Putin’in beyni olarak kabul edilen Alexander Dugin kimdir?

Rus siyaset uzmanı Aleksandr Dugin (Reuters)
Rus siyaset uzmanı Aleksandr Dugin (Reuters)
TT

Putin’in beyni olarak kabul edilen Alexander Dugin kimdir?

Rus siyaset uzmanı Aleksandr Dugin (Reuters)
Rus siyaset uzmanı Aleksandr Dugin (Reuters)

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in beyni olarak kabul edilen Rus siyaset uzmanı Aleksandr Dugin’in kızı Darya Dugina, dün aracına yerleştirilen patlayıcının infilak etmesi sonucu yaşamını yitirdi.
Soruşturma henüz başlangıç ​​aşamasında olsa da, en olası hipotez söz konusu suikastin Alexander Dugin’e yönelik olduğudur.
Dugin, yardımcısı ve basın sekreteri olarak çalışan kızı ile birlikte dün Moskova yakınlarında gerçekleşen ‘Gelenek’ adlı edebiyat ve müzik festivaline katıldı.
Burada bir konferans veren Dugin, son anda kızının aracına binmekten vazgeçip, etkinlikten farklı bir araçla ayrıldı ve son anda suikastten kurtuldu.
Olayın hemen ardından akıllara şu soru geldi;
20 yıldan fazla bir süredir Rus ‘düşüncesi’ üzerindeki bariz etkisine, Putin’in beyni olarak nitelendirilmesine, propaganda ve yalan haberler yaydığı gerekçesiyle Batı’nın yaptırım listelerinde yer almasına rağmen, Dugin’i kim öldürmek isteyebilir?

Ancak Dugin, tüm suçlamalara rağmen son dönemde, özellikle Batı ile artan çatışma ve Ukrayna işgali konusunda önemli bir rol oynamadı.
Ukrayna’nın doğusundaki Donetsk Halk Cumhuriyeti adlı bölgenin ayrılıkçı lideri Denis Puşilin’in, “Ukrayna rejiminin teröristleri, Aleksandr Dugin’i ortadan kaldırmaya çalışırken kızını öldürdü” ifadesi pek çok soru işaretini gündeme getirdi.
Çünkü suikastın Dugin’i hedef aldığı hipotezini kanıtlamak, operasyonun amacının Putin’e bir mesaj göndermek olduğu ve istihbaratın ellerinin kendisine yakın görülen kişilere yaklaştığı anlamına gelecektir.

Alexander Dugin kimdir?
Dördüncü Siyaset Teorisi’nin yazarı Dugin’e göre, modern çağın tüm siyasi sistemlerinin ilki liberal demokrasi, ikincisi Marksizm ve üçüncüsü ise faşizmdir. 
Onun düşüncesi, Rusya ve eski Sovyet cumhuriyetlerini yeni bir Avrasya birliğine dahil ederek, bir Avrasya süper gücünün yaratılmasını savunmaktır.
Bu fikre göre, daha sonra diğer önemli ülkeler de birliğe katılır ve uluslararası bir karar merkezi ile ekonomik ve politik bir baskı gücü oluşturulur.
Dugin sadece bir siyasi düşünür değil, aynı zamanda bir eğitmen ve tanınmış bir bilim insanıdır.
Rus siyaset bilimci, 2009-2014 yılları arasında Moskova Devlet Üniversitesi Sosyoloji Fakültesi’nde Uluslararası İlişkiler Sosyolojisi Bölümü’ne başkanlık etti.
Avrasya Ulusal Üniversitesi ve Tahran Üniversitesi’nde fahri profesör olan Dugin, Güney Federal Üniversitesi’nde de bir dönem eğitim verdi.
Şanghay’daki Fudan Üniversitesi bünyesindeki Çin Enstitüsü’nde Kıdemli Araştırmacı olan Dugin, Rusça, İngilizce, Almanca, Fransızca, İspanyolca, İtalyanca ve Portekizce dillerinde yazıyor.
2009’da yapılan bir ankette Dugin, Rusya’nın en etkili entelektüelleri arasında 36. sırada yer aldı.
Foreign Policy dergisi, Rus siyaset uzmanı, sosyolog ve filozof Dugin’i 2014’te Modern Dünyanın 100 Küresel Düşünürü listesine dahil etti.
ABD’yi ‘kanserli bir tümör’ olarak tanımlayan Dugin’in kitapları, yıllarca Putin’in dış politika planlarının yüksek sesli yansımasıydı. Ancak bu, ‘Putin’in beyni’ benzetmesinin doğru olduğu anlamına gelmiyor.
Dugin, 2014 yılında verdiği bir röportajda, Putin’i şahsen tanımadığını söyledi. Bu bir abartı olabilir, ancak bu ifade bazı çağrışımlar taşıyor.
Moskova Devlet Üniversitesi’nden ihraç edilmesi, yetkililerin tam desteğine sahip olmadığını gösterdi.

Buna rağmen, siyasi seçkinler onun fikirlerini her zaman hayata geçirmemiş olsa da, Rus siyasi düşünce mekanizmalarının geliştirilmesinde önemli roller oynadığı inkar edilemez.
1998’de Rusya Federasyonu Devlet Duması Başkanı Gennady Seleznev’in danışmanı olan Dugin, 1999’da Devlet Duması başkanlığındaki Ulusal Güvenlik Sorunlarına İlişkin Uzmanlar Danışma Kurulu’na bağlı Jeopolitik Deneyim Merkezi’nin başkanıydı.
Dugin, 2014 yılında Kırım’ın ilhakından sonra AB yaptırım listesine, 2016’da ise ABD’nin listesine dahil edildi.
ABD’li siyaset uzmanı Glenn Beck, Dugin’i ‘dünyanın en tehlikeli adamlarından biri’ olarak nitelendirdi.

Avrasya Birliği Teorisi
Dugin’in ‘tehlikesi’, Rusya’yı dev bir Avrasya ittifakının merkezine çevirerek, Batı ile karşı karşıya gelme çağrısı yapan milliyetçi yazarlardan biri olmasında yatmıyor.
Çünkü Dugin’in bu alandaki fikirleri zeminde gerçekleşmedi.
Sovyetler Birliği’nin yeni bir ideoloji zemininde canlanması anlamına gelen kapsamlı Avrasya Birliği yerine, 2014 yılında üyelerinin farklı hedefleri ve çıkarları nedeniyle hala önde gelen bir aktör olmayan Avrasya Ekonomik Birliği ortaya çıktı.
Dugin tarafından geliştirilen bir Avrasya birliği fikri aslında uzun zaman önce ortaya çıktı.
20. yüzyılın sonunda Sovyetler Birliği’nin çöküşünden sonra entegrasyonu yeniden sağlama fikri yayıldı.
Bu fikrin en ünlü destekçileri daha sonra Kazakistan Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev ve Putin’di. Dugin de bu fikri destekleyen siyaset bilimcilerin ön saflarında yer aldı.
Dugin bu fikrini, 19. yüzyılda Sovyetler Birliği’nin kademeli olarak geniş bir Avrasya birliğine dönüşmesini sağlayacak bir Avrasya Birliği yaratma ihtiyacına ilişkin bir vizyona dayandırdı.
Büyük gücün çöküşüyle ​​birlikte, bu fikri destekleyenler, fikri yeniden canlandırmak için bir fırsat olduğunu düşündü. Ancak, yeni ‘bağımsız’ ülkelerin siyasi hırsları, dağılan cumhuriyetler temelinde bir konfederasyon kurulmasını engelledi. Bunun yerine, siyasi bir birlik olmaktan çok sembolik bir varlık olan Bağımsız Devletler Topluluğu ortaya çıktı.
Her halükarda, Dugin’in bu kadar uzun süre savunduğu proje, 2010 yılında Putin’in, büyük devletin çöküşünden sonra yıllarca yok olan Rus kimliğinin ruhunu yansıtacak bir ‘yeni ideoloji’ ortaya koyma ihtiyacı duyana kadar kaldı.
Bu dönemde Dugin’in de aralarında bulunduğu siyaset bilimciler arasında ‘Batı’nın demokratik liberalizmine’ alternatif olarak ‘sosyal muhafazakar ideoloji’ konuşuldu ve Avrasya Birliği projesi de yeniden ortaya çıktı.

Avrasya Birliği projesi, 2011 sonbaharında, dönemin Rusya Başbakanı Vladimir Putin’in ‘Avrasya İçin Yeni Entegrasyon Projesi-Bugünden Doğan Gelecek’ (2011) başlıklı makalesini yayınlamasının ardından yeni bir ivme kazandı.
Putin makalesinde Dugin’in görüşünü benimsedi ve Avrasya Birliği’nin Rusya, Belarus, Kazakistan ve Orta Asya ve çevredeki bazı ülkeler temelinde kurulmasının Rusya’nın önemli bir nüfuz merkezi haline gelmesini sağlayacağını savundu.
Ancak Moskova bu fikri desteklemeyi başaramadı. Belarus ve Kazakistan da dahil olmak üzere bazı ülkelerin liderleri ‘tam bir siyasi birlik’ fikrini reddetti.
Sonuç olarak, Dugin’in dış politika fikri geri çekildi ve Avrasya Ekonomik Birliği’nin kurulmasıyla ortaya çıkan minyatür bir versiyonuyla yetinildi.



Bir Filistin devleti için olan ve olmayan fırsatlar

Filistin Yönetimi Başkanı Mahmud Abbas, New York'taki BM Genel Merkezi’nde yaptığı konuşma sırasında tarihi Filistin haritalarını gösterirken, 11 Şubat 2020 (AFP)
Filistin Yönetimi Başkanı Mahmud Abbas, New York'taki BM Genel Merkezi’nde yaptığı konuşma sırasında tarihi Filistin haritalarını gösterirken, 11 Şubat 2020 (AFP)
TT

Bir Filistin devleti için olan ve olmayan fırsatlar

Filistin Yönetimi Başkanı Mahmud Abbas, New York'taki BM Genel Merkezi’nde yaptığı konuşma sırasında tarihi Filistin haritalarını gösterirken, 11 Şubat 2020 (AFP)
Filistin Yönetimi Başkanı Mahmud Abbas, New York'taki BM Genel Merkezi’nde yaptığı konuşma sırasında tarihi Filistin haritalarını gösterirken, 11 Şubat 2020 (AFP)

İnci Mecdi

Bir hafta önce yayınlanan yeni bir belgesel, dönemin İsrail Başbakanı Ehud Olmert tarafından Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas’a sunulan bir planı ortaya çıkardı. iPlayer’da gösterilen ve toprak takasıyla iki devletli bir çözümün hayata geçirilmesine ilişkin bilgilerin yer aldığı belgesel, “İsrail ve Filistinliler: 7 Ekim'e Giden Yol” başlığını taşıyor. Belgesel de Olmert'in ‘barış için tarihi bir fırsat’ olarak nitelendirdiği haritanın ayrıntıları yer alıyor.

Olmert'in Abbas'a gizlice sunduğu harita, işgal altındaki Batı Şeria'nın yüzde 94'ünden fazlası üzerinde bir Filistin devleti kurulmasını öngörüyor. Haritada İsrail'in büyük Yahudi yerleşim blokları da dahil olmak üzere Batı Şeria'nın yüzde 4,9'unu ilhak etmesi karşılığında İsrail’in Batı Şeria ve Gazze Şeridi sınırları boyunca benzer miktarda toprak bırakması önerisi yer alıyor. İki Filistin bölgesini bir tünel ya da otoyolla birbirine bağlama olasılığı ve çetrefilli Kudüs meselesiyle ilgili olarak oy pusulasında şehrin bazı bölümlerinin her iki tarafın da başkenti olması da yer aldı.

Abbas, o sırada bir yolsuzluk skandalıyla boğuşan ve istifa edeceğini açıklayan Olmert'in zayıf siyasi konumu nedeniyle başarısızlığa mahkum olduğunu düşündüğü planı imzalamadı. Gazze'de Aralık 2008'de patlak veren yeni bir savaş işleri daha da karmaşık hale getirdi. Belgeselde Bazıları Filistin tarafını öneriyi ciddiye almamakla suçlarken İsrailli eski diplomat Abba Eban'ın 1973 yılında söylediği ve o tarihten beri İsrailli yetkililer tarafından sık sık tekrarlanan ‘Filistinliler hiçbir fırsatı kaçırmazlar’ sözü bile kullanılıyor.

hy6u78ı
Ehud Olmert’in yan yana iki devlet, İsrail ve Filistin haritası (BBC)

Geçtiğimiz bir buçuk yıl içinde İsrail daha fazla yıkım ve Filistin topraklarının parçalanmasıyla yeni bir gerçeklik dayatırken, Arap ülkelerindeki tartışmalarda ‘kaybedilen fırsatlar’ yeniden gündeme geldi. Bu gelişmeler, Kahire'nin Filistin meselesindeki gelişmelere ilişkin olağanüstü bir Arap zirvesine ev sahipliği yaptığı ve ABD Başkanı Donald Trump'ın Filistinlilerin Gazze’den çıkarılması önerisi karşısında Gazze Şeridi'nin geleceğine ilişkin Arap ülkelerinin desteklediği bir planının özelliklerine dair haberlerin geldiği bir dönemde yaşandı.

Öte yandan gözlemciler, bu ifade ve İsraillilerle on yıllardır süren müzakereler sırasında bir Filistin devletinin kurulmasının gerçekçi bir ihtimal olup olmadığı konusunda fikir ayrılığı yaşıyorlar. Bazıları, Siyonist hareketin hiçbir zaman toprakları bölme fikrini düşünmediğini, aksine tüm Filistin topraklarını ele geçirmeyi amaçladığını ve İsrail'in 1937 yılından 1947 yılına kadar zaman zaman ortaya atılan toprak takası projelerini onaylamasının bile taktiksel bir manevra olduğunu savunurken, bu ifadenin İsrail'in, kurbanı ‘Filistin halkını’ suçlamak için kullandığı bir karşı propaganda olduğunu iddia ediyor. Bazıları ise Filistinli liderlerin, fırsat üstüne fırsat kaybedildikçe küçülen bir Filistin devletinin kurulması karşılığında kısmi tavizler verebileceği gerçek fırsatlara işaret ediyor.

Geçtiğimiz yıl mayıs ayında, Nekbe'nın yıldönümünde, Kahire'deki Mısır Düşünce ve Stratejik Araştırmalar Merkezi ‘barış için kaçırılan fırsatlar’ üzerine bir panel düzenledi. Bu panelde 1939 şubatında dönemin Kudüs Müftüsü Muhammed Emin el-Hüseyni'nin katılmayı reddettiği Londra Konferansı'ndaki Peel Komisyonu (Filistin Kraliyet Komisyonu) raporundan başlayarak İsrail'in yanında bir Filistin devleti kurmayı amaçlayan uluslararası konferanslar ve BM kararları ele alındı. Panelde bazı gözlemciler, Kudüs ve Beytullahim şehirlerini uluslararası yönetim altına alırken, toprakları yüzde 42,3 yüzölçümüne sahip bir Arap devleti ve yüzde 57,7 yüzölçümüne sahip bir Yahudi devleti olarak bölme planını kabul eden 1947 tarihli 181 sayılı BM Genel Kurul Kararı ile İsrail’in kuruluşunun ilan edilmesinden önce de bu fırsatın var olduğuna ve bu planın Filistinli liderler tarafından reddedildiğine inandıklarını ifade ettiler. Aynı gözlemciler, İsrail'in 1967 yılında Altı Gün Savaşı'ndan sonra yaptığı, Kudüs'ün nihai statüsü hariç, işgal altındaki tüm toprakları, Batı Şeria ve Gazze'yi barış karşılığında geri verme teklifini de reddettiler.

Gözlemciler ayrıca Filistinlilerin, Batı Şeria ve Gazze Şeridi'nde tam özerklik kurmayı amaçlayan merhum Mısır Devlet Başkanı Enver Sedat'ın 1977’deki barış sürecine katılma davetinin yanında 1981 yılının ağustos ayında merhum Suudi Arabistan Veliaht Prens Fahd bin Abdulaziz tarafından ortaya atılan ‘Ortadoğu Barış Girişimi'ne katılmayı da reddettiklerine dikkati çektiler.

Bazı gözlemcilere göre 1993 yılında Oslo Anlaşması'nın ardından Filistin'de yaşanan bölünme ve Hamas'ın başını çektiği Filistinli grupların intihar saldırıları düzenlemeye başlaması, anlaşmanın başarısız olmasının ve bundan bir buçuk yıl sonra 2000 yılındaki Camp David Zirvesi'ne kadar kullanılmasının nedenlerinden biriydi. O sıra dönemin ABD Başkanı Bill Clinton, sınırların çizilmesi, mültecilerin geri dönüşü ve Doğu Kudüs'ün statüsü gibi çözüm bekleyen konuları ele almaya çalıştığında taraflar bir anlaşmaya varamadı. Ardından İkinci İntifada patlak verdi.

1947 Filistin'i Taksim Planı

Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia'dan aktardığı habere göre Kahire Üniversitesi’nden Siyaset Bilimi Profesörü Hasan Nafia yaptığı açıklamada Filistinlilerin kendi devletlerini ilan etmeleri için hiçbir zaman gerçek bir fırsatın olmadığını ve İsrail'in, 1948'deki kuruluşundan bugüne kadar hiçbir noktada bağımsız bir Filistin devleti kurulması anlamına gelecek bir proje önermediğini söyledi.

Prof. Hasan Nafia, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Bölgelerdeki anlaşmazlıklar ne olursa olsun, Doğu Kudüs ve özellikle de Mescid-i Aksa'nın kontrolü meselesi her zaman temel bir düğüm olmuştur. Bu Filistinliler için çok önemli bir konudur. İsrail'in Doğu Kudüs ve özellikle de Mescid-i Aksa üzerinde egemenlik kurmasına ve Yahudilerin Mescid-i Aksa’ya ortak olmasına asla izin verilemez. Bu fikir her zaman reddedilmiştir.”

Filistin devletinin kurulması için o dönemde kaçırılan tek fırsatın sadece Filistinlilerin değil Arap devletlerinin de kararı olduğuna inanan Prof. Nafia, 1947 tarihli Filistin topraklarının Arap ve Yahudi devletlerine bölünmesine yönelik BM kararına atıfla, “Eğer Arap devletleri o dönemde Siyonist projenin gerçekliğinin farkına varmış olsalardı ve küresel Siyonist hareketin ne kadar büyük bir güce sahip olduğunun anlasalardı, belki de bu bölünme en iyi sonuç olacaktı. Bir Filistin devleti ve bir Yahudi devleti olmak üzere iki devlet kurulacak, Kudüs uluslararası vesayet altında kalacak ve uluslararası hukuk uygulanacak, böylece eşit haklar olacaktı” ifadelerini kullandı.

Prof. Nafia, sözlerini şöyle sürdürdü:

Belki de bu çatışmanın ideal çözümü olarak görülen bu proje çatışmanın çözümüne yol açacaktı, ancak daha sonra yaşananlar Siyonist projenin bununla yetinmeyeceğini gösterdi.

Ancak 1947 Filistin'i Taksim Planı’nın hukuki hatalarla gölgelendiğine, çünkü BM Genel Kurulu'nun bir halkın kaderine ve kendi kaderini tayin etme hakkına sahip olup olmadığına karar veremeyeceğine dikkati çeken Prof. Nafia, “BM Şartı'na göre halklar kendi kaderlerini tayin etme hakkına sahiptir. Bu yüzden Arap ülkeleri BM Genel Kurulu’dan konuyu hukuki açıdan karara bağlaması için Uluslararası Adalet Divanı'na (ICJ) havale etmesini istediklerinde bu talep reddedilmiştir. Ayrıca, Yahudilerin sayısı yüzde 30'un altındayken, proje onlara yüzde 56'dan fazlasını veriyordu. Bu yüzden Arap ülkelerinin bölünme kararını reddetme gerekçeleri ister hukuki ister siyasi olsun, haklı gerekçelerdi” değerlendirmesinde bulundu.

Camp David ve Enver Sedat

Kudüs Üniversitesi'nde siyaset bilimi profesörü olan Eymen er-Rakab, bağımsız bir Filistin devleti kurmak için sadece bir ya da en fazla iki fırsatın ortaya çıktığını kabul etti. Ancak Independent Arabia'ya yaptığı değerlendirmede kaçırılan fırsatlardan Filistinlilerin sorumlu olmayabileceğini vurgulayan Prof. Rakab, BM'nin 1947 tarihli Filistin topraklarını bölme kararıyla ilgili ret kararının o dönem henüz tam olarak şekillenmiş bir Filistin liderliği olmadığından bağımsızlıklarını yeni yeni kazanmış olan Arap devletleri tarafından verildiğini belirtti.  Prof. Rakab, o dönemdeki bu BM kararını ‘gerçek bir fırsat’ olarak nitelendirdi.

Prof. Rakab’a göre diğer fırsat ise Camp David Anlaşmasıydı. Dönemin Mısır Cumhurbaşkanı Enver Sedat’ın Filistinlilerin görüşmelere katılmasını istediğinde, (Siyonist lider Ze’ev) Jabotinsky’nin ‘yerel halkla barış yapılmayacağı ve komşularla barış yapılacağı’ düşüncesini benimseyen Siyonist lider Menahem Begin’in bu düşüncesini kırmaya çalıştığını ifade eden Prof. Rakab, görüşmelerde o dönemde bir Filistin devletinden değil, Filistinliler için özerklikten bahsedilse de bunun bir Filistin devletine giden yolda bir fırsat olduğunu düşünüyor.

Merhum Filistin lideri Yaser Arafat başlangıçta görüşmelere katılmayı kabul ettiğini, ancak Arap ülkelerinin baskısıyla geri adım attığını belirten Prof. Ragab, “Filistin liderliği Sedat döneminde Camp David'i ele alırken hata yaptı. Güçlü bir devlet olan Mısır'da kendilerini güçlendirebilir ve bir Filistin devletinin kurulması için baskı yapan özerklik yoluna gidebilirlerdi. Bence bu sahnede kaçırılan en önemli fırsat budur” yorumunda bulundu.

Olmayan fırsatlar

Kahire’deki ve Kudüs'teki gözlemciler, bundan sonra yaşananların kaçırılmış fırsatlar olarak nitelendirilemeyeceği konusunda hemfikir. İsrail, 4 Haziran 1967 sınırlarında bir Filistin devleti kurulması önerisinin yanında 2002 yılında Arap Barış Girişimini de reddetti. Hem Arafat hem de İsrail Başbakanı İzak Rabin'in bu konuda ciddi olduğu 1993 tarihli Oslo Anlaşması'nda bir Filistin devleti kurma fırsatı vardı. Ancak Rabin’in İsrail derin devleti tarafından öldürüldüğünü belirten Prof. Rakab, bu fırsatın başarısızlığa uğramasının nedeninin Rabin'e suikast düzenleyen İsraillilerin kendileri olduğunu, ardından da Filistin devleti fikrini reddeden aşırı sağcı Başbakan Binyamin Netanyahu'nun göreve geldiğini belirtti.

Mısırlı eski bir siyasetçi ve el-Ahram Siyasi ve Stratejik Araştırmalar Merkezi'nin eski başkanı olan Abdulmunim Said daha önce kaleme aldığı bir makalede Peel Komisyonu'nun 1939 tarihli raporuna ve ardından bölünmenin adil olmadığı gerekçesiyle reddedilen 1947 Filistin’i bölme kararına atıfla “İster içeride olsun ister siyasi partilere dönüşsün, Filistinlilerin kendi aralarındaki bölünme daha derindi ve bu bölünme taraflar militanlaştığında da sona ermedi” ifadelerini kullandı.

zsdefrgt
Prof. Rakab: “Camp David, bir Filistin devleti kurmak için kaçırılmış bir fırsattı” (AFP)

Yüzde 54'ü İsraillilere, yüzde 45'i Filistinlilere ve yüzde 1'i de uluslararası vesayet altındaki Kudüs'e şeklinde taksim edilen bölünme kararını reddeden Filistinliler Oslo Anlaşmalarıyla Filistin'in en fazla yüzde 22'si gibi daha da adaletsiz bir paylaşımı kabul ettiklerinde, Hamas ve benzeri gruplar anlaşmayı bozmaya çalıştılar. Bu da birçok savaşa yol açtı. Şimdi de İsrail Gazze'yi yeniden işgal ediyor.

Bu fırsatı kaçıranların sadece Filistinliler olmadığını, İsraillilerin de Filistinlilere içeride ikinci sınıf vatandaş muamelesi yaparken, dışarıda da zulüm ve vahşet uygulayarak bu fırsatı kaçırdıklarını söyleyen Said, “İsrail, (Gazze’deki) savaştan önce Arap ülkeleriyle altı ayrı barış anlaşması imzalayarak yaşamak istediği bölgede barış ve refah için parlak bir fırsat yakalamıştı. Arap ve İslam dünyasının kapılarını İsrail'e açacak barış ve normalleşme ilişkileri için müzakereler devam ediyordu. Fakat İsrail’in 7 Ekim 2023’teki saldırıya verdiği yanıt tüm sınırları aştığında ve İran’ın tuzağına düşüldüğünde bu fırsat kaybedildi” değerlendirmesinde bulundu.

Gerçekler bir Filistin devleti için olumlu değil

Kahire'deki ve dünyanın diğer başkentlerindeki gözlemciler, Filistinlilerin geleceği konusunda fazla pek iyimser değiller. Zira iki devletli çözüm sadece Gazze'de değil, Batı Şeria'da da değişen gerçekler ışığında ulaşılamaz hale geldi. Gazze ve Batı Şeria'daki değişimlerin iki devletli çözümü imkansız hale getirdiği belirten Prof. Rakab, “Gazze'de yaşananların yanında Batı Şeria'da da geniş alanların yutulması söz konusu. En büyük tehlike Batı Şeria. En büyük sorun ise İsraillilerin Doğu Kudüs'ten çekilmek istememesi, hatta onu bölmek istemesi. İki devletli çözümü yeniden canlandırma şansının zorlaştığına inanıyorum. Bunun için önce İsraillilerin, sonra da Filistinlilerin cesur kararlar alması gerekir ki herkesin tek bir parlamento ve tek bir liderlik altında eşit hak ve görevlerle yaşadığı iki uluslu bir devlet olsun. Ne yazık ki İsrailliler bunu kabul etmeyecek” şeklinde konuştu.

Öte yandan Prof. Hasan Nafia, 1967 Arap-İsrail Savaşı’ndan (Altı Gün Savaşı) sonra İsrail'in hırslarının arttığını ve 1947 Filistin’in Taksimi Planı’nda öngörülen Filistin topraklarının yüzde 50'sini ilhak ettiklerini belirterek “Çünkü Siyonist proje için İsrail'in sınırları, ulaşabildikleri sınırlardır” ifadelerini kullandı. Bugün İsrail'de sınırları ne olursa olsun bir Filistin devletini kabul etmeyen aşırı sağcı bir kanadın olduğuna dikkati çeken Prof. Nafia, “Prensipte bu fikri kabul eden sol kanat dahi 67 sınırlarında bir Filistin devletini asla kabul etmedi” diye ekledi. Mısırlı akademisyen, İsrail'in, ABD'nin arabuluculuğunda yapılanlar da dahil olmak üzere imzaladığı hiçbir anlaşmaya uymadığını vurguladı.

Washington merkezli Demokrasileri Savunma Vakfı'ndan (FDD) Hüseyin Abdulhuseyin, tüm bunlar için Filistin'de gerçek bir demokrasi getirebilecek bir liderliğin olmayışını suçladı. İsrail'in 1967 sınırlarına dönmeyi, ancak Filistinli ya da başka bir dost Arap egemenliğinin liderliği devralması halinde kabul edeceğini düşünen Abdulhuseyin, daha önce ABD merkezli Hoover Enstitüsü tarafından yayınlanan bir makaledeki İsrail'in Batı Şeria'yı Ürdün'e Gazze'yi de Mısır'a devretmesini önerisini de dışladı. Öneri, her iki ülke tarafından da reddedildi.

Öngörülebilir gelecek için tek olası çözümün, İsrail gözetimi altında geçici bir Filistin özerkliği kurulmasından daha fazlası olduğuna inanan Abdulhüseyin, “ABD, bir Filistin devleti kurulması ve demokratikleştirilmesi (destekleme) konusunda istekli olmadığı sürece, Filistinliler İsrail'in barış yapabileceği bir devleti nasıl kuracaklarını bulana kadar beklemek zorunda kalacaklar. İsrail bir Filistin devleti kuramaz, bunu sadece Filistinliler yapabilir. Ama önce dinlemeleri ve nasıl yapılacağını öğrenmeleri gerekiyor” yorumunda bulundu.