Tunus: Gannuşi ve Ureyd, gençleri Suriye’ye göndermekle suçlanıyor

Tunus güvenlik görevlilerinin Temmuz ayında çekilen fotoğrafı (AFP)
Tunus güvenlik görevlilerinin Temmuz ayında çekilen fotoğrafı (AFP)
TT

Tunus: Gannuşi ve Ureyd, gençleri Suriye’ye göndermekle suçlanıyor

Tunus güvenlik görevlilerinin Temmuz ayında çekilen fotoğrafı (AFP)
Tunus güvenlik görevlilerinin Temmuz ayında çekilen fotoğrafı (AFP)

Tunus Nahda Hareketi Başkanı Raşid Gannuşi ve hareketin liderlerinden Ali el-Ureyd’in “gençleri Suriye’deki cephelere göndermek ve terör örgütlerine katılmalarını sağlamak” iddiaları dolayısıyla Ulusal Terör Suçları ve Ulusal Toprakların Güvenliğini Etkileyen Organize Suçlar Birimi'ne ifade vermeleri bekleniyor.
Tunus’taki bazı partiler; 2012 ve 2013 yıllarında siyaset sahnesine yön veren Nahda liderlerini 2013 yılında Tunus'ta meydana gelen siyasi suikastlarla bağlantılı olmakla, aynı zamanda yaklaşık 12 bin Tunuslu gencin Suriye rejimine karşı savaşması için gönderilmesine imkan sağlayan örgütlere göz yumarak gençlerin terör örgütlerine katılmasından sorumlu olmakla suçluyor. Bu karmaşık dosyada Tunuslu birçok siyasi parti ve insan hakları örgütü, önde gelen politikacı, ve imamın da içerisinde bulunduğu sanık sayısının 100’ü geçmesi bekleniyor.
Nahda üyesi eski Adalet Bakanı Nureddin el-Bahiri, Tunuslu gençlerin Suriye’ye gönderilmesi dosyası için Terörle Mücadele Birimi tarafından ifadeye çağrıldığına dair haberleri yalanladı. Aynı zamanda, “Tüm bunlar, Tunusluları akaryakıt fiyatlarındaki artış, yasadışı göç neticesinde çok sayıda insanın Akdeniz’de boğulması, alım gücünün düşmesi, yoksulluk, yolsuzluk ve suç döngüsü gibi güncel meselelerden uzaklaştırmak için kurulmuş bir tiyatro” vurgusunda bulundu.
Suriye iç savaşına giden gençlere dair yürütülen dosyadaki araştırmanın yarın tamamlanması bekleniyor. Başsavcılığa sevk edilecek olan dosyadaki 100'den fazla sanık hakkında yargı sürecinin başlaması planlanıyor.
İçişleri Bakanlığı yetkilisi Fethi Beledi, Abdulkerim el-Ubeydi, Fethi Busayda, eski milletvekili Rıza ec-Cevadi ve Onur Koalisyonu Partisi’nden Muhammed el-Afas, Şeyh Beşir Belhasan gibi isimlerin de bu kapsamda yer aldığı biliniyor. Özel bir havayolu şirketinin sahibi olan Nahda Milletvekili Muhammed el-Fireyha da Suriye'deki terör örgütlerine katılmak isteyen gençler için Tunus ile Türkiye arasında uçuş düzenlemek suçlamasıyla gözaltına alındı. Devam eden soruşturma kapsamında 10 kişinin gözaltına alındığı biliniyor.
Soruşturma Nida Tunus Hareketi’nden eski Milletvekili Fatıma el-Mesdi’nin 7 Şubat’ta elindeki tüm önemli verilerle birlikte askeri yargıya sunduğu şikayetin ardından açılmıştı. Ardından şüpheli ve sanıklar arasında sivillerin bulunması dolayısıyla devreye Terörle Mücadele Birimi girmişti. Nahda ve destekçileri başta olmak üzere İslamcıların siyasal hayata dahil edilmesine karşı olan Mesdi, 2014 seçimleri ardından Gannuşi ve Baci Kayid es-Sibsi’nin iktidarı paylaşmak için yaptığı ittifaka karşı çıkmıştı. Nitekim bu dosyadaki suçlamaları da doğrudan Nahda liderlerine yönelten Mesdi, gençlerin gönderilmesinin arkasında Nahda’nın olduğunu vurguladı. Aynı zamanda meclisin bu husustaki soruşturma komisyonuna da katılmıştı. Dönemin Cumhurbaşkanı Baci Kayid es-Sibsi, Tunus parlamentosu çatısı altında görüşme sürecinin getirdiği keskin siyasi anlaşmazlıklar neticesinde dosyayı feshetme kararı almıştı.
Bu dosyanın şu dört ana etken etrafında döndüğüne değinen Mesdi, gençlerin gönderilmesi olayına karışan kişilerin, bilhassa çatışma cephelerine katılım yönünde vaaz veren imamların bir listesi, şüpheli derneklerin ve finanse edenlerin listesi, siyasi ve mali destek sağlayan politikacıların listesi ve bu süreçte güvenlik hususunu devralan gençlerin listesini kapsadığına dikkati çekti.
Bu dosyanın iki siyasi taraf arasında keskin bir siyasi çatışmaya dönüştüğü anlaşılıyor. Siyasal İslamcıların siyasi sahnede bulunmasını reddeden sol kesim, bu şahısların gençlerin savaş cephelerine gönderilmesi sürecine dahil olduğunu iddia ediyor. Bu suçlamaları şiddetle reddeden karşı taraf ise Arap Baharı süreci sebebiyle diktatörlüklerin devrilmesi için sınır ötesi transfer ağlarının kendiliğinden aktifleştiğini öne sürüyor. Nahda liderleri, İslamcılara karşı çıkan bazı siyasi partilerin Nahda’yı siyasetten uzaklaştırma amacıyla bu asılsız iddiaları öne sürdüklerini savunuyor.
Diğer yandan Şarku’l Avsat’ın yerel kaynaklardan edindiği bilgilere göre Nida Tunus partisi eski liderlerinden Naci Culul, askeri hastaneye eski Cumhurbaşkanı Baci Kayid es-Sibsi’nin ölümünün incelenmesiyle ilgili tıbbi raporun içeriğini açıklama çağrısında bulundu. Ulusal Koalisyon Partisi’nin şu anki başkanı Culul, Sibsi’nin Temmuz 2019’daki vefatıyla ilgili siyasi tartışmalara girmeyi reddettiğini, askeri hastane tarafından yayınlanacak tıbbi raporu kabul edeceğini bildirdi.
Tunus Adalet Bakanlığı, 2021 yılının Aralık ayının sonunda eski cumhurbaşkanının ölümüyle ilgili soruşturma başlatıldığını duyurmuştu. Zirâ Sibsi’nin aslında öldürülmüş olabileceği ihtimali üzerine duruluyor.
Bu yöndeki tartışmaları alevlendiren Şeyh Muhammed el-Hantati, televizyonda verdiği bir röportajında, “Sibsi aslında hastanede öldürüldü. Cumhurbaşkanı Kays Said de bundan haberdar. Cinayetinin arkasında Nahda Hareketi var. Savunma Bakanlığından gerçekleri Tunus halkına açıklamasını rica ediyorum” iddiasında bulunmuştu.



PKK, Hamas, Hizbullah: Yarım asırlık silahlı örgütlerin Ortadoğu’daki etkisi

Fotoğraf: Reuters
Fotoğraf: Reuters
TT

PKK, Hamas, Hizbullah: Yarım asırlık silahlı örgütlerin Ortadoğu’daki etkisi

Fotoğraf: Reuters
Fotoğraf: Reuters

Rüstem Mahmud

Bir gün içinde PKK militanları Türkiye topraklarından çekiliyor veya Güvenlik Konseyi Hamas'ı silahsızlandırma kararı aldı ya da Lübnan hükümeti ordunun Hizbullah'ı silahsızlandırma planını bekliyor yahut Irak'taki Haşdi Şabi ile Suriye, Yemen ve Libya’daki diğer örgütler hakkında benzer haberler ve raporlar duyabiliyoruz. Yıllardır, bu savaşçı örgütler, üyeleri ve davranışları bölgemizdeki en önemli ve çoğu zaman tek haber oldular. Dış gözlemciler artık siyasi, sosyal ve kültürel sahnemizi çok çeşitli örgütlerin ve savaşçılarının yuvasından ibaret sanmaya başladılar.

Bu örgütler yalnızca silahlı eylem konumunu işgal etmiyorlar, aynı zamanda siyasi rollere, etkinliğe ve üretkenliğe de sahipler. Yaşadıkları toplumların geniş kesimleri için prestijli ve sembolik değere sahip bir konuma sahipler. Savaşçıları, en azından toplumun belirli bir kesimi için, bir kutsallık halesiyle çevrililer.

Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı analize göre 1970'lerin başından itibaren, bu örgütler bölgemizdeki olağanüstü siyasi gerçeklikler ve bağlamların bir sonucu olarak ortaya çıktılar. Filistin ve Kürt meselelerine, birçok devletin, kendilerini baskı altında hisseden, yalnızca siyasi eylem ve mücadeleyle asgari düzeyde bile uzlaşıya varamayan milyonlarca insandan oluşan topluluklara yönelik bir tür “sıfır toplamlı” yaklaşımı damga vurmuştu. Nasırcılığın 1967’deki savaşta uğradığı yenilgi, devletin ve düzenli orduların sahip oldukları güç ve nüfuzu kaybetmelerine neden oldu. İran rejimi, dış politikasının bir dayanağı olarak hizipçiliğe dayanan uzun vadeli bir strateji uygulayarak, bu iki temele mezhepsel bir boyut ve yük ekledi. Ancak, bu örgütlerin türediği ülkelerde ekonomik, siyasi, güvenlik, anayasal, eğitim ve sağlık yapıları tamamen başarısız olmasaydı, bu çeşitli koşullar ve araçlar etkili olmazdı. Söz konusu örgütler bu başarısızlık sayesinde kendilerini kurtarıcılar ve devlet adına hareket ederek tüm ulusu koruyan araçlar olarak sundular.

Yarım asırdan fazla bir süre boyunca, bu örgütlerin üyeleri ve liderleri, toplumlarımızın geniş kesimleri arasında sahip oldukları “sembolik hegemonya” sayesinde, kamusal alana bir değerler, söylemler ve normatif araçlar cephanesi dayatmayı başardılar. Bunlar arasında şunlar sayılabilir: “Şiddet, değişimin özü ve tek aracıdır”, “sembolik lider tarihsel bir zorunluluktur”, “mevcut koşullar ucu açık bir olağanüstü hal gerektirmektedir”, “toplumsal ilerleme ve statü, bu örgütlere sadakat ve bağlılıkla bağlantılıdır”, “bu sınıfın üyeleri eleştirinin ötesindedir ve şehitler aziz statüsüne sahiptir”, “servet, eğitim, incelikli eylemler, entelektüel üretim ve sanatsal çalışma gibi şeyler, bu örgütlerle bağlantılı olmadıkları sürece anlamsızdır”. Bunlar ve benzeri birçok söylem kamusal alanda sürekli bir korku duygusu yaratıyor ve mevcut koşullarımızın “istisnai” olduğu yönünde derin bir hissi besliyordu. Tüm bunlar, toplumların geleceği ve güvenliği ve bu “savaşçı sınıf” örgütlerinin varlığını sürdürmesiyle sıkı sıkıya bağlantılıydı.

Samurayların ortadan kaldırılması, eski Japonya'nın sonunu ve hümanist modernitenin ilke ve değerlerine bağlı modern, medeni ve demokratik bir devletin yükselişini işaret ediyordu

Bir bakıma, bu sınıfın üyeleri, başlangıçta üyeleri İmparatorluk Muhafızları'nda asker olan, daha sonra zamanla, toplumsal güvenliği ve kaos dönemlerinde imparatorluk gücünün bütünlüğünü korumada oynadıklarını söyledikleri olağanüstü roller sayesinde kamusal bir rol, bir tür kontrol, otoriter konum ve sembolik statü üstlenen geleneksel Japon samuraylarına benzer hale geldiler. Davanın koruyucularından “davanın kendisine” dönüştüler. Kamu düzenini korumaya adanmış savaşçılar konumundan, her türlü kamusal erdemin sembolü haline geldikleri için, yerel topluluklara kendilerine ayrıcalıklı bir şekilde davranmayı dayatan, mali, idari, ticari, sembolik ve kültürel derebeyliklerin liderleri ve sahipleri konumuna geçiş yaptılar.

Tıpkı Japon samuraylarının tarihsel anlatısında olduğu gibi, bölgemizdeki bu savaşçılar ve örgütleri de, farklı derecelerde de olsa oldukça karmaşık ve istisnai tarihsel koşullardan sonra ortaya çıktılar. Ancak kendilerini “davanın kendisine” dönüştürmekten çekinmediler. Bu çeşitli örgütler, varoluşlarının asıl nedeni ortadan kalkmış olsa bile, askeri ve sembolik genel egemen statülerini her zaman farklı derecelerde de olsa korumaya gayret ettiler. Nitekim Lübnan Hizbullahı, İsrail'in bir kısmını yeniden işgal etmesinden önce tüm Lübnan topraklarından çekilmesinden çeyrek asır sonra bile silahlarını elinde tutmaya kararlı. Filistinli Hamas hareketi, silahını, Filistin'in tek kurtarılmış bölgesi olan Gazze Şeridi'ndeki tüm yaşam biçimlerinin sürekliliğinden ve devamından daha kutsal, gerekli ve kaçınılmaz görüyor.

Ancak, savaşçı sınıf ve silahlı örgütleri içindeki tüm bu otoriter özelliklerin bölgemizde yerleşik olmasına, toplumlarımızdaki genel modernleşme süreçleri bağlamında oynayabilecekleri gerici rollerin açıkça kabul edilmesine rağmen, temel soru hâlâ ortada duruyor: Bu örgütleri, bu istisnai sınıfı, ortaya çıktıkları koşulların, iklimlerin ve şartların yapısında köklü dönüşümler yaratmadan rollerini ve egemenliklerini ortadan kaldırmak mümkün müdür? Mevcut Hamas dağılsa bile, milyonlarca Filistinli, nesnel bir barışı asgari koşullarda da olsa karşılayan bağımsız bir devlete sahip olmadığı sürece, farklı isimler, sloganlar ve mekanizmalarla yeni bir Hamas'ın ortaya çıkmayacağının garantisi var mı? Türkiye'deki Kürt sorunu, Kürdistan İşçi Partisi'nin (PKK) ve 40 yıllık silahlı mücadelesinin doğuşuna mı sebep oldu, yoksa PKK mı Kürt sorununu doğurdu? Dolayısıyla “Kürt mazlumiyeti gölü” varlığını ve etkinliğini koruduğu sürece, oradaki “Kürt mücadelesi balığı”nın yok olacağının bir garantisi var mı?

Samurayların ortadan kaldırılması, eski Japonya'nın sonunu ve hümanist modernitenin ilke ve değerlerine bağlı modern, medeni ve demokratik bir devletin yükselişini işaret ediyordu. Ama öncelikle Japonya, “hakkı” olduğuna inandığı şey uğruna komşu ülkeleri işgal edip milyonlarca masum insanı tekrar öldüremeyecek üretken bir ülke. Japonya artık birçok şeyi başarabilen bir ülke, bunların başında da geçmişte yaptıklarından dolayı özür dileyebilmesi geliyor.


Suriye Savunma Bakanlığı: SDG ile çıkan çatışmada iki asker hayatını kaybetti

Deyrizor'daki SDG milisleri (Arşiv – Reuters)
Deyrizor'daki SDG milisleri (Arşiv – Reuters)
TT

Suriye Savunma Bakanlığı: SDG ile çıkan çatışmada iki asker hayatını kaybetti

Deyrizor'daki SDG milisleri (Arşiv – Reuters)
Deyrizor'daki SDG milisleri (Arşiv – Reuters)

Suriye Savunma Bakanlığı bugün yaptığı açıklamada, dün akşam Rakka kırsalında Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ile çıkan çatışmalarda iki askerin öldürüldüğünü duyurdu.

Suriye devlet televizyonu dün akşam, SDG'nin bölgedeki Suriye ordusu mevzilerine sürpriz bir saldırı düzenlemesinin ardından Rakka'nın doğusundaki Ma'adan şehri civarında şiddetli çatışmaların çıktığını bildirdi. Kanal, SDG'nin bölgedeki ordu mevzilerini hedef almasının ardından ordu topçularının SDG'nin ateşine karşılık verdiğini de ekledi. SDG ise güçlerinin DEAŞ unsurlarının Rakka'nın doğusundaki Ganem el-Ali çölünde bulunan mevzilerine insansız hava araçları (İHA) fırlatmak için kullandıkları bir dizi mevziyle mücadele ettiğini söyledi. SDG tarafından yapılan açıklamada, “Bölge, bu hafta Şam hükümetine bağlı gruplar tarafından bir dizi saldırıya maruz kaldı. Bu saldırılar, terörist saldırılarını gerçekleştirmek için bu bölgeleri kullanan DEAŞ unsurlarının faaliyetleriyle paralel olarak gerçekleşti” denildi. SDG, ‘Suriye'nin kuzey ve doğusunu meşru bir şekilde savunmaya ve sivilleri hedef alan her türlü terörist tehdidi önlemeye’ kararlı olduğunu vurguladı.

Bu hafta başında SDG, doğu Rakka'da Suriye hükümeti gruplarının saldırısını engellediğini duyurmuş ve çatışmanın tırmanmasını önlemek için orantılı bir yanıt verildiğini belirtmişti.

SDG, Suriye'nin kuzey ve doğusunun büyük bir bölümünü kontrol ediyor.

Suriye Savunma Bakanı Murhaf Ebu Kasra geçen ay, başkent Şam'da SDG lideri Mazlum Abdi ile görüştüğünü ve ülkenin kuzey ve kuzeydoğusundaki tüm cephelerde ve askeri konuşlanma noktalarında derhal kapsamlı bir ateşkes üzerinde anlaştıklarını söyledi.


İsrail'in Gazze'nin güneyine düzenlediği hava saldırısı sonucu 3 kişi hayatını kaybetti, 15 kişi yaralandı

Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus'ta bulunan Nasır Hastanesi'nde İsrail saldırısı sonucu hayatını kaybedenlerin cenaze namazını kılan Filistinliler (Reuters)
Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus'ta bulunan Nasır Hastanesi'nde İsrail saldırısı sonucu hayatını kaybedenlerin cenaze namazını kılan Filistinliler (Reuters)
TT

İsrail'in Gazze'nin güneyine düzenlediği hava saldırısı sonucu 3 kişi hayatını kaybetti, 15 kişi yaralandı

Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus'ta bulunan Nasır Hastanesi'nde İsrail saldırısı sonucu hayatını kaybedenlerin cenaze namazını kılan Filistinliler (Reuters)
Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus'ta bulunan Nasır Hastanesi'nde İsrail saldırısı sonucu hayatını kaybedenlerin cenaze namazını kılan Filistinliler (Reuters)

İsrail savaş uçakları, Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus'un doğusuna hava saldırısı düzenlerken, sivil savunma ekipleri kanlı bir günün ardından bölgeden üç ceset çıkardı ve 15 yaralıyı tahliye etti.

Filistin Enformasyon Merkezi, ‘işgal uçaklarının bu sabah erken saatlerde Han Yunus'un doğusunda, ağır topçu bombardımanı ile eşzamanlı olarak birkaç hava saldırısı düzenlediğini’ bildirdi.

Gazze Şeridi'ndeki Sivil Savunma Müdürlüğü, ‘işgal güçlerinin Han Yunus'un doğusundaki Beni Suheyla bölgesinde bir evi bombalamasının ardından üç şehit çıkarıldığını ve 15 yaralı tahliye edildiğini’ duyurdu.

Gazze Şeridi'ndeki hastanelerin sağlık kaynakları dün, ‘İsrail ordusunun 10 Ekim'de yürürlüğe giren ateşkes anlaşmasını açıkça ihlal ederek, Gazze ve Han Yunus şehirlerinde 17'si çocuk ve kadın olmak üzere 28 kişiyi öldürdüğünü’ bildirdi.

Hamas Sözcüsü Hazım Kasım bugün yaptığı açıklamada, İsrail’i Gazze anlaşmasını ihlal etmekle suçladı. Kasım, İsrail’in aralarında kadın ve çocukların da bulunduğu çok sayıda kişiyi öldürdüğünü ve yaraladığını belirterek, Mısır, Katar, Türkiye ve ABD’yi bu ‘ihlalleri’ derhal durdurmak için harekete geçmeye çağırdı.

Kasım, İsrail ordusunun ‘anlaşmanın varlığına rağmen Gazze’de büyük bir katliam gerçekleştirdiğini’ ve bu tutumun, İsrail hükümetinin arabulucular ve garantör ülkeler nezdindeki açık saygısızlığını yansıttığını söyledi. Kasım ayrıca, bu ülkelerin işgalci güçlerin Gazze’ye yönelik saldırılarını durdurmakta yetersiz kaldığını ifade etti.

dwef
İsrail'in düzenlediği hava saldırısının gerçekleştiği bölgeyi inceleyen Filistinliler (Reuters)

Kasım, “Şarm eş-Şeyh'te anlaşmayı imzalayan tüm tarafları, özellikle Mısır, Katar, Türkiye ve ABD'yi, sorumluluklarını yerine getirmeye ve işgalin saldırganlığını ve Gazze'deki savaşı sona erdirmek için yapılan anlaşmanın ihlallerini durdurmak için acil önlemler almaya çağırıyoruz” dedi.