıca, Ukrayna Devlet Başkanı Vladimir Zelenskiy için bir ‘referans noktası’ olmayı hedefledi. Son dönemde Zelenskiy’i üç kez Paris’e davet eden Macron, Ukrayna’ya dördüncü nesil 100 adet Rafale savaş uçağı tedarikini öngören bir mutabakat zaptını da Zelenskiy ile imzaladı.

Avrupa'nın genel görüşüne aykırı hareket ediyor

Macron bir kez daha Avrupa çizgisinin dışına çıktı. Brüksel’de düzenlenen ve Ukrayna’ya 90 milyar euroluk kredi verilmesini onaylayan son Avrupa Birliği (AB) zirvesinin ardından düzenlediği basın toplantısında Macron, Vladimir Putin ile doğrudan diyaloğun yeniden başlatılması çağrısıyla salondaki herkesi şaşırttı. Macron, çağrısını şu sözlerle gerekçelendirdi: “Vladimir Putin’le konuşan kişiler olduğunu görüyorum. Bu nedenle biz Avrupalıların ve Ukraynalıların, bu müzakereyi resmî biçimde yeniden açacak bir çerçeve bulmasının çıkarımıza olduğuna inanıyorum. Aksi takdirde kendi aramızda konuşmaya devam ederiz, müzakereciler ise Ruslarla baş başa pazarlık yapar. Bu ideal bir durum değil.”

Macron’un bu sözlerle, Alaska’da olduğu gibi Putin’le yüz yüze görüşmekten ya da onunla defalarca telefonla temas kurmaktan çekinmeyen ABD Başkanı Donald Trump’a atıfta bulunduğu belirtiliyor. Macron’un söz konusu ifadelerine Rusya Devlet Başkanı’ndan yanıt gecikmedi. Putin, pazar günü düzenlediği basın toplantısında Macron ile ‘diyaloğa hazır olduğunu’ söyledi. Bunun üzerine Fransa Cumhurbaşkanlığı kaynakları, “Kremlin’in bu girişime açık onay vermesi memnuniyet verici. Önümüzdeki günlerde ilerlemenin en uygun yolunu değerlendireceğiz” açıklamasını yaptı.

adfrg
Ukrayna Devlet Başkanı Vladimir Zelenskiy, 18 Ağustos'ta Beyaz Saray'da ABD Başkanı Donald Trump, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ve Birleşik Krallık Başbakanı Keir Starmer ile yüz yüze görüştü. (AP)

Macron’un girişiminin sürpriz etki yaratması üzerine Elysee kaynakları, olası eleştirilere karşı önlem alarak Moskova ile yapılacak her türlü temasın Zelenskiy ve Avrupalı ortaklarla ‘tam şeffaflık içinde’ yürütüleceğini ve hedefin Ukraynalılar için ‘sağlam ve kalıcı bir barış’ olduğunu vurguladı. Rusya ile diyaloğun neden kesildiğine ilişkin olarak Elysee Sarayı, “Ukrayna’nın işgali ve Putin’in savaşı sürdürme ısrarı, son üç yılda her türlü diyalog ihtimalini ortadan kaldırdı” değerlendirmesinde bulundu. Diyaloğun yeniden başlamasının ise ancak ateşkesin ana hatlarının netleşmesi ve barış müzakerelerinin başlamasıyla mümkün olacağı, bu aşamada Putin’le yeniden konuşmanın faydalı olacağı kaydedildi.

Macron'un girişiminin ardındaki gerekçe

Paris’teki Avrupalı diplomatik kaynaklar, Macron’un girişiminin geç de olsa, ABD’nin Rusya ile Ukrayna arasındaki arabuluculuk sürecini tek başına yürütmesinden duyulan Fransız-Avrupa kaygısını yansıttığını belirtiyor. Avrupalıların son haftalarda bu süreçte kendilerine bir yer açmayı başarmasına rağmen, Washington’un onları devre dışı bırakma eğilimi gösterdiği değerlendirmesi yapılıyor. Nitekim ABD Başkanı Donald Trump’ın geçen hafta The Atlantic sitesine yaptığı açıklamalar Avrupa başkentlerinde şok etkisi yarattı. Trump, Avrupalıların “çok konuşup hiçbir şey yapmadığını, bunun kanıtının da savaşın hâlâ sürmesi olduğunu” söylemişti. Öte yandan, ABD Ulusal İstihbarat Direktörü Tulsi Gabbard da geçen hafta X platformunda yaptığı paylaşımda Avrupalıları ve NATO’yu hedef alarak, ‘savaşı tırmandırmakla ve ABD’yi Rusya ile doğrudan bir çatışmaya çekmeye çalışmakla’ suçladı. Tüm bunların ardından söz konusu kaynaklar şu soruyu gündeme getiriyor: “Washington Kiev’e yardımları keserken, savaşın yükünü Ukrayna’yı destekleyerek esas olarak Avrupalılar taşıyorken, Avrupalıların Putin’le görüşme hakkı neden olmasın?” Kaynaklar, savaşın gidişatının AB ülkelerinin ve genel olarak kıtanın güvenliğini doğrudan ilgilendirdiğini, bu nedenle Putin’le dolaylı değil doğrudan bir diyaloğun gerekli ve önemli olduğunu vurguluyor.

Ancak Macron’un girişimi, AB içindeki ortakları nezdinde olumlu bir karşılık bulmadı. Ne Ukrayna Devlet Başkanı Vladimir Zelenskiy ne de Rusya’ya karşı Avrupa liderliği rolünü üstlenmek isteyen Almanya Başbakanı bu çağrıdan memnun kaldı. Almanya Hükümet Sözcü Yardımcısı Steffen Meyer, hükümetin Macron’un girişiminden ‘haberdar edildiğini’ söylemekle yetinirken, bu dosya nedeniyle ‘AB’nin zedelenmesine dair bir endişe bulunmadığını’ ifade etti.

Macron ve Napolyon Bonapart

Macron’a yöneltilen eleştiriler iki ana noktada toplanıyor. Bunlardan ilki, Rusya ve Vladimir Putin üzerindeki azami baskıyı savunma çizgisinden, Amerikalı müzakerecinin elde edemediği ya da elde etmesinin zor görüldüğü kazanımlara ilişkin ciddi soru işaretleri bulunmasına rağmen, Moskova ile diyaloğa yönelmesi. İkinci eleştiri ise Macron’un, Putin etrafında örülen Avrupa duvarını ve sıkı diplomatik izolasyonu delmiş olması. Eleştirmenlere göre bu girişim, Rus liderine Avrupa içindeki bölünmelerden ve AB ile ABD arasındaki görüş ayrılıklarından yararlanma imkânı sunuyor.

frgt
Brüksel'de Avrupa zirvesinin sona ermesinin ardından düzenlenen basın toplantısında konuşan Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile görüşmeye açık olduğunu ifade etti. (AFP)

Le Monde gazetesi, Zelenskiy’nin Macron’un girişimini kendisiyle görüştüğünü ve bazı çekinceler taşıdığını kabul ettiğini yazdı. Şarku'l Avsat'ın Le Monde'den gazetesinden aktardığına göre bir Avrupalı diplomat, “Avrupa’daki herkes, bir gün Putin’le konuşmak zorunda kalınacağını biliyor. Karmaşık olan ise bu görüşmelerin en uygun çerçevesinin ne olacağı; Avrupa Troykası (Fransa, Almanya, Birleşik Krallık) içinde mi yoksa daha geniş bir formatta mı yapılacağı” ifadelerini kullandı. Bu soru, Macron’un yalnızca Fransa adına mı konuşacağı, yoksa Zelenskiy ve Avrupa’daki diğer liderlerden yetki alarak onların adına mı konuşacağı konusunu gündeme getiriyor.

Fransa, Almanya ve Birleşik Krallık liderleri arasında gizli bir rekabet olduğu kesin, ancak bu durum açıkça ortaya çıkmış değil. Her durumda, önümüzdeki günler ve haftalarda ne olacağını tahmin etmek için henüz erken. Putin’in son basın toplantısında Avrupa liderlerini ‘küçük domuzlar’ olarak nitelemesi, bu sürecin ne kadar kırılgan olduğunu gösteriyor. Rus basını ise 1812’de Napolyon Bonapart’ın Rusya’yı işgalinde uğradığı büyük yenilgiyi sık sık hatırlatıyor; o dönemde Napolyon’un ordusu büyük kayıplar vermiş ve bu macera onun düşüşünün başlangıcı olmuştu.


Gazze ateşkesinin mimarı Trump mı?

Trump, Şarm el-Şeyh'te imzaladığı Gazze anlaşmasının metnini gösteriyor (Arşiv - AFP)
Trump, Şarm el-Şeyh'te imzaladığı Gazze anlaşmasının metnini gösteriyor (Arşiv - AFP)
TT

Gazze ateşkesinin mimarı Trump mı?

Trump, Şarm el-Şeyh'te imzaladığı Gazze anlaşmasının metnini gösteriyor (Arşiv - AFP)
Trump, Şarm el-Şeyh'te imzaladığı Gazze anlaşmasının metnini gösteriyor (Arşiv - AFP)

ABD Başkanı Donald Trump, Gazze Şeridi’nde, Hamas ve İsrail’i ateşkese ikna etmede belirleyici bir rol oynadı. İki yıl süren savaşın sona erdirilmesini öngören ateşkes anlaşmasına giden süreçte Washington’un aktif diplomasisi öne çıktı. Savaş boyunca Filistinliler, can kayıpları ve maddi yıkımın yanı sıra sağlık, çevre ve altyapı alanlarında ağır bedeller ödedi.

Trump yönetiminin, Joe Biden döneminde yoğun çabalara rağmen sonuç alınamayan ateşkes girişimlerini başarıyla sonuçlandırdığına dikkat çekiliyor. Biden yönetiminin çabalarının, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu liderliğindeki hükümetle yaşanan görüş ayrılıkları nedeniyle başarısız olduğu, Netanyahu’nun ise Trump’ın yeniden iktidara dönüşünü beklediği ifade edildi. Ancak Trump’ın bu dönüşü, ilk başkanlık döneminde İsrail’e sunduğu Kudüs’ün başkent olarak tanınması, Golan Tepeleri üzerindeki İsrail egemenliğinin kabulü ve İbrahim Anlaşmaları gibi adımlarla bire bir örtüşmedi.

Hamas’ın tutumunun kabulü

Şarku’l Avsat’ın edindiği bilgilere göre Trump’ın, Filistin meselesi ve genel olarak bölgeye ilişkin birçok kararı Netanyahu ve hükümetine dayattığı belirtiliyor. Özellikle Gazze savaşı konusunda Trump’ın, Hamas’a sunulan ateşkes planına hareketin verdiği yanıtı kabul etmesi, İsrail tarafında şaşkınlık yarattı. Bu durum, Netanyahu hükümetini fiili durumu kabullenmeye zorladı ve sonuçta ateşkes anlaşmasına varıldı.

Her ne kadar bu gelişme Trump yönetiminin hanesine bir başarı olarak yazılsa da, İsrail’in son derece kırılgan olan ateşkesi sık sık ihlal etmesinin anlaşmayı tehlikeye sokabileceği uyarıları yapılıyor. Öte yandan, iki yıl süren savaşın Filistinli silahlı grupların, özellikle Hamas ve İslami Cihad’ın askeri kapasitesini büyük ölçüde tüketmesi, tarafları ABD’nin hedeflediği ateşkesin ikinci aşamasına geçmeye zorlayabilir. Bunun için arabulucuların desteği kritik önem taşıyor. Arabulucular, bir yandan Hamas ile İsrail arasında, diğer yandan ABD ile taraflar arasında görüş ayrılıklarını gidermeye çalışıyor. Bu çerçevede ABD’nin rolü, Netanyahu hükümetine anlaşmaya uyması yönünde baskı yapmak olarak öne çıkıyor. Nitekim Washington, İsrail’in Hamas’ın ihlallerini gerekçe göstererek Gazze’ye açılan geçişleri yeniden kapatma girişimlerini birçok kez engelledi; aynı zamanda ticari ve insani yardım taşıyan kamyon sayısının artırılması için baskı uyguladı.

Sembolik baskılar eleştirisi

Buna karşın, Filistinli gruplar ve Gazze’deki durumu yakından izleyen çevreler, bu baskıların bazı durumlarda sonuç verse de çoğu zaman tali konularla sınırlı kaldığını savunuyor. Asıl ihtiyaç duyulanın, Gazze halkı açısından hayati öneme sahip başlıklarda daha etkili baskı kurulması olduğu vurgulanıyor. Bu başlıklar arasında yaşanabilir nitelikte çadırların sağlanması, konteyner evlerin bölgeye sokulması ve ciddi bir yeniden imar sürecinin başlatılması yer alıyor. İsrail’in ise Hamas ve diğer grupların silahsızlandırılmasını, Hamas’ın Gazze’deki yönetimden çekilmesini istediği; bu konuların hâlen ateşkesin ikinci aşaması kapsamında yoğun müzakerelere konu olduğu belirtiliyor.

7ıko9
Trump'ın planına göre Gazze'den çekilmenin aşamalarını gösteren harita (Beyaz Saray)

Gazze halkının büyük bölümünün, Trump yönetiminin ateşkesi dayatmasının ardından daha somut ve kapsamlı başarılar beklediği ifade ediliyor. Diplomatik girişimler, arabulucular üzerinden kurulan baskı ve Trump’ın zaman zaman dile getirdiği tehditlere rağmen, ABD’nin anlaşmanın tam anlamıyla uygulanması ve Gazze’de yaşam koşullarının iyileştirilmesi konusunda henüz yeterli adımı atmadığı görüşü yaygın. Oysa Gazze’deki sıradan vatandaş için öncelik, siyasi taleplerden ziyade yaşam koşullarının düzelmesi ve yeniden imarın başlaması olarak öne çıkıyor.

İkinci aşama

Hamas ile Trump yönetimi arasında gerçekleştiği belirtilen ve İsrail için sürpriz olan doğrudan temaslar, ateşkesin ikinci aşamasına daha sorunsuz geçilmesi ihtimalini gündeme getirdi. Hamas’ın, arabulucular aracılığıyla sunduğu çeşitli önerileri doğrudan ABD’li yetkililerle ele almak istediği, ancak İsrail’in bu temaslara itiraz etmesi nedeniyle görüşmelerin ertelendiği kaydediliyor. Buna rağmen bazı sızıntılar, bu görüşmelerin gizli şekilde yapıldığına işaret etse de, ne Hamas ne de ABD tarafından resmi bir doğrulama geldi.

rgt
Hamas militanları, 20 Şubat 2025'te Han Yunus'ta İsrailli rehinelerin cesetlerinin Kızılhaç'a teslimi sırasında tabutlardan birini taşıyor (DPA)

Hamas’ın, Trump yönetiminin Ortadoğu’yu ABD ulusal güvenlik stratejisinde “askeri açıdan uzun vadeli angajman değil, ortaklık bölgesi” olarak tanımlayan yaklaşımını dikkatle analiz ettiği ifade ediliyor. Buna göre Washington, Trump döneminde, kendisini düşman olarak sınıflandırdığı aktörlere dahi, etkili ortaklar olabileceklerini kanıtlamaları hâlinde kapıyı tamamen kapatmıyor. ABD açısından belirleyici olanın, kimin yönettiğinden ziyade, işlevsel ve çıkar temelli ortaklık olduğu vurgulanıyor.

Çifte kazanç hesabı

Bu çerçevede Hamas’ın, Trump yönetiminin açtığı bu alanı, Orta Doğu’daki dış politika düğümlerini çözmek için devlet dışı aktörlerle temas kurma arayışında değerlendirmek istediği belirtiliyor. Böyle bir sürecin, Trump açısından Nobel Barış Ödülü hedefi doğrultusunda diplomatik bir kazanım, Filistin meselesi açısından ise İsrail’le çatışmanın geleceğini etkileyebilecek emsalsiz bir anlaşma doğurabileceği ifade ediliyor.

dfgthy
ABD Başkanı Donald Trump ve Filistin Yönetimi Başkanı Mahmud Abbas, Gazze savaşını sona erdirmek için 13 Ekim 2025'te Mısır'ın Şarm el-Şeyh kentinde bir araya geldi (Reuters)

Ancak Hamas içinde, ABD’ye temkinli yaklaşan bir kanadın da bulunduğu aktarılıyor. Bu kesim, geçmişte verilen ancak hayata geçirilmeyen Amerikan vaatlerini hatırlatıyor. Örneğin, ABD vatandaşı olan İsrailli asker Eydan Alexander’ın, Trump’a jest olarak serbest bırakılmasının ardından sınır kapılarının açılması ve yardımların artırılmasına dair örtük bir anlaşma yapıldığı, ancak İsrail’in bu anlaşmayı uygulamadığı belirtiliyor. Benzer şekilde, İsrailli subay Hadar Goldin’in naaşının teslimine ilişkin mutabakatın da yerine getirilmediği hatırlatılıyor. Bu durumun, ABD’nin İsrail üzerinde gerçek ve etkili bir baskı kurmadığı sürece Gazze’de somut ve kalıcı kazanımlar elde etmesinin zor olacağına işaret ettiği değerlendiriliyor.