El-İsneyniyye’nin kurucusu ve hamisi Şeyh Abdulmaksud Hoca

El-İsneyniyye’nin kurucusu ve hamisi Şeyh Abdulmaksud Hoca
TT

El-İsneyniyye’nin kurucusu ve hamisi Şeyh Abdulmaksud Hoca

El-İsneyniyye’nin kurucusu ve hamisi Şeyh Abdulmaksud Hoca

Dr. Muhammed Beşir Haddad
Tam anlamıyla bir edebiyat, düşünce ve kültür aşığı olan seçkin iş insanı Şeyh Abdulmaksud Hoca, uzun süren bir hastalığın ardından, ABD’deki bir hastanede yattıktan sonra, 21 Ağustos 2022 (H. 22 Muharrem 1444) Cumartesi akşamı hakka yürüdü. Allah rahmet eylesin. Şeyh Abdulmaksud Hoca, 88 yıllık ömrünün yarısını toplumun seçkin, yaratıcı ve cömert bir öncüsü olarak Arap ve İslam dünyasında edebiyat, kültür, düşünce ve sanatı desteklemeye adadı.
Şeyh Abdulmaksud Hoca, Mekke’de kültürün, edebiyatın, düşüncenin ve bilimin olduğu bir evde büyüdü. Merhum babası Şeyh Muhammed Said Hoca, Hac mevsiminde ülkenin dört bir yanından âlimleri, düşünürleri ve Beytullah’ı (Kabe) ziyaret eden hacıları bir araya getiren bir forum düzenlerdi. Bu tür forumlar Mekke, Medine ve Cidde'nin bazı ileri gelenleri ve âlimleri tarafından da düzenlenirdi. Söz konusu şahsiyetlerin başında Mekke’den merhum Alevi El-Maliki, Medine'den Şeyh Hüseyin Ebu el-Ula ve Abdulvehhab Fakih ve Cidde’den Şeyh Muhammed Nasif geliyor.
Şeyh Abdulmaksud Hoca, Mekke, Şam ve Beyrut arasında yetişti, eğitim gördü ve çalıştı. Kültür alanında faaliyet gösteren kurumlar arasında gezici bir görevli olarak çalıştı. Ardından iş hayatına atıldı ve başarılı bir iş insanı oldu. 1982 yılında (H. 1403), her hafta pazartesi günleri Cidde’deki eski evinin bir salonunda, ardından da yine Cidde’deki el-Amir Sarayı’nda herhangi bir sınırlama ve kısıtlama olmadan tüm âlimleri, düşünürleri, aydınları ve yazarları bir araya getirdi. El-Medinetu'l-Munevvere gazetesi, bu olağanüstü etkinlikle Suudi Arabistan’ın yanı sıra Arap ve İslam dünyasında büyük bir edebi, entelektüel ve kültürel hareket yaratan ve dikkatleri üzerine çeken haftalık toplantılardaki gelişmeleri aktarmaya devam etti. Pazartesi toplantıları, diyalog ve tanışma kapılarını aralarken Arap ve İslam dünyasında uzun zamandır özlemini duyduğumuz ilim kanallarını da yeniden canlandırdı.
Merhum Şeyh Abdulmaksud Hoca’nın kişiliğine dair notlar
Şeyh Abdulmaksud Hoca her pazartesi toplantılarının katılımcılarına, El-İsneyniyye’nin seçkin şahsiyetlerini, Cidde ve Suudi Arabistan dışından gelenleri ve onlara eşlik eden misafirleri cömert bir şekilde ağırladı ve memnuniyetlerini gözetti. Bundan mutluluk duydu. Âlimlere, aydınlara, toplumun öncülerine ve sanatçılara büyük değer verdi. Sert ve kararlı bir karaktere sahip olan merhumun karakterinin özelliklerinden biri de en yaygın entelektüel, edebi ve sanatsal eğilimlere ve akımlara açık olmasıydı.
El-İsneyniyye Salonu
Kurucusu ve sahibi merhum Şeyh Abdulmaksud Hoca’nın eylül ayından mayıs ayı sonuna kadar devam eden öğrenim yılı boyunca ortaöğrenim tatillerinde ara verilerek her hafta pazartesi günleri akşam namazından sonra oturumların yapıldığı El-İsneyniyye (pazartesi) Salonu fikri zamanla büyüdü. El-İsneyniyye Salonu fikri, merhum Şeyh Abdulmaksud Hoca’nın iradesi, düşüncesi ve farkındalığıyla yıllar içinde seçkin bir Arap, İslam ve uluslararası düşünce, edebiyat, kültür ve sanat merkezi haline gelene kadar gelişti. Seçkin bir şekilde bahsedilen merhum Şeyh Abdulmaksud Hoca’nın adı Cidde ile anılır oldu.
El-İsneyniyye, özellikle âlimler, yazarlar, düşünürler, aydınlar, sanatçılar ve kadınlar ile erkekler arasında olmak üzere Arap ve İslam dünyasının doğusu ve batısı arasında çok taraflı eğilimler ve vizyonlar arasında tüm ciddiyet, ayrım ve dayanıklılık ile bilimsel, entelektüel ve bilişsel ilişkiler köprüsü kurdu. El-İsneyniyye bu başarıyı, uzun yolculuğu boyunca her pazartesi günü düzenlediği oturumlarda konuşmacı olarak seçtiği seçkin şahsiyetleri arka arkaya ağırlamasıyla elde etti. El-İsneyniyye, kağıt ve görsel dokümantasyonu ile misafirlerinin ve takipçilerinin forumlardaki konuşmacıları yakından tanımalarını ve hayatlarındaki en önemli durakları, başarılarını, konumlarını ve vizyonlarını yakından tanımalarını sağladı. Konuşmacılarla katılımcılar arasında soru-cevap şeklinde sohbet etmeleri ve yorumlarını dinlemeleri için imkan sundu. El-İsneyniyye böylece farklı açılardan ve vizyonlardan herkesin farkındalığının artmasına katkıda bulundu. Birçok kişinin bilmediği gerçekleri açıklığa kavuştururken belirsizlikleri ortaya çıkararak ve yanılsamaları ortadan kaldırarak boyutların ve başarıların fark edilmesini sağladı.
El-İsneyniyye, farklı yerlerden ve yönlerden üst düzey isimleri, âlimleri, aydınları, sanatçıları ve siyasetçilerden çok sayıda önemli şahsiyeti ardı ardına bize tanıttı. Onları dinledik ve kendileriyle konuştuk. Her birinin şahsında önemli boyutlar bulduk. Bazıları çok önemli olan konumlar ve olaylar zihnimizde açıklığa kavuştu.
El-İsneyniyye’yi seçkinliği konusunda azimli olan merhum Şeyh Abdulmaksud Hoca, her zaman forumlara katılacak şahsiyetler için isimler aday göstermemizi isterdi. Birçok kez bunu yaptım. Aday gösterdiğimiz kişilerin davet edilmesini onayladı. Onları hoşgörüyle karşıladı.
El-İsneyniyye’yi geçmiş forumları sesli ve görüntülü olarak kayıt altına aldı. Birçok olay, başarı, geçmiş ve fikir bu kayıtlarda ve El-İsneyniyye’nin en önemli özelliklerinden biri de budur. Merhum Şeyh Abdulmaksud Hoca uzman bir kadroyla, bu beş yüze yakın forumu görsel, video ve kağıt üzerinde ve renkli fotoğraflarla belgelenen lüks ciltler halinde belgeledi. Bunların tümü, biçim ve içerik açısından çok çeşitli ve benzeri görülmemiş bir bilgi zenginliğiyle birlikte “Alithnainya” (El-İsneyniyye) internet sitesinde bilim, düşünce, kültür, tarih ve sanat severlerin kullanımına sunuldu.
El-İsneyniyye böylece bir yandan nesiller arasında bilimsel, bilişsel, entelektüel, kültürel, sanatsal ve kişisel olarak zekice ve nazikçe olumlu iletişim kurdu, ufuklar açtı, umutlar yeşertti ve tutumları değiştirdi, bir yandan da forumların katılımcıları arasındaki ilişkileri olgunlaştırdı.
El-İsneyniyye'de açık bir üniversitemiz ve entelektüel, yardımcı ve entegre bilgiyle dolu canlı bir forumumuz vardı.
El-İsneyniyye, ilk kez Arap ve İslam dünyasında görsel, basılı ve elektronik olarak belgelenen ve seçkin bir izleyici kitlesinin katıldığı, ölen ve neredeyse unutulmak üzere olan ilmi, fikrî, kültürel ve toplumsal büyük şahsiyetlerin onurlandırıldığı muhteşem bir yıl ilan edildi.
El-İsneyniyye’nin ayrıcalıklı bir diğer özelliği ise bazen kin ve ihanet okları ile hedef alınan âlimleri ve aydınlar yalan ve haksız iftiralarla aşağılandıklarında, onları forumlara davet ederek saygı ile söz hakkı vermesiydi. Tahkir edilen şahsiyetlerin anlattıkları gerçekliğe tanıklık eden adil kişiler foruma katılırdı. Böylece halkın gerçeği doğrudan öğrenmesini sağlardı. El-İsneyniyye, böylece gönülleri fethetti. Meseleleri rayına oturttu. Kin ve kıskançlıkla kör olmuş batıla bulaşanları susturdu.
El-İsneyniyye’nin programı
El-İsneyniyye faaliyetleri her pazartesi şu protokole göre gerçekleştirildi:
- Profesyonel bir sunucu tarafından foruma gelen şahsiyetlerin ve misafirlerin karşılanması ve açılış.
- En iyi okuyanlardan Kur'an-ı Kerim tilaveti.
- Konuşmacıların tanıtılması.
- El-İsneyniyye’nin kurucusu Şeyh Abdulmaksud Hoca'nın konuşması.
- Sayısı üç ila beş arasında değişen konuşmacı.
- Katılımcılardan soru alınması.
- Soruların cevaplanması.
- Konuşmacıların tebrik edilmesi El-İsneyniyye plaketlerinin sunulması.
- Akşam yemeği daveti.
El-İsneyniyye, katılımcılara edebi, tarihi ve entelektüel kitaplardan ve yayınlarından bazılarını ücretsiz olarak dağıttı.
Merhum Şeyh Abdulmaksud Hoca bir süre önce, El-İsneyniyye’nin ölümünden sonra da yoluna devam etmesi amacıyla El-İsneyniyye Vakfı'na dönüştürmek için girişimde bulundu. Vakfın başkanlığına merhum Dr. Muhammed Abdu Yemani'yi seçti. Merhum Şeyh Abdulmaksud Hoca daima bu öncü projenin kurumsallaşmasının önemini vurguladı. Bunu da herkesin önünde “Oturduğum bu sandalyeden başka bir şeyim yok. Sizden biriyim” diyerek ifade etti.
El-İsneyniyye'nin, kurucusunun ayrılışından sonra, anısının yaşatılması ve ilericiği ve yaratıcılığı teşvik eden, tüm Araplar ve Müslümanlar arasında entelektüel, bilimsel ve kültürel ilişkiler arasında köprü kuran bu platformun kendisine yakışır şekilde devam etmesi en büyük temennimiz.
El-İsneyniyye, onlarca edebî ve fikrî eserin baskısını yaptı. Özellikle unutulan ya da yayımlanma imkanı bulamayan eserlerin baskılarını da sundu.
El-İsneyniyye, Allah'ın bizleri şahitleriyle şereflendirdiği, bizlerin de toplantılarıyla istifade ettiğimiz güzel zamanların en önemli faaliyetlerinden biriydi. Yıllar içinde ufkumuzun genişlediği, bilgimizin büyüdüğü, güzel değerlerimizin zenginleştiği en tatlı kültürel ve entelektüel kaynaklardan birine sahip olduk.
Dostlarım sizlere içtenlikle söylüyorum ki El-İsneyniyye’nin kurucusu ve hamisi merhum Şeyh Abdulmaksud Hoca’nın vefatından dolayı çok üzgünüm. Allah rahmet eylesin.
Son olarak merhum Şeyh Abdulmaksud Hoca'nın sevgili oğlu, kardeşim Şeyh Muhammed Said Abdulmaksud Hoca'ya ve merhumun ailesine, torunlarına, El-İsneyniyye’nin tüm sevgili katılımcılarına ve hepimize en içten taziyelerimi sunuyorum. Allah’tan Şeyh Abdulmaksud Hoca'ya rahmetiyle muamele etmesini ve yaptığı iyiliği kabul etmesini diliyor, herkese sabır-ı cemil niyaz ediyorum.
İnna lillahi ve inna ileyhi raciun (Şüphesiz biz Allah'tan geldik ve ancak O'na döneceğiz)



Ortadoğu'da yeni bir bölgesel güvenlik sistemi oluşumunun özellikleri neler?

Görsel: Eduardo Ramon
Görsel: Eduardo Ramon
TT

Ortadoğu'da yeni bir bölgesel güvenlik sistemi oluşumunun özellikleri neler?

Görsel: Eduardo Ramon
Görsel: Eduardo Ramon

Bilal Saab

Ortadoğu ülkeleri siyasi açıdan kırılgan olmaya devam ettiği sürece, İran baskı ve ikna yöntemlerini bir arada kullanarak nüfuzunu yaymanın bir yolunu bulacaktır. Ancak İran bugün, 1979 yılındaki devrimden bu yana en zayıf olduğu dönemi yaşıyor. Komşularının siyasi zayıflıklarından ve mezhepsel bölünmelerinden faydalanmak bir yana, zar zor ayakta kalabildiği gerçeğini inkar etmek mümkün değil.

İran'ın onlarca yıl boyunca özenle inşa ettiği milis ağı, Hamas ve Hizbullah'ın İsrail'le son savaşlarının ardından aldıkları askeri yenilgiler ve İran'ın bölgedeki tek müttefiki olan Suriye'deki Beşşar Esed rejiminin çöküşüyle darmadağın oldu.

Tüm bunlar çok önemli olan ‘İran'ın göreceli olarak daha da zayıfladığı mevcut dönem, yeni bir bölgesel güvenlik düzeninin şekillendirilmesi için bir fırsat mı sunuyor?’ sorusunu gündeme getiriyor.

Eğer ABD ve Arap ülkelerinden ortakları güvenlik konusunda daha önce görülmemiş bir şekilde iş birliği ve koordinasyon içinde olurlarsa -ki bu oldukça şüpheli- cevap ‘evet’ olur.

ABD’nin Arap ülkelerinden ortaklarının tutumu

Ancak Donald Trump yönetiminin Ortadoğu politikasında öncelikle Arap ülkelerinden ortaklarının stratejik konumunu göz önünde bulundurması önem taşıyor. Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Katar gibi ülkeler İran'la herhangi bir çatışma arayışında değiller. İran'ı daha da zayıflatmak için bir fırsat var ve bunun tamamen farkındalar, ancak inisiyatif almayacaklar. Bunu hiçbir zaman yapmadılar ve anlaşılabilir nedenlerden dolayı da yapmayacaklar.

İran Devrim Muhafızları Ordusu’nun (DMO) bölgedeki siyasi şiddeti desteklemesi konusunda Tahran’a daha baskıcı bir yaklaşım sergilemesi için Washington’a baskı yapma günleri -en azından öngörülebilir bir gelecek için- geride kaldı. Riyad, Abu Dabi ve diğer bölge ülkelerinin başkentleri Tahran'la uzlaşma ve yakınlaşma yolunu seçtiler. Böylece en önemli öncelikleri olan ekonomik kalkınmaya odaklanabilirler. Çünkü uzun vadeli ekonomik vizyonlarında belirledikleri hedefleri gerçekleştirmek için ihtiyaç duydukları doğrudan yabancı yatırımı çekebilecek sakin ve istikrarlı bir bölge istiyorlar.

Trump ve ABD’nin Arap ülkelerinden ortaklarının genel tutumlarının ötesinde, güvenlik alanında daha fazla iş birliği için pek çok alan olduğu bir gerçek. Aslında iki taraf arasında İran konusunda büyük bir ihtilaf ya da anlaşmazlık olduğu söylenemez.

BAE ve Bahreyn 2020 yılında İsrail ile İbrahim (Abraham) Anlaşmaları imzaladıklarında bile İran'ı yabancılaştırmaktan ya da provoke etmemek için güvenlik alanında iş birliğini kasıtlı olarak vurgulamaktan kaçındılar. Arap ülkeleri ile İsrail arasındaki anlaşmaların imzalanmasının üzerinden dört yıl geçse de henüz anlaşmanın tarafları arasında herhangi bir ortak güvenlik girişimi olduğunu duymadık. Körfez ülkelerinin liderlerinin bugüne kadar Washington'da ya da bölgede ABD’li mevkidaşlarıyla bir araya geldikleri görüşmeler genellikle ekonomi, teknolojik yenilikler ve yatırımlar üzerineydi. Ortak güvenlik hakkında neredeyse hiç konuşmadılar. Öte yandan Körfez ülkelerinin liderleri, ABD ordusunun kendi ülkelerinin topraklarından ister Yemen’deki Husiler ister Irak’taki milisler olsun İran’ın bölgedeki müttefiklerine saldırı düzenlemesine izin vermeyi reddetmeye devam ediyorlar.

Bunların hiçbiri Arap ülkelerinin İran'a aniden güvendikleri ya da kendi güvenlikleri konusunda endişelenmedikleri anlamına gelmiyor. Ancak İran’ın mevcut göreceli zayıflığı, yeni bir bölgesel güvenlik düzeninin şekillendirilmesi için ne kadar fırsat sunarsa sunsun, Arap ülkelerinden ortakların ABD ve İsrail ile güvenlik iş birliği söz konusu olduğunda bir kırmızı çizgisi olduğunu da ortaya koyuyor. Doğru bir şekilde değerlendirdikleri üzere, İran yaralı da olsa yine tehlikeli olmaya devam ediyor.

ABD’nin tutumu

Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı analize göre ABD Başkanı Donald Trump, İran'la ilgili açıklamalarında nükleer anlaşmayı birinci önceliği olarak belirlemiş gibi görünüyor. Trump'ın genel tercihi, Arap ortakları gibi, Ortadoğu'daki tüm savaşları sona erdirmek ve ekonomik kalkınmayı teşvik etmek.

Trump, İran’ın bölgedeki davranışları hakkında fazla bir yorumda bulunmamış ve İran’a yönelik stratejisi henüz olgunlaşmamış olsa da, her zamankinden daha hızlı ilerliyor gibi görünen nükleer meselesine daha çok odaklanıyor. Trump’ın Tahran'a yaklaşımının özü ‘ya anlaşmaya varmak ya da bombalanmayı göze almak’ şeklinde olabilir. Bu da ABD'nin tek başına ya da zaten parmağını tetiğe koymuş olan İsrail ile birlikte benimsediği bir yaklaşım olarak görülebilir.

xsdfgt
Görsel: Eduardo Ramon

Ancak bu Trump'ın İran'ın bölgedeki istikrarsızlaştırıcı faaliyetlerini tamamen görmezden geleceği anlamına gelmiyor. Trump, ilk başkanlık döneminde, 2020 yılının ocak ayında Kudüs Gücü Komutanı General Kasım Süleymani'nin öldürülmesi emrini vermişti.

Süleymani’nin öldürülmesi, İran'ın bölgedeki askeri gücüne indirilmiş yıkıcı bir darbe oldu. Süleymani, Tahran'ın bölgedeki milis ağını bir arada tutan tutkal görevi görüyordu. İranlılar onun yerine geçebilecek birini bulmakta büyük zorluk çekti. Trump, ABD'nin İran'a karşı bu tür saldırgan taktiklerini Tahran'ı nükleer programı konusunda taviz vermeye zorlamanın bir yolu olarak görüyor olabilir.

Güvenlik alanında iş birliğinin geliştirilmesi

Ancak Trump ve ABD’nin Arap ülkelerinden ortaklarının genel tutumlarının ötesinde, güvenlik alanında daha fazla iş birliği için pek çok alan olduğu bir gerçek. Aslında iki taraf arasında İran konusunda büyük bir ihtilaf ya da anlaşmazlık olduğu söylenemez. Çünkü her iki taraf da her zaman olduğu gibi kendi ulusal çıkarlarının peşinde olacaktır. Ancak bölgedeki bu tarihi andan, İran'ın yükselişte ve bölgeyi kasıp kavurduğu değil, düşüşte olduğu bir andan faydalanmak daha önemli.

Trump’ın ekibi İran'la başa çıkmak için bir strateji oluşturmakla meşgulken, İsrail hiç vakit kaybetmiyor. İsrail, İran'la her ne şekilde olursa olsun yüzleşmeye ve onu zayıflatmaya kararlı görünüyor.

Güvenlik alanında iş birliğinin nihai şekli, Trump'ın Suudi Arabistan'a ve muhtemelen diğer Arap ortaklarına ya ikili müzakereler ya da İsrail'in de dahil olduğu çok taraflı müzakereler sonucunda resmi bir savunma anlaşması sunduğu bir senaryo olacaktır. ABD, şimdiye kadar Arap ülkeleri-İsrail normalleşmesinin Filistinlilerin bağımsız bir devlet kurmalarının önünü açacağı ve Riyad'a Washington'dan resmi bir savunma garantisi vereceği yönünde bir fikir sundu. Eğer bu gerçekleşirse, Suudi Arabistan'ın (ve belki de bölgedeki diğer ülkelerin) bölgesel güvenlik konusunda ABD ile iş birliğine yaklaşımını önemli ölçüde etkileyebilir. Riyad, İran'la bir çatışmanın patlak vermesi ya da İran'ın 2019 yılının eylül ayında yaptığı gibi Suudi Arabistan’a bir kez daha saldırması halinde ABD'nin yasal olarak onun adına askeri müdahalede bulunmak zorunda kalacağını bildiğinden ABD ile güçlü bir savunma anlaşmasıyla eskisinden daha fazla iş birliği yapmayı kabul edebilir. İki ülke arasında bu çerçevede ve ABD’nin güvenlik şemsiyesi altında, özellikle de tüm bölgenin yararına olacak entegre hava ve füze savunması alanında çeşitli güvenlik iş birlikleri kurulabilir.

ABD ile savunma anlaşmasına varılmaması halinde Arap ülkelerinden ortaklar ortaya çıkabilecek herhangi bir İran karşıtı ittifaktan uzak durmaya devam edecekler. Bunun yerine Trump’a uzun yıllardır masada olmayan ekipmanlar için lobi yaparak aralarında beşinci nesil uçaklar, iletişim sistemleri, otonom silahlar ve çeşitli mühimmatların da yer aldığı kendi savunma sistemlerini geliştirmeye odaklanmayı sürdürecekler.

Gizli faktör

Trump’ın ekibi İran'la başa çıkmak için bir strateji oluşturmakla meşgulken, İsrail hiç vakit kaybetmiyor. İsrail, İran'la her ne şekilde olursa olsun yüzleşmeye ve onu zayıflatmaya kararlı görünüyor. Hamas ve Hizbullah'a çoktan ağır bir darbe indiren İsrail, geçtiğimiz yılki kısasa kısas saldırılarının ardından İran savunmasının büyük bir kısmını ortadan kaldırmayı başardı. ABD istihbaratına göre İsrail, İran'ın bazı nükleer tesislerini vurmayı düşünüyor ve bunu bu yılın ortalarında yapabilir.

Arap ortaklar, İran'a karşı ABD ve uluslararası diplomasiyi güçlendirerek ve ABD'nin bölgedeki tüm yapıcı hamlelerine siyasi olarak meşruiyet kazandırarak ciddi bir katkıda bulunabilir ve fark yaratabilirler.

Körfez Arap ülkelerinin İran'a karşı ABD ile iş birliği yapma konusunda çekinceleri olsa da İran ile bir çatışmada İsrail'in yanında olma konusunda daha büyük endişeleri var. İsrail, İran'ın nükleer tesislerine saldırırsa, işi tek başına bitiremeyeceğinin farkında. Bunun sonucunda da İran, sadece İsrail'e değil, Körfez ülkelerine de saldıracak. Bu ülkeler İsrail'e yardım etmek için hiçbir şey yapmasalar bile, durum tamamen algılarla ilgili olmaya devam edecek.

ABD'nin Arap ülkelerinden ortaklarının, bir savunma anlaşmasına varamamaları halinde izleyebilecekleri en muhtemel politika ve hareket tarzı, İsrail'in İran'a ve bölgedeki vekillerine karşı yürüttüğü askeri faaliyetlere mesafeli durmaya devam etmek olacak. Bu ülkelerden herhangi birinin İran'a karşı İsrail'le birlikte daha cesur ya da daha resmi bir adım atmaya çalıştığını hayal etmek son derece zor.

Ama belki de buna gerek kalmayacak. Belki de İsrail ve ABD'nin tek istediği -ABD'nin hiçbir Arap ortağıyla savunma anlaşması imzalamadığını varsayarsak- Arapların diplomasi yürütmesinden, çatışma sonrası yeniden inşada iş birliği yapmasından ve geçtiğimiz yıl İran ve İsrail'in iki kez doğrudan birbirlerini vurduğu sırada gördüğümüz gibi biraz olsun güvenliği sağlamasından ibaret olabilir.

Arap ortaklar, İran'a karşı ABD ve uluslararası diplomasiyi güçlendirerek, ABD'nin bölgedeki tüm yapıcı hamlelerine siyasi olarak meşruiyet kazandırarak ve İsrail tarafından son 15 ay içinde büyük bir kısmı yıkıma uğratılan Gazze Şeridi’nin ve Lübnan'ın güneyinin yeniden inşası için kaynak tahsis ederek ciddi bir katkıda bulunabilir ve fark yaratabilirler.

ABD, olayları basite indirgemek pahasına her zaman olduğu gibi Ortadoğu'da yeni bir bölgesel güvenlik düzeninin şekillendirilmesinde liderliği üstlenmeli. Her şey Washington'da başlıyor. ABD'nin Ortadoğu politikasının net olması, söz konusu güvenlik sisteminin nasıl şekilleneceğini ya da şekillenip şekillenmeyeceğini belirleyecek.