BM görüşmeleri çoklu diplomasiyi geri getirdi

BM görüşmeleri, Soğuk Savaşı, Kruşçev'in ayakkabısını, Arafat'ın zeytin dalını ve Che Guevara'nın purolarını hatırlattı

Lavrov, Cumartesi günü BM Genel Kurul'a hitap ettikten sonra kürsüden ayrılırken (Reuters)
Lavrov, Cumartesi günü BM Genel Kurul'a hitap ettikten sonra kürsüden ayrılırken (Reuters)
TT

BM görüşmeleri çoklu diplomasiyi geri getirdi

Lavrov, Cumartesi günü BM Genel Kurul'a hitap ettikten sonra kürsüden ayrılırken (Reuters)
Lavrov, Cumartesi günü BM Genel Kurul'a hitap ettikten sonra kürsüden ayrılırken (Reuters)

New York'un Manhattan bölgesinde düzenlenen 77. Birleşmiş Milletler Genel Kurul görüşmeleri Kovid-19 salgını sırasında askıya alınan bir gelenek olan en üst düzeyde çok taraflı diplomasiyi canlandırdı. Uzun bir aranın ardından çevrimiçi toplantılar yerine bireysel ve yüz yüze görüşmeler yapılabildi.
BM’nin 1945 yılında kurulmasından sonra 1950’li yılların başlarında ünlü binasına taşınmasından bu yana Büyük Salonu'nun kubbesi altındaki yeşil mermer fon önünde dünya liderlerinin ve üst düzey yetkililerin yaptıkları konuşmalar geri döndü. Ancak gerek fısıltılar halinde, gerek çok sayıda platformda, birçok salonda ve koridorda gerekse Doğu Nehri kıyısındaki teras ve gül bahçesinde yapılan yürüyüşlerde bireysel çok taraflı diplomasiye dönüş BM’nin 193 üyesinin temsilcileri arasında çeşitli düzeylerde büyüyen uçurumu kapatamadı.
Rusya'nın Ukrayna'yı işgali bu yıl ki BM Genel Kurul görüşmelerinin ana gündem maddesi oldu. Bu gelişme, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra BM’nin üzerine kurulduğu ilkeleri ve Soğuk Savaş döneminin Sovyetler Birliği'nin önderlik ettiği sosyalist doğu kanadı, ABD ve Bağlantısızlar Hareketi'nde kimliğini bulan diğer ülkeler tarafından yönetilen batı kanadı, gelişmiş sanayi ülkeleri karşısında gelişmekte olan ve yoksul ülkeler gibi farklı zaman dilimlerinde hafızalara kazınan görüntüleri dünyaya hatırlattı.
Küba Füze Krizi henüz zirvesindeyken, dönemin Sovyetler Birliği Başbakan Nikita Kruşçev BM kürsüne çıkarken Küba lideri Fidel Castro ve küresel üne sahip savaşçı Ernesto Che Guevara, ‘emperyalizmin evine’ purolarını tüttürerek geldiler. Nelson Mandela, Güney Afrika'daki apartheid rejiminin hapishanesinden çıkıp devlet başkanı olarak BM’ye geldi. Filistin lideri Yaser Arafat, bir eline zeytin dalı (gerçek), diğer eline silah (mecazen) alıp BM kürsüsünden İsrail'i barışı seçmeye çağırdı.

Kruşçev’un, 12 Ekim 1960 tarihinde BM kürsüsünde konuştuğu sırada (Getty Images)

Batı’ya doğru birleşme
BM’nin 77. Genel Kurul görüşmelerinde böyle sahneler yoktu, ama görüşmeler, ‘uluslararası toplumun’ şu anda kritik bir dönemle karşı karşıya olduğunu hiçbir şüpheye yer bırakmayacak şekilde gösterdi.
Şarku’l Avsat’ın görüştüğü birçok diplomat, ABD, İngiltere, Fransa ve diğer Avrupa ve Avrupa dışı ülkeler tarafından temsil edilen bir kesim ile Ukrayna'da ‘özel askeri operasyon’ olarak adlandırdığı savaşta Rusya ve ona sadık bir avuç ülke tarafından temsil edilen diğer kesim arasında giderek genişleyen uçurumun gölgesinde dünyanın yavaş yavaş Doğu ve Batı olarak bölünüp bölünmediğini merak ediyor. Rusya'nın Ukrayna’da yürüttüğü savaşa resmi olarak desteğini açıklamayan Çin’in de, ABD ve ‘doğudan gelen ejderhadan’ korkan diğerlerinin başını çektiği Batı ile arasında bocalayan sorunları var. Birçok ülke ise tek kutuplu dünyanın giderek sona ermeye başladığını kabul ediyor. Çok kutuplu bir dünyayı savunuyorlar ve tarafsız kalmaya çalışıyorlar.
ABD Başkanı Joe Biden, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, İngiltere Başbakanı Liz Truss ve Almanya Başbakanı Olaf Scholz gibi Batılı liderlerin Doğu’nun iki lideri Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve Çin Devlet Başkanı Şi Cinping’in yokluğunda ‘uluslararası hukuku’ ve ‘ilkelere dayalı uluslararası düzeni’ savunmak için BM Genel Kurulu’na bizzat gelmeleri oldukça sembolikti. Bazıları, Putin’in çarlık hırsları meselesi olarak adını tarihe yazdırmaya çalıştığını düşünürken bazıları da Şi’nin Mao Zedong zamanından beri tüm selefleriyle rekabet ettiğine inandığı düşünüyor. Aynı durum, ‘laik Türkiye’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk sembolü ile şahsi bir rekabete giren’ Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın ‘sultanlık hayali’ için de geçerli. Hindistan Başbakanı Narendra Modi ve Güney Afrika Devlet Başkanı Cyril Ramaphosa gibi diğer liderler de BM Genel Kurul görüşmelerine katılmamayı seçti.

Arafat, 13 Kasım 1974 tarihinde Genel Kurul’da ‘zeytin dalı ve silah’ konuşmasını yaparken (Getty Images)

Başka bir vadide
Ukrayna, BM Genel Kurul görüşmelerinde şimdiye kadar ki en geniş alanı kapsayan gündem maddesi oldu. Putin'in yokluğu, çok net bir tablo ortaya koyamazken Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov'un Genel Kurul kürsüsünde, BM Güvenlik Konseyi'nde (BMGK) ve düzenlediği basın toplantılarında yaptığı konuşmalar ve açıklamalar, birçok dünya liderinin ve üst düzey yetkilinin konuşmalarından ne kadar uzak olduğunu göstermeye yetti. Hatta bazıları onu, diğer yetkililerin Ukrayna hakkında konuştuklarından uzak bir vadide bağırıyor gibi gördüler.
Nijerya Devlet Başkanı Muhammed Buhari gibi birkaç lider, dünyayı Avrupa'nın İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana gördüğü en büyük askeri çatışma olarak nitelendirilen Ukrayna’daki savaş nedeniyle diğer meseleleri unutmamaya çağırdı. Ancak savaşı ya da gıda, yakıt ve gübre piyasalarındaki bozulmayı tartışmak için orada değildi. Savaşın, BM Genel Kurul görüşmelerinde her yıl ortaya çıkan kronik sorunları ele almayı zorlaştırmasının kendisini üzdüğünü belirten Buhari, eşitsizlik, nükleer silahsızlanma, Filistin-İsrail çatışması ve Myanmar'dan kaçarak Bangladeş'te yıllardır bilinmezlik içinde yaşayan bir milyondan fazla Rohingya Müslümanları gibi söz konusu kronik sorunlardan birkaçını dile getirdi.

Anlaşmazlıklar ve diğer sorunlar
Bu konu, BM Genel Kurul görüşmelerinin başlamasının arifesinde ülkesinin Ukrayna'daki savaşın sonuçlarından ziyade iklim değişikliği, gıda güvensizliği, sağlık ve diğer konularla mücadeleye odaklanmayı amaçladığını açıklayan ABD'nin Birleşmiş Milletler (BM) Daimi Temsilcisi Linda Thomas-Greenfield, Birleşmiş Milletler daimi temsilcisi Linda Thomas Greenfield için bile bir endişe kaynağıydı. Thomas-Greenfield, yaptığı açıklamada, “Diğer ülkeler, biz Ukrayna'ya odaklanırken dünyadaki diğer krizlerin gidişatına dikkat etmediğimize dair endişelerini dile getirdiler” dedi. ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken de bu açıklamadan günler sonra düzenlenen BMGK toplantısında, Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinin BM’yi diğer önemli meseleler üzerinde çalışmaktan alıkoyduğundan şikayet etti.
Rusya Devlet Başkanı Putin’in üstü kapalı olarak yaptığı nükleer tehditler ve askeri seferberlik ilan etmesi gibi üzere Ukrayna savaşını ana gündem maddesi haline getiren birçok faktör var. Bu yüzden Polonya Cumhurbaşkanı Andrzej Duda, ‘savaş karşısında yorgunluk göstermemeleri gerektiğini’ vurguladı. Ancak Afrika'ya yaptığı son seyahatin, Batı'nın diğer çatışmalarla nasıl başa çıkacağını düşünmesine neden olduğunu belirten Duda, “Suriye, Libya ve Yemen trajedilerinde de eşit derecede kararlı mıydık? Batı, Kongo ve Afrika Kıtası’ndaki savaşlardan sonra olağan işlerine geri dönmedi mi? Ukrayna'nın işgalini kınarken, Sahel bölgesini istikrarsızlaştırmaya çalışan ve Afrika'daki diğer birçok ülkeyi tehdit eden paralı askerlere karşı mücadeleye eşit ölçüde ağırlık veriyor muyuz?” ifadelerini kullandı.
Güney Afrika Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Naledi Pandor ise şunları söyledi:
“Ukraynalılara ne olduğu konusunda ne kadar endişeliysek Filistin halkının başına gelenlerle de o kadar ilgilenmeliyiz. Benim ülkeme göre karşılaştığımız en büyük küresel zorluklar; yoksulluk, eşitsizlik, işsizlik, ihmal edilme ve dışlanma duygusu.”

Önleyici diplomasi
BM Genel Kurul’da birçok kişi, Ukrayna savaşına odaklanırken, Kolombiya Devlet Başkanı Gustavo Petro konuşma süresini, kapitalizmi, tüketimciliği ve ABD liderliğindeki uyuşturucu savaşını eleştirmeye adadı. Rusya ile ülkesi yakın ilişkiler içinde olan Kırgızistan Devlet Başkanı Sadır Caparov, Tacikistan ile olan sınır anlaşmazlığı hakkında konuştu. Ürdün Kralı 2. Abdullah, savaşın Ürdün'deki ve dünyadaki gıda sepeti üzerindeki etkilerine değindikten sonra sürdürülebilir ekonomik büyüme, Suriyeli mülteciler ve Filistin-İsrail çatışmasından bahsetti. BM Genel Kurul görüşmelerine katılan Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Prens Faysal bin Farhan bin Abdullah ise önleyici diplomasinin benimsenmesi ve sorunların ortaya çıkmasının beklenmemesi gerektiğini vurguladı.



İran: Avrupa Troykası ile birkaç gün içinde görüşmeler yapma konusunda anlaştık

Fransa, İngiltere ve Almanya dışişleri bakanları, 20 Haziran'da Cenevre'de İranlı mevkidaşlarıyla görüşmelerde bulundu (AFP)
Fransa, İngiltere ve Almanya dışişleri bakanları, 20 Haziran'da Cenevre'de İranlı mevkidaşlarıyla görüşmelerde bulundu (AFP)
TT

İran: Avrupa Troykası ile birkaç gün içinde görüşmeler yapma konusunda anlaştık

Fransa, İngiltere ve Almanya dışişleri bakanları, 20 Haziran'da Cenevre'de İranlı mevkidaşlarıyla görüşmelerde bulundu (AFP)
Fransa, İngiltere ve Almanya dışişleri bakanları, 20 Haziran'da Cenevre'de İranlı mevkidaşlarıyla görüşmelerde bulundu (AFP)

İran Dışişleri Bakanlığı sözcüsü, İran, İngiltere, Fransa ve Almanya'nın cuma günü İstanbul'da nükleer müzakereleri yeniden başlatacağını açıkladı. Bu açıklama, Avrupa'nın üç büyük ülkesi olan İngiltere, Fransa ve Almanya'nın müzakerelerin yeniden başlamaması halinde İran'a uluslararası yaptırımların yeniden uygulanacağı uyarısının ardından geldi.

İran resmi basınına göre Dışişleri Bakanlığı sözcüsü İsmail Bekayi, “İran, İngiltere, Fransa ve Almanya arasındaki toplantının, dışişleri bakan yardımcıları düzeyinde yapılacağını” açıkladı.

İran medyası dün, Batılı güçlerin BM yaptırımlarına hızlı bir şekilde geri dönüş için "snapback" mekanizmasını devreye sokmak üzere ağustos sonuna kadar süre vermesinin ardından, Tahran'ın Avrupa Troykası ile müzakereleri yeniden başlatma konusunda anlaştığı haberini verdi. Devrim Muhafızları'na bağlı Tesnim Haber Ajansı, konuya hakim bir kaynağın "Görüşmelerin prensibi üzerinde anlaşmaya varıldı, ancak zaman ve yer konusunda istişareler devam ediyor" dediğini belirtti.

Birkaç gün önce, Avrupa Troyka'nın dışişleri bakanları ve Avrupa Birliği'nin dışişleri politika sorumlusu, geçen ay İsrail ve ABD'nin İran'ın nükleer tesislerine düzenlediği saldırıdan bu yana İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi ile ilk telefon görüşmesini gerçekleştirdi.

Şarku’l Avsat’ın edindiği bilgiye göre Avrupa Troykası, Çin ve Rusya ile birlikte, 2015 yılında İran ile imzalanan ve 2018 yılında ABD'nin çekildiği nükleer anlaşmanın kalan taraflarını oluşturuyor. Anlaşma uyarınca, İran'ın nükleer programına kısıtlamalar getirilmesi karşılığında yaptırımlar kaldırılmıştı.

Avrupa Birliği, İran ile İsrail arasında hava savaşı öncesinde devam eden nükleer müzakerelerin yeniden başlamaması veya somut sonuç alınmaması halinde, BM'nin yaptırımlarını otomatik olarak yeniden uygulamaya koyan “Snapback” mekanizması yoluyla, ağustos ayı sonuna kadar İran'a BM yaptırımlarını yeniden uygulayacağını açıkladı.

Arakçi birkaç gün önce yaptığı açıklamada, “Avrupa Birliği ve Avrupa Troyka'sı bir rol oynamak istiyorsa, sorumlu davranmalı ve ahlaki ve hukuki hiçbir temeli olmayan (yaptırımların yeniden uygulanması) politikası da dahil olmak üzere, modası geçmiş tehdit ve baskı politikalarından vazgeçmelidir” ifadelerini kullandı.

2015 nükleer anlaşmasını onaylayan BM kararının maddelerine göre, Avrupa Troykası 18 Ekim 2025 tarihine kadar BM'nin Tahran'a yaptırımlarını yeniden uygulayabilir.

İran Parlamentosu Ulusal Güvenlik ve Dış Politika Komisyonu üyesi Vahid Ahmedi, üç Avrupa ülkesinin “uluslararası hukuk açısından mekanizmayı devreye sokma hakkına sahip olmadığını”ifade etti. İran Observer haber sitesine verdiği demeçte, Tahran'ın ABD ile müzakerelere dönmek için üç temel şart koyduğunu belirtti. “Birincisi, İran topraklarına yönelik saldırının uluslararası platformlarda kınanması, ikincisi, 12 gün süren savaşın yol açtığı zarar ve kayıpların belirlenmesi, üçüncüsü, gelecekte İran topraklarına yönelik herhangi bir saldırının tekrarlanmayacağına dair net garantiler verilmesi.”

İsrail-İran savaşından önce Tahran ve Washington, Umman'ın arabuluculuğunda beş tur nükleer müzakere gerçekleştirdi, ancak Batı güçlerinin silahlanma tehlikesini ortadan kaldırmak için İran'ın uranyum zenginleştirmesini sıfıra indirmesini talep etmesi gibi önemli engellerle karşılaştı.

ABD saldırılarından önce İran, uranyumu yüzde 60 saflıkta zenginleştiriyordu. Bu uranyumun saflığı, silah geliştirmeye imkan veren yüzde 90'a kadar kolaylıkla yükseltilebilir.

Tahran, nükleer programının sadece sivil amaçlara yönelik olduğunu söylüyor. Batılı güçler ise bu düzeyde zenginleştirmenin sivil bir gerekçesi olmadığını belirtiyor.

Birleşmiş Milletler'in en üst düzey denetim kurumu olan Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı ise nükleer silah üretmeden uranyumu bu düzeye kadar zenginleştiren başka bir ülke olmadığını vurguluyor.