Yargıç Sabah el-Alvani, Yemen’de Yüksek Yargı Konseyi üyeliğine seçilen ilk kadın oldu

Sabah el-Alvani, Aden'de Yemen Başkanlık Konseyi Başkanı huzurunda yemin etti. (SABA)
Sabah el-Alvani, Aden'de Yemen Başkanlık Konseyi Başkanı huzurunda yemin etti. (SABA)
TT

Yargıç Sabah el-Alvani, Yemen’de Yüksek Yargı Konseyi üyeliğine seçilen ilk kadın oldu

Sabah el-Alvani, Aden'de Yemen Başkanlık Konseyi Başkanı huzurunda yemin etti. (SABA)
Sabah el-Alvani, Aden'de Yemen Başkanlık Konseyi Başkanı huzurunda yemin etti. (SABA)

Yemen'de yargıç Sabah el-Alvani, Başkanlık Konseyi'nin kararıyla ülkenin en yüksek yargı mercii olan Yüksek Yargı Konseyi üyeliğine seçilen ilk kadın oldu. Bu adım sadece Yemenli kadınlar için değil, Arap kadınları için de bir kazanç olarak değerlendirildi.
Aktivistler tarafından yapılan açıklamalarda bunun karar alma pozisyonlarında kadınların temsilinde değişiklik ve on yıllardır erkeklerin tekelinde olan yargıda adil temsilde yeni bir kazanım olduğu vurgulandı.

İade-i itibar
Yemen İnsan Hakları İhlallerini Soruşturma Ulusal Komitesi (hükümete bağlı ve bağımsız) üyesi İşrak el-Maktari konuya dair şunları söyledi:
“Yemen’in birliğinden bu yana (1990) ilk kez bir kadın yargıdaki en yüksek pozisyona getirildi. Bu yalnızca Yemenli kadınlar için değil, Arap kadınları için de bir kazanç. Çünkü çoğu Arap ülkesinde Yüksek Yargı Konseyi'nde kadınların varlığı çok sınırlı.”
Maktari, Şarku'l Avsat'a yaptığı açıklamasını şöyle sürdürdü:
“Çeşitli devlet kurumlarında 2020'den bu yana, özellikle bakanlık pozisyonlarında ve diplomatik birimlerde kadınların varlığındaki azalmaya rağmen Alvani'nin Yüksek Yargı Konseyi’ne atanması, özellikle bu alanda karar verici konumlardaki kadınlar için bir nevi iade-i itibar ve zaferdir. Böyle bir karar bu kadar süre ertelenmemeliydi ve garip karşılanmamalıydı. Kadın sorunlarına yönelik ‘kısır ve ayrımcı’ politikalar, ne yazık ki bu atamayı ‘şaşırtıcı ve büyük bir başarı olarak görmemize’ neden oluyor. Yemen kadınlara karşı her türlü ayrımcılığın ortadan kaldırılmasına ilişkin CEDAW Sözleşmesi'ne imza atmış ve kadınları en az yüzde 30 oranında güçlendirmek için bir yıl önce İnsan Hakları Konseyi'ne sunulan evrensel periyodik rapor dahil birçok rapora bağlı kalmıştır.”
Maktari sözlerinin devamında Alvani’nin sahip olduğu deneyime dikkat çekti:
“Bu adım, özellikle karar verici pozisyonlara ulaşmak için çok çalışan kadınlar arasında büyük yankı uyandırdı. Yargıç Alvani ile 2016 yılından beri birlikte çalışıyorum. Kendisi yalnızca kovuşturmada yahut idari işerde değil, vatandaşlarla doğrudan saha deneyiminde önemli bir role sahip olduğu için özellikle savcılık işlerinde yetenekli bir isim. Alvani çok fazla yasal deneyime sahip güçlü bir kadın. Liderlik ve karar alma pozisyonlarında bulunma konusunda güçlü ve öncü bir rol modeli sağlayacak. Kendisi görevinde etkisiz kalmayacak kadınlardan biri. Alvani, insan hakları ihlalleri iddialarını araştırmak için Ulusal Komite’de çalışırken sahada da bulundu. Mahkumların ve tutukluların durumunu izledi ve savaşla ilgili suistimalleri araştırdı. Alvani'nin çok büyük bir katkısı olacağına ve atanmasının kendisinden çok şey bekleyen kadınların yanı sıra ister hâkim ister yargıda çalışan isterse de adaletten ve kolluk kuvvetlerinden umutlu davacılar olsun vatandaşlara, özellikle yargı önünde bulunan ve adalet bekleyenlere fayda sağlayacağına inanıyorum.”

Sınırlı temsil
Yemenli feminist hareketi lideri, Başkanlık Konseyi Danışma ve Uzlaşma Komisyonu üyesi Raşa Curhum da “Alvani'nin atanması kararı, kadınların karar alma süreçlerinde temsil edildiği gerçeğinde aşama kaydedildiği ve ulusal taahhütlerden pratik adımlara geçişin başladığı anlamına geliyor” dedi.
Şarku'l-Avsat'a konuşan Curhum bu gelişmenin en büyük kanıtının, yargıç Sabah el-Alvani'nin Yüksek Yargı Konseyi üyesi olarak atanması olduğunu vurguladı. Ancak bu temsilin ‘halen sınırlı olduğuna ve yüzde 30'dan az olmayan kararlaştırılan temsil payına ulaşmadığına’ dikkat çeken Curhum, feminist hareketin, yerel yönetimden merkezi otoriteye ve tüm sosyal, güvenlik, askeri ve diplomatik sektörlerde genel olarak kadınların temsilini iyileştirmeye yönelik öneriler sunduğunu belirtti.
Yemen’de feminist hareketten aktivistler kadınların hükümette 13 bakanlık elde etmesini önerdi. Ayrıca liderlik pozisyonlarında cinsiyet dengesinin gözetilmesi gerektiğine dikkat çeken feminist hareket, kadınların devlet liderliğini güçlendirecek koşulları yaratmak, onları ulusun inşasında ortaklar olarak güçlendirmek ve temsilde adaleti gözetmek çağrısında bulundu.
Başkanlık Konseyi Danışma ve Uzlaşma Komisyonu üyelerinden olan kadın lider Elfet ed-Debi de Alvani'yi göreve atama kararını ‘Cumhurbaşkanı ve Başkanlık Konseyi'nin kadınları güçlendirme konusundaki taahhütlerine yanıt veren büyük bir başarı’ olarak nitelendirdi.
Meslektaşı Curhum'un sözlerine destek veren Debi, kadınların devlet liderliğindeki temsil oranının yüzde 30 olmasına işaret etti.
Debi, yeni Yüksek Yargı Konseyi'nin ‘yargıda reformu sağlamak ve modernizasyonu gerçekleştirmek için hızlı bir plan hazırlayarak daha fazla sayıda kadını yargıya çekmesini temenni ettiğini’ söyledi.

Sabah el-Alvani kimdir?
Sabah el-Alvani adını ilk kez, Güney Hakimler Kulübü'nün icra dairesi başkanlığına seçildiği Mayıs 2013'te duyurdu. Aden Valiliği Temyiz Savcılığı’nda da yargıç olarak görev yapan Alvani 2017 yılında cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile İnsan Hakları İddialarını Soruşturma Ulusal Komitesi üyesi olarak atandı. Alvani 2018-2019 yılları arasında bir cezaevinde tutuklulara işkence yapıldığına dair yaygın olarak dolaşan söylentiler üzerine çalışma yürüten bir saha inceleme komitesine liderlik etti. İnceleme sonucunda tutukluların savaş esiri oldukları ve herhangi bir işkenceye maruz kalmadıkları sonucuna varıldı.



Yeni bölgesel denklem: Suriye ve Lübnan'da Suudi Arabistan'ın hayati rolü

Suudi Arabistan Veliaht Prensi ve Başbakanı Muhammed bin Selman, Riyad'da Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed Şara’yı ağırladı, 2 Şubat 2025 (Suudi Arabistan Kraliyet Sarayı)
Suudi Arabistan Veliaht Prensi ve Başbakanı Muhammed bin Selman, Riyad'da Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed Şara’yı ağırladı, 2 Şubat 2025 (Suudi Arabistan Kraliyet Sarayı)
TT

Yeni bölgesel denklem: Suriye ve Lübnan'da Suudi Arabistan'ın hayati rolü

Suudi Arabistan Veliaht Prensi ve Başbakanı Muhammed bin Selman, Riyad'da Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed Şara’yı ağırladı, 2 Şubat 2025 (Suudi Arabistan Kraliyet Sarayı)
Suudi Arabistan Veliaht Prensi ve Başbakanı Muhammed bin Selman, Riyad'da Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed Şara’yı ağırladı, 2 Şubat 2025 (Suudi Arabistan Kraliyet Sarayı)

Hattar Ebu Diyab

Ortadoğu’da 7 Ekim 2023 bu yana hızla değişen koşullar ve çatışmaların sonucunda yeni bir bölgesel tablo ortaya çıkıyor. Bölgede artık İsrail, Türkiye ve (2003 Irak Savaşı'ndan sonra Arap bölgesel düzeninin aleyhine yükselen bir güç olarak) İran olmak üzere başlıca üç bölgesel güçle sınırlı olmayan, bölgesel ve küresel satranç tahtasında yeni bir güç haline gelen Suudi Arabistan'ın temsil ettiği Arap kutbunu da kapsamaya başlayan yeni bir güç dengesi oluşuyor.

Suudi Arabistan, diğer tarafların çıkarları ve hegemonyacı eğilimlerine göre bölgeyi yeniden yapılandırma projelerine paralel olarak, Şam'dan başlayarak Arap dünyasını yeniden düzenlemede bölgesel bir denge gücü ve garantör güç olarak öne çıkıyor. Ayrıca, Filistin davasını destekleme konusundaki tarihi rolünü de sürdürüyor.

Suudi diplomasisi, Suriye ve Lübnan'daki gelişme ve değişimlere ayak uydurarak, Vizyon 2030 doğrultusunda her iki yeni durumu da kucaklıyor ve yakın tehlikelerden koruyor. Vizyon 2030, sadece iç kalkınmayla sınırlı kalmayıp, sürekli çatışmalardan ve "ideolojilerden" uzak, istikrarlı ve müreffeh bir bölgeye odaklanıyor.

Suudi Arabistan'ın yükselişinin nedenleri

Suudi Arabistan yaklaşık on yıl önce, 2030 Vizyonu’nu merkezine alan bir strateji benimsedi ve bölgesel eksenlerden çıkarak, Türkiye ile uzlaşma ve Çin'in himayesinde İran ile normalleşme yoluna gitti. Bu hamle, Suudi Arabistan'ın konum, kaynaklar ve tarih açısından güçlü liderlik rolünü, Körfez İşbirliği Konseyi (KİK), Arap Birliği (AL) ve İslam İşbirliği Teşkilatı'na (İİT) dayanarak ABD ile köklü stratejik ilişkilerinin bir uzantısı olarak, Avrupa ve Asya’nın güçlü ülkeleriyle ortaklıklar, Rusya ile enerji alanında iş birliği ve Çin, Hindistan, Güney Kore ve Pakistan ile ilişkilerin geliştirilmesi yoluyla güçlendirilmesini sağladı. Böylelikle, dengeli ve bölgesel olarak kapsayıcı rol ve uluslararası ilişkilerdeki çeşitlilik, Riyad'a geniş bir manevra alanı sağladı.

Suudi Arabistan ile İran arasında 2023 yılının mart ayında normalleşmenin başlamasından bu yana yaşanan olaylar ve 7 Ekim 2023'ün yansımaları ile sonuçları, Suudi Arabistan'ın diplomasisinin gerçekçi ve uyumlu olduğunu ortaya koydu. Riyad’ın önceliği, ulusal çıkarlarına hizmet eden bölgesel istikrarı yeniden tesis etmek ve 2030 Vizyonu ekonomik modernizasyon ve çeşitlendirme planını uygulamaya odaklanmaktı. Bu hedefe ulaşmak için Riyad, ABD'nin İsrail ile gelecekteki normalleşme çabalarına kapıyı tamamen kapatmamış, ancak bunun iki devletli çözüm ve Filistinliler için adaletin sağlanması adına net bir ufuk benimsenmesini şart koşmuştu.

1945 yılında AL kurulduğundan ve ilk zirvesi düzenlendiğinden beri, Kahire, Riyad ve Şam çoğunlukla ortak Arap hareketinin itici gücü veya lideri rolünü üstlendi.

7 Ekim 2023 olayları bölgeyi kasıp kavurdu. 2011 yılında başlayan Arap Baharı ve ABD Başkanı Donald Trump’ın ilk döneminde başlattığı ‘Abraham (İbrahim) Anlaşmaları’nın ardından bölgedeki durumun kırılganlığı ortaya çıktı.

Bu durum, jeopolitik konumu, kaynakları ve küresel enerji pazarındaki büyüklüğü nedeniyle, imparatorluk projelerinin ve büyük oyunların çatışmalarının arasında sıkışmış olan Suudi Arabistan'ın karşılaştığı zorlukları daha da artırdı.

Riyad, buradan hareketle bağımsızlığını ve ortaklarının çeşitliliğini güçlendirme yaklaşımı çerçevesinde, bölgesel rakipleri ve başta ABD olmak üzere küresel güçlerle nasıl ilişki kurulacağına dair sorular sormaya ve politikalarını yeni duruma uyarlamaya başladı.

Suudi Arabistan ile İran arasındaki normalleşme devam etti. Yemen ve İran'ın Husilere verdiği destek gibi ihtilaflı konuların devam etmesine rağmen gerginlik azaldı. Gazze’deki savaş ve İsrail ile İran arasında 12 gün süren savaşın patlak vermesinden sonra bile karşılıklı anlayışın hızlandığı görüldü.

Ancak Suudi Arabistan yönetimi, Trump yönetimiyle kurduğu özel ilişkiler ve aralarındaki bazı anlaşmazlıklara rağmen, Ortadoğu’da yeni bir denge kurmayı başardı. (Mekke'nin kuzeyinde yer aldığı için bu adı alan) Biladu’ş-Şam’ın (Şam bölgesinin) stratejik derinliğine özel bir önem verdi.

Suriye'deki siyasi dönüşümün desteklenmesi ve ülkenin yeniden inşası

Lübnan ve Suriye'deki bölgesel gelişmeler ve olayların hızlanmasıyla, ortak Arap çıkarları sisteminin inşası bağlamında Riyad'ın her iki ülkedeki gelişmeleri yakından takip etme rolü öne çıktı.

Arap Ligi'nin 1945 yılında kurulmasından ve ilk Arap zirvesinin toplanmasından beri Kahire, Riyad ve Şam, koşullara ve değişikliklere göre diğer başkentlerin rollerini inkar etmeden, ortak Arap eyleminin motoru veya lideri rolünü sıklıkla oynamıştır.

Eski ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger, 1970’li yıllarda, “Mısır olmadan savaş olmaz, Suriye olmadan barış olmaz” sözünü söyledi. Bu nedenle, Riyad'ın (Abu Dabi ile iş birliği içinde) 2011-2013 dönüm noktasından sonra Mısır'ı desteklemesi ve ona ayak uydurması dikkat çekiciydi. Ayrıca, 2024-2025'te Suriye'deki dönüşüme ayak uydurmak için acele etmesi de dikkat çekiciydi. Böylece, Arap dünyasının ağırlığının KİK’e kaymasıyla Riyad, Mısır ile iş birliği ve Irak'a açılım çerçevesinde Arap bölgesinin durumunun yeniden yapılandırılmasını yönetmeye çalışırken, Suriye ve Lübnan'ı başlangıç noktası olarak kabul ediyor. Filistin meselesinin, Arap evinin düzenini bozmak ve bölgesel rejimlerin veya ideolojik güçlerin ‘bahane’ olarak kullanmaması için pusula olarak kalmasını sağlıyor.

Suudi Arabistan, demagojik sloganlar ve popülist bahisler olmadan Arap dünyasının gerçekleriyle esnek bir şekilde, vesayet ve iç işlerine müdahale etme yöntemlerinden uzak, bir tarafı diğerine karşı desteklemeyerek, devletler arası modern kurumsal ilişkilere odaklanarak ilgileniyor. Şarku’l Avsat’ın al Majalla’dan aktardığı analize göre bu yaklaşım, İran döneminde hâkim olan milisler, devlet dışı örgütler ve paralel yapılar dönemine gerçekçi bir alternatif olarak görülüyor.

Buradan bakarsak Suudi Arabistan'ın Suriye'yi, geçmiş dönemin etkilerinden kurtulabilecek güvenli ve istikrarlı bir ülke haline getirmek için yeniden inşası yönünde bir eğilim içinde olduğunu görebiliriz.

Suudi Arabistan, Suriye ile dışişleri bakanları düzeyinde karşılıklı ziyaret gerçekleştiren ilk ülke oldu.

Suudi Arabistan Veliaht Prensi ve Başbakanı Muhammed bin Selman, Riyad'da Lübnan Cumhurbaşkanı Joseph Avn’ı ağırladı, 3 Mart 2025 (SPA)Suudi Arabistan Veliaht Prensi ve Başbakanı Muhammed bin Selman, Riyad'da Lübnan Cumhurbaşkanı Joseph Avn’ı ağırladı, 3 Mart 2025 (SPA)

Başlangıçta Riyad, Türkiye ve Katar'ın desteklediği Suriye’nin yeni lideri Ahmed Şara’ya karşı temkinli bir tutum sergiledi. Ancak Suriye geçici yönetiminin performansı ve Suriye'nin çıkarlarını öncelikli tutması, Riyad'ı başka bir yaklaşım benimsemeye itti. Bu yaklaşım, 12 Ocak'ta Riyad’da düzenlenen bölgesel ve uluslararası tarafların katıldığı Suriye konulu konferansta ortaya çıktı. Konferansta ayrıca yaptırımların kaldırılması konusunda Arap dünyasının koşulsuz desteği ile Batı'nın şartlı tutumu arasında bir görüş ayrılığı olduğu görüldü.

Ancak Suudi Arabistan'ın Şam'daki yeni yönetimi destekleme hamlesi, Başkan Donald Trump'ın seçilmesinin ardından ilk yurtdışı ziyaretini geçtiğimiz mayıs ayında Riyad'a yapmasının ardından ivme kazandı. Bu ziyaret vesilesiyle, Suudi Arabistan’ın diplomatik ve ekonomik ağırlığı, Riyad ile Washington'un çıkarlarının örtüştüğü durumlarda ‘karşılıklı ve seçici bir ortaklık’ kurulmasına olanak sağladı.

Suudi Arabistan, 2023 yılının başından bu yana (ABD, Fransa, Mısır ve Katar ile birlikte) beşli komite içinde veya ikili olarak Lübnan'daki cumhurbaşkanlığı seçimlerinin hazırlıklarında öncü bir rol üstlendi.

Başkan Trump'ın Körfez turunun en heyecan verici anı, Washington'un Heyet Tahrir Şam’ı (HTŞ) terör örgütü olarak sınıflandırmasına rağmen, Suriye'ye uygulanan yaptırımları kaldırdığını açıklamasıydı. Bu adım, Suudi Arabistan Veliaht Prensi Bin Selman'ın doğrudan talebi olmadan gerçekleşemezdi ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile koordineli olarak atılmış bir adım olarak sunuldu.

Riyad, Suriye'nin istikrarını desteklemek, ekonomisini canlandırmak ve Arap dünyasının temel direği olarak geri dönmesini sağlamak için yeni yönetimi destekledi ve Washington ile Avrupa başkentlerini bu yaklaşımın doğruluğuna ikna etti. Bunun karşılığında Ahmed Şara’nın Suriye vatandaşlığına geçmesi, terörizmin yeniden ortaya çıkışına karşı güçlü bir şekilde mücadele etmesi ve bölgesel eksenlere veya yeni çatışmalara ve savaşlara karışmaması gerekiyordu.

Bazı çevreler, ABD’nin davranışlarını faydacı yaklaşımlarla ilişkilendirmekte abartılı davranırken, ABD kurumlarının Suriye'deki dönüşümü desteklemesi ve Suriye'yi stratejik müttefiki İsrail ile NATO’daki müttefiki Türkiye arasında bir savaş alanı haline getirmemesi, Suudi Arabistan'ın Suriye yönetimini kucaklayan rolüne alan açması ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ile Katar'ın Şam'ı destekleme rolünü küçümsememesi daha olası.

Bu yeni duruma göre Trump’ın Suriye’ye yönelik ABD yaptırımlarını kaldırma, HTŞ'yi terör örgütü listesinden çıkarma ve uzun ama umut verici bir süreç olan İsrail ile normalleşme yolunda ilerleme kararı nihayet geldi. İki ülke arasında geçici bir güvenlik anlaşması imzalanması için müzakerelerin sürdüğü konuşulurken, Suudi Arabistan bu konuda Suriye ve Lübnan’a, İsrail ve ABD’nin Suudi Arabistan’ın Filistin meselesiyle ilgili taleplerini karşılamadan İsrail ile barış anlaşmaları imzalamayacağına dair garanti verdi.

Riyad, Lübnan'daki yeni durumun “mimarı”

Suudi Arabistan, 2023 yılı başlarından bu yana koordineli bir şekilde çalışarak Lübnan'daki cumhurbaşkanlığı seçimlerinin hazırlıklarında, beşli komite (ABD, Fransa, Mısır ve Katar ile birlikte) içinde veya ikili olarak liderlik rolü oynadı.

Suriye'deki siyasi dönüşümün başarısı ve Lübnan devletinin savaş ve barış kararını geri kazanması, Riyad'ın gözünde bölgesel istikrarı garantileyecek.

Lübnan'daki durum, öncelikle Fransa ile koordineli olarak takip ediliyor ve Washington ile uyumlu bir yaklaşım sergileniyor. Ancak hassas konularda, Suudi Arabistan'ın Lübnan Özel Temsilcisi Prens Yezid bin Ferhan'ın rolü öne çıkmaya başladı. Bunun yanı sıra Suudi Arabistan’ın Beyrut Büyükelçisi Dr. Velid el-Buhari da günlük olarak çabalarını sürdürüyor.

Eşyalarıyla birlikte küçük bir kamyonun üzerinde, Lübnan'ın Arsal beldesi yakınlarındaki Vadi Hamid bölgesinden Suriye'ye dönmeye hazırlanan Suriye mülteciler, 26 Ekim 2022 (Reuters)Eşyalarıyla birlikte küçük bir kamyonun üzerinde, Lübnan'ın Arsal beldesi yakınlarındaki Vadi Hamid bölgesinden Suriye'ye dönmeye hazırlanan Suriye mülteciler, 26 Ekim 2022 (Reuters)

Suudi Arabistan’ın desteği sadece içerideki durumun çözülmesi ve yeniden inşa meselesini kapsamakla kalmıyor, aynı zamanda Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 1701 sayılı kararının uygulanması ve Taif Anlaşması’na bağlı kalınmasıyla, Lübnan'ın egemenliğinin korunması ve Suriye-Lübnan ilişkilerinin ayrıntılarına dikkat edilerek sınırların kontrol altına alınmasına da odaklanıyor. Bu amaçla Suriye ve Lübnan savunma bakanları ile iki ülkenin güvenlik kurumları arasında koordinasyon komiteleri kuruldu. Suudi Arabistan’ın uluslararası tarafların desteğini gören bu girişimi, iki ülke arasındaki sınırların belirlenmesi komitelerinin denetlenmesini de içerebilir. Zira bu, Lübnan’ın bağımsızlığını kazanmasından beri tartışılan bir konu.

Riyad, 1980'lerin sonunda imzalanan Taif Anlaşması’ndan, 2005 yılında Lübnan’ın merhum Başbakanı Refik Hariri suikastına kadar ve 2009 yılında Beyrut ile Şam arasında diplomatik ilişkilerin kurulmasına kadar, Suriye-Lübnan ilişkilerini korumaya olağanüstü bir özen göstermişti. Birbiriyle iç içe geçmiş iki komşu ülke arasındaki ilişkilerin düzeltilmesi, her iki ülkenin liderlerinin siyasi cesaretini, hataların ve eksikliklerin değerlendirilmesini, Lübnan'ın özel konumunu ve hiçbir ülkenin diğerinin iç işlerine karışmamasını kabul eden sağlıklı bir ilişkiye doğru ilerlemeyi ve önceki aşamalardan dersler çıkarmayı gerektiriyor. Bundan dolayı, Suudi Arabistan'ın üstlendiği rol, Suriye ve Lübnan arasında sağlıklı ve dürüst bir ilişkiye ulaşılması ve kayma yaşanmaması için bir garantiye dönüşüyor.

Suriye'deki siyasi dönüşümün başarısı ve Lübnan devletinin savaş ve barış kararını geri kazanması, Riyad'ın gözünde bölgesel istikrarın garantisi olacak.

Suudi Arabistan ve Arap dünyasının desteği, Riyad ve Arap başkentlerinden müttefiklerinin karşılaşabileceği; terörizmin yeniden canlanması, Türkiye'nin tek başına hareket etmesi ve Suriye ile Lübnan'ı parçalama projeleri gibi olası riskleri önlemeyi amaçlıyor.

Bahisler zorlu ve riskli görünüyor, ancak Suudi Arabistan'ın seçenekleri tarihine ve izlediği yolla uyumlu ve Ortadoğu'da bir değişim aşamasına uygun. Bu aşamaya ayak uydurmayanlar tarihin tozlu sayfalarına itilecek. Bu yeni durum, Suudi Arabistan'ı bölgenin geleceği hakkındaki herhangi bir tartışmada göz ardı edilemeyecek bir güç haline getirecektir.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.