Pakistan Başbakanı Şerif Şarku’l Avsat’a konuştu: Önceliğimiz ekonomi ve Keşmir sorunu

Şarku’l Avsat’a konuşan Pakistan Başbakanı, Suudi Arabistan ile yeni iş birliği fırsatlarına değindi

Pakistan Başbakanı Şahbaz Şerif (Şark’ul Avsat)
Pakistan Başbakanı Şahbaz Şerif (Şark’ul Avsat)
TT

Pakistan Başbakanı Şerif Şarku’l Avsat’a konuştu: Önceliğimiz ekonomi ve Keşmir sorunu

Pakistan Başbakanı Şahbaz Şerif (Şark’ul Avsat)
Pakistan Başbakanı Şahbaz Şerif (Şark’ul Avsat)

Pakistan Başbakanı Şahbaz Şerif, en önemli önceliklerinin enomi reformunun gerçekleştirilmesi ve Hindistan’ın meşru olmayan eylemlere son vermesi şartıyla, Cammu Keşmir meselesinde ciddi bir diyalog başlatılması olduğunu söyledi.
Şarku’l Avsat’a açıklamalarda bulunan Şerif, ülkesinin 83 bin insanın hayatına ve 150 milyar dolar kayıba neden olan ‘terör belasını’ nihayet sonlandırmayı başardığını kaydetti. Pakistan’ın dünyanın yedinci nükleer devleti olmasına rağmen, hala iç ve dış zorluklarla karşı karşıya olduğunu belirtti. Şarku’l Avsat’ın, Pakistan Başbakanı Şahbaz Şerif ile yaptığı röportajın ayrıntıları şöyle:

-Bağımsızlığının üzerinden 75 yıl geçmişken, günümüz Pakistan’ını nasıl görüyorsunuz? 
Bir ulus için yetmiş beş yıl uzun bir süre anlamına gelmez. Her modern devlet gibi bu yetmiş beş yıl içinde iniş ve çıkışlar yaşadık. 1947’den itibaren çok büyük sorunlarla karşılaştık ve bunlarla baş edebilmeyi başardık, tabi bu maceramızda ciddi fısratlar kaçırdığımızı da itiraf etmeliyiz. Bugün hamdolsun Pakistan dünyada yedinci nükleer güç sayılıyor, bu başarıya ulaşan ilk ve tek İslam ülkesiyiz. Ayrıca ülkedeki terör canavarını yendik ve dünyanın güvenli hale gelmesine büyük katkı sağladık. Pakistan dünyanın en genç nüfusunu barındırıyor, doğal ve insan kaynaklarımız, ülkemizin ilerleme ve refah yolculuğunu hızlandırmak için benzersiz bir konum sağlıyor. Ekonomi, şu anda karşılaştığımız en büyük zorluktur, bu nedenle koalisyon hükümeti gündeminde ekonomik istikrarı ön planda tutmuştur. Ekonomide kendi kendine yeterliliği sağlamak için reformları uygulama sürecindeyiz. 

-Pakistan’ın Keşmir meselesindeki tutumu nedir? Hint tarafıyla diyalog kuruyor musunuz? 
Cammu Keşmir, Pakistan ve Hindistan arasındaki ana anlaşmazlığı temsil ediyor. Pakistan'ın Cammu Keşmi sorunu konusundaki ilkeli duruşu devam ediyor. İlgili BM Güvenlik Konseyi kararları ve Keşmir halkının istekleri doğrultusunda nihai çözüme ulaşana kadar da bu konu Pakistan'ın dış politika önceliklerinin başında yer almaya devam edecektir. Pakistan, Hindistan'ın yasadışı eylemlerini durdurması ve Keşmir halkına yönelik vahşice yaklaşımını sonlandırması koşuluyla (Hindistan'ın 5 Ağustos 2019'da Cammu Keşmir'in özel statüsünü kaldırmasına atıfta bulunarak) Cammu Keşmir’deki temel ihtilaf da dahil olmak üzere tüm konularda Hindistan ile anlamlı ve sonuç odaklı bir diyalog kurmaya hazırdır. Hindistan’ın Keşmirdeki yaklaşım biçimi kabul edilemez, yani orada uygun bir ortam oluşturma sorumluluğu Hindistan'ın üzerindedir. 

-Hükümetin şu anda benimsediği siyasi ve ekonomik reform yaklaşımı nedir? 
Siyasi olarak, mevcut koalisyon hükümeti zaten bir ulusal hükümettir; İmran Han'ın Adalet Hareketi hariç, ülkedeki tüm büyük siyasi partileri içermektedir. Bu, siyasi hayatımızda önemli bir gelişmeyi temsil ediyor; ayrı seçim gündemleri olan siyasi partiler, ülkemizin karşı karşıya olduğu sorunları çözmek için bir araya gelmeyi başarmıştır. Bizim net bir gündemimiz var ve tüm kararlar bir istişare sürecinin ardından alınıyor. Koalisyon hükümeti, ekonomik krizden çıkabilmemiz için zor ve popülist olmayan kararlar almak zorunda kaldı. Ağır bir bedel ödemek zorunda kaldık ancak bu sayede ulusal çıkarlarımızı koruyabilmemiz mümkündü. Uluslararası Para Fonu (IMF) müzakerelerin ardından geri döndü, nakit akışı için bazı dost ülkelerle temaslarımız devam ediyor. Ancak bunlar kısa vadeli önlemlerdir, temeller düzeltilmeden bu tedavilerin uzun vadede etkili olacağını düşünmüyoruz.  

-Bugün Pakistan'ın karşı karşıya olduğu en önemli iç ve dış zorluklar nelerdir? 
Son on yılda dünyada kutuplaşma ve popülizmde ciddi bir artış gözlemliyoruz. Bu dalgalar toplumların sosyal dokusunu olumsuz etkiledi. Pakistan'da bizler de topluma ağır zararlar veren kutuplaştırıcı politikaların kurbanıyız; siyaset sahnesi sertleşti ve toplumsal hoşgörü alanı daraldı. Az önce belirttiğim gibi, ekonomi en ciddi zorluğu temsil ediyor. Ekonomik anlamda zayıf olan ve kurtuluş için başkalarına bağımlı olan hiçbir ülke bağımsız kararlar alamaz. Pakistan'ın dış politika çıkarları da son dört yılda ciddi zarar gördü, ayrıntıya girmeyeceğim; ancak müttefikler ve dost ülkelerle ilişkilerimizi canlandırmamız gerektiğini düşünüyorum. Göreve geldikten kısa bir süre sonra bu süreç başladı ve şimdiden çalışmalarımızın sonuçlarını almaya başladık.

-Pakistan hala terörden muzdarip mi? Terörü engellemek için planlarınız neler? 
Pakistan bölgede terörle mücadelede çok önemli bir rol oynamıştır. Bölgedeki hiçbir ülke barışa Pakistan'dan daha fazla katkıda bulunmamıştır. Pakistan, yurtdışından desteklenen ve finanse edilen terör örgütleri tarafından hedef alındı. Bu terörist faaliyetler Pakistan'ı istikrarsızlaştırmayı, kalkınmasını ve ekonomik büyümesini engellemeyi amaçlıyordu. Ancak terörizmin destekçileri, Pakistan’da terör ve radikalizmle mücadelede tam bir ulusal konsensüs olduğunu gözardı ettiler.  
83 bin kişi hayatını kaybetti, en az 150 milyar dolar kaybettik, ağrı bir bedel ödememize rağmen terörle mücadelede önemli ilerlemeler kaydettik ve nihayet terör belası büyük ölçüde sonlandırdık. Kazanımlarımızı korumak ve terör belasını tamamıyla ortadan kaldırmak için kararlıyız. Bu mümkün; çünkü terörle mücadelede kapsamlı bir yaklaşım benimsiyoruz. Terörle mücadeledeki başarımızı, güvenlik teşkilatlarımızın ortak çabalarına ve fedakarlıklarına borçluyuz.  

-Pakistan ve Suudi Arabistan arasındaki en belirgin işbirliği alanları nelerdir? 
Pakistan ve Suudi Arabistan, her iki kardeş ülkenin de birbirleriyle çok boyutlu iş birliği geliştirmesine olanak tanıyan güçlü bir kardeşlik ilişkisine sahiptir. Son birkaç yılda Pakistan, yatırım ve iş alanında önemli bir destinasyon olarak öne çıktı.  Çin-Pakistan arasındaki ekonomi koridoru (Kuşak Yol) çerçevesinde önemli yatırımlar ve reformlar yapıldı. Pakistan'daki yenilenen ekonomik manzara ve Suudi Arabistan’ın 2030 Vizyon’u, ekonomik, siyasi ve kültürel işbirliği için yeni fırsatlar yarattı. İki ülke arasındaki başlıca işbirliği ve yatırım alanları arasında bilgi teknolojisi, tarım, gıda güvenliği, çevre, yenilenebilir enerji, savunma, turizm ve istihdam başlıkları anılabilir. Pakistan ve Krallık ayrıca çok taraflı kuruluşlarda, özellikle Birleşmiş Milletler ve İslam İşbirliği Teşkilatı'nda güçlü bir işbirliğine sahiptir. Pakistan ve Suudi Arabistan, Kasım 2020'de kurulan Dijital İşbirliği Örgütü'nün kurucu üyeleri arasında yer alıyor.

-Suudi Arabistan ve İran arasındaki diyaloğa bakış açınız nedir?  
Pakistan, sorunların çözümünde her zaman siyasi diyalogu ve müzakere anlayışını desteklemiştir. Dolayısıyla bu diyalogu memnuniyetle karşıladık. Tüm bu diplomatik çabaların bölgesel uyum ve sürdürülebilir barışa katkıda bulunacağını umuyoruz. 

-Rusya ile Ukrayna arasında tırmanan kriz, gıda ve enerji fiyatlarını artırıyor. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz? 
Artan gıda ve yakıt fiyatlarının rahatsız edici etkisi, şimdilerde yüksek enflasyondan muzdarip olan gelişmiş ülkeler de dahil olmak üzere tüm dünyada hissediliyor. Pakistan gibi gelişmekte olan ülkeler için yüksek fiyatların olumsuz etkileri ise daha belirgindir. Mevcut ekonomik krizin üzerine bu küresel sorunların yaşanması koşulları daha da ağırlaştırıyor. Rusya, Ukrayna, Türkiye ve Birleşmiş Milletler arasında, Ukrayna tahılının Karadeniz limanlarından ihraç edilmesi yönünde varılan anlaşmayı memnuniyetle karşıladık. Bu girişimlerin gıda kıtlığını gidermeye yardımcı olmasını umuyoruz. 

-Afganistan'da barış için Pakistan'ın bir planı var mı? 
Afganistan'da barış ve istikrar, sadece Pakistan'ın istikrarı için değil; Aksine, tüm bölgemizin ortak refahı için zorunludur. Bu nedenle Pakistan, Afganistan'ın istikrarlı ve müreffeh olmasını ister. Afganistan’da barışın egemen olmasını ve toplumsal birlikteliğin sağlanmasını destekliyoruz.  
Afganistan ile ikili ilişkilerimizin temelinde güven var, sorunlarımızı kurumsal mekanizmalar aracılığıyla bu anlayışla tartışmayı sürdürüyoruz. Pakistan Afganistan’ın ihracatının artmasına katkıda bulunan bir ticareti kolaylaştırma ve vize sistemi geliştirdi. Ayrıca Afgan makamlarıyla iletişim sistemlerini geliştirmek için ortak projeler yürütüyoruz. Afgan devlet kurumlarını güçlendirmek için de çeşitli eğitim hizmetleri sunuyoruz. Afganistan’a insani yardımlarda bulunmayı da sürdürüyoruz. Yakın zamanda Pakistan, Afganistan'ın doğusundaki yıkıcı deprem ve sel felaketinin ardından, ilaç ve gıda dahil olmak üzere ciddi miktarda insani yardım gerçekleştirdi. Aynı şekilde Pakistan, uluslararası ilginin kaybolmaması için Afganistan’ı uluslararası gündemde tutmak için çaba sarf etti. Pakistan Eylül 2021'de Pakistan'ın Troika Plus’ın kurulmasına öncülük etmiş, Moskova Formatı ve Afganistan Komşu Ülkeler Platformu dahil olmak üzere Afganistan'a odaklanan tüm uluslararası mekanizmaların önemli bir parçası olmuştur. Bu çok paradigmalı yaklaşımla Afganistan'da barış ve istikrarı sağlamak için çabalarımızı sürdürmeyi umuyoruz. 



Hindistan ve Pakistan nükleer silahlarının hikayesi

Hindistan-Pakistan çatışması (Shutterstock)
Hindistan-Pakistan çatışması (Shutterstock)
TT

Hindistan ve Pakistan nükleer silahlarının hikayesi

Hindistan-Pakistan çatışması (Shutterstock)
Hindistan-Pakistan çatışması (Shutterstock)

Muhammed Mansur

Hindistan ve Pakistan'ın 1947 yılında ayrılmasından bu yana iki ülke arasındaki ilişkiler gerginliğini korurken, geçici bir ateşkes ile kalıcı çatışma arasında gidip gelmeye devam etti. Keşmir meselesi başından beri sönmeyen bir kıvılcım olurken, defalarca çatışmaya ve ciddi diplomatik krize yol açtı. Ancak bugünkü gerilimi benzersiz ve tehlikeli kılan, uzun bir geçmişi olan bu çatışmanın her iki tarafın da nükleer silahlara sahip olduğu gerçeğiyle birleşmesi. Bunun da işlerin kontrolden çıkması halinde nereye varabileceği sorusunu beraberinde getirmesidir.

Çeyrek asrı aşkın bir süre önce, 1998 yılının mayıs ayında Racistan'daki Pokhran Test Sahası yakınlarındaki sıcak ve kuru Tar Çölü'nün derinliklerinde Hindistan, 'güç' anlamına gelen 'Operasyon Shakti’ kod adıyla nükleer silah sahibi ülkeler kulübüne resmen girdi.

Hindistan, Güney Asya'daki güvenlik dengelerini sarsan ve uluslararası tepkilere yol açan bir hamleyle beş nükleer bomba patlattı.

Hindistan'ın nükleer programının kökleri, genç bir fizikçi olan Homi K. Bhabha'nın Tata Sanayi Grubu'nun yardımıyla Tata Temel Araştırma Enstitüsü'nü (Tata Institute of Fundamental Research/TIFR) kurduğu 1945 yılına kadar uzanıyor. Pakistan-Hindistan bölünmesinden sonra hükümet, 1948 yılında Atom Enerjisi Yasası ile nükleer programın ilk yasal adımlarını attı ve ardından Hindistan Atom Enerjisi Komisyonu'nu (AECI) kurdu.

Hindistan 1974 yılında ‘Gülümseyen Buda’ kod adlı ilk yeraltı nükleer denemesini gerçekleştirdi. Bu testin her ne kadar ‘barışçıl’ olduğu söylense de uluslararası endişelere ve Yeni Delhi ile nükleer iş birliğine kısıtlamalar getiren Nükleer Tedarikçiler Grubu'nun (NSG) kurulmasına yol açtı.

Uluslararası baskı

Takip eden on yıllar boyunca Hindistan'ın nükleer programı, özellikle Homi K. Bhabha'nın ölümüyle birlikte uluslararası baskı ve yaptırımlardan ve iç siyasi istikrarsızlıktan zarar gördü. Yine de Hindistan nükleer altyapısını inşa etmeye devam etti ve 1980'li yıllarda Ebubekir Zeynelabidin Abdulkelam ve Rajagopala Chidambaram gibi bilim adamlarının çabaları sayesinde füze geliştirme ve uranyum zenginleştirme için paralel programlar başlattı.

Hindistan 1990'lı yıllarda çok sayıda nükleer bomba yapmak için yeterli malzeme ve bileşene sahipti, ancak yeni bir deneme yapmadı. 1998 yılında Atal Bihari Vajpayee’nin lideri olduğu Hindistan Halk Partisi’nin (Bharatiya Janata Partisi/BJP) iktidara gelmesiyle her şey değişti. Vajpayee, Hindistan'ı nükleer silahlarla donatma niyetini açıkça ifade ederek bunu bir ‘egemen hak’ ve ‘savunma ihtiyacı’ olarak değerlendirdi.

1990'lar kararlı bir tutumun hâkim olduğu yıllardı. 1998 yılında Hindistan nükleer denemelerini gerçekleştirdikten sonra Pakistan'ın cevabı gecikmedi.

Ancak uluslararası tepki gecikmedi. ABD, Japonya ve diğer ülkeler, vakit kaybetmeden Hindistan’a ekonomik yaptırımlar uyguladı. Çin bölgede bir nükleer silahlanma yarışından duyduğu endişeyi dile getirdi.

Hindistan'ın komşusu ve geleneksel rakibi Pakistan, 28 Mayıs 1998 tarihinde Chagai Tepeleri'nde birkaç deneme yaparak komşusunun bu hamlesine hemen karşılık verdi ve nükleer güçler kulübüne girdiğini resmen ilan etti. Bu sadece bir güç gösterisi değil, 1971 yılında Bangladeş'in ayrılmasıyla başlayan ve ülke tarihinin en büyük yenilgilerinden birinin ardından gelen uzun bir sürecin zirve noktasıydı.

Sind eyaletinin Haydarabad kentinde toplanan ve Hindistan karşıtı bir protesto gösterisi sırasında Hindistan Başbakanı Narendra Modi'nin kuklasını yakan protestocular, 9 Mayıs 2025 (AFP)Sind eyaletinin Haydarabad kentinde toplanan ve Hindistan karşıtı bir protesto gösterisi sırasında Hindistan Başbakanı Narendra Modi'nin kuklasını yakan protestocular, 9 Mayıs 2025 (AFP)

Pakistan’ın nükleer silahlarla olan hikayesi 20 Ocak 1972'de Başbakan Zulfikar Ali Butto’nun Multan şehrinde üst düzey bilim adamları ve mühendisleri bir araya getirmesiyle başlar. Pakistan'ın Hindistan ile bir “caydırıcılık dengesi” olmadan hayatta kalamayacağını ilan etti. Butto, açık sözlülükle “Gerekirse ot yeriz ama bomba yapacağız” ifadelerini kullandı. Böylece Pakistan'ın nükleer programı resmen doğmuş oldu.

Nükleer fizikçi Munir Ahmed Han, Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı'ndaki (UAEA) görevinden döndükten sonra, Pakistan Atom Enerjisi Komisyonu'nu (PAEC) yönetmekle görevlendirildi, ancak PAEC çok geçmeden özellikle gerekli bölünebilir malzemenin üretilmesi konusunda büyük teknik zorluklarla karşılaştı. Hollanda'daki uranyum zenginleştirme tesislerinde çalışmış bir metalürji mühendisi olan Abdulkadir Han'ın ismi burada ortaya çıktı. Han, ülkesine santrifüj uranyum zenginleştirme alanında önemli bilgiler ve teknikleri kazandırdı.

Hükümetin tam desteğiyle daha sonra Pakistan'ın ana nükleer araştırma kurumu haline gelecek olan Kahuta tesisini kuran Han, PAEC ile birlikte nükleer programın geliştirilmesinde iki paralel hat oluşturdu. Han'ın, dönemin Cumhurbaşkanı General Muhammed Ziya-ül Hak'a gönderdiği bir mektuba göre Pakistan 1984 yılında geniş, ağır gözetime ve Batı ülkelerinin uyguladığı yaptırımlara rağmen yüksek oranda zenginleştirilmiş uranyum üretmeyi başararak nükleer silaha sahip oldu.

1990'lar kararlı bir tutumun hâkim olduğu yıllardı. 1998 yılında Hindistan nükleer denemelerini gerçekleştirdikten sonra Pakistan'ın cevabı gecikmedi. Aynı ay içinde Pakistan ülkenin batısındaki Chagai Çölü'nde beş nükleer bomba denemesini aynı anda yaptı. İki gün sonra da Haran Çölü'nde altıncı denemeyi gerçekleştirdi. Bu, Pakistan'ı dünyada nükleer silah geliştiren ve deneyen yedinci ülke haline getirerek bölgesel gerilimi arttırdı ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin (BMGK) 1172 sayılı kararla kınamasına yol açtı.

Hindistan'ın plütonyumu, Pakistan'ın uranyumu

Hindistan ve Pakistan’ın nükleer devletler kulübüne girmelerinden sonra bu iki ülkenin kapasiteleri ve hangi ülkenin daha üstün olduğu konusundaki tartışmalar hiç bitmedi. Her iki ülke de nükleer denemelerini aynı yılın aynı ayında gerçekleştirmiş olsa da iki program arasındaki teknolojik farklılıklar başından beri vardı ve bugün de devam ediyor.

Hindistan orta ve uzun menzilli balistik füzelerin yanı sıra nükleer füze fırlatabilen denizaltılardan oluşan geniş bir cephanelik geliştirerek kara, deniz ve havayı kapsayan üç boyutlu bir caydırıcılık kabiliyetine sahip oldu.

Hindistan, nükleer programını, nükleer silah tasarımında daha yüksek teknik kabiliyet ve hassasiyeti yansıtan bir seçim olarak nükleer araştırma reaktörlerinden elde edilen plütonyum temelinde geliştirdi. Buna karşın Pakistan, Kahuta Santrifüj Tesisi’nde üretilen yüksek oranda zenginleştirilmiş uranyum kullandı. Teknik olarak, plütonyum savaş başlıkları için boyut ve ağırlık açısından daha verimli, ancak teknik olarak işlenmesi daha zor.

Kanıtlar, Hindistan'ın hidrojen termobarik bomba tasarımına odaklandığını gösteriyor. Hindistan, 1998 yılında yapılan bir testte bu bombanın kullanıldığını duyurmuş olsa da tam ölçekli testin başarısı konusunda şüpheler söz konusu. Termonükleer bomba fisyondan sonra nükleer füzyona dayanır ve Pakistan'da olduğu gibi muazzam bir patlama gücü sağlar. Pakistan sadece fisyon bombalarını ve bazı geliştirilmiş bombaları test etti, ancak henüz termal bir silaha sahip olduğunu ilan etmedi.

Plütonyum ve uranyum bombaları arasında bölünebilir maddenin türünde ve kullanılan patlatma yönteminde farklar söz konusu. Hiroşima'ya atılan bomba gibi uranyum bombaları uranyum-235 adlı madde temelinde geliştirilmiştir ve ‘top’ olarak bilinen nispeten daha basit bir tasarıma sahiptir. Burada iki kritik altı kütle hızla birbirine itilerek bir patlama meydana getirilir. Uygulanması nispeten kolay olsa da büyük miktarda saf zenginleştirilmiş uranyuma ihtiyaç duyulur.

Buna karşılık Nagazaki'ye atılan ‘Fat Man’ (Şişman Adam) bombası gibi plütonyum bombaları, plütonyum-239 maddesi temelinde geliştirilir ve plütonyumun son derece koordineli patlayıcılar kullanılarak kritik kütleye sıkıştırıldığı ‘patlama’ olarak bilinen daha karmaşık bir tasarım gerektirir. Bu da daha küçük boyutta daha güçlü ve verimli bombaların yapılmasına olanak sağlar. Ancak son derece gelişmiş mühendislik teknolojisine ihtiyaç duyar. Plütonyum ayrıca daha radyoaktif bir maddedir. Kalıplanması ve depolanması daha zor. Bu da onu fiziksel ve güvenlik açısından zor bir maddeye dönüştürüyor. Şarku’l Avsat’ın al Majalla’dan aktardığı analize göre bununla birlikte, yüksek yoğunluğu ve daha küçük boyutlarda daha büyük patlamalar üretme kabiliyeti nedeniyle modern silah tasarımlarında tercih ediliyor.

İslamabad, kısa menzilli Nasr füzesi gibi taktik nükleer silahların kullanılmasının, özellikle Hindistan'ın sayısal ve lojistik üstünlüğüne ayak uyduramaması çerçevesinde konvansiyonel bir savaş durumunda Hindistan'ın olası bir ilerlemesini durdurmanın tek yolu olabileceğine inanıyor.

Hindistan orta ve uzun menzilli balistik füzelerden oluşan geniş bir cephaneliğin yanı sıra nükleer füze fırlatabilen denizaltılar geliştirerek kara, deniz ve havayı kapsayan üç boyutlu bir caydırıcılık kabiliyetine sahip oldu. Buna karşılık Pakistan, Şahin ve Ghauri gibi etkili, ancak daha kısa menzilli, daha az çok yönlü bir füze sistemine sahip. Bu da uzun menzilli caydırıcılıktan ziyade hız ve anında karşılık verme yaklaşımını ön plana çıkarıyor.

Hindistan’ın üstünlüğü

BM Silahsızlanma İşleri Ofisi’ne (UNODA) göre Hindistan yaklaşık 172, Pakistan ise yaklaşık 170 nükleer savaş başlığına sahip. Bu sayısal yakınlığa rağmen, her iki tarafın nükleer doktrini, kullandığı teknoloji ve stratejik yönelimleri önemli ölçüde farklılık gösteriyor. Bu da aralarındaki dengeyi kırılgan hale getiriyor.

Hindistan kamuoyu önünde ‘ilk adımı atmama’ politikasını benimsiyor. Yani nükleer bir saldırıya karşılık vermedikçe nükleer silah kullanmayacağını taahhüt ediyor. Ancak Yeni Delhi hükümetinin üst düzey bazı isimleri son zamanlarda bu doktrinin gözden geçirilebileceğinin sinyallerini verdi. Pakistan ise böyle bir politikayı benimsemeyi kategorik olarak reddederken, varoluşsal bir tehdit algılaması halinde nükleer silahları önleyici olarak kullanma hakkını savunuyor.

İslamabad, kısa menzilli Nasr füzesi gibi taktik nükleer silahların kullanılmasının, özellikle Hindistan'ın sayısal ve lojistik üstünlüğüne ayak uyduramaması çerçevesinde konvansiyonel bir savaş durumunda Hindistan'ın olası bir ilerlemesini durdurmanın tek yolu olabileceğine inanıyor.

Nükleer silahlar dışında, Pakistan sadece 560 bin askere sahipken Hindistan, 1,24 milyondan fazla askeriyle konvansiyonel kabiliyetlerde askeri üstünlüğe sahip.

İslamabad'da düzenlenen Pakistan Milli Günü geçit töreni sırasında Nasr (sağda) ve Babur (solda) füzelerini taşıyan askeri araçların üstünden selam veren Pakistan askerleri, 23 Mart 2022 (AFP)İslamabad'da düzenlenen Pakistan Milli Günü geçit töreni sırasında Nasr (sağda) ve Babur (solda) füzelerini taşıyan askeri araçların üstünden selam veren Pakistan askerleri, 23 Mart 2022 (AFP)

Hindistan, ithalata bağımlılığın azaltılmasına ve modernizasyona odaklanarak 2025-2029 yılları için 415,9 milyar dolarlık devasa bir savunma bütçesi ayırdı. Buna karşın Pakistan, içerideki ve sınır güvenliği alanındaki zorunluluklar nedeniyle 2028 yılında sadece 10 milyar dolara ulaşması beklenen savunma bütçesiyle daha mütevazı ilerliyor.

Hindistan 220'den fazla Rus yapımı Suhoy Su-30 MKI çok amaçlı savaş uçağı ve 36 gelişmiş Fransız yapımı Rafale savaş uçağı ile sayısal ve niteliksel olarak Pakistan karşısında üstün bir konuma sahip. Pakistan ise Pekin ile ortaklık kurarak Hindistan'ın üstünlüğünü dengelemek amacıyla JF-17 ve J-10C gibi Çin yapımı savaş uçaklarına ve bazı eski Amerikan yapımı F-16'larına güveniyor.

Hindistan, başta Rus yapımı T-90 tankı ve kendi yapımı Arjun tankı olmak üzere çok çeşitli bir tank filosunun yanı sıra, K9A1 gibi modern obüslere sahip. Öte yandan Pakistan, neredeyse tamamen Khalid ve VT-4 gibi Çin tanklarından oluşan bir tank filosuna sahip ve Amerikan M109 silahlarını kullanıyor. Hindistan ise Rus yapımı S-400 ve İsrail yapımı Barak-8’den oluşan ikili hava savunma sistemine sahip. Buna karşın Pakistan’ın aradaki teknolojik farkı azaltmak amacıyla edindiği uzun menzilli HQ-9 ve orta menzilli LLY-80 gibi Çin yapımı hava savunma sistemleri var.

Hindistan iki uçak gemisi, nükleer ve hücum denizaltıları ile çok sayıda destroyer ve fırkateynden oluşan güçlü bir donanmaya sahipken, Pakistan’ın uçak gemisi olmayan sınırlı bir donanması var. Donanmanın envanterinde eski Fransız Agusta denizaltıları ile bazı Çin yapımı fırkateynler bulunuyor.

Hindistan’ın hava ve deniz kuvvetlerindeki üstünlüğüne ve daha geniş bir askeri üs ve tesis ağına sahip olmasının yanında bu üstünlüğü, paradoksal bir şekilde, Pakistan'ın erken nükleer saldırı seçeneğini sürdürmesinin ana nedenlerinden biri. Çünkü İslamabad, kısa menzilli Nasr füzesi gibi taktik nükleer silahların kullanılmasının, özellikle Hindistan'ın sayısal ve lojistik üstünlüğüne ayak uyduramaması nedeniyle konvansiyonel bir savaş durumunda Hindistan'ın olası bir ilerlemesini durdurmanın tek yolu olabileceğine inanıyor.