İran nükleer anlaşması: Bir sıcak, bir soğuk olan hediye

ABD ve İran’ın nükleer anlaşmaya dönüşü ağırdan almalarının nedenleri merak konusu.

İran nükleer anlaşması: Bir sıcak, bir soğuk olan hediye
TT

İran nükleer anlaşması: Bir sıcak, bir soğuk olan hediye

İran nükleer anlaşması: Bir sıcak, bir soğuk olan hediye

“Bir sıcak, bir soğuk olan hediye…” Brüksel'de düzenlediği basın toplantısında İran ile dünya güçleri arasında imzalanan nükleer anlaşmanın canlandırılması konusunda anlaşma şansının azalmış olmasından duyduğu ‘üzüntüyü’ dile getiren Avrupa Birliği'nin (AB) Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell’in arabuluculuk yaptığı ABD ve İran arasındaki dolaylı müzakerelerin durumunu açık bir şekilde ortaya koyuyor. Borrell, basın toplantısında, “(Washington ile Tahran arasında) görüşlerin yakınlaşması ve anlaşmanın şimdi sonuçlandırılması olasılığı konusunda 28 saat öncesine kıyasla inancımın zayıfladığını üzülerek söylüyorum” dedi.
Borrell’in konuşmasında iki nokta dikkat çekiciydi. Birincisi, ‘28 saate’ atıfta bulunmasıydı. Diplomasi de genellikle 24 saat, 48 saat ya da katları ile süreden bahsedilir. ‘28 saat’ ifadesini kullanan, Borrell büyüklüğündeki deneyimli bir diplomatın bununla son derece hassas olmaya çalıştığı büyük bir konuya işaret ettiği anlaşılıyor. İkinci nokta ise Borrell'in 31 Ağustos ile 5 Eylül'de yaptığı açıklamalarda söyledikleri arasında açıkça görülen farklılıktı. Borrell’in 31 Ağustos’taki konuşmasında, 2015 tarihli nükleer anlaşmanın ‘önümüzdeki birkaç gün içinde’ canlandırılması beklenirken, 5 Eylül’deki konuşmasında 16 ay önce başlattığı ve henüz meyve vermeyen arabuluculuk görevinde başarılı olma umudunu yitirdiği görüldü. Ancak vazgeçmeyen Borrell, ‘başta ABD’ olmak üzere tüm taraflarla istişarelerin devam edeceğine söz verdi.
Hayal kırıklığına uğrayan sadece değildi. Nükleer anlaşmanın yakında canlandırılacağını düşünen herkes hayal kırıklığına uğradı. Bu isimlerin başında, geçtiğimiz perşembe günü ülkesinin büyükelçilerinin yıllık konferansında yaptığı önemli konuşmada, resmi adı ‘Kapsamlı Ortak Eylem Planı / KOEP’ olan nükleer anlaşmaya geri dönüşü beklediğini tereddüt etmeden söyleyen Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron geliyor. Peki, tüm bu beklentileri baştan ayağa değiştiren ve dünyaya hâkim olan iyimser havayı dağıtan neydi?
Bu iyimser hava başta, İran'ın bazı önemli konularda taviz vermesiyle nükleer anlaşmaya dönüşe iki hafta öncesine göre daha yakın olduklarını vurgulayan ABD Ulusal Güvenlik Konseyi'ndeki stratejik iletişim koordinatörü John Kirby olmak üzere ABD’li yetkililerin yaptıkları açıklamaların ardından ABD yönetiminin İran’ın Borrell tarafından sunulan nihai öneriye tepkisini geçtiğimiz haftanın sonunda değerlendirmesiyle başlamıştı. Ancak ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü tarafından İran'ın yanıtının ‘yapıcı olmadığı’ yönünde yapılan açıklama, iyimserler üzerinde soğuk duş etkisi yarattı. İran ise yanıtlarının ‘olumlu’ olduğu ve anlaşmaya dönüşü ‘hızlandıracağı’ konusunda iyimser bir tutum sergilemeye devam etti.
Diğer yandan Tahran'ın Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA) tarafından İran'da gizli üç tesiste, yetkililerin açıklamadığı zenginleştirilmiş uranyum izleri bulunmasına ilişkin yürütülen soruşturmanın kapatılması konusundaki ısrarı sürüyor. Paris'teki kaynaklara göre ABD’li yetkili Kirby'nin ‘İran'ın bazı önemli konularda taviz verdiğine’ dair açıklamasında iki noktaya işaret ediliyordu. Birincisi, İran Devrim Muhafızları Ordusu’nun (DMO) adının ABD’nin yabancı terör örgütleri listesinden çıkarılması talebi, diğeri ise UAEA soruşturmasıydı. İranlı yetkililer de hemen ardından DMO dosyasının nükleer anlaşmanın canlandırılmasında bir ‘ön koşul’ olmadığını vurguladılar.  Çünkü DMO'nun adının listede kalması konusunda taraflar arasında bir uzlaşıya varılmıştı. Aynı kaynaklara göre DMO’ya bağlı ‘sivil’ ekonomik kurumlar üzerindeki yaptırımların kaldırılması ve askeri kurumlara yönelik yaptırımların devam etmesi karşılığında AB tarafından uzlaşmacı bir çözüm önerildi.

Tahran'daki fikir ayrılığı
Yine Paris’teki kaynaklara göre UAEA’da bekleyen dosyanın zorluğu, öncelikle İranlı yetkililer içinde soruşturmanın kapatılmasını isteyen katı kesim ile soruşturmanın devam etmesinde sakınca görmeyen ılımlı kesim arasında yaşanan anlaşmazlıktan kaynaklanıyor. Soruşturmanın kapatılmasında ısrar eden katı kesim, bugün UAEA Genel Direktörü Rafael Grossi’nin bileğini bükme ve İran’ın sahip olduğu petrol ve doğalgaza ihtiyacı olan Batı'dan bir taviz kapma fırsatı yakaladıklarını düşünüyor.
Bugün Tahran'da, onay almadan hareket etmeyen, daha ziyade nükleer dosyada son sözü söyleyen en yüksek makamın, yani İran Dini Lideri Ali Hamaney'in lütfuyla hareket eden katı kesimin tercihlerinin geçerli olduğu gün gibi ortada. İran Hükümet Sözcüsü Ali Bahadıri Cehromi, dün yaptığı açıklamada, Tahran'ın en başa döndüğünü ve garantiler, yaptırımların kaldırılması, kaldırıldıklarının doğrulanması ve ‘siyasi olan’ soruşturmanın (UAEA soruşturması) kapatılması olmak üzere dört ana konuyu öncelediğini vurguladı.
Cehromi, “Cumhurbaşkanı’nın (İbrahim Reisi) açıkladığı gibi dört konu üzerinde çalışacağız” dedi. Bu açıklama, pratikte bahsi geçen dosyalardan hiçbirinin sonuçlanmadığı, daha doğrusu hepsinin halen açık olduğu anlamına geliyor. Cehromi’nin sözleri, ABD'den yapılan son açıklamalara bir yanıt gibi görünse de halen devam ettiğini düşündüğü müzakerelerin sürdürülmesi konusunda kapıyı açık bıraktı. ABD’ye ‘abartılı taleplerde bulunmayı bırakmaya’ çağıran Cehromi, bir kez daha ülkesinin nükleer anlaşmaya dönmek için ‘güven verici garantiler’ istediğini vurguladı.
Diğer yandan iyi polis kötü polis rolleri dağıtılmış gibi görünen bir tabloda, İran'ın Batı ile nükleer müzakerelerini yürüten heyetin danışmanı Muhammed Marandi, Borrell'i eleştirerek onu ‘ABD’nin müttefiki’ olmakla suçladı. Ancak Marandi burada, müzakerelerin nedeninin, İran tam olarak uygularken bile Batılıların KOEP’e yönelik ihlalleri ve İran vatandaşlarını hedef alan yaptırımları olduğunu unutuyor. Marandi, sert bir dille, İran’ın anlaşmada ‘herhangi bir açığı veya belirsizliği’ kabul etmeyeceğini ve ABD'nin AB’nin omuzlarına yük bindirdiği’ vurguladı.
Rusya'nın Birleşmiş Milletler (BM) Viyana Ofisi Nezdinde Daimi Temsilcisi Büyükelçi Mikhail Ulyanov, her zamanki gibi İran'ın tutumunu destekleyen bir açıklamada bulunarak AB tarafından önerilen taslak metinde ‘İran’ın boşlukları ve belirsizlikleri kabul etmeyeceğinin açık’ olduğunu söyledi. Ulyanov, AB’yi ‘mevcut durumdan, yani çıkmazdan kimin sorumlu olduğunu unutmakla’ suçladı.

İsrail baskısı
Aslında engeller sadece İran’dan değil, ABD’den de kaynaklanıyor. ABD yönetiminin içeriden ve özellikle ABD’nin kararını etkilemek için gerek Temsilciler Meclisi ve Senato üyeleri, gerek kamuoyu, gerek düşünce kuruluşları ve lobileri aracılığıyla gerekse İsrail hükümeti ya da Washington'a gelen güvenlik yetkilileri tarafından doğrudan uygulanan baskı yoluyla mevcut tüm araçları kullanan İsrail'den olmak üzere dışarıdan çeşitli baskılarla karşı karşıya olduğu herkes tarafından biliniyor.  İsrail Başbakanı son açıklamalarında, İsrail'in ABD’nin tutumunda değişiklik yapmayı başardığını söylemekten çekinmedi. İsrail baskısının amaçları arasında Washington'ın İran'ın UAEA soruşturmasının kapatılması talebine boyun eğmesini engellemek de yer alıyor. Çünkü ABD’li ve İsrailli çevreler, İran’daki gizli tesislerde zenginleştirilmiş uranyum izlerinin bulunmasının, İran’ın nükleer silah elde etme ve askeri amaçları olan gizli bir nükleer programı olduğu anlamına geldiğini düşünüyorlar.
İsrail ayrıca DMO’nun adının yabancı terör örgütleri listesinden çıkarılmasını reddetti. Her iki durumda da İsrail baskıları başarılı olsa da bugüne kadar ABD yönetimini, müzakere süreci konusunda ikna etmeyi başaramadı. Başbakan Yair Lapid’in İsrail'in yaptıkları için bir ‘kırmızı çizgi’ belirlemesi, yani ilişkilerin kopma noktasına gelmemesi gerektiğini belirtmesi önemliydi.
Tel Aviv, Washington'dan, ‘İsrail’i askeri olarak güçlendirmek, askeri güç kullanımına başvurmak zorunda kalsa bile İran'ın nükleer silah elde etmesini engellemek ve sonunda kendi takdirine bırakmak’ olmak üzere üç taahhüt aldı. ABD'nin Tel Aviv Büyükelçisi Thomas Naides, pazartesi günü düzenlediği basın toplantısında ABD Başkanı Joe Biden’ın, İsrail Başbakanı Lapid'e ‘İsrail'in elini-kolunu asla bağlamayacağız’ sözü verdiğini söyledi.

Parmak ısırma oyunu
Avrupalı ​​kaynaklar, Tahran ve Washington arasındaki mevcut durumu bir ‘parmak ısırma oyunu’ metaforu olarak özetliyorlar. Tahran, eskiden kullandığı baskı kartlarını kullanıyor. Bu kartların başında Batı'yı korkutmak ve Batı’ya anlaşmayı ya İran’ın şartlarına göre veya en azından bazılarına göre kabul etmek ya da nükleer güç olan bir İran'la karşı karşıya kalmak arasında seçim yapmaya zorlamak amacıyla nükleer programını ilerletmeye devam etmek geliyor. İkinci kart ise savaşmak... Ancak Tahran ne Washington'ın ne de Batı'nın, Rusya'nın Ukrayna'ya karşı yürüttüğü gibi dayanılmaz jeopolitik ve ekonomik yansımaları olacak ikinci bir savaşı kabul etmeyeceğinden emin.
İran böylece nükleer silah elde etmenin eşiğine geldiğini ve bir bomba üretme ve uranyum zenginleştirme kapasitesini artırma yeteneğine sahip olduğunu ima ediyor. Tahran, Almanya'dan Fransa'ya, İtalya'ya ve diğer ülkelere kadar Avrupalı birçok yetkilinin enerji konusundaki endişelerinin arttığı bir dönemde sonbahar ve kış mevsimlerinin yaklaşmasıyla Avrupalıların doğalgaz ihtiyaçlarına cevap vermeye hazır olduğunu teyit ederek Batı hattını kırmaya çalışıyor. Fransa’da 2019 ve 2020 yıllarında ‘sarı yelekliler’ tarafından düzenlenen halk protestoları gibi gösterilerin patlak vermesine ilişkin korkular ise artıyor.
Başka bir deyişle; İran’ın tutumu bir yandan nükleer sopasını diğer yandan enerji sopasını sallayarak manevra kabiliyetini gösterirken zaman faktörünü ve Körfez sularında, Arap Denizi'nde ve Kızıldeniz’de hakim olan gerginliği kullanıyor. İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Nasır el-Kenani, samimi bir tonda yaptığı açıklamada, “Ukrayna krizi nedeniyle Avrupa'da yaşanan arz sorunları çerçevesinde İran, kendisine yönelik yaptırımların kaldırılması halinde Avrupa'nın enerji ihtiyacını karşılayabilir” dedi.
Bugün içinde bulunulan paradoks ise hem ABD’nin hem de İran’ın zaman faktörünü kullanması. Başkan Biden, kendisine ve Demokratlara karşı ‘siyasi zayıflık’ gösterdikleri şeklinde bir bahane olarak kullanılmasını engellemek için anlaşmayı önümüzdeki kasım ayında yapılacak ara seçimlerden önce sonuçlandırmak istemiyor. Oysa eğer isteseydi, Kongre'nin onayı olmadan anlaşmaya geri dönebilirdi. Yeni bir anlaşma yapılmayacağı ve daha önce yapılmış bir anlaşmaya dönüleceği için yasal olarak bu mümkün. Bununla birlikte Washington, son hava tatbikatlarıyla güç gösterisinde bulunuyor. ABD, iki adet B-52H tipi stratejik bombardıman uçağını hava tatbikatlarına katılmak üzere Ortadoğu'ya gönderdi. İran'a Amerikan pençesinin halen keskin olduğu ve Suriye’deki ve Irak'taki İran destekli grupların bu pençenin tadına baktığı konusunda bir uyarı olduğu görülüyor. Yapılan değerlendirmeler mevcut durumda tüm olasılıkların mümkün olduğu yönünde.



Gazze Şeridi'ndeki durumdan duyulan hoşnutsuzluk, İsrail'in üç müttefikini Filistin devletini tanımaya itti

) Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas Eylül 2015'te Ramallah'ta Fransa Cumhurbaşknaı Emmanuel Macron ile görüşüyor. (Arşiv – Reuters)
) Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas Eylül 2015'te Ramallah'ta Fransa Cumhurbaşknaı Emmanuel Macron ile görüşüyor. (Arşiv – Reuters)
TT

Gazze Şeridi'ndeki durumdan duyulan hoşnutsuzluk, İsrail'in üç müttefikini Filistin devletini tanımaya itti

) Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas Eylül 2015'te Ramallah'ta Fransa Cumhurbaşknaı Emmanuel Macron ile görüşüyor. (Arşiv – Reuters)
) Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas Eylül 2015'te Ramallah'ta Fransa Cumhurbaşknaı Emmanuel Macron ile görüşüyor. (Arşiv – Reuters)

İspanya, İrlanda ve Norveç Mayıs 2024'te Filistin devletini tanıyacaklarını açıkladıklarında, İsrail'in en yakın müttefikleri bu adımı, Gazze Şeridi'ndeki krizin çözümüne yardımcı olmayacağı gerekçesiyle reddettiler.

Fransa, Birleşik Krallık ve Kanada, İsrail-Filistin çatışmasının uzun vadeli çözümü kapsamında tanınan sınırlar içinde iki devletin kurulmasını desteklediklerini belirtmiş olsalar da, bu tanımanın Hamas’a bir ödül olarak görülmesinden çekiniyorlardı. Ayrıca bunun İsrail ve Washington ile ilişkilerine zarar verebileceğinden veya böyle bir adımın diplomatik sermayenin israfı anlamına gelebileceğinden endişe duyuyorlardı.

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron o dönemde, “Filistin devletini tanımam duygusal bir karar değil” demişti.

Ancak İsrail'in yardımlara getirdiği kısıtlamaların Gazze Şeridi'ndeki insani krizi daha da kötüleştirmesi ve mart ayında iki ay süren ateşkesin sona ermesi üzerine ciddi görüşmeler başladı. G7’deki üç büyük Batı ekonomisi, eylül ayında Filistin devletini tanımak için planlar hazırladı.

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron (Reuters)Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron (Reuters)

İki devletli çözümle ilgili endişeler

Kanada Başbakanı Mark Carney perşembe günü yaptığı açıklamada, “İki devletli çözüm olasılığı gözlerimizin önünde yok oluyor... Bu, ortaklarımızla iş birliği içinde gidişatı tersine çevirmek için bulunduğumuz noktaya gelmemize neden olan faktörlerden biri oldu” ifadelerini kullandı.

Fransa ve Suudi Arabistan, daha fazla Batı ülkesini Filistin devletini tanımaya ikna etmek için bir plan hazırladı. İki ülke, haziran ayında yapılması planlanan Birleşmiş Milletler (BM) konferansında önerilerinin kabul edilmesini istiyordu, ancak destek ve onay elde etmekte zorluk yaşadılar ve ardından İsrail'in İran'a yönelik hava saldırıları ve yoğun ABD diplomatik baskısı nedeniyle toplantının ertelenmesine karar verildi.

Saldırılar, Batılı müttefiklerin İsrail'e yönelik açık eleştirilerini durdurdu, ancak tartışmalar perde arkasında devam etti.

Şarku’l Avsat’ın Reuters’tan aktardığına göre bilgi sahibi bir Kanadalı kaynak, Macron, Carney ve Birleşik Krallık Başbakanı Keir Starmer'ın haziran ve temmuz ayları boyunca telefon ve mesaj yoluyla sürekli iletişim halinde olduklarını söyledi.

Kanada Başbakanı Mark Carney, (Arşiv-Reuters)Kanada Başbakanı Mark Carney, (Arşiv-Reuters)

Kanada tek başına bir adım atmakta tereddüt ederken, Birleşik Krallık herhangi bir hareketin en büyük etkiyi yaratmasını sağlamak istiyordu. Macron ise daha cesur bir tavır sergiledi.

Bu, aç çocukların görüntüleri nedeniyle endişelerin arttığı ve İsrail'in Gazze Şeridi'ndeki askeri operasyonu ile Batı Şeria'daki yerleşimcilerin saldırılarının, egemen bir Filistin devletinin kurulma şansını zedeleyeceği korkusunun arttığı bir dönemde gerçekleşti.

Macron, Starmer, Merz ve Carney

Macron 24 Temmuz'da sürpriz bir şekilde, eylül ayında yapılacak BM Genel Kurulu toplantısında Fransa'nın Filistin devletini tanıyacağını açıkladı.

Birleşik Krallık ve Kanada o sırada benzer bir adım atmadı. Ancak ABD Başkanı Donald Trump'ın, Macron'un açıklamasının hiçbir etkisi olmadığını, ancak onu halen ‘harika bir adam’ olarak gördüğünü belirten açıklamaları, diğer ülkeler de aynı adımı atarsa diplomatik etkilerin kontrol altına alınabileceği konusunda bir miktar güven verdi.

Starmer'ın sözcüsü, Macron'un Starmer ve Almanya Başbakanı Friedrich Merz ile iki gün sonra (26 Temmuz) ‘iki devletli çözüm için sürdürülebilir bir yolu’ tartışmak üzere görüştüğünü, bunun da Birleşik Krallık Başbakanı’nın Trump ile İskoçya'da görüşmesinden (28 Temmuz) sadece iki gün önce olduğunu söyledi.

Starmer, Trump ile yaptığı görüşmede, Gazze Şeridi'ne yardım etmek için daha fazla çaba sarf edilmesi gerektiğini vurguladı, ancak Trump'ın söylediği gibi tanıma planının masada olduğunu açıkça belirtmedi. ABD Başkanı o zamandan beri bu tür hareketleri ‘Hamas'a ödül vermek’ olarak eleştiriyor.

Trump salı günü Birleşik Krallık'ta bir golf sahasının açılışını yaparken, Starmer hükümetini yaz tatilinden çağırarak tanıma planının onayını aldı. İsrail'den ateşkes ve kalıcı barış planı gelmezse, Birleşik Krallık eylül ayında Filistin devletini tanıyacak.

Binyamin Netanyahu (Şarku'l Avsat)Binyamin Netanyahu (Şarku'l Avsat)

Macron gibi Starmer da Carney'e sadece birkaç saat önceden haber verdi. Kanadalı kaynak, Birleşik Krallık ve Fransa harekete geçtikten sonra Kanada'nın da aynı şeyi yapmak zorunda hissettiğini söyledi.

Carney, Macron'un açıklamasından altı gün sonra (30 Temmuz), “Uluslararası iş birliği, Ortadoğu'da kalıcı barış ve istikrarı sağlamak için gereklidir ve Kanada bu çabayı yönlendirmek için elinden geleni yapacaktır” dedi.

İsrail'in önündeki zorluklar

Üç ülkenin bu adımı pratikte pek bir şeyi değiştirmeyecek. ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio, söz konusu tanıma kararına karşı çıkarak onu ‘bağlam dışı’ olarak nitelendirdi. ABD'nin G7'deki diğer önemli müttefikleri Almanya, İtalya ve Japonya ise üç ülkenin izinden gideceklerine dair herhangi bir işaret vermediler.

193 üyeli BM Genel Kurulu'nun dörtte üçünden fazlası, bağımsız bir Filistin devletini zaten tanıyor. Ancak ABD'nin BM Güvenlik Konseyi'ndeki veto hakkı nedeniyle, BM Filistin'i tam üye olarak kabul edemiyor.

Bununla birlikte, Uluslararası Kriz Grubu'nun (ICG) BM Direktörü Richard Gowan, söz konusu açıklamaların önemli olduğunu belirtti. Gowan, “BM'de Filistin meselesi konusunda Küresel Güney’in peşine takılan bazı önemli ABD müttefikleri görüyoruz. Bu, Filistin'in tanınmasını destekleyen kampın önemsizliğini görmezden gelmeyi İsrail için daha da zor hale getiriyor” ifadelerini kullandı.