Fransa’nın Mali’den çekilişi, stratejik boşluk yarattı

Paris'te, Rusya’nın Sahel bölgesinde nüfuzunu arttırmasından endişe ediliyor

Fransız Barkhane Gücüne bağlı askerler Mali'den ayrıldı. (AP)
Fransız Barkhane Gücüne bağlı askerler Mali'den ayrıldı. (AP)
TT

Fransa’nın Mali’den çekilişi, stratejik boşluk yarattı

Fransız Barkhane Gücüne bağlı askerler Mali'den ayrıldı. (AP)
Fransız Barkhane Gücüne bağlı askerler Mali'den ayrıldı. (AP)

Fransa, Barkhane Operasyonu kapsamında Mali'de bulunan askeri güçlerinden son birimin de ülkeyi terk ettiğini duyurdu. Elysee Sarayı'ndan yapılan açıklamada, Barkhane Operasyonu'nda yer alan son Fransız askerinin Mali’yi terk ettiği, bununla birlikte Fransa'nın, Sahel, Gine Körfezi ve Çad Gölü bölgesinde teröre karşı mücadele hedefine bağlı kalacağı ifade edildi. Fransız Genelkurmay Başkanlığı'nın, dokuz yıl boyunca Mali’de konuşlanan Barkhane güçlerinin geri çekilmesini tamamlamak için 15 Austos tarihini seçmiş olması, tesadüf eseri olmayabilir. Paris'teki kaynaklar, Fransız kuvvetlerinin düzenli olarak ayrılmasının, bir yıl önce Amerikan kuvvetlerinin Afganistan'dan ‘aşağılayıcı ve kaotik çıkışından’ farklı olduğunu gösterme amacı taşıdığını bildirdi. Ancak bu ‘düzenli çekilmenin’ Fransa’nın Mali’den ayrılmak zorunda kalmasının ‘ağır etkilerini’ ortadan kaldırmadığını da ifade ettiler. Her ne kadar Fransız hükümeti, Paris’in Gine Körfezi ve Sahel bölgesinde ‘terörle mücadele etmeyi sürdüreceğini’ teyit etse de yılların emeği ve yüksek maliyetli bu operasyonun Mali tarafından sonlandırılması bir felaket olarak addediliyor.  
2013 yılının başında Mali'de Serval Harekâtı ile başlayan Fransız askeri varlığı, bir sonraki yılın temmuz ayında Barkhane Operasyonu adını almış ve geçen yıl 5 bin 500 asker ile doruk noktasına ulaşmıştı. Fransa bundan dokuz yıl önce Mali’nin başkentinin ‘terörist örgütler’ tarafından ele geçirilmesini engellemişti. Barkhane Operasyonu, istihbarat ve casusluk için özel askeri araçları ve Amerikan istihbarat desteği sayesinde, bölgede faaliyet gösteren birçok kıdemli örgüt liderini ortadan kaldırmayı başardı ve Mağrip El Kaidesi ile DEAŞ başta olmak üzere ‘cihatçı gruplara’ büyük bir darbe indirdi. Bununla birlikte, Fransız kuvvetleri tarafından Afrika'da gerçekleştirilen en büyük operasyon olmasına rağmen, sonuçları itibariyle en az başarılı olan operasyon olarak değerlendirildi. 
Barkhane Operasyonu’nun terörle mücadeledeki başarıları, ülkenin kuzeyinde ve civar bölgelerde ‘terör örgütlerinin’ yeniden güç kazanmasına engel teşkil edemedi.  
Fransız resmi tutumu, doğal olarak Barkhane Operasyonu’nun başarı ve kazanımlarına odaklanıyor. Elysee Sarayı'ndan yapılan açıklamada, Barkhane Operasyonu'nda yer alan 59 Fransız askerinin, terörle mücadele ve istikrar hedefleri uğruna hayatını kaybettiği vurgulandı. Fransız Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron Twitter üzerinden yaptığı açıklamada, hayatını kaybeden Fransız askerilerine atıfla, "Onların fedakarlıkları bizi birbirimize bağladı ve askerlerimizin Mali’nin birliğini korumak, bir hilafet devleti oluşmasını engellemek ve yerel topluluklara saldırarak, Avrupa'yı tehdit eden terörist gruplara karşı savaştığını hatırlattı. Sahel bölgesindeki terörist grupların üst düzey kadrolarının çoğunluğunu etkisiz hale getirmeyi başardılar” ifadesini kullandı.
Sahel bölgesinin Paris için birinci derecede stratejik, ekonomik, ticari, siyasi ve askeri öneme sahip olduğu biliniyor. Fransız sivil ve askeri nükleer endüstrisinin ihtiyaç duyduğu uranyumun çoğunun Nijer'den geldiğini belirtmekte fayda var. Mali'deki başarısızlık, Nijer, Burkina Faso, Çad ve Moritanya'yı da içeren Sahel bölgesindeki Fransa'nın konumunu zayıflatmakta, ayrıca Paris'in Gine Körfezi ve Çad Gölü kıyısındaki ülkelerdeki varlığı ve güvenilirliği üzerinde de olumsuz yansımaları bulunmaktadır. Mali fiyaskosunun, Fransa’nın Kuzey Afrika ülkeleri üzerindeki nüfuzunu da olumsuz etkilediği değerlendirilmektedir. Barkhane Operasyonu’nun son bulması ve dokuz Avrupa ülkesinden gelen komandolardan oluşan Takuba Gücünün feshedilmesi, rakip güçlerin kendi çıkarları için sömürmekte gecikmeyecekleri stratejik bir boşluk yaratmış durumdadır.  
Günümüzde Afrika'daki Fransız varlığına rakip olduğu değerlendirilen beş güç bulunmaktadır, bunlar; ABD, Türkiye, İsrail, Çin ve Rusya olarak gösteriliyor. Ancak Paris'i en fazla endişelendiren husus; eski Fransız sömürgeleri olarak geleneksel olarak kendisine bağlılığını ve bağımlılığını sürdüren ülkeler üzerindeki etkisinin gün geçtikçe azalıyor olmasıdır. Bu nedenle, Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'un Benin, Kamerun ve Gine-Bissau'ya yaptığı üçlü gezi, ülkesinin müttefiklerine, askeri ve siyasi desteğinin devam ettiğini vurgulamayı ve bu desteği arzulayan ülkelere yardım eli uzatmaya hazır olduğuna dair güvence vermeyi amaçlıyordu. Nitekim Elysee'den yapılan açıklamada, Fransa'nın Batı Afrika'da "terörle mücadele ve istikrarı tercih eden tüm ülkelerle birlikte hareket etme taahhüdüne’’ vurgu yapıldı. Görünen o ki Barkhane Gücü gibi büyük çaplı doğrudan askeri oluşumların süresi doldu. Paris artık daha küçük ve daha etkili birimlerle Afrika’da askeri varlık göstermek istiyor. Bunun başlıca gayesi de eski sömürgelerinde kamuoyunun muhtemel tepkilerinden kaçınmaktır. Paris, bazı güçlerin ‘kara kıta’ ülkelerinde, Fransız karşıtı duyguları beslemeye ve kışkırtmaya çalıştığına inanıyor. Bu bağlamda en önemli rakiplerinden Rusya ile bağlantılı çevreleri, söz konusu kışkırtmaların arkasında olmakla suçluyor. Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov'un Afrika gezisinin, Rusya'nın Afrika kıtasında askeri üsler kurma arzusundan bağımsız olmadığı biliniyor. Ayrıca Paris, Wagner Grubu’nun Rusya’nın Afrika’daki ‘vurucu gücünü’ temsil ettiğini kabul ediyor. Mali’deki cunta yönetiminin Wagner güçlerini ülkeye davet etmesi, Fransa’nın bu ülkeden ayrılmasını hızlandırmasının nedenlerinden biriydi, çünkü Fransızlar Wagner’in var olduğu bir ülkede varlık göstermelerinin uygun olmadığını değerlendiriyor.  
Bugün, Barkhane Gücü Mali'den ayrılmışken iki soru öne çıkıyor: Birincisi, Malili güçler, Rus paralı askerleri Wagner'in de desteğiyle, özellikle kuzey bölgelerinde yayılmayı başaran ‘Kaide ve DEAŞ bağlantılı örgütler’ üzerinde, karmaşık operasyonlarla kontrol sağlayabilecekler mi? İkincisi ise Mali ordusunu eğiten Avrupa askeri misyonu ve Mali’de konuşlu olan uluslararası güç MINUSMA’nın kaderi ile ilgili. Bu ciddi soruların Mali’deki karmaşıklık nedeniyle yanıtı henüz bilinmiyor. Dünyanın en yoksul ülkelerinden biri olan Mali’deki durum tüm olasılıklara açık görünüyor. 



ABD ile Avrupa arasındaki çalkantıların Ortadoğu’ya ne gibi yansımaları olacak?

Görsel: Sara Padovan
Görsel: Sara Padovan
TT

ABD ile Avrupa arasındaki çalkantıların Ortadoğu’ya ne gibi yansımaları olacak?

Görsel: Sara Padovan
Görsel: Sara Padovan

Robert Ford

Avrupa ile ABD arasındaki ilişkilerde yaşanan çalkantılar, Avrupa'nın askeri ve ekonomik politikalarındaki değişikliklerin hızını artırırken bu değişiklikler ise Avrupa'nın Ortadoğu ve Kuzey Afrika (ODKA/MENA) bölgesindeki komşularıyla ilişkilerini de etkilemeye başlıyor. Avrupa ülkeleri, ABD'ye olan bağımlılıklarını azaltmak için jeopolitik bir araç olarak askeri güce yeniden odaklanmaya başladı. Fakat gelişmiş bir askeri sanayi üssü kurmak, yüksek kaliteli silahlar üretmek ve daha büyük orduları harekete geçirip eğitmek zaman alacaktır.

Avrupa, jeostratejik dönüşümün bu aşamasının başlangıcında özellikle ekonomik yardım bütçelerinin azalmasıyla Ortadoğu'daki yumuşak gücünü artırmakta zorluklarla karşı karşıya kalıyor. Avrupa başkentlerinin, özellikle Körfez ülkeleriyle yeni ortaklıklar kurması ve stratejik önceliklerini net bir şekilde tanımlaması her zamankinden daha fazla gerekiyor.

İran

ABD ve Avrupa’nın başlıca ülkeleri, İran'ın nükleer silah edinmesinin engellenmesi gerektiği konusunda hemfikir ve yaptırımların bu amaca ulaşmak için kilit bir baskı aracı olduğunu düşünüyorlar. Ancak Washington ile Moskova arasındaki ilişkilerin gelişmesi ve Avrupa'nın güvenliğine doğrudan tehdit oluşturan Moskova'nın Tahran'la arabuluculuk yapma ihtimali bazı Avrupalı analistleri endişelendiriyor. İran’ın Rusya'ya Ukrayna topraklarını hedef almak için kullandığı binlerce insansız hava aracı sağlaması ve Rusya'nın insansız hava aracı programının geliştirilmesine yardımcı olması, Washington'un yanı sıra Avrupa’nın da Moskova aracılığıyla yapılabilecek herhangi bir uzlaşı anlaşmasına yönelik şüphelerini derinleştiriyor.

“Ekonomik yardımlardaki azalma, ABD Ortadoğu’dan giderek çekilirken Avrupa’nın Ortadoğu’daki yumuşak gücünden yararlanma kabiliyetini sınırlayacak olsa da Avrupa’nın varlığını genişletebileceği alternatif yollar var.

Washington, Moskova ve Tahran arasında varılacak herhangi bir anlaşmayı etkilemeyi hedefleyen Avrupa ülkelerinin, İran'ın nükleer silah edinmesini engelleme konusunda aynı hedefi paylaşan Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) gibi etkili Körfez ülkeleriyle yakın koordinasyon içinde olması muhtemeldir. Ancak Avrupa'nın İran'a karşı ABD ve İsrail tarafından olası bir askeri harekâtına katılması pek olası görünmüyor. Çünkü Avrupa başkentleri, ABD Başkanı Donald Trump yönetimiyle, özellikle de Ukrayna konusunda Trump'ın desteğine güvenmeye devam ettikleri düşünüldüğünde, ek sorunlar yaratmak istemiyor. Bu yüzden Avrupa’dan ABD'nin İran'a yönelik herhangi bir askeri operasyonuna yönelik eleştirilerin tonu ve etkisi sınırlı olabilir.

Bütçeler ve yumuşak güç

Daha da önemlisi, Rusya'nın artan tehdidi çoğu Avrupa ülkesini askeri bütçelerini arttırmaya itiyor. Bu da dış ekonomik yardım bütçelerinde kesintilere yol açıyor. Brüksel merkezli düşünce kuruluşu Bruegel’e göre Avrupa Birliği (AB) Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen tarafından şubat ayında açıklanan Avrupa'nın askeri harcamalarını gayri safi yurtiçi hasılanın (GSYİH) yaklaşık yüzde 3,5'ine çıkarma hedefine ulaşmak için yılda 250 milyar avro gerekiyor.

Aynı zamanda Avrupa başkentleri de kalkınma yardımlarında kesintiye gidiyor. İngiltere Başbakanı Keir Starmer, şubat ayında İngiltere Parlamentosu’nda yaptığı açıklamada, hükümetinin savunma harcamalarında benzer bir artışı finanse etmek için dış yardımları 13 milyar sterlinden (yaklaşık 16 milyar avro) fazla keseceğini duyurdu. Fransa Savunma Bakanı Sebastien Lecornu, mart ayında Paris'in dış yardımlarını üçte bir oranında azaltarak 2025 yılında 3,8 milyar avroya indirdiği bir dönemde, önümüzdeki yıllarda savunma bütçesinde 40 milyar avroluk bir artış yapılması çağrısında bulundu. Almanya ve Hollanda da son iki yıl içinde dış yardım bütçelerini büyük ölçüde azalttı. Avrupa ülkelerinin dış yardım bütçelerinde yaptığı bu kesintiler, ABD’nin dış yardımda yaptığı önemli kesintileri takip etti.

Ekonomik yardımlardaki azalma, ABD Ortadoğu’dan giderek çekilirken Avrupa’nın Ortadoğu’daki yumuşak gücünden yararlanma kabiliyetini sınırlayacak olsa da Avrupa’nın varlığını genişletebileceği alternatif yollar var. Avrupa, geçtiğimiz onlarca yıl boyunca nüfuz elde etmek için büyük ölçüde mali imkanlarını kullandı. AB, geçtiğimiz yılın şubat ayında Mısır ile üç yıla yayılan yaklaşık 7 milyar avroluk yardım ve yatırım içeren bir anlaşma imzaladı. Resmi istatistiklere göre Ürdün 2011 yılından bu yana AB’den yaklaşık 4 milyar Avro aldı ve iki taraf 2025-2027 dönemi için 3 milyar avroluk yeni bir yardım ve yatırım paketi üzerinde anlaştı. Benzer şekilde Lübnan da 2011 yılından bu yana Avrupa'dan yaklaşık 3,5 milyar avro yardım aldı.

Suriye’nin önümüzdeki yıllarda büyük bir ekonomik yardıma ihtiyacı olacak. Dünya Bankası 2022 yılında Suriye’nin yeniden inşasının maliyetinin en az 250 milyar dolar olacağı tahminini açıklamıştı.

Rusya'yı caydırmak için artan askeri harcamalar ve siyasi açıdan hassas iç sosyal programların talepleri nedeniyle Avrupa ülkelerinin bütçeleri önümüzdeki yıllarda giderek daha fazla baskı altına girecek ve Mısır, Ürdün ve Lübnan gibi ülkelere sağlanan büyük meblağlardaki desteğin sürdürülmesini haklı göstermek giderek daha zorlaşacak. Bu zorluk, Avrupa ülkelerinin Afrika ve Asya'daki kalkınma yardım programlarını finanse etmeye devam etmeleri nedeniyle daha da karmaşık bir hale getiriyor.

defrgty6
Görsel: Sara Padovan

Batılı ülkelerin ODKA bölgesine yönelik yardımları azaldıkça Körfez ülkeleri, Türkiye ve hatta Çin'in desteği giderek daha önemli hale gelecek. Ancak yumuşak güç sadece mali destekten ibaret değil. Avrupa ülkeleri, ABD'de eğitim görmeye olan ilginin azalmasıyla birlikte üniversitelerine öğrenci çekmeye devam edebilir ve yeni nesillerle köprüler kurabilir. Dahası, ABD'nin bölgeye olan ilgisi azaldıkça, Avrupa ve bölge ülkeleri arasında birbirleriyle koordinasyon sağlama ve bölgesel çatışmaları yönetme ihtiyacı da artacak. Özellikle İsrail'le doğrudan ilgili olmayan çatışmalarda ABD'nin doğrudan müdahalesi olmadan hareket etmek için daha fazla alana sahip olacaklar.

Avrupa ve ABD’nin Suriye ayrışması

Örneğin Suriye’nin önümüzdeki yıllarda büyük bir ekonomik yardıma ihtiyacı olacak. Dünya Bankası 2022 yılında Suriye’nin yeniden inşasının maliyetinin en az 250 milyar dolar (en az 230 milyar avro) olacağı tahminini açıklamıştı. Bugünkü gerçek maliyet çok daha yüksek olabilir. Brüksel’de geçtiğimiz mart ayında düzenlenen Suriye konulu 9. Brüksel Konferansı'nda Avrupa ülkeleri toplam 5,8 milyar avroluk taahhütte bulunuldu. Bu miktar geçtiğimiz yıl aynı ayda düzenlenen konferansta taahhüt edilen miktarla neredeyse aynı.

Yardım bütçelerindeki küresel kesintilere rağmen bu kadar yüksek düzeyde desteğin sürdürülmesi, Avrupa'nın Suriye dosyasına verdiği önemi yansıtıyor. Avrupa’nın önde gelen ülkelerinin hükümetleri, AB ile birlikte topraklarına yeni bir Suriyeli mülteci dalgasını önlemek için Suriye'yi istikrara kavuşturmaya ve yeniden yapılandırmaya çalışıyor. Almanya Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock, bu bağlamda geçtiğimiz mart ayında Şam'ı ikinci kez ziyaret etti ve yeniden inşa çabalarını desteklemek üzere 300 milyon avroluk yeni bir yardım paketi açıkladı.

Trump yönetimi Şam ile ilişkilerin düzelmesini Şam'ın İbrahim (Abraham) Anlaşmalarına katılmayı kabul etmesine bağlayabilir. Trump, yaptırımların tamamen hafifletilmesinden önce Şam'a İsrail ile ilişkilerini normalleştirmesi için baskı yapabilir.

Bu arada şubat ayında AB ve İngiltere, Suriye’nin kamu iktisadi teşebbüslerini (KİT’ler) ve özel sektörünü desteklemek amacıyla enerji ve ulaştırma sektörlerinde faaliyet gösteren belirli Suriye merkezli şirketlere ve beş ticari bankaya yönelik yaptırımları askıya aldı.

ABD Başkanı Donald Trump, Beşşar Esed'in geçtiğimiz aralık ayında devrilmesinin ardından “Suriye ABD’nin sorunu değil” şeklinde bir tweet atarak Suriye dosyasına ilgisinin az olduğunu gösterdi. Washington'daki birçok analist, Trump yönetiminin Asya'daki tehditlere karşı koymaya odaklanan daha geniş bir stratejinin parçası olarak önümüzdeki birkaç yıl içinde ABD güçlerini Suriye'nin doğusundan çekeceğine inanıyor.

Şarku'l Avsat'ın Al Majalla'dan aktardığı analize göre Trump yönetimi, Avrupa’nın tutumunun aksine eski ABD Başkanı Joe Biden yönetimi tarafından ocak ayı ortalarında atılan bazı sınırlı adımlar dışında Suriye'ye yönelik yaptırımları hafifletmedi. Ayrıca Brüksel'deki konferans sırasında yeni bir yardım taahhüdünde bulunmaktan da kaçındı. ABD'li üst düzey bir yetkili konferansta yaptığı açıklamada, Trump yönetiminin Suriye’deki yeni hükümetinin ‘radikalizmi’ ve ‘insan hakları ihlallerini’ terk etme konusundaki istekliliğine şüpheyle yaklaşmaya devam ettiğini söyledi. ABD’li yetkili, hiçbir dış yardımın ya da yaptırımların hafifletilmesinin yeniden inşa için gerekli yatırımı çekmeye yetmeyeceğinin de altını çizdi.

Öte yandan Almanya Şam'daki büyükelçiliğini sınırlı bir diplomatik personelle yeniden açarken, Trump yönetimi şimdiye kadar ikili ilişkilerin geleceğini görüşmek üzere Suriye hükümetiyle masaya oturma konusunda herhangi bir isteklilik göstermedi.

Trump'ın Orta Doğu Özel Temsilcisi Steve Witkoff, şubat ayında Washington'da düzenlenen Amerikan Yahudi Komitesi (AJC) etkinliğindeki konuşmasında Suriye ve Lübnan'ın önünde sonunda İsrail ile normalleşme anlaşmaları imzalayabileceğini söylemesi durumu ilginçleştiriyor. Washington'daki kaynaklara göre Trump yönetimi Şam ile ilişkilerin düzelmesini Şam'ın İbrahim (Abraham) Anlaşmalarına katılmayı kabul etmesine bağlayabilir. Trump, yaptırımların tamamen hafifletilmesinden önce Şam'a İsrail ile ilişkilerini normalleştirmesi için baskı yapabilir.

Avrupa ülkeleri ise Suriye'nin İsrail ile normalleşmesi konusunda ABD aynı tutuma sahip olduğuna dair herhangi bir sinyal vermemekle birlikte Şam'ın bu yolu izlemeye karar vermesi halinde buna karşı çıkmayacaklarını belirttiler.

Trump yönetiminin, Cumhuriyetçi Parti’nin ve hatta Demokrat Parti’nin büyük bir kısmının, Gazze'nin yeniden inşasını finanse etme konusunda istekli davranması pek olası değil.

Avrupa, Gazze ve İsrail

Avrupa’nın İsrail konusundaki odak noktası şu anda Gazze'deki savaşın durmasının ardından Gazze Şeridi’nin yeniden inşası. Avrupa ülkeleri Trump’ın Filistinlilerin Gazze’den çıkarılması ve Gazze’nin ABD ve özel yatırımcılar tarafından yönetilmesi önerisini reddetti. Fransa, Almanya ve İtalya hükümetleri bu fikrin uluslararası hukuku hiçe saydığını ve iki devletli çözümü engellediğini vurguladı.

Trump’ın şubat ayında açıkladığı öneriyi eleştiren Fransa, Almanya, İtalya ve İngiltere dışişleri bakanları mart ayında Arap ülkeleri tarafından onaylanan Mısır’ın önerisini desteklediklerini açıkladılar.

Avrupa’nın politikaları, Gazze'de yeniden inşayı destekleme yönünde açık bir eğilim gösterse de artan bütçe kısıtlamaları Avrupa başkentlerini Suriye, Mısır, Ürdün, Lübnan ve Gazze arasında yeniden önceliklendirme yapmaya zorlayacak. Bazı Avrupa ülkeleri ise kendi önceliklerini belirleyebilir. Bazı ülkeler yardımlarını güneyden kuzeye göç akışını azaltmaya yardımcı olabilecek ülkelere yönlendirmeyi seçebilir. Buna karşın diğer Avrupa ülkeleri iç siyasi güçlerin tercihlerini takip ederek, iç kamuoyuna ve her ülkenin koşullarına bağlı olarak, örneğin Filistinlilere, Suriye'ye veya Lübnan'a destek vermeyi tercih edebilir.

Öte yandan Trump yönetiminin, Cumhuriyetçi Parti’nin ve hatta Demokrat Parti’nin büyük bir kısmının, Gazze'nin yeniden inşasını finanse etme konusunda istekli davranması pek olası değil. Ayrıca İsrail'in 2028 seçimlerinden önce karşı çıkması halinde böyle bir fonun Washington'dan siyasi olarak geçmesi neredeyse imkansız. Sonuç olarak, 53 milyar dolar olarak tahmin edilen Arap yeniden imar planının finansmanının büyük kısmının Körfez ülkeleri tarafından karşılanması bekleniyor.

Artan ekonomik baskılar, bazı Avrupa başkentlerini, İsrail ya da ABD tarafından Arap ülkelerine silah satışına yapılan itirazlara daha az olumlu yanıt vermeye itebilir.

İsrail

Avrupa'nın İsrail'e yönelik tutumu, Avrupa ve ABD arasındaki ilişkilerde süregelen gerginliğin bir sonucu olarak doğrudan değişmeyecek olsa da Avrupa ve Tel Aviv arasında gelecekte yaşanacak gerginliğin işaretleri görülüyor. Her Avrupa ülkesinin İsrail ile kendine özgü ikili ilişkileri vardır ve bu ilişkiler tarih, iç politika ve stratejik öncelikler gibi çeşitli faktörlerden etkileniyor. Örneğin İspanya ve İrlanda, Levant bölgesine olan coğrafi uzaklıkları nedeniyle İsrail'i en çok eleştiren ülkeler arasında yer alıyor.

ABD'deki Cumhuriyetçi Parti ve Demokrat Parti’nin üst düzey siyasi liderlerinin açıkça destekledikleri iki devletli çözümden dahi giderek uzaklaşmaları dikkati çekiyor. Bu siyasi bağlamda Washington, İsrail’in Gazze ve Batı Şeria’nın bir kısmını ilhakını tanıyabilir. Avrupa başkentleri, en azından kamuya açık söylemlerinde, iki devletli çözüme bağlı kalmaya devam edecek ve İsrail'in her türlü ilhakını eleştir

Avrupa’daki bazı çevrelerinde İsrail'e karşı ekonomik önlemler alınması yönünde çağrılar yapılabileceğini düşünmek zor değil. Dahası, orta vadede, yüksek kaliteli silah ve askeri teçhizat üretimini arttıran Avrupa'nın, Washington'ın F-35 uçaklarını bazı ülkelere satarak yaptığına benzer şekilde, üretim hatlarında ölçek ekonomisi elde etmek için bu ürünleri Ortadoğu ülkelerinde pazarlamaya çalışması bekleniyor.

Özellikle son on yılın ikinci yarısında artan ekonomik baskılar, bazı Avrupa başkentlerini, İsrail ya da ABD tarafından Arap ülkelerine silah satışına yapılan itirazlara daha az olumlu yanıt vermeye itebilir. Bu da iki taraf arasındaki ilişkilerde yeni bir gerginliğe neden olabilir.