Kusursuz fırtına

Ortadoğu çok sayıda zorlukla ve hassas uluslararası ve bölgesel konularla karşı karşıya

Ukrayna krizi, Soğuk Savaş'ın etkilerinin bitmekten çok uzak olduğunu gösterdi (AFP)
Ukrayna krizi, Soğuk Savaş'ın etkilerinin bitmekten çok uzak olduğunu gösterdi (AFP)
TT

Kusursuz fırtına

Ukrayna krizi, Soğuk Savaş'ın etkilerinin bitmekten çok uzak olduğunu gösterdi (AFP)
Ukrayna krizi, Soğuk Savaş'ın etkilerinin bitmekten çok uzak olduğunu gösterdi (AFP)

Nebil Fehmi
Mecazi olarak kullanılan ‘kusursuz fırtına’ ifadesi, ‘bazı olumsuz koşulların bir araya gelmesiyle oluşan son derece kötü bir durumu’ tanımlar. Genellikle iklim şartlarını tanımlamak için kullanılsa da yaşadığımız uluslararası siyasi ve ekonomik koşulları tanımlamak için çok uygun bir ifade olduğunu düşünüyorum ve bu ifadenin yakında sosyal koşulları da kapsayacak şekilde genişletilmesinden korkuyorum.
Dünya, 80’li yılların sonlarında siyasi olarak, iki kutup arasındaki Soğuk Savaş’ın sanayi ve mali açıdan Batı kutbunun çıkarına sona erdiğine ve küreselleşme çağının, sahip olduğu her şeyle birlikte güçlü bir şekilde büyüdüğüne karar verdi. Bu yüzden söylemler ve tartışmalar, özellikle ABD’nin yakın gelecekte baş rakibi olarak görmesinden ötürü Çin'in ve geleceğin önde gelen kutuplarının bu denklemdeki yerlerini belirlemeye odaklandı.
Ardından Ukrayna krizi patlak verdi. Bu, her iki kutbun da ABD’nin tecritçi politikasına, Varşova Paktı'nın çöküşünden sonra Sovyetler Birliği’nin dağılmasına ve doğu kutbunun küçülmesi karşısında Batı'ya kayan güç dengesine bakmaksızın geçilmemesi gereken nüfuz bölgelerine sahip olduklarına inandıkları düşünüldüğünde, ABD-Rusya rekabetinin halen kavramlar tarafından yönetilmesinden ötürü Soğuk Savaş'ın etkilerinin bitmekten çok uzak olduğunu gösterdi. Son olaylarla birlikte, Soğuk Savaş'ın dönüşünden ve hatta Rusya’nın emelleri, ulusal güvenlik ve Batılı ülkelerin istikrarı arasında doğrudan bir çatışmadan söz edilemeye başlandı.
Tüm bunlara, ABD’nin çağdaş uluslararası sisteme siyasi, güvenlik ve ekonomik olarak hegemonyasını dayatmaya çalıştığını düşünen Rusya ve Çin’in memnuniyetsizliği ile ABD ve Çin arasında artan gerilimler eşlik etti. Ayrıca Avrupa'nın enerji kaynaklarının kesilmesi tehdidi, Batı ülkelerinin Rusya'ya ve onunla iş yapan ülkelere ve şirketlere ekonomik yaptırımların uygulanması, Çin’in batı bölgelerinde telekomünikasyon alanında yayılmasını sınırlama çabaları ve Rusya ile Çin’in uluslararası ticaret işlemlerinde ABD dolarını diğer para birimleriyle değiştirmeyi ya da ticari takas prosedürlerine başvurmayı düşünmeleri gibi karşı tarafa bir takım misillemelerde bulunuldu.
Çatışmalar, güç yasası kavramlarının 21. yüzyılda halen geçerli olabileceğinden bazı büyük ülkeler arasındaki uluslararası kutuplaşmayı yeniden körüklüyor. Son zamanlarda, ABD ile Çin arasında doğrudan bir gerilime, Güney Çin Denizi'nde deniz tatbikatlarına, hava tatbikatlarına ve Çinli siyasilerin ABD Kongresi Başkanı Nancy Pelosi'nin Tayvan ziyaretiyle ilgili açıklamalarının sertleştiğine tanık olduk. ABD Başkanı Joe Biden ve Çin Devlet Başkanı Şi Cinping arasında uzun süren telefon görüşmesinde katı ifadeler kullanıldı. Şi, telefon görüşmesinde Biden’a ‘gerginliği başlatan tarafın ateşle oynadığı’ şeklinde sert bir uyarıda bulundu.
Ukrayna krizinin çağdaş uluslararası ekonomik sistem üzerinde ve dünyanın dört bir yanında özellikle tahıl ve buğday fiyatları üzerinde çok ciddi ekonomik yansımaları oldu. Özellikle Afrika ve Ortadoğu'da Ukrayna savaşı öncesi stokların bitmesiyle bu yansımaların daha da yaygınlaşması ve şiddetlenmesi bekleniyor. Savaş nedeniyle yeterli mahsulün bulunamaması sonucu önümüzdeki kış aylarında büyük sorunların ortaya çıkabileceği Ortadoğu ülkeleri, gıda stoklarının yüzde 50'den fazlasını yurt dışından ithal ediyorlar. Bu bölgeler, Kovid-19 aşısının adil bir şekilde dağıtılmamasından büyük zarar gördüler ve şu an çeşitli ekonomik zorluklarla karşı karşıyalar.
Ukrayna krizi, temel gıda ürünlerinin bulunamaması ve yüksek fiyatlar nedeniyle uluslararası toplum ve küresel ekonomik sistem üzerinde ciddi, tehlikeli ve kapsamlı ekonomik etkilere sahip. Uluslararası finans kuruluşları tarafından hazırlanan bazı raporlara göre bu koşulların, Afrika'da büyük bir sorun olan kalkınma programlarının finanse edilmesi ya da borçlanma maliyetlerini yükselten nakit eksikliği gibi beklenen ekonomik gerileme ile daha da kötüleşmesi kaçınılmaz.
Asya ülkeleri, ABD Merkez Bankası'nın faiz oranlarını yükseltmesiyle yerel para birimleri karşısında doların yükselişini endişeyle takip ediyor, ticaret dengesini korumaya çalışıyor ve özellikle ABD’de ekonomik durgunluk beklentilerinden korkuyorlar. Ayrıca Çin'de ekonomik büyüme oranlarının düşmesinin, küresel ekonomiye yön veren lokomotif ülkelerden biri olması nedeniyle birçok ülkenin ekonomisini olumsuz etkileyeceği de bir gerçek.
Geçtiğimiz haftalarda, geçmişte piyasa değerlendirmelerini etkileşime bırakmaya ve hükümet müdahalelerini sınırlamaya dayanan ABD ekonomik sisteminde önemli bir felsefi ve metodolojik değişime tanık olduk. ABD Kongresi, altyapı projelerine, devlet hizmetlerine ve en yoksul sınıflara verilen desteğe milyarlarca dolar aktarılmasını öngören ve ülke tarihindeki benzerlerinden daha büyük olan yeni yasa tasarısını onayladı. Ancak bu, geçmişteki muadillerinden farklı olarak ekonomik piyasayı yönlendirme bakımından yapılan açık bir müdahale. Bu durum, Başkan Biden’ın kendi partisinden bazı Kongre üyelerini, ABD ekonomisinin geleceğinin siyasi baskılara maruz kalacağı korkularını dile getirmeye itti.
Tüm bunlara, uluslararası toplumun, üzerinde uzlaşıya varması ve iş birliği yapması gereken bazı küresel meseleleri bilgelik ve kararlılıkla ele almasının ve buna büyük miktarda kaynak ve imkan ayırmasının istendiği bir zamanda tanık oluyoruz. Bunlara Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri Antonio Guterres'in ‘insanlığın bekası için önemli ve kaçınılmaz bir konu’ olarak tanımladığı iklim değişikliği sorunu dahil. İklim değişikliği konusu, bazı sanayileşmiş ülkelerin temiz teknolojilere geçişi sağlamak için vaat ettikleri desteği sağlamaktan, hatta sanayilerinin nispeten yüksek maliyetleri nedeniyle çevreye daha az zararlı teknolojileri kullanmaktan geri adım atacaklarına dair korkularla, önümüzdeki Kasım ayında Mısır’ın tatil beldesi Şarm eş-Şeyh'te yapılması planlanan BM İklim Değişikliği Taraflar Konferansı'nda (COP27) ele alınacak. Su kıtlığı, yoksulluk, halk sağlığı ve salgın hastalık krizleriyle başa çıkabilme becerisi gibi acilen ele alınması gereken diğer küresel meseleler de söz konusu.
Ortadoğu şu an, sadece Batı ülkeleri ve ABD ile sınırlı olmayan ve Rusya’yı tamamen güvenmemek şartıyla tecrit etmeden iyi ilişkilerin sürdürülebilmesi için koşulların, dengelerin, ekonomik ve güvenlik ilişkilerinin yeniden düzenlenmesi sürecinde. Bu da Ukrayna meselesindeki duruşuna ve ABD'yi kışkırtmadan Çin'e olan açıklığına yansıdı. Bu açıklık, öncelikle büyük bir patlamaya tanık olan ekonomik iş birliğine, ardından Arap olmayan Ortadoğu ülkelerinin artan imkanlarının ve etkilerinin ele alınması için bölgesel meselelerle doğrudan ve proaktif bir şekilde ilgilenmeye odaklanarak gerçekleşti.
Çeşitli uluslararası ve bölgesel hususlar ve herkesin üzerindeki hassas baskılar, özellikle çıkarlarımızın daha önce eşi benzeri görülmemiş zorluklarla karşı karşıya olduğundan toplumlarımızın ve halklarımızın özel çıkarlarını koruyan ve bunlara saygı duyan daha adil, daha istikrarlı ve 21. yüzyılla daha uyumlu standartlar oluşturmak için ulusal, bölgesel ve uluslararası, bireysel ve grup olarak ciddi şekilde hareket etmemizi gerektiriyor. Kusursuz fırtınayı güvenli bir şekilde ya da en az hasarla atlatmanın tek yolu da bu.

* Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan tercüne edilmiştir



AB’nin “iki devletli çözüm” yol haritası büyük engellerle karşı karşıya

AB Dışişleri Yüksek Temsilcisi Josep Borrell ve Filistin Dışişleri Bakanı Riyad el Maliki (EPA)
AB Dışişleri Yüksek Temsilcisi Josep Borrell ve Filistin Dışişleri Bakanı Riyad el Maliki (EPA)
TT

AB’nin “iki devletli çözüm” yol haritası büyük engellerle karşı karşıya

AB Dışişleri Yüksek Temsilcisi Josep Borrell ve Filistin Dışişleri Bakanı Riyad el Maliki (EPA)
AB Dışişleri Yüksek Temsilcisi Josep Borrell ve Filistin Dışişleri Bakanı Riyad el Maliki (EPA)

Avrupa Birliği (AB), Gazze Savaşı'nın üzerinden 109 gün geçmesine rağmen, üyeleri arasında derinleşen anlaşmazlıklar ve kendi içinde her biri büyük ölçüde bağımsız bir çizgiyi takip eden üç bloğun oluşması nedeniyle ateşkes çağrısı yapan tek bir toplu bildiri yayınlamayı başaramadı.

Ancak Pazartesi günü geçekleştirilen Dışişleri Bakanları toplantısında Suudi Arabistan, Mısır ve Ürdün Dışişleri Bakanları ile Arap Birliği Genel Sekreteri’nin yanı sıra Filistin ve İsrail ve AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell tarafından Gazze savaşındaki gelişmeleri “ertesi gün” olarak adlandırılan gün konusunda bir paradoks görüldü. Buradaki ironi, Avrupalıların bölünmelerine rağmen AB, Mısır, Ürdün, Suudi Arabistan ve Arap Birliği'nin düzenlediği "barışa hazırlık konferansı düzenlenmesi" çağrısına dayanan bir plan üzerinde anlaşması oldu. Filistinli ve İsrailli tarafların yokluğunda düzenlenebilecek konferansa ABD ve Birleşmiş Milletler (BM) de davet edildi. Amaç, “iki devletli çözümü” sahada gerçeğe dönüştürmek.

Avrupa planı, "barış için yol haritası" olarak adlandırılabilir. AB Ortadoğu Barış Süreci Özel Temsilcisi Sven Koopmans tarafından hazırlanan plan, Pazartesi günkü toplantıdan önce AB’nin 27 üyesine dağıtıldı. Hollanda, Danimarka ve Baltık Denizi ülkelerinin yanı sıra Almanya, Avusturya ve Çek Cumhuriyeti ağırlıklı olmak üzere AB içinde İsrail'e en yakın grubun buna karşı çıkmadı.

Onayın ana sinyali, bugüne kadar sadece diplomatik ve siyasi olarak değil, özellikle Alman ordusunun sahip olduğu en son silah ve teknolojileri sağlayarak kesinlikle İsrail'in yanında olmayı taahhüt eden Almanya'dan geldi. Berlin'in yaptığı son şey, Uluslararası Adalet Divanı önünde İsrail'e verdiği desteği teyit etmek ve İsrail'in Gazze'de “soykırım” yapmadığını tekrar tekrar iddia etmek oldu.

Paris'teki siyasi kaynaklar, Avrupalıların, yönelimleri ne olursa olsun, "Bugün Gazze savaşının İsrail'in sorunlarını çözmeyeceği ve bu başarılsa bile Hamas'ın ortadan kaldırılacağı kanaatine vardıklarını" ancak Hamas’ın yerini başka nesillerin alacağını ve bunun son olmayacağını söylüyor. Bu kaynaklar, Avrupalıların bugün İsrail'i kendisinden daha doğrusu onun yetkililerinden kurtarmaları gerektiğini düşündüklerini ve bunu başarmanın yolunun da İsrail'den geçtiğini aktarıyor.

srftbn
Netanyahu 18 Ocak'ta Tel Aviv'de basına konuşuyor (DPA)

Almanya Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock yaptığı açıklamada, “Böyle bir çözüm duymak istemediklerini söyleyenler başka bir alternatif de sunmadı” diyerek, barışın bölgenin tüm sakinlerini kapsamadığı sürece sağlanamayacağını ifade etti. Borrell, "Akıllarında başka hangi çözümler var? Tüm Filistinlilerin ayrılmasını sağlamak mı? Ya da hepsini öldürmek mi? Amacın, Hamas'ı ortadan kaldırmak olduğunu söylemek tek taraflı. Çünkü bu, Hamas'ın ne zaman yeterince zayıf olduğuna karar vermenin İsrail'e bağlı olacağı anlamına geliyor. Bu şekilde çalışmaya devam edemeyiz” dedi.

Gerçek şu ki, Avrupalıların ortaya attığı şey yeni bir şey değil, çünkü “barışın belirleyicileri” yıllardır biliniyor ve iki devletli çözüm, John Kirby'nin başarısız olduğu 2014'ten bu yana tartışılmıyor. Eski ABD Başkanı Barack Obama’nın danışmanı olan Kirby, İsraillileri Batı Şeria'daki yerleşim hızını azaltmaya ikna edemedi. Ancak bugün yeni olan şey, AB’nin farklılıklarını ve bölünmelerini bir kenara bırakmayı başarması.

AB’nin 7 Ekim'den bu yana sağladığı sınırsız desteğe rağmen AB’nin yayınladığı her açıklamaya İsrail’de büyük şüpheyle bakılıyor. Bunun son kanıtı, Fransız gazetesi Le Monde'un, İsrail Dışişleri Bakanı Israel Katz'ın Avrupa Birliği dışişleri bakanlarıyla yaptığı toplantıda aktardığı haber. Haberde Katz, İsrail’in tek müttefiki olduğunu bunun da ABD olduğunu ifade etti. Bu da Tel Aviv’in Brüksel’in değil yalnızca Washington’un planını kabul edeceği anlamına geliyor. Katz planı tartışmayı reddetti ve bunun yerine iki video kaset yayınladı. Birincisi İsrail'in Gazze Şeridi'ne liman olarak istediği yapay adayı, diğeri ise İsrail'i Hindistan'a bağlayan tren hattının güzergahını gösteriyor.

sdcevr
ABD Başkanı Joe Biden, 19 Ocak'ta ABD belediye başkanlarının toplantısı vesilesiyle Beyaz Saray’da konuşuyor (Reuters)

Avrupa Birliği'nin aradığı çözümün, İsrail'i tüm uluslararası forumlarda savunan, ona silah, teçhizat ve her türlü desteği sağlayan ABD tarafından benimsenmeden gün ışığına çıkamayacağına dair köklü bir kanaat var. Dolayısıyla onları etkileyebilecek ve bu tür bir çözümü kabul etmeye itebilecek olan taraf da AB. Geçtiğimiz hafta ABD Başkanı Joe Biden ile İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu arasında geçtiğimiz Pazar günü gerçekleşen son telefon görüşmesi, Netanyahu'nun reddettiği iki devletli çözüm konusunda aralarındaki derin anlaşmazlığı kamuoyuna ortaya çıkardı.

Pek çok analist, Netanyahu'nun cesaretini ve Biden'ı kızdırma isteğini iki devletli çözümü reddetmesini iki ana faktörle tekrarlayarak açıklıyor: Bunlardan biri, aşırı sağla olan siyasi ittifaka esir olması, iki devletli çözüme açılması durumunda bu ittifakın sürekli çökmesi ve Knesset'te sahip olduğu küçük çoğunluğu kaybetmesi tehdidi, ikinci ise Biden, başkanlık mücadelesinde İsrail'i desteklemek için Yahudi seslerine ve ABD'de İsrail adına çalışan dernek ve kuruluşların etkisine yöneldi. Ayrıca, Biden  İsrail Avrupalıların, Arapların ve dünya ülkeleri ve halklarının ezici çoğunluğunun istediği barışçıl çözümü kabul etmesi için İsrail'e ciddi baskı uygulayabilecek bir konumda.

Netanyahu iki devletli çözüme her zaman karşı çıktı ve bunu yalnızca bir kez ve gönülsüzce kabul etti. Burada, Avrupa'nın Washington'un tutumunun değişeceği yönündeki iddiası muhtemelen kaybedilecek ve eski Başkan Donald Trump'ın önümüzdeki Kasım ayında başkanlığı kazanması durumunda boşa çıkacak.

Soru şu, Avrupalıların elinde ne var? İsrail'in planlarına uymayı reddederek onlarla yüzleşmesi durumunda ellerindeki baskı araçlarına başvurmaya hazırlar mı? Bu soruları cevaplamak zor. Ancak bunun tersine, Tel Aviv'in geleneksel olarak Brüksel'de sahip olduğu siyasi ilişkiler ve diplomatik desteğe paralel olarak İsrail'in Birlik ile yakın ekonomik, ticari, bilimsel ve yatırım ilişkilerinin olduğu ve bu nedenle Avrupalıların İsrail üzerinde ciddi baskı kartlarının olduğu doğrulanabilir. Ancak İsrail'le daha önceki birleşme deneyimlerinden yararlanmak cesaret verici değil ve dolayısıyla buna güvenmek de garanti değil.