Sosyal medya insanlığı geriletiyor mu?

Yapay zeka hayata, topluma ve doğaya bakışımızı değiştirdi, sosyal ilişkilerimizi kökten dönüştürdü

Teknolojiyle ilgili korkular, insanlığın gidişatına dair kasvetli beklentilerin ortasında insan ırkının geleceğini tehdit ediyor (AFP)
Teknolojiyle ilgili korkular, insanlığın gidişatına dair kasvetli beklentilerin ortasında insan ırkının geleceğini tehdit ediyor (AFP)
TT

Sosyal medya insanlığı geriletiyor mu?

Teknolojiyle ilgili korkular, insanlığın gidişatına dair kasvetli beklentilerin ortasında insan ırkının geleceğini tehdit ediyor (AFP)
Teknolojiyle ilgili korkular, insanlığın gidişatına dair kasvetli beklentilerin ortasında insan ırkının geleceğini tehdit ediyor (AFP)

Fidel Spiti
Masa ya da dizüstü bilgisayar başında, arabanın direksiyonunda ve hayal gücüyle sınırlanabilecek diğer ulaşım araçlarında çalışmak gibi teknolojik gelişmelerle birlikte insan vücudundaki biyolojik değişikliklere dair bir takım beklentiler söz konusu.  Bu beklentiler bir yandan mantıklı görünürken tarih boyunca insanın evrimsel gelişimine göre analiz ediliyor. İnsan anatomisi ve biyolojisiyle ilgilenen bilim dallarından uzmanlar, sanayi devriminden bu yana ellerimizi yoğun bir şekilde kullandığımız için insanların ellerinin zamanla uzayacağını, bacaklarının da kısalacağını düşünüyor. Bu beklentiler, çalışırken ve işe giderken bacaklarımızı daha az kullanmamıza karşın bilgisayar ve telefon aracılığıyla yüzlerce iş türünün süresini kısaltan internet çağının gelmesiyle birlikte arttı. Tüm bu işler bunlar parmaklar ve eller ile yapılırken, bacaklar ise daha az hareket ediyor. Bu da ellerin uzaması ve bacakların körelmesi açısından insan formunun şempanze benzeri bir biçime dönüşeceği anlamına geliyor. Tıpkı şempanzelerin tırmanmak ve hareket etmek için ellerini kullanması gibi, biz de çalışmak için ellerimizi yoğun bir şekilde kullanıyoruz.

‘Dönüşüm’ beklentileri
En çarpıcı tahminlerden bazıları, insanoğlunun on binlerce yıl sonra biçimleri değişmiş farklı makinelerden örülmüş bir ağ üzerine kurulu beyne dönüşebileceğine işaret ediyor. Elon Musk, geçtiğimiz günlerde bir kişinin hafızasının, beyinde meydana gelen görüntülerin ve olayların toplayıcısı olduğu sürece onu sonsuza kadar canlı tutan bir ‘hafıza kartına’ dönüştürülebileceği tezini öne sürdü. Musk’a göre bu hafıza kartı, bir grup farklı algoritmayı birbirine bağlayarak ne olacağını tahmin edebilir.
İnsanoğlunun, eski fiziksel gelişimi fikrinin bir sonucu olarak, makineler ağı üzerine kurulu bir beyne dönüşmesi, biyolojik bedene olan ihtiyaç, düşünce süreci lehine zaman geçtikçe azalacağı, hatta bu beden ya da beyin için şu anki yiyeceklerden farklı olarak tekrar tekrar tuvalete gitmesine ya da yemek için ara vermesine gerek kalmayacak yiyecek türleri bulunabileceği anlamına geliyor. Öncelikle gezegenler ve galaksiler arasında ışık hızına yakın hızlarda seyahat edecek olan astronotlar için bu tür yiyeceklerle ilgili araştırma halen devam ediyor.
Bu tür bilimsel iddiaları doğrulayan Facebook’un sahibi olan Meta şirketinin başlattığı ve Google’ın da doğruladığı ‘Metaverse’ dünyası, kullanıcının gerçek bir kimliğinin olduğu gerçek dünyaya paralel olan ve özel bir kimliğe sahip olacağı bir dünya. Ancak eğer kullanıcı Metaverse dünyasında daha fazla zaman harcarsa, gerçek dünyadaki kimliğinin ikinci sıraya düşeceği ve Metaverse’deki kimliğinin birinci sıraya yükseleceği de bir gerçek.
Psikoloji, medya, kitle psikolojisi, telekomünikasyon ve iletişim bilimlerinin dallarını üreten yeni bir bilim alanı olan sosyal medya uzmanları, internet dünyasının artık neredeyse kimliğimizi ve çevremizdeki hayatı tanımlamanın önemli bir parçası olduğunu söylüyorlar. Artık herkes, birçok sosyal medya platformu, uygulaması ve internet sitesi aracılığıyla gerek biçim gerekse içerik olarak gerçek karakterinden farklı olarak başkalarına göstermek istediği bir karakter oluşturabiliyor. Biçim açısından yüzün şeklini değiştiren yeni filtreler sayesinde, artık yüzün özelliklerini kökten değiştirmek mümkün. İçerik açısından ise insanlar kendi sayfalarında yayınladıkları resimlerde ya da videolarda kendini mutlu ve keyif içinde gösterebilirken, gerçekte sefil ya da farklı bir hayat yaşıyor olabilir. Bunun tam tersi de mümkün.

Hem olumlu hem de olumsuz
Önce gezegeni küçük bir köy haline getirdiğimizde sosyal medyayı kendi yararımıza kullandık. On binlerce kilometre uzaktaki birini görüntülü arayabiliyor ve sanki odada bizimleymiş gibi konuşabiliyoruz. Artık fikirlerimizi, kafaları karıştırıcı, yanlış, intihal, kışkırtıcı ve uydurma olsalar bile binlerce kullanıcı arasında yayabiliyoruz. İnternette tüm hızıyla devam eden bu durum, hükümetleri ve uluslararası gözlemcileri, insanlara ulaşan bilgileri ve Rusya'nın Donald Trump'ı başkanlığa taşıyan ABD seçimlerine müdahale ettiği iddiaları gibi İnternette kasıtlı olarak yayılan ve internet kullanıcıları üzerinde önemli bir etkisi olan yanıltıcı bilgileri yayma yeteneklerini kontrol edebilmek için sosyal medya şirketlerine zorlu koşullar dayatmaya itiyor. Rusya’nın ABD’deki başkanlık seçimlerine müdahale ettiği iddiaları ve Trump'ın mağlup olduğu, çevresindeki birkaç grubu harekete geçirebildiği son ABD başkanlık seçimlerine hile karıştığı iddiaları ile ilgili soruşturmalar sürüyor. Son seçimlere hile karıştığı iddiaları ‘Trumpist’ propagandadan etkilenen grupların eşi benzeri görülmemiş bir şekilde ABD’nin başkenti Washington’daki Kongre binasına baskın gerçekleştirmeleriyle sonuçlandı. Olayla ilgili soruşturma da halen devam ediyor.
Ancak iletişim araçlarının üzerimizde yarattığı en büyük etki, günlük yaşam, yani çevremizdeki doğa ve sosyal çevre ile olan ilişkimiz ve çekirdek aileden başlayıp daha sonra geniş aileye ve akrabalara, oradan çalıştığımız ya da aralarında yaşadığımız topluluğa kadar nüfuz etmiş olması.
Örneğin Google Earth uygulaması, kullanıcıyı balkonunda otururken bir astronota dönüştürebiliyor. Uzaydan tüm dünyayı görebiliyoruz. Bu uygulama sayesinde dünyanın herhangi bir yerini seçip çok yakından ziyaret edebiliyoruz. Böylece maliyetsiz ve fiziksel olarak bir yerden başka bir yere gitmeden artık dünyanın diğer ülkelerindeki şehirlerin sokaklarında turistik bir gezi yapıyormuş gibi hissedebiliyoruz. Fakat bu uygulama da tıpkı diğerleri gibi, iki yanı keskin bir bıçak. Olumlu yanı, bu uygulama aracılığıyla dünyanın dört bir yanındaki çevreler, kültürler ve coğrafi alanlar arasında öğrenme, keşfetme ve gezinme imkanı sunması. Ziyaret ettiğimiz bölgeleri, diğer bölgeleri ziyaret eden diğer kişilerle paylaşılabiliyoruz.  Böylece her gün bu uygulamanın karşısında geçirdiğimiz birkaç saat içinde gezegeni keşfetmeye ilgi duyan arkadaşların sayısını artırıyor. Olumsuz yanı sıra hareketliliğimizin ve fiziksel seyahatimizin kesintiye uğraması. Tıpkı sosyal ağlarda bulunma oranlarının önemli ölçüde arttığı bir dönem olan Kovid-19 salgını nedeniyle iki yıl süren kapanmalar ve seyahat yasaklarında sırasında olduğu gibi. Bu dönemde çalışma tarzı da değişti. Artık birçok kişi evde olduğundan sosyal ağlarda dolaşmak daha kolay ve pratik hale geldi. Bu durumda mesele uzun bir süre, belki de sonsuza kadar böyle devam edecek, yani ofis yerine evden çalışılacak gibi görünüyor.

Doğa ve aile ile ilişkilerin bozulması
Arkadaşların ya da aile üyelerinin hayatlarını sosyal ağlar aracılığıyla ifşa etmek, onların hayatlarının gözlerimizin önüne, bizim hayatlarımızın da onların gözleri önüne serilmesi onlarla olan gerçek ilişkilerimizi de etkiler. Hatta bu durum, aile bağlarının ya da fertleri arasındaki güçlü ilişkilerin zayıflamasına katkıda bulunuyor.  Bu aynı zamanda sık sık karşılıklı olarak yapılan ziyaretlere yahut yılda en az bir kez olsun aile büyüklerinin ziyaret edildiği seyahatlere de yansıdı. Ancak iletişim kolaylığı ile bu ziyaretler önemli ölçüde azaldı.  Ziyaretin yerini, bunu eksiksiz ve önemli bir harcamaya gerek kalmadan yapan görüntülü görüşme aldı.
Çevredeki doğanın kendisiyle, yani şehirdeki mahallelerin, küçük kasabalar ya da yerleşim bölgeleriyle olan ilişkisiyle başlayan, komşu köylerin ve ormanların yakınlarından geçen nehir ile devam eden bir ilişkisi var. Sanayi devriminden hoşnut olmayan romantik dönem ile doğaya dönüş talepleri geldi. Romantik dönemin ünlü teorisyenleri, filozofları, şairleri, müzisyenleri ve ressamları, 19. yüzyılın başlarından sonuna kadar bir asırdan biraz daha az bir süre boyunca, makinelerden, kalabalıktan, kömür fabrikalarının dumanından ve işçilerin sefil hayatından uzaklaşarak doğaya dönmeyi başardılar. Ancak bu da hayatın evriminin seyrine tersti. Romantik dönemin hızla sona ermesi, sanayi çağının 19. yüzyılın sonlarından ve 20. yüzyılın başlarından günümüze kadar istikrarlı ve geniş bir şekilde gelişmesine izin verdi.
Ama romantik dönemle bir kıyaslama yapacak olursak, o dönemin insanları doğadaki karınca gibi, bizi ise kayaya yapışmış deniz kabukları gibi görebiliriz. Çevreciler, Kovid-19 salgınının başlarındaki kapanmanın ilk aylarında, gezegenin, gerek hava kirliliğinden gerekse ağaçların kesilmesi nedeniyle ormanların bozulmasından olsun, kendini temizleyebildiğini keşfettiler. İnsan yaşamının kalitesine ilişkin kaygının doğaya yönelik kaygıyla başladığını düşündüklerinden insanlardan çok, doğa anaya ilgi duyan çevrecilerin görüşü bu yönde olsa da sosyologlara göre insanın toplumsal ilişkilerinin modelini ve doğayla olan ilişkisini kökten değiştirdiği için bu görüş kusurlu ve yanlış. Bu durum, ebeveynlerin ve çocuklarının çevredeki doğaya bakış açısındaki geniş ayrılıkta da ortaya çıkıyor. Hayatlarının büyük bir kısmı bir bilgisayar veya telefon ekranı başında ve çeşitli oyunlar karşısında geçen çocukların görüşleri ve aileleri ile bakış açılarındaki farklılıklar her yeni nesilde daha da artıyor. Sosyologlar, bu tür farklılıkların kaçınılmaz olduğunu söylüyorlar. Bununla birlikte sosyal ve insani yönden etkisi, özellikle farklı toplumlarda bir sonraki aktif nesil olacak olan küçük çocuklar için internet kullanımının azaltılmasıyla ve yönlendirilmesiyle azaltılabilir. Örneğin Adam Smith'in 29 Temmuz Cuma günü The Independent Arabia’da yayınlanan makalesinde, Google’ın eski Başkanı ve CEO'su Eric Schmidt’in “Yaptığımız şeyin etkisi konusunda saftım. Bugün yapay zekanın etkisinin nükleer silahlar kadar tehlikeli olduğunu düşünüyorum” şeklindeki sözlerine dikkati çekti.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.



Kışın neden daha çok acıkıyoruz? Uzmanlar yanıtladı ve çözüm önerdi

Kışın iştah değişimleri, gün ışığı süresinin kısalması ve güneş ışığına maruziyetin azalmasından daha fazla etkileniyor. (Pixabay)
Kışın iştah değişimleri, gün ışığı süresinin kısalması ve güneş ışığına maruziyetin azalmasından daha fazla etkileniyor. (Pixabay)
TT

Kışın neden daha çok acıkıyoruz? Uzmanlar yanıtladı ve çözüm önerdi

Kışın iştah değişimleri, gün ışığı süresinin kısalması ve güneş ışığına maruziyetin azalmasından daha fazla etkileniyor. (Pixabay)
Kışın iştah değişimleri, gün ışığı süresinin kısalması ve güneş ışığına maruziyetin azalmasından daha fazla etkileniyor. (Pixabay)

Kış aylarında kilo artışı çoğu zaman düşük sıcaklıklara bağlansa da uzmanlara göre asıl neden; günlerin kısalması, biyolojik saatin bozulması ve hafif hormonal değişiklikler.

Şarku’l Avsat’ın Fox News’ten aktardığı habere göre Florida merkezli nörobilimci ve Ulusal Nötrisyonel Nörobilim Akademisi Başkanı Timothy Fry, “Kış aylarında iştah değişimleri, sıcaklık düşüşünden çok gün ışığının azalmasına ve buna bağlı biyolojik saat bozukluğuna bağlıdır” değerlendirmesinde bulundu.

Bazı araştırmalar, insanların soğuk ortamlarda vücut ısısını korumak için daha fazla yiyebileceğini öne sürse de Fry bu bulguların net olmadığını belirterek, “Soğuk havanın açlık hormonlarını sürekli olarak artırdığına dair kanıtlar zayıf ve kesin değil; bu etkiler herkeste aynı değil” dedi.

İngiliz doktor Crystal Willy de kış mevsimindeki iştah artışının, ruh hali ve ışık maruziyetindeki azalmayla bağlantılı olduğunu ifade etti. Willy, bilim sitesi Study Finds’e yaptığı açıklamada, “Bu durum yalnızca açlıkla ilgili değil; düşük ruh hali ve azalan ışığa karşı beynin geliştirdiği bir telafi mekanizması kolayca aşırı yeme döngüsüne yol açabiliyor” dedi.

Araştırmalar, kış aylarında insanların ortalama yarım ila bir kilo arasında alım yaşadığını gösteriyor. Bunun nedeni, gün ışığının azalmasıyla biyolojik saatin bozulması, iştah düzenleyici hormonların değişmesi ve karbonhidrat isteğinin artması olarak açıklanıyor.

Kış iştahıyla nasıl başa çıkılır?

Uzmanlar, kışın artan yeme isteğini kontrol altına almak için bir dizi öneride bulunuyor:

Düzenli beslenme saatleri

Fry, düzensiz yeme alışkanlıklarının biyolojik saatin bozulmasını artırabileceğini belirterek, özellikle ışık maruziyetinin azaldığı dönemlerde düzenli öğünlerin iştah kontrolüne yardımcı olduğunu söyledi.

Teksaslı sağlık koçu ve halk sağlığı uzmanı Niloufer Basaria da, akşam yemeğinin biraz daha erken ve hafif tüketilmesinin biyolojik saati desteklediğini ifade etti.

Protein ve lif ağırlıklı beslenme

Willy, güne protein ağırlıklı bir kahvaltıyla başlamanın kan şekerini dengelediğini ve uzun süre tokluk sağladığını belirtiyor. Lifli ve düşük kalorili besinlerle yemeğe başlamak ise aşırı tüketimi azaltıyor.

Yulaf, mercimek, fasulye, brokoli, elma ve chia tohumu gibi gıdaların hızlı doygunluk sağladığı belirtiliyor. Omega-3 içeren somon ve ceviz iştah kontrolünde etkili görülürken, en az yüzde 70 kakao içeren bitter çikolatanın sindirimi yavaşlatarak tokluk hissini artırabildiği aktarılıyor.

Baharat kullanımı

Araştırmalar, kırmızı biber ve karabiber gibi baharatların iştahı hafifçe baskılayabileceğini gösteriyor. Pensilvanya Eyalet Üniversitesi’nin bulgularına göre, yemeklere acı biber eklemek alınan gıda miktarını yüzde 11-18 oranında azaltabiliyor.

Yemekten önce su içmek

Çalışmalar, öğünden yarım saat önce iki bardak su içmenin kalori alımını azaltabileceğine işaret ediyor. Uzmanlar, kış aylarında susuzluk hissinin azaldığını ancak vücudun yine de sıvıya ihtiyaç duyduğunu vurguluyor.

Uzmanlar uyarıyor: Yalnızca diyet yeterli değil

Fry, iştah kontrolünün yalnızca beslenmeyle sınırlı olmadığını; uyku kalitesi, ruh hali, ışık maruziyeti, stres ve günlük aktivitenin de etkili olduğunu belirtti:

“Uyku azlığı iştahı artırabilir, düşük hareket seviyeleri ise tokluk sinyallerini zayıflatabilir. Beden sinyallerini takip etmek, kış aylarında iştahı yönetmede kritik öneme sahip.”

Fry ayrıca, kişilerin mevsim şartlarına göre değil, kendi fiziksel tepkilerine göre beslenme farkındalığı geliştirmesi gerektiğini ifade etti.


ABD'de göçmen operasyonları: "Vudu bebeği" bulundu

Federal göçmenlik operasyonunun devam ettiği New Orleans'ta, ICE memurunun "vudu bebeği" bir ağaca bağlanmış halde bulundu (Eyalet Başsavcısı Liz Murrill / X)
Federal göçmenlik operasyonunun devam ettiği New Orleans'ta, ICE memurunun "vudu bebeği" bir ağaca bağlanmış halde bulundu (Eyalet Başsavcısı Liz Murrill / X)
TT

ABD'de göçmen operasyonları: "Vudu bebeği" bulundu

Federal göçmenlik operasyonunun devam ettiği New Orleans'ta, ICE memurunun "vudu bebeği" bir ağaca bağlanmış halde bulundu (Eyalet Başsavcısı Liz Murrill / X)
Federal göçmenlik operasyonunun devam ettiği New Orleans'ta, ICE memurunun "vudu bebeği" bir ağaca bağlanmış halde bulundu (Eyalet Başsavcısı Liz Murrill / X)

ABD İç Güvenlik Bakanlığı'nın (DHS) sınır dışı etme operasyonu New Orleans'ta sürüp giderken, Göçmenlik ve Gümrük Muhafaza (ICE) memurlarını andıran bir "vudu bebeği" ağaca bağlanmış halde bulundu.

ABD Başkanı Donald Trump'ın göçmen baskınlarının son hedefi New Orleans. DHS'e göre "Catahoula Crunch" Operasyonu kapsamında 3 Aralık'tan bu yana 250'den fazla kişi gözaltına alındı.

Fotoğraflarda görüldüğü üzere "ICE" yazılı siyah bir yelek ve buna uyumlu şapkasıyla maskeli bir memuru tasvir eden, keçeden yapılmış bir bebek ağaca bağlanmış ve onlarca iğne batırılmış halde bulundu. Vudu, Louisiana'da yaygın bir uygulama ve New Orleans'taki dükkanlar bu dini uygulamayla ilgili eşyalar satıyor.

Bebeği kimin yaptığı veya ağaca kimin bağladığı henüz bilinmiyor.

Louisiana'nın Cumhuriyetçi başsavcısı Liz Murrill bir sosyal medya gönderisinde "Yasadışı göçmenlik yanlısı radikallerin tartışmayı kaybettiğini, @ICEgov'un vudu bebeklerini kullanmalarından ve New Orleans'taki Çocuklara Karşı İnternet Suçları Görev Gücü'ne rahat vermemelerinden anlayabilirsiniz" yazarak sözkonusu bebeğin fotoğrafını paylaştı.

The Independent cevap hakkı için DHS'le iletişime geçti.

Şikago, Charlotte ve Los Angeles'taki benzer operasyonların ardından Trump'ın göçmenlik politikasının son hedefi New Orleans. Louisiana'nın en büyük şehrine yapılan federal konuşlandırma protestolara yol açtı.

New Orleans'ın müstakbel belediye başkanı Helena Moreno, Catahoula Crunch Operasyonu'nun şehirde "ciddi endişeye" yol açarak bir "korku kültürü" yarattığını söylüyor.

Moreno, federal göçmenlik görevlileri tarafından durdurulduklarında ne yapmaları gerektiğiyle ilgili vatandaşlara tavsiye veren ve yasal kaynaklara bağlantılar sağlayan "Haklarınızı Bilin" adlı bir internet sitesi açtı; New Orleans Belediye Meclisi de yurttaşların, federal memurların suiistimallerini veya görevi kötüye kullanmalarını bildirmesi için bir portal oluşturdu.

DHS, baskınların "suçlu yasadışı göçmenleri" hedef aldığını söylese de Associated Press'in ele geçirdiği kolluk kuvvetleri kayıtları, New Orleans operasyonunun ilk iki gününde gözaltına alınan 38 kişinin üçte birinden azının sabıkası olduğunu göstermişti.

New Orleans'ı temsil eden Demokrat Partili Senatör Royce Duplessis, önceki haftalarda AP'ye yaptığı açıklamada, "Bu, zaten bildiğimiz şeyi doğruluyor; mesele kamu güvenliği değil, mesele kaos ve korkuyu körüklemek, toplulukları terörize etmek" demişti. 

Göçmenlerin şiddet yanlısı olduğu yönündeki hastalıklı klişeyi daha da güçlendiriyor.

New Orleans'tan gelen haberler, ülke genelindeki daha büyük bir örüntüye uyuyor gibi görünüyor.

Kâr amacı gütmeyen veri toplama kuruluşu Transactional Records Access Clearinghouse'a göre, 30 Kasım itibarıyla ICE tarafından gözaltında tutulan kişilerin yaklaşık yüzde 73'ünün sabıka kaydı yok.

New Orleans göçmen operasyonunun bitiş tarihi henüz açıklanmadı.

Independent Türkçe


Güney Kore’de kellik tartışması: “Ölüm kalım meselesine dönüştü”

Lee'nin teklifini eleştirenler, kelliğe kıyasla daha önemli hastalıklara yoğunlaşılmasını istiyor (Reuters)
Lee'nin teklifini eleştirenler, kelliğe kıyasla daha önemli hastalıklara yoğunlaşılmasını istiyor (Reuters)
TT

Güney Kore’de kellik tartışması: “Ölüm kalım meselesine dönüştü”

Lee'nin teklifini eleştirenler, kelliğe kıyasla daha önemli hastalıklara yoğunlaşılmasını istiyor (Reuters)
Lee'nin teklifini eleştirenler, kelliğe kıyasla daha önemli hastalıklara yoğunlaşılmasını istiyor (Reuters)

Güney Kore Devlet Başkanı Lee Jae-myung, kellikle mücadelenin "ölüm kalım meselesi" haline geldiğini söyledi.

Lee, kamu sağlık sigortasının saç dökülmesi tedavilerini de içerecek şekilde genişletilmesini istediğini belirtti.

62 yaşındaki lider, salı günkü açıklamasında kelliğin sadece gençler için "kozmetik bir sorun" olmadığını, toplum için bir "ölüm kalım meselesine" dönüştüğünü savundu.

Ülkede sadece alopesi areata gibi tıbbi nedenlerle oluşan saç dökülmelerine yönelik tedavilerin masrafları devlet tarafından karşılanıyor. "Saçkıran" diye de bilinen bu hastalık, genellikle bağışıklık sisteminin kendine saldırması sonucu kişinin saç, sakal, kirpik ya da kaşlarının kısa süre içinde dökülmesine yol açıyor.

Diğer yandan yaygın erkek tipi kellik için uygulanan tedavilerin çoğu, sigorta kapsamı dışında kalıyor. Lee, sigorta kapsamının genişletilmesi gerektiğini belirterek şunları söyledi:

Sigorta primlerini ödedikleri halde yardım alamamalarını haksızlık olarak gören gençler olabilir. Bu durum yabancılaşma hissini ciddi boyutlara çıkarabilir.

Güney Kore'nin sağlık sigortası sistemi halihazırda mali sorunlarla boğuşuyor. Sistem, geçen yıl 11,4 trilyon won'la (yaklaşık 330 milyar TL) rekor açık vermişti. Yaşlanan nüfusun da etkisiyle 2026'da açığın 4,1 trilyon won (yaklaşık 119 milyar TL) daha artabileceği öngörülüyor.

Öte yandan Kore Tabipler Birliği'nden yapılan açıklamada, Lee'nin saç dökülmesi tedavisini önceliklendiren yaklaşımı eleştirildi:

Sağlık sigortası fonlarını saç dökülmesi tedavisine harcamak yerine, kanser ve diğer ciddi hastalıkların tedavisine öncelik verilmesi daha uygun olacaktır.

Katı güzellik standartlarıyla tanınan Doğu Asya ülkesinde kellikten muzdarip gençler toplumsal dışlanmayla karşılaşabiliyor. Yetkililere göre, geçen yıl saç dökülmesi nedeniyle hastanelere başvuran 240 bin kişinin yüzde 40'ı 20'li veya 30'lu yaşlardaydı.

Sağlık Bakanı Jeong Eun Kyeong ise saç dökülmesi yaşayan gençlerin iş arama sürecinde özgüvenlerini yitirebileceğini, bunun da ruh sağlıklarını olumsuz etkileyeceğini savunuyor.

Lee, 2022'de düzenlenen devlet başkanlığı seçimleri için yürüttüğü kampanyada da saç dökülmesi tedavisi masraflarının devlet tarafından ödeneceği vaadiyle gündem olmuştu. Lee, o dönemki seçimleri Yon Suk-yol karşısında kaybetmişti.

Independent Türkçe, Guardian, BBC