Muhammed Ebi Semra
Dokuz yıl önce 21 Eylül 2014’te Husi milisler, Yemen’in başkenti Sana’yı ele geçirdi. Al Majalla, Yemen’in mevcut durumunu konuşmak için Paris’te, Paris ile Sana arasında mekik dokuyan Yemenli bir araştırmacı yazarla buluştu. Hayatını korumak için adının açıklanmasını istemeyen yazar, konuşmasına özetle Yemen ile başkentinin yıkıcı bir dram yaşadığını söyleyerek başladı.
Ona göre Husiler ve savaşçı diğer Yemenli kabileler, 1964 yılında başlayan 60 yıllık cumhuriyet dönemindeki tüm tecrübeyi yok etti. Pek çok başarının ve hatanın kaydedildiği bu toplumsal-siyasi dönemde ya da sistemde Yemenliler, seslerini yükseltip, hatalarını eleştirebiliyordu. Ancak bugün o başarılar, sanki hiç olmamış gibi kaşla göz arasında yok oldu. Yemenliler yoksulluğa, değerlerde, eğitimde, sağlık hizmetlerinde, ekonomide, maaşlarda bir çöküşe ve devlet kurumlarında, yönetimde ve yargıda bir yıkıma şahit olunan bu genel yıkımdan bir çıkışın olduğuna dair ümitlerini kaybetti.
Eğitim, tarım ve savaş arasında kabileler
Yemenli araştırmacıya göre cumhuriyet döneminin 1964’ten beri kurduğu çağdaş eğitim, Yemen’deki geleneksel toplumu büyük oranda değiştirdi. İnsanlar çağa açık hale geldi ve toplumsal kapalılık kozasından çıktı. Ancak savaşçı Zeydi kabileler ile örf âdetlerine ve savaşçı miraslarına bağlı kalmayı sürdüren diğer kabileler bu değişime ayak uyduramadı. Bugün Husiler, savaşçılığa devam eden Zeydî kabilelerdir.
Bundan dolayı araştırmacı, Yemen’in geçmişte ve halihazırdaki derin trajedisini, 60 yıllık cumhuriyet rejiminde aralıklarla devam eden ve geçici ateşkeslerle gölgelenen ‘aralıklı daimi savaş’ olarak özetliyor. Bu savaş, savaşçı kabilelerin eseridir. Ona göre Yemen halkı iki temel gruba ayrılır:
Savaşçı kabileler: Bunlar dağlıdır ve yerleşim yerlerini dağların yükseklerine kurup, tarımla uğraşırlar. Bununla birlikte sahip oldukları asıl şey, uzun tarihleri boyunca kazandıkları savaş becerileri. Çoğunlukla silah tutmakla beraber dağlarda tarımsal faaliyetlerde de bulunurlar. Ama tarımsal üretimleri, pazarlayıp ticaretini yapmaya yetecek kadar tarımsal fazlalık üretmez. Onlarda silah, şan şerefin ve erkekliğin sembolüdür. Zeydi savaşçı kabilelerin çoğu dağlıdır. Ancak Güney Yemen’de Ma’rib, Dali ve Yafa şehirlerinde de savaşçı kabileler mevcuttur.
Yemen’in geçmişte ve halihazırdaki derin trajedisi, 60 yıllık cumhuriyet rejiminde aralıklarla devam eden ve geçici ateşkeslerle gölgelenen ‘aralıklı daimi savaş’ olarak özetlenebilir. Bu savaş, savaşçı kabilelerin eseridir
Savaşçı olmayan kabileler: Bunlar da tarımla uğraşır, ancak dağlık olmayan düz, geniş ve verimli bozkır topraklarında. Bu kabilelerin tarımsal faaliyetleri, pazarlamaya ve ticarete ihtiyaç hissettiren bir fazlalık ortaya koyuyor. Savaşçılık kabiliyetleri bakımından zayıf olan bu kabileler, İbb’de ve onun Bereketli Bölge olarak bilinen vilayetinde oturuyor. Ayrıca Tihame ve Taiz’de ikamet edenler de var.
Şarku’l Avsat’ın Majalla dergisinden aktardığı analize göre Sana şehri ve yakın çevresindeki halk da savaşçı değil. Güneydeki Hadramut’un halkı ise ticaretle uğraşır ve Doğu Asya’ya ve Körfez’e göç ederler. Bu da onları zorunlu olarak savaşçı halkın dışında tutar. Savaşçı olmayan kabilelerin silahla, savaşla övünme huyları yoktur; onlar kendilerini savunmak zorunda kalmadıkça bu iki şeye başvurmazlar.
Bir örnek olarak İbb’in trajedisi
Yemenli araştırmacı, bu ayrımdan hareketle Yemen’deki toplumsal-bölgesel yapıyı yeniden okuyor. 18’inci ve 19’uncu yüzyıllara dönerek, tarihte gücünü savaşçı dağlı kabilelerin kutuplaşmasından alan İmamiye devletinin zayıflığını açıklıyor. Devlet zayıfladıkça, rızık kapısı bulmak için dağlık yerleşimlerini hızla terk etmeye başlayan bu kabileler nedeniyle devlet daha da zayıflıyordu.
Böyle bir zayıflığın ve dağılmanın meydana gelmesi, kabile savaşçılarının dağlardaki kalelerinden İbb bozkırlarına inmesine yol açtı. Bu kabileler, oradaki verimli toprakları ele geçirip sahiplendiler ve toprak sahibi çiftçileri, kendi topraklarında köle olarak çalıştırdılar. İbb’de bu tarihî olaya atıfta bulunmak için halk arasında yaygın bir terim vardır. Şöyle ki, Bereketli Bölge halkı, kendi topraklarını ele geçirip onları çalıştıran savaşçı kabilelerin mensuplarına ‘nakail’ adını verdi; (kabilenin çoğulu olan ‘kabail’ kelimesine atıfla kullanılan) bu terimle, savaşçı olarak dağlardan inip verimli tarım ovalarına taşınanlar kastedilmektedir. Bugün İbb şehrindeki yaşlıların çoğu, dağlardan inerek savaşçı kabiliyetlerini kaybeden bu ‘nakail’ grubundandır. Bu, Sada’daki kalelerinden çıkan yeni dağlı Husilerin, savaşçı olmayan Sana’dan sonra İbb’i de nasıl ele geçirebildiklerini açıklıyor. Aynı şekilde İbb halkının, kendilerine boyun eğdiren savaşçı Husi zulmünden sıkılmasını ve nihayet birkaç ay önce ona karşı ayaklanmasını da anlaşılır kılıyor.
Göçler ve ticaret savaş ateşini söndürüyor
Bu tespitten hareketle Yemenli araştırmacı, ülkesinin sorununun, daha doğrusu trajedisinin çözümünü, aralıklarla da olsa kalıcı olan savaşa bir son verilmesi ve savaşçı dağlı kabilelerin barış yanlısı kabilelere ya da topluluklara dönüştürülmesinde görüyor. Böylece artık savaşı üretip sürdürmez ve peş peşe döngüler halinde cehaleti, geriliği ve yoksulluğu yayamazlar. Bugün Yemen, yıkıcı döngülerinden birinde boğuluyor.
Yazar, sözlerini destekleyecek başka örnekler de veriyor:
Cumhuriyet döneminde Yemen’in kuzeyindeki idareciler, bürokratlar, teknokratlar, tacirler ve muhasebeciler çoğunlukla Hadramut ve Taiz’dendi. Cumhuriyetçi seçkinler de genellikle Beyrut’taki Amerikan Üniversitesi’nde eğitim almak için Lübnan’a ve Aden’e gelen göçmen çevrelerde oluştu.
Aden’de İngiliz sömürgeciliği günlerinde dernekler ve partiler kuruldu ve kuzeydeki yurtlarına bağlı kalan göçmenler için gazeteler çıkarıldı. Bunlar, cumhuriyetçi seçkinlerin mayası ve ilk nüvesiydi. Aden’de, bağımsızlığından önce Aden’e çok da uzak olmayan Taiz’den gelen pek çok kişi var. Bunlar orada çalışıyor ve kendi topraklarını işlemek için Taiz ve İbb’e dönüyorlardı. Sosyalist Parti’nin güneyde izlediği uluslaştırma politikası, birçok kişiyi Körfez ülkelerine göç etmeye zorladı.
Yemen’in sorununun, daha doğrusu trajedisinin çözümü, aralıklarla da olsa kalıcı olan savaşa son verilmesi ve savaşçı dağlı kabilelerin barış yanlısı kabilelere veya topluluklara dönüştürülmesinde saklı. Böylece savaşı üretip devam ettirmez ve peş peşe döngüler halinde cehaleti, geriliği ve yoksulluğu yayamazlar. Bugün Yemen, yıkıcı döngülerinden birinde boğuluyor.
Yemenli araştırmacı, Yemen diyarındaki mevcut manzaranın geçmişini ortaya koymaya devam ediyor. Ona göre Yemen’in güneyindeki Dâli ve Yafa’daki savaşçı kabileler, güneydeki sosyalist rejim döneminde orduya katıldı. 1986 yılında Aden’deki Yoldaşlar rejimi günlerinde yıkıcı ve kanlı çatışmalarda savaşan da onlardı; bugün Aden’e hâkim olan ve Husi savaş milislerine karşı duran da onlar.
Güneydeki Hadramut halkı (Hadarim) ise çoğunlukla tüccardır. Bunların büyük bir kısmı, Suudi Arabistan, Körfez ve Doğu Asya’da olup, savaşçı kabileleri desteklemiyor ve istemiyorlar. Dali ve Yafa halkı, güneyde savaşçı bir devlet kurmak istediğinde (güney sultanlıklarından biri olan) tüccar Hadramut halkı onlardan ayrılmaya meylediyor. Çünkü savaşçı devlet, onların çıkarları ve hayat tarzlarıyla bağdaşmıyor. Me’rib ve Taiz’de ise İhvan-ı Müslimin’in (Müslüman Kardeşler) savaşçı bir gruba dönüşen Islah Partisi var. Ma’rib’de Husilerin kontrol etmek istedikleri petrol zenginliğine tutunuyorlar.
Husiler ve savaş ekonomisi
Yemenli araştırmacı, Husilerin çağrısının Zeydi savaşçı grupları ve kabileleri kendine çektiğini düşünüyor. Bunlar her ne kadar Zeydi mezhebinde azınlıkta olsalar da savaşçı tutuculukla baskın gelip Yemen’in tamamını ve yönetimini ele geçirmek istiyor. Bu eğilim, savaşçı tutuculuğun yanı sıra İranlıların yardımı ve parasıyla da besleniyor. Lübnan’daki Hizbullah’ın durumunda olduğu gibi.
Lübnan’da büyük oranda yolsuzluğa, kaçakçılığa ve uyuşturucuya dayalı bir ekonomi oluştuğu gibi Yemen’de de bir savaş ekonomisi oluştu. Mesela Sana’da Husiler, Genel Elektrik Kurumu’nu yıkarak insanlara elektrik satmak için küçük özel şirketler kurdular. Su dağıtımında da aynı yolu izlediler. Daha sonra eğitime el atıp, yeni öğretilerini aşılayan ve ülkeyi yönetmek için kurmak istedikleri savaş toplumunun temellerini atan özel okullar inşa ettiler.
Bugün Sana’daki kamu kurumlarını ziyaret ederseniz buraların neredeyse boş olduğunu ve kapılarında sefil bekçilerin durduğunu görürsünüz. Bu kurumlar artık hizmet veremiyor. Genel Kitap Vakfı ve Sana Üniversitesi’ndeki Araştırma Merkezi için de durum aynı… Ama buna karşılık Vakıflar Bakanlığı çalışan ve insanlarla dolu çünkü rüşvet ve imtiyaz yoluyla para kazanıyor.
* Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden tercüme edilmiştir.