Çöp adaları ve uzay çöpleri insanlığın sonunu mu getirecek?.. "Önlem alınmazsa Dünya'ya hapsolabiliriz"

Uzaydaki uydu çöplüğü insanlığı dünyaya hapsedebilir. Çöplerden oluşan okyanus adaları insanlık için alarm veriyor. Northwestern Üniversitesi'nden Dr. Özge Samancı, insanlığın bu kirlenmeye dur demesi gerektiğini söyledi

Çöp adaları ve uzay çöpleri insanlığın sonunu mu getirecek?.. "Önlem alınmazsa Dünya'ya hapsolabiliriz"
TT

Çöp adaları ve uzay çöpleri insanlığın sonunu mu getirecek?.. "Önlem alınmazsa Dünya'ya hapsolabiliriz"

Çöp adaları ve uzay çöpleri insanlığın sonunu mu getirecek?.. "Önlem alınmazsa Dünya'ya hapsolabiliriz"

Çöplerden oluşan okyanus adaları insanlık için alarm veriyor. Dünya'nın yakın yörüngesinde, birikmiş uzay çöpleri insanlık için tehlikeye işaret ediyor.
Sürekli uzaya uydu gönderilmesi gündeme geliyor. Ancak göz ardı edilen bir gerçek var ki, uzaydaki uydu çöplüğü önümüzdeki dönemlerde insanlığı dünyaya hapsedebilir.
Independent Türkçe'de yer alan haber göre sanal gerçeklik (VR) uygulamaları ile çevre sorunlarına dikkat çeken Northwestern Üniversitesi'nden Dr. Özge Samancı, insanlığın bu kirlenmeye "dur" demesi gerektiğini söyledi.

Pasifik okyanusundaki çöp adaları deniz kirliliğinin en görülebilen hali oluyor. Çöplerden oluşan bu adalar, insanların kullanıp attığı ürünlerden oluşuyor.  Devasa boyuttaki bu adalar, okyanusun akıntılarıyla toplanıyor. 
İnsanların okyanusa etkisini görülebilir şekilde gözler önüne seriyor.  Bunun yanı sıra, okyanustaki kirliliğin görünmeyen tehlikeleri olan mikro plastikler var. O plastiklerin çok küçük parçaya dönüşmüş halleri balıkların sindirim sistemine geçiyor.
Daha sonra o balıkları insanlar yediğinde, mikro plastikler insanlarin sindirim sistemine aktarılıyor. Bu durumun ne kadar tehlikeli boyutta olduğuna dikkat çeken Samancı, "Bedenimizde çok ciddi miktarda plastik var" uyarısında bulundu. 

Northwestern Üniversitesi'nden Dr. Özge Samancı

Yapay gübre yosun patlamasına neden oluyor
"İnsan popülasyonu arttığı için hızla bizim besin ihtiyacımız da artıyor" diyen Samancı, "Fakat dünyanın üzerinde hepimize yetecek kadar protein üretmek kolay değil. O yüzden aşırı miktarda besin üretimine ihtiyacımız var. Bu üretimi yapabilmek için de aşırı miktarda yapay gübre ve tarım ilacı kullanıyoruz. Yağmurlarla bu yapay gübreler ve kimyasallar okyanusa taşınıyor ve yosun patlaması dediğimiz okyanusun üstünü kapatan gelişmeler oluyor veya yapay gübrenin içindeki kimyasallar okyanusa karışıyor" şeklinde konuştu. 

Okyanusta hayat bittiği zaman, bizim için de bir yaşama şansı kalmıyor
Samancı, "İnsanlar, 'Okyanus çok büyük bir şey olmaz' diye düşünüyor. İnsan etkisinden kirlenmeyeceği düşüncesiyle hareket ediyor. Plastik adası işin en görülebilen kısmı yani buzdağının görünen kısmı. Aslında çok daha göz önünde olmayan derin problemler var. Okyanusta hayat bittiği zaman, bizim için bir yaşama şansı kalmıyor" dedi. 

Okyanusu kirlettiğimiz gibi uzayı da kirletiyoruz
Etkileşimli sanat yapmak için, yeni bulunan teknolojiler kullanılıyor. Bunlar arasında sanal gerçeklik ve bilgisayar kodları bulunuyor. 
Bu sanat dalını çevreyle ilgili konulara karşı insanlarda oluşan direnci kırmak için yaptığını söyleyen Dr. Özge Samancı, sözlerine şöyle devam etti:
"İnsanlar şöyle düşünüyor; 'Ben bir tane insanım, ne yapabilirim? Bütün herkes yapıyor. Ben pet şişeden su içmesem ne olacak?' O düşünce biçimi hepimizin içinde devam ediyor. O direnci kırmak için artık insanlara yeni metotlarla ulaşmak gerekiyor. "
Sanal gerçeklik ve yansıtma sanatı denilen geniş bir galeride yansıtarak gerçekleştirdiği Devasa Atık (VastWaste) adındaki çalışma hakkında  Dr. Samancı, "Bu işin içinde sanal gerçeklikte gördüğünüz iki tane sahne var. Birinci sahnede uzay boşluğunun içindesiniz, ikinci sahnede önce okyanusun üzerindesiniz, sonra okyanusun içine gömülüyorsunuz. Burada, okyanus kirliliği ve uzay kirliliği arasında bir bağ var. Birçok insan uzay kirliliği konusundan da haberdar olmayabilir. Biz okyanusu sınırsız büyük bir varlık olarak düşünüp, kirlettiğimiz gibi uzayı da uçsuz bucaksız bir alan olarak düşünüyoruz. Ama aslında öyle değil. Yer çekiminden dolayı bizim uzaya fırlattığımız her şey gidip evrenin sonsuzluğunda kaybolmuyor. Dünyanın etrafındaki yörüngede takılı kalıyor" ifadelerini kullandı.
1960 yıllardan bu yana uzay araştırmaları yapmak ve uydu yerleştirmek için çeşitli uzay araçları gönderiliyor.
Bu uzay araçları işleri bitse de yörüngede kalıyor. Bu ölü uydular, roket başlıkları, önceki kırılmalardan olan parçacıklar da birbirleriyle çarpışıp patladığı zaman parçacık miktarı artıyor.
İşin ilginç kısmı parça büyüklüğünün hiçbir önemi yok. Parça sayısının önemi var. Çünkü uzayda bir sürtünme kuvveti olmadığı için her şey saatte 25 bin  kilometre gibi akıl almaz bir hızla ilerliyor. Adeta bir mermi gibi.
Bu nedenle 10 santimetre civarında bir parça bile büyük bir uydu için tehlike teşkil edebiliyor. 

"Okyanustaki plastiklerin hızını ve uydu kullanma yoğunluğu verisini kullanıyoruz"
"Tıpkı okyanusu kirlettiğimiz gibi şimdi de Dünya'nın etrafındaki yörüngeyi kirletiyoruz" diyen Samancı, "Bu iki davranış biçimi arasındaki paralellikten bahsetmek istedim. Sanal gerçeklikte olan bu iş veri ile çalışıyor, okyanustaki plastiklerin hızını ve uydu kullanma yoğunluğu verisini kullanarak, bu iş için modellenmiş üç boyutlu uydu modellerini hareket ettiriyoruz. Sistemimiz veriye dayalı olduğu için kodladığımız yazılım internetten ilgili veriyi işin içine getiriyor ve verinin değerine göre animasyonları ve görselleri değiştiriyor. Müzik de her seferinde veriye bağlı olarak değişiyor. Seyirci bu işi deneyimlediğinde her seferinde başka bir versiyonunu görüyor. Yani aynı versiyonu iki kere görmek mümkün değil. Boş bir uzaydan başlıyor, uydular geliyor ve uydular birbirleriyle çarpışarak patlıyorlar. Süre geçtikçe etraftaki kırılan uydu miktarı artıyor, daha sonra bu uydu parçaları okyanusa gömülüyor" diye anlattı.  
Bu işin en ilginç yanlarından bir tanesi de okyanus kirliliğini ve uzay kirliliğin, birlikte ele alması. Gerçek hayatta kimi zaman görevi biten uydular sonunda Pasifik okyanusuna gömülüyor.
Dr. Samancı, bu durum için, "İki tane kirlettiğimiz alan, sonunda okyanusta birleşiyor. Bu bana, inanılmaz geliyor. Bu alanlar, sonsuz alanlar değil" şeklinde konuştu. 

Elon Musk insanlığı Dünya'ya mı hapsedecek?
Şu an uzay kirliliğini azaltabilecek herhangi bir teknoloji olmadığını vurgulayan Samancı, şu noktalara dikkat çekti:
"Avrupa Uzay Ajansı (European Space Agency) ve NASA, en büyük uzayla ilgili kurumlar, bu sorunun üstünde çalışıyorlar ama henüz uzay kirliliğini azaltabilecek bir teknoloji yok. Şu anda işlemde olan uydu sayısı 4 bin 500 civarında ve şu anda var olan uzay kirliliği öyle bir seviyedeki var olan bütün parçacıkları, çöpleri takip etmek zorundalar. O çöplerden biri işlemde olan bir uyduya çarpacak gibiyse işlemde olan uyduyu yukarı aşağı sağa sola şeklinde manevra yaptırıyorlar ki çarpışma gerçekleşmesin. 4 bin 500 uyduyla iş o kadar sıkışık bir hale gelmiş durumda.  Herkesin bayıldığı Elon Musk'ın Starlink diye bir projesi var, işleme koydu ve ilerliyor. Önümüzdeki 10 yıl içinde uydu sayısını 40 bine çıkarmayı planlıyor. Henüz uzay çöpü ile ilgili bir çözümümüz yok, 4 bin 500 uyduyla aşılmak üzere ve bu rakam 40 bine çıkacak. Okyanusta olan sorunun aynısı dünyanın yörüngesinde de devam ediyor."

"Önlem alınmadan uydu fırlatılmaya devam ederlerse Dünya'ya hapsolabiliriz"
Dünya'nın etrafındaki uzay araçlarının zincirleme çarpışmaları tetikleyecek seviyeye ulaşması olarak bilinen Kessler Etkisi, bu çarpışmaların çok sayıda yeni parçacık oluşmasına neden olabileceği konusunu ele alıyor. 
Dr. Samancı, bu çarpışmaların ulaşabileceği bir eşik noktası olduğuna dikkat çekerek, "Bu eşik noktasına ulaştığımız zaman birbirini tetikleyen, durdurulamaz çarpışmalar olacak. O eşik geçildiği zaman artık bizim uzaya herhangi bir uzay aracı göndermemiz mümkün olmayacak. Eğer uzay çöpünü azaltacak bir çözüm bulamazsak, uyduların hayatlarımıza sağladığı bütün kolaylıklardan vazgeçilmesi gerekecek" şeklinde hatırlatmada bulundu.  

"Okyanusun derinlerinden gelen internetinizi köpek balıkları diş izleriyle kesebilir"
Fiber Optik Okyanus (Fiber Optic Ocean) isimli çalışmada Samancı, sanal gerçeklikle okyanusun dibinden giden fiberoptik kablolardan söz ediyor. 
Bugün kullandığımız internetin, belki çoğunun uydular aracılığıyla sağlandığı düşünülebilir. Ama aslında günümüzde var olan internetin altyapısı okyanusun altından giden kablolara dayalı ve bu kabloların aslında deniz ekosistemi üstünde etkisi var.
Sanal gerçekliği kullanma amacının, insanlara sorunları başka bir şekilde hissettirmek olduğunu kaydeden Dr. Samancı, "Köpek balıkları, bu fiberoptik kablolara çekiliyorlar.  Neden kabloları ısırmak istediklerinin nedeni tam olarak bilinmiyor ama köpek balıkları epey diş izi bırakarak, kabloları kırıyorlar. Bu durum şirketlere çok büyük maddi zararlara mal oluyor. Okyanusun dibinde kırığı bulup, tamir ediyorlar. Bu canavar gibi yaratık insanların yarattığı çizgi gibi bir teknolojiye saldırıyor. Bu doğa ile teknoloji arasındaki mücadelenin neredeyse bir grafik tasarım şeklinde dışavurumu ve gerçek olamayacak kadar absürt bir an" diye anlattı.  
 
Köpek balıklarının okyanusta yüzme hızından elde edilen veri müziği ve görselleri belirliyor
Bu çalışmada sanal gerçekliğin içinde okyanusun derinliğinde, fiberoptik kabloların içine takılı kalmış köpek balığı iskeletleri var.
VR gözlükleri ile ortamın içindeyken, kendinizi okyanusun altında fiber optik kablolarının ve köpek balığı iskeletlerinin arasında buluyorsunuz. Fakat fiberoptik kablolar farklı renklerde yanıp söylüyorlar.
Bu işe eşlik eden müzik ve kabloların yanıp sönmesi, veriye dayalı olarak değişiyor. Bu değişimi köpek balıklarının okyanusta yüzme hızından elde edilen veri belirliyor.  
"Köpek balıklarına GPS takarak, hareketlerini takip eden ocearch.org  isimli sitenin verilerini kullanıyoruz" diyen Samancı, "O sistem sayesinde köpek balıklarının okyanustaki var olan hızını hesaplayabiliyoruz. O hızı ve insanların interneti kullanma hızını kullanarak, bu işi yaptık. Bir anlamda doğanın hızı ve insanın hızlı şeklinde iki veri bir araya geliyor" dedi.  

Beyin dalgalarınızla okyanus dalgalarını nasıl yönetirsiniz?
Beyin dalgalarını kullanarak yaptığı Sen Okyanussun (You are the Ocean)  isimli çalışmasında Samancı, "Katılımcıya beyin dalgası ölçen sensör takıyoruz. Sanat galerisinin duvarına ise, gerçekçi bir okyanus yansıtıyoruz. Bu okyanus kamerayla çekilmiş bir video değil. Bilgisayar koduyla yaptığımız, tamamen koda dayalı bir okyanus ama gerçekçi bir sunum. Eğer etkileşen kişi kafasında bir problem çözmeye çalışıyorsa fırtınalı ve son derece dalgalı bir okyanus oluşuyor. Eğer daha kaygısız, anın içinde var olan bir düşünce modundaysa beyin dalgaları güneşli, sakin, dalgasız bir okyanus oluşturuyor. Aradaki geçişler de son derece yumuşak bir şekilde gerçekleşiyor" ifadeleriyle anlattı.

Biz Dünya'nın aynası, Dünya da bizim aynamız
Dr. Samancı, son olarak, çalışmanın amacını şu sözlerle anlattı:
"Pek çok insan, 'Ben insanım ve var olan bütün varlıklar benim için yaratıldı' diye düşünebiliyor. Ama belki de buna şöyle bakabiliriz; bir evren ve bir Dünya var, insan da bunun uzantısı, parçası yani faydalanmak şeklinde değil. Her ekosistemin eşit olduğu, insanın diğer ekosistemlerden daha üstün olmadığı, bizim her şeyin bir parçası ve uzantısı olduğumuz bir düşünme biçimi. Eğer kendimizi ustun görmezsek, dünyayı ve kaynakları da kendi çıkarımız için kullanmayız, diğer varlıkları da düşünürüz. Biz Dünya'nın aynası, Dünya da bizim aynamız gibi bir düşünce biçimi. Bu iş insanlar üzerine o bağı hissetme anlamında gerçekten çok etkili oldu."



"Düşmanımın düşmanı dostumdur" sözünü fizikçiler doğruladı

İnsanların sosyal çevrelerinde uyum arayışı içinde olduğu yıllardır doğrulanmaya çalışılıyordu (Unsplash)
İnsanların sosyal çevrelerinde uyum arayışı içinde olduğu yıllardır doğrulanmaya çalışılıyordu (Unsplash)
TT

"Düşmanımın düşmanı dostumdur" sözünü fizikçiler doğruladı

İnsanların sosyal çevrelerinde uyum arayışı içinde olduğu yıllardır doğrulanmaya çalışılıyordu (Unsplash)
İnsanların sosyal çevrelerinde uyum arayışı içinde olduğu yıllardır doğrulanmaya çalışılıyordu (Unsplash)

Bilim insanları "Düşmanımın düşmanı dostumdur" sözünün doğru olduğunu istatistik fizik kullanarak ortaya koydu. Yeni çalışmanın sosyal ilişkileri anlamanın ötesinde etkiler yaratması bekleniyor.

Avusturyalı psikolog Fritz Heider'ın 1940'larda ortaya attığı sosyal denge teorisine göre insanlar toplumsal ilişkilerinde uyum arayışı içinde. Bu sebeple bilişsel düzeyde tutarlılık aranırken, dengeli ilişkiler 4 kuraldan geçiyor: Düşmanın düşmanı dosttur, dostun dostu dosttur, düşmanın dostu düşmandır ve dostun düşmanı düşmandır.

Pek çok kişi ağ bilimi ve matematiği kullanarak yıllardır bu teoriyi doğrulamaya çalışmasına karşın toplumsal ilişkilerin karmaşıklığı ve çalışmalarda kurulan ağların basitliği nedeniyle bugüne kadar yapılan araştırmalarda tutarsız sonuçlar elde ediliyordu. 

Northwestern Üniversitesi'ndeki araştırma ekibiyse Heider'ın teorisinin iki temel öğesini bir araya getirerek bu engeli aştı: Gerçek hayatta herkes birbirini tanımıyor ve bazı insanlar diğerlerine göre daha pozitif olduğundan daha az olumsuz etkileşime giriyor.

Araştırmacılar hem pozitif hem negatif ilişkileri hesaba katan ağları içeren, daha önceden oluşturulmuş 4 kapsamlı veri setinden yararlandı: sosyal haber sitesi Slashdot'taki kullanıcıların puanladığı yorumlar, ABD Kongresi üyelerinin meclis kürsüsünden girdiği etkileşimler, Bitcoin yatırımcıları arasındaki etkileşimler ve tüketicilerin yorumlarını içeren internet sitesi Epinions'taki ürün incelemeleri.

Bilim insanları kurdukları ağdaki kişiler arasındaki pozitif ve negatif ilişkileri tamamen rasgele bir şekilde dağıtmadı. Rasgelelik için herkesin birbiriyle karşılaşma ihtimalinin eşit olması gerektiğini belirten araştırmacılar, gerçek hayattaki sosyal ağlarda bazı kişilerin diğerlerini tanımadığının altını çiziyor. Örneğin bir kişi, bir arkadaşının başka bir dostuyla hiç tanışmadan ondan haberdar olabilir. 

Bunun yerine fizikçiler, kişilerin birbiriyle tanışma ihtimaline dayanarak ağdaki ilişkilere pozitif veya negatif değerler tahsis edecek istatistiksel bir model geliştirdi. Bazı kişilerin daha dost canlısı olduğu sınırlamasını da modele dahil eden bilim insanları, değerlerin bu iki sınırlama içinde rasgele dağıtılmasını sağladı. 

Science Advances adlı bilimsel dergide dün yayımlanan araştırma kapsamında oluşturulan bu model, geniş çaplı toplumsal ağların Heider'ın sosyal denge teorisiyle tutarlı bir şekilde uyumlu olduğunu gösterdi. Northwestern Üniversitesi Fizik ve Astronomi bölümünde öğretim üyesi olan István Kovács, yazarları arasında yer aldığı çalışma hakkında şöyle diyor: 

Onlarca yıl boyunca yanlış yapmaya devam ettik. Bunun nedeni gerçek hayatın karmaşık olmasıydı. Kimin kimi tanıdığı ve bazı insanların diğerlerinden daha dost canlısı olduğu gibi iki kısıtlamayı aynı anda hesaba katmamız gerektiğini fark ettik.

Araştırmacılar elde ettikleri sonuçların çeşitli alanlarda kullanılabileceğini umuyor. Toplumsal kutuplaşmayı azaltma yolundaki çabalara katkı sunmanın yanı sıra bulguların insan ilişkileri dışındaki alanlarda da fayda sağlayabileceği düşünülüyor. Kovács "Beyindeki nöronlar arasındaki uyarıcı ve engelleyici bağlantılara veya bir hastalığın tedavisinde kullanılan farklı ilaç kombinasyonları arasındaki etkileşimlere bakabiliriz" ifadesini kullanıp ekliyor: 

Sosyal ağ çalışması keşif için ideal bir oyun alanıydı fakat asıl ilgi alanımız arkadaşlar arasındaki etkileşimleri araştırmanın ötesine geçip diğer karmaşık ağları incelemek.

Independent Türkçe, Science Daily, Interesting Engineering, Science Advances


İnsanların sincaplarla artık niye aynı çatı altında yaşamadığı ortaya çıktı

Ortaçağ'da İngilizlerin evcil hayvan olarak beslediği sincaplar, cüzzamı yaymış olabilir (Bodleian Kütüphanesi/Oxford Üniversitesi)
Ortaçağ'da İngilizlerin evcil hayvan olarak beslediği sincaplar, cüzzamı yaymış olabilir (Bodleian Kütüphanesi/Oxford Üniversitesi)
TT

İnsanların sincaplarla artık niye aynı çatı altında yaşamadığı ortaya çıktı

Ortaçağ'da İngilizlerin evcil hayvan olarak beslediği sincaplar, cüzzamı yaymış olabilir (Bodleian Kütüphanesi/Oxford Üniversitesi)
Ortaçağ'da İngilizlerin evcil hayvan olarak beslediği sincaplar, cüzzamı yaymış olabilir (Bodleian Kütüphanesi/Oxford Üniversitesi)

Eskiden evlerde yaşayacak kadar insanlara yakın olan sincaplarla araya konan mesafenin nedeni anlaşıldı. Yeni bir araştırmada Ortaçağ İngiltere'sinde kızıl sincaplarla insanların birbirlerine cüzzam bulaştırıp yaydığı bulundu. Araştırmacılar hastalığın bulaşmasında kürk ticaretinin rol oynadığını düşünüyor. 

Daha önce yapılan araştırmalarda Ortaçağ'da İngiltere, Danimarka ve İsveç'teki insanlarda cüzzama yol açan bakteri varyantının bugün Birleşik Krallık'taki sincaplarda görülene yakın olduğu tespit edilmişti. Bu bulgu hastalığın İngiltere'de kürk ticaretiyle yayıldığı teorisine yol açsa da bunu destekleyecek daha güçlü bir kanıt bulunamamıştı.

Current Biology adlı hakemli dergide dün yayımlanan araştırmada 600 ila 900 yıl önce İngiltere'de yaşayan insanlarla kızıl sincapların, cüzzama neden olan Mycobacterium leprae bakterisinin çok yakın bir varyantını taşıdığı ortaya kondu. Leicester Üniversitesi'nden Dr. Sarah Inskip, ortak yazarı olduğu araştırma hakkında "Arkeolojik kayıtlarda ilk kez cüzzam hastalığının bir hayvanda görüldüğünü tespit ettik ve bu gerçekten heyecan verici" diyor.

Uluslararası araştırma ekibi, bulaşıcı hastalığın geçmişini aydınlatmak adına 11 ila 15. yüzyıllarda bir cüzzam hastanesine ev sahipliği yapan ve sincap kürkü ticaretiyle bilinen Winchester'daki kalıntıları inceledi. Bilim insanları 600 ila 900 yıl öncesine ait 25 insan ve 900 ila bin yıl öncesinden 12 sincap kemiğini analiz etti.

DNA analizleri kemiklerde çok yakın varyantların bulunduğunu gösterirken araştırmacılar bu bulgunun, cüzzamın iki tür arasında bulaştığına işaret ettiğini söylüyor. Öte yandan hastalığı hangi türün diğerine bulaştırdığı belirsizliğini koruyor. Inskip bulguları şöyle açıklıyor: 

"Winchester'daki arkeolojik kazılarda sincap ve insanlarda bulunan varyantlar arasında, Ortaçağ ve günümüzdeki sincaplarda görülen varyantlar arasındakinden daha yakın bir ilişki var."

Makalelerinde, İngiltere'ye sadece 1384'te 377 bin 200 sincap derisinin İskandinavya ve diğer ülkelerden ithal edildiğini kaydeden araştırmacılar, hastalığın bu yolla bulaşmış olabileceğini düşünüyor. 

Öte yandan sincapların bu dönemde evcil hayvan olarak beslenmesi de rol oynamış olabilir. Inskip "Her iki mekanizma da mümkün ve birbirlerini elemiyorlar" diye belirtiyor.

Araştırmacılar yeni bulguların cüzzamın ortadan kaldırılmasına katkı sağlayacağını umuyor. Çalışmanın ortak yazarı Verena Schünemann şöyle diyor:

"Eski hayvan ve insan türleri arasında doğrudan bir karşılaştırma yapmak, zaman içindeki muhtemel bulaşma olaylarını yeniden yapılandırarak hastalığın uzun vadeli zoonotik potansiyeli hakkında sonuçlar çıkarmamızı sağlıyor."

Independent Türkçe


Apple, iPhone'daki bir hatanın alarm sesini bozuyor olabileceğini açıkladı

Fotoğraf: Reuters
Fotoğraf: Reuters
TT

Apple, iPhone'daki bir hatanın alarm sesini bozuyor olabileceğini açıkladı

Fotoğraf: Reuters
Fotoğraf: Reuters

Apple, iPhone'un alarmının her zamanki gibi çalmayabileceği anlamına gelen bir hata üzerinde çalıştığını duyurdu.

Bu açıklama, bazı kullanıcıların alarmlarının her zamanki gibi çalmadığı ve bu nedenle onları uyandıramadığı yönündeki haberlerin ardından geldi.

Apple, Today programına yaptığı açıklamada sorunun farkında olduğunu ve hatayı düzeltmek için çalıştığını ifade etti. Sorunun nasıl oluştuğu ya da bu süre zarfında geçiçi olarak çözmenin bir yolu olup olmadığı hakkında herhangi bir bilgi verilmedi.

Ancak bu durumla karşılaşan bir dizi kullanıcı, hatadan etkilense de etkilenmese de alarmı daha güvenilir hale getirecek ipuçları önerdi.

Son günlerde kullanıcılar alarmlarının normal sesi çıkarmadığını ya da hiç ses çıkarmadığını bildirmeye başladı. Sorunun ne kadar yaygın olduğu belli değil ve kesinlikle tüm kullanıcıları etkilemiyor gibi görünüyor. Ancak bu hata, TikTok ve diğer sosyal uygulamalarda bir şikayet yağmuruna yol açtı.

Bazıları, sorunun Ayarlar kısmına girip alarm ve zil sesinin ne kadar yüksek olacağını ayarlamayı içeren "Ses ve Dokunuş" bölümünü seçerek çözülebileceğini bildirdi. Eğer bu ayar sıfır veya çok kısık olarak ayarlanmışsa, alarm duyulmayabiliyor.

Ses seviyesi, telefonun yan tarafındaki düğmelerin kullanılmasıyla yanlışlıkla değiştirilebiliyor. Gelecekte aynı hatanın yaşanmasını önlemek için bu seçenek de aynı ayarlar sayfasından kapatılabiliyor.

Bazı kullanıcılar, sorunların Apple'ın dikkat gerektiren özelliklerinden kaynaklanabileceğini öne sürdü. Bu özellik, iPhone'un yüz taramasını kullanarak cihaza ne zaman bakıldığını anlıyor ve sahibinin gördüğünü algıladığında alarmın sesini kısıyor. 

Ancak bu özellik, örneğin sahibi iPhone'u kendisine dönük halde uyuyorsa alarmın sesinin yanlışlıkla kısılmasına neden olabiliyor. Bu özellik ayarlar kısmından "Face ID ve Parola" seçeneği altından kapatılabiliyor.

Ancak bu işlemin kapatılması, telefonun kilidi açılana kadar bildirimlerin içeriğini gizleme ve siz bakarken cihazın otomatik olarak kararmamasını sağlama gibi diğer yararlı dikkat gerektiren özellikleri iPhone'dan kaldırıyor. Bu nedenle, uzun vadeli bir çözümden ziyade sorunu teşhis etmek için daha faydalı olabilir.
Independent Türkçe


İnsan genlerini düzenleyen yapay zeka aracı geliştirildi

Şirket OpenCRISPR-1 adlı gen düzenleyicinin testlerden başarıyla geçtiğini ifade ediyor (Profluent)
Şirket OpenCRISPR-1 adlı gen düzenleyicinin testlerden başarıyla geçtiğini ifade ediyor (Profluent)
TT

İnsan genlerini düzenleyen yapay zeka aracı geliştirildi

Şirket OpenCRISPR-1 adlı gen düzenleyicinin testlerden başarıyla geçtiğini ifade ediyor (Profluent)
Şirket OpenCRISPR-1 adlı gen düzenleyicinin testlerden başarıyla geçtiğini ifade ediyor (Profluent)

İnsan genlerini düzenleyebilen yapay zeka aracı üretildi. Yeni buluş hastalıkların tedavisinde hem daha hızlı hem de daha kesin sonuçlar elde edilmesini sağlayabilir.

ABD merkezli Profluent adlı girişimin geliştirdiği araç, doğada bulunmayan moleküller üreterek DNA'yı düzenliyor. Henüz hakem değerlendirmesinden geçmeyen ve bioRxiv'de ön baskı versiyonu yayımlanan araştırmada bu teknolojinin, CRISPR adlı gen düzenleme yöntemine dayandığı açıklanıyor.

Emanuelle Charpentier ve Jennifer Doudna'ya 2020'de Nobel Kimya Ödülü'nü kazandıran CRISPR-Cas9, genetik kodun düzenlenmesine olanak tanıyarak DNA'da hassas değişiklikler yapılmasını sağlıyor. Bakterilerin virüslerle savaşırken kullandığı mekanizmadan alınan ilhamla oluşturulan bu sistemin, tedavi amaçlı kullanılmasına ilk kez geçen yıl izin verilmişti. 

Bu teknikten farklı olarak yeni yapay zeka aracı doğada bulunmayan gen düzenleyicileri üreterek çalışıyor. Kaliforniya San Francisco Üniversitesi Biyomühendislik ve Terapötik Bilimler Bölüm Başkanı James Fraser, yer almadığı araştırma hakkında "Bunlar dünya üzerinde hiç var olmamış mekanizmalar" diyor.

Sistem bunları yaratmayı doğadan öğrense de yeniler.

Profluent'ın teknolojisi, yapay zeka sohbet botu ChatGPT'ye benzer şekilde çalışıyor. ChatGPT'nin kitap ve internetteki diğer metinlerle eğitilmesi gibi yeni yapay zeka aracı da muazzam miktarda biyolojik veriyi analiz ederek yeni gen düzenleyicileri yaratıyor.

Daily Mail'a konuşan Profluent CEO'su Ali Madani, yapay zekanın ürettiği gen düzenleyicilerin insan hücrelerinde test edildiğini ve DNA'da istenmeyen bölgeleri düzenlemeden yüksek düzeyde başarı sağladığını söylüyor.

CRISPR ilişkili (Cas) 5,1 milyon protein içeren bir veritabanıyla eğitilen sistem, OpenCRISPR-1 adı verilen bir gen düzenleyici üretti. Şirket, OpenCRISPR-1'in Cas proteinleri kadar iyi performans gösterdiğini ve hedeflenmeyen bölgeler üzerindeki etkiyi yüzde 95 oranında azalttığını öne sürüyor. 

Şirket başka araştırmacılar da kendi testlerini yürütebilsin diye bu gen düzenleyiciyi açık kaynak olarak yayımladığını duyurdu. Öte yandan bunları üreten yapay zeka teknolojisi kullanıma açılmadı.

CRISPR yöntemi, orak hücre anemisi ve körlük gibi kalıtsal hastalıklara yol açan genleri değiştirme yolu sunmasıyla sağlık alanında büyük ümit vaat ediyor. Bu teknik ayrıca Neandertal beyinlerini incelemek ve hastalıklara karşı dayanıklı bitkiler üretmek için de kullanılıyor.

Profluent'ın araştırmayı mayısta düzenlenecek Amerikan Gen ve Hücre Terapisi Derneği'nin yıllık toplantısında sunması bekleniyor.

Independent Türkçe, New York Times, Daily Mail, bioRxiv


Japonya, Ay yarışında Çin'i geçiyor mu?

Fotoğraf: NASA
Fotoğraf: NASA
TT

Japonya, Ay yarışında Çin'i geçiyor mu?

Fotoğraf: NASA
Fotoğraf: NASA

NASA'nın yeni bir "uzay yarışı" diye adlandırdığı ortamda Japonya, Çin'den önce Ay'a ayak basabilir. ABD Başkanı Joe Biden, Ay yüzeyine inip de Amerikalı olmayan ilk kişinin bir Japon astronot olacağı sözünü vermişti.

10 Nisan'da Biden ve Japonya Başbakanı Fumiyo Kişida tarafından özetlenen plana göre Japonya, NASA'nın Artemis misyonlarının bir parçası olarak önce 2028'de ve ardından 2032'de astronotlarından birini Ay'a göndermek üzere ABD'yle yakın işbirliği içinde çalışacak.

Bu durum, daha önce 2030'a kadar Ay'a astronot göndermeyi planladığını açıklayan Çin'le Japonya'yı rekabete soktu.

NASA Başkanı Bill Nelson'ın defalarca yeni bir "uzay yarışı" diye adlandırdığı bir ortamda Çin, 2035'e kadar Rusya'yla ortak bir Ay üssü inşa etmeyi de planlıyor.

Nelson, önceki haftalarda Çin'e atıfta bulunarak, "Sivil uzay programı dedikleri pek çok şeyin askeri bir program olduğuna inanıyoruz. Aslında bir yarış içinde olduğumuzu düşünüyorum" demişti. 

South China Morning Post'a konuşan analistler; Japonya'nın Çin'den önce Ay'a inme isteğinin, Pekin'i kendi planlarını hızlandırmaya itebileceğini belirtti. 

Çin, uzay istasyonunu başarıyla inşa ederek ve önümüzdeki günlerde Ay'ın Dünya'dan hiç görünmeyen öbür yüzüne bir sonda indirmeyi planlayarak uzay programını şimdiden hızlandırdı.

Çin ayrıca 2026 ve 2028 için planlanan mürettebatsız görevlerle Ay'ın güney kutbunda su aramaya başlayabilir.

Çin'in, Ay'daki su kaynaklarının kendisine ait olduğunu iddia edebileceği uyarısını defalarca yapan Nelson, "Çin özellikle son 10 yılda olağanüstü ilerleme kaydetti ancak çok ama çok gizli tutuyor" demişti. 

NASA Başkanı "Çin bu işe gerçekten çok para yatırdı ve bütçelerinin fazlasıyla büyüme potansiyeli var. Bence tedbiri elden bırakmamalıyız" diye eklemişti.

Öte yandan Beyaz Saray'a göre; ABD ve Japonya'nın önerdiği ortak görev, Ay'da basınçlı bir gezici aracı kullanmak üzere Japon uzmanlığına güvenirken, ABD de uçuş ve astronot eğitimini sağlayacak ve "Ay yüzeyindeki bu zorlu ve ilham verici görevlerin risklerini yönetecek".

Tokyo Üniversitesi'nde bilim ve teknoloji politikası profesörü Kazuto Suzuki, "Ay keşfinde Çin'le rekabet halinde olduklarının farkındalar, dolayısıyla bu Apollo programının güçlendirilmiş hali olacak" dedi.

Independent Türkçe


İnsan beyninin en net görüntüsünden ses klonlayabilen yapay zekaya nisandaki bilimsel gelişmeler

Fotoğraf: AA
Fotoğraf: AA
TT

İnsan beyninin en net görüntüsünden ses klonlayabilen yapay zekaya nisandaki bilimsel gelişmeler

Fotoğraf: AA
Fotoğraf: AA

OpenAI, "Voice Engine" teknolojisinin yalnızca yazılı metin ve 15 saniyelik konuşma örneğinden konuşmacının orijinaline çok benzeyen doğal sesini taklit edebildiğini duyurdu.
Fransa'da dünyanın en güçlü manyetik rezonans görüntüleme (MRI) cihazıyla insan beyninin en net görüntüsünün elde edilmesinden yapay zeka sohbet robotu ChatGPT'nin geliştiricisi OpenAI'ın yeni "Voice Engine" teknolojisinin ses klonlayabilmesine kadar birçok bilimsel ve teknolojik gelişme, nisan ayında gündemde yer buldu.

Bilim ve teknoloji dünyasındaki her keşif, yenilik ve deney, bilinmeyen taraflarını açığa çıkarmayı sağlayarak evren anlayışını şekillendirip ufuk açmaya devam ediyor.

AA muhabiri, nisan ayında öne çıkan bilimsel gelişme ve keşifleri derledi.

Bu ayın ilk günlerinde Güney Kore'de "Yapay Güneş" olarak adlandırılan KSTAR nükleer reaktörü, 100 milyon santigrat derecede 48 saniye boyunca çalışarak dünya rekoru kırdı.

Kore Füzyon Enerjisi Enstitüsündeki (KFE) bilim insanları, karbon kirliliğine yol açmayan temiz enerji kaynağı nükleer füzyon teknolojisini geliştirmek için KSTAR nükleer reaktörünü 100 milyon santigrat derecede mümkün olduğunca uzun sürede çalıştırmayı hedefliyor, çalışmalarda Güneş ve diğer yıldızların parlamasını sağlayan reaksiyonlar taklit ediliyor ve olağanüstü yüksek sıcaklıklar oluşturuluyor.

Bilim insanları, Güneş'in çekirdeğinden 7 kat daha sıcak plazmayı 48 saniye boyunca çalıştırmayı başardı.

"Voice Engine" teknolojisi ses klonlayabiliyor
OpenAI, "Voice Engine" teknolojisinin yalnızca yazılı metin ve 15 saniyelik konuşma örneğinden konuşmacının orijinaline çok benzeyen doğal sesini taklit edebildiğini duyurdu.

Güvenlik endişelerine ilişkin, "Voice Engine"in test aşamasındaki kullanıcı partnerlerine kişi veya kuruluşların kimliğini kullanmanın yasaklandığı, orijinal konuşmacının rızasının gerektiği ve seslerin yapay zeka tarafından üretildiğinin izleyicilere açıkça bildirilmesinin zorunlu kılındığı açıklandı.

Voice Engine, orijinal konuşmacının sesini koruyarak çeviri yapabilecek.

Fransa'da insan beyninin en net görüntüsü elde edildi
Fransa Atom Enerjisi ve Alternatif Enerjiler Kurumu (CEA), insan beyninin dünyanın en güçlü manyetik rezonans görüntüleme (MRI) cihazıyla elde edilen en net görüntüsünü yayımladı.

Beynin "Iseult" adlı MRI cihazıyla çekilen görüntüsü, 20 yıldan uzun süren çalışma sonucu elde edildi. MRI cihazı, son birkaç ayda yaklaşık 20 sağlıklı gönüllü üzerinde test edildi ve neredeyse 4 dakikada beynin en net görüntüsüne ulaşıldı.

"Iseult MRI" cihazıyla elde edilen ultra detaylı anatomik bilgilerin, Alzheimer ve Parkinson gibi hastalıkların teşhisinde yardımcı olması bekleniyor.

"Kriyoablasyon", meme kanseri tedavisinde etkili
Bilim insanları, kanserli dokuların buz yardımıyla dondurularak yok edildiği "kriyoablasyon" yönteminin, tümör boyutları büyük ve ameliyat olamayan meme kanseri hastalarının tedavisinde etki sağladığını belirledi.

Araştırmacılar, kardiyak sorunları bulunan, hipertansiyon hastası veya başka kanser türleri için kemoterapi alan ve bu nedenle ameliyat olamayan meme kanserinden muzdarip 60 kişinin "kriyoablasyon" uygulandıktan sonraki sonuçlarını inceledi.

Hastanın uygunluğuna ve tercihine bağlı lokal anestezi veya minimum düzeyde yatıştırıcıyla gerçekleştirilen "kriyoablasyon" tedavisinin 5 ila 10 dakikalık dondurma ve ardından 5 ila 8 dakikalık pasif çözülme işlemlerinden oluştuğunu kaydeden bilim insanları, tedavi kapsamında tümörlerin yerini belirlemek için ultrason veya bilgisayarlı tomografi taramasından yararlanıldığını bildirdi.

Araştırmacılar, tedavi sonucu boyutları 0,3 ile 9 santimetre aralığında değişen, tümörü 1,4 santimetreden büyük hastalarda tedaviyi izleyen 16 aylık süreçte kanserin nüks etme oranının sadece yüzde 10 olduğunu açıkladı.

Avustralya'da nesli tükenmiş 3 yeni kanguru türü bulundu
Avustralya'daki Flinders Üniversitesinden araştırmacılar, 5 milyon ila 40 bin yıl önce Avustralya'da yaşadıkları tahmin edilen 3 yeni kanguru türü keşfettiklerini duyurdu.

Araştırmacılar, çeşitli müzelerden elde ettikleri bulguları, Güney Avustralya'daki Callabonna Gölü'nün çevresinde keşfedilen fosillerle karşılaştırdıklarında yeni keşfedilen türlerin, nesli tükenmiş "protemnodon" cinsine dahil olduğu sonucuna vardı.

Yeni türlere "protemnodon viator", "protemnodon mamakurra" ve "protemnodon dawsonae" isimleri verildi, ağırlığı 170 kilogramı bulan "viator" adlı türün, birbirinden oldukça farklı 3 türün en büyüğü olduğu düşünülüyor.

Fiziksel temas, acı, anksiyete ve depresyona iyi gelebilir
Almanya ve Hollanda'dan araştırmacılar, fiziksel temasın acı, anksiyete ve depresyona iyi gelebileceğini ortaya koydu.

Araştırmacılar, sarılma gibi fiziksel temasta bulunmanın insanlardaki etkisini anlamak için yaklaşık 10 bin katılımcıyla 200'den fazla çalışmayı analiz etti.

Bilim insanları, süresi ve sıklığından ziyade "ufak" ve "kibar" dokunuşların bile yaş grubu fark etmeksizin acı, anksiyete ve depresyona karşı olumlu etkilerinin bulunduğunu belirledi.

Araştırmada insanların yanı sıra hayvanlarla fiziksel temasın da zihin sağlığı açısından kilit rol oynadığı tespit edildi.


WhatsApp'taki küçük renk değişikliği kullanıcıları öfkeden kudurttu

Fotoğraf: AFP
Fotoğraf: AFP
TT

WhatsApp'taki küçük renk değişikliği kullanıcıları öfkeden kudurttu

Fotoğraf: AFP
Fotoğraf: AFP

WhatsApp kullanıcılarının uygulamanın tasarımında aylar önce başlayan değişikliğe yönelik rahatsızlığı sürüyor.

X/Twitter'da bir kişi, o zamandan beri 5 bin kez paylaşılan bir gönderide "WhatsApp'takinden daha çirkin bir yeşil tonu görmedim" diye yazdı. Bir başkası da "WhatsApp benim için fazla yeşil [şu anda]" dedi.

Değişim aylardır devam ediyor ancak halihazırda sadece bazı kişilere sunuluyor. Ve renk değişikliğini daha önemli hissettirebilecek bir dizi başka küçük tasarım değişikliğinin ortasında geliyor.

WhatsApp "yeni, güncellenmiş görünüm" diye adlandırdığı tasarımını kısa süre önce kullanıma sunmaya başladı.

Uygulamadan yapılan açıklamada, "Aralıklar, renkler, simgeler ve daha fazlası dahil WhatsApp'ın nasıl göründüğü ve hissettirdiğine ilişkin bazı değişiklikler yaptık" dendi. 

Bu değişiklikler WhatsApp'a modern ve yeni bir deneyim getiriyor. Onu daha erişilebilir ve kullanımını daha kolay kılıyor.

Renkler dışında pek çok şey değiştirildi. WhatsApp bir karanlık mod sundu ve aydınlık moda daha fazla beyaz ekledi; simge ve butonlarının görüntülerini güncelledi; uygulamanın bölümleri arasındaki boşluğu artırdı; Sohbetler sekmesinde bir WhatsApp logosu yerleştirdi ve Android navigasyonuna güncellemeler getirdi.

Ancak kullanıcıları rahatsız eden, yeni renklerin kullanılması oldu. Özellikle de mesajlaşma için mavi yerine yeşilin kullanılmaya başlaması.

Whatsapp ayrıca "marka rengine" uyması için yeşilin tonunu da değiştirdi. Daha genel olarak, farklı yerlerde farklı renkler kullanacağını ve bunu "ekranda en önemli şeylere odaklanılabilmesi için daha bilinçli" yapacağını belirtti.

Bununla birlikte, çok sayıda küçük ayarın bir anda yapılması renk değişikliğini daha önemli gösterebilir çünkü diğer düzenlemeler de aynı anda kullanıma sunuldu.

Değişim bir süredir devam ediyor. Ancak WhatsApp bunun kademeli ve yavaş bir şekilde uygulanacağı uyarısını yapmıştı. Bu da birçok kişinin hayal kırıklığına yeni uğramasını açıklayabilir.

Sorun giderme sayfasında "WhatsApp kullanan herkes eninde sonunda bu güncellemeyi alacak, dolayısıyla bu sizin katılmamayı tercih edebileceğiniz bir şey değil" uyarısı mevcut. 

Bu değişiklikleri henüz göremiyorsanız, herkese ulaşması için kısa süre beklemek gerekebilir.

Independent Türkçe

 


Nükleer füzyonda büyük atılım: Sınırsız temiz enerjinin önündeki kritik engel aşılıyor

Enerji üretmek için nükleer füzyon reaksiyonu içindeki sıcak plazmanın stabil tutulması gerekiyor (US ITER)
Enerji üretmek için nükleer füzyon reaksiyonu içindeki sıcak plazmanın stabil tutulması gerekiyor (US ITER)
TT

Nükleer füzyonda büyük atılım: Sınırsız temiz enerjinin önündeki kritik engel aşılıyor

Enerji üretmek için nükleer füzyon reaksiyonu içindeki sıcak plazmanın stabil tutulması gerekiyor (US ITER)
Enerji üretmek için nükleer füzyon reaksiyonu içindeki sıcak plazmanın stabil tutulması gerekiyor (US ITER)

Nükleer füzyondan enerji üretmenin önündeki en kritik engellerden ikisi aşıldı ve bilim insanları bunun neredeyse sınırsız temiz enerji üretme yolunda büyük bir ilerleme olduğunu söylüyor.

ABD'li enerji firması General Atomics'ten bir ekip, yeni nesil güç kaynağını donut şeklindeki tokamak reaktörü içinde çalıştırmada "etkili bir noktaya" ulaştı.

Nükleer füzyon, muazzam miktarlarda enerji üretmek için Güneş'te yaşanan doğal süreçleri kopyalar ancak anlamlı bir şekilde çalışması için reaktör içindeki süper sıcak plazmadan yararlanmak gerekirken bunun zor olduğu görülüyor.

En büyük engellerden ikisi, plazmayı yeterince yüksek bir yoğunluk seviyesine çıkarmak ve daha sonra plazmayı yararlı olması için yeterince uzun süre reaktör içinde tutmaktı.

gfbrt
Donut şeklindeki bir odanın hidrojen iyonları arasında nükleer füzyon gerçekleşene kadar aşırı ısıtılmış plazmayı tutacağı ITER cihazının tamamını gösteren bir görsel (ITER)​​​​​

Araştırmacılar, buluşu detaylandıran makalede "Füzyon enerjisi insanlığın nihai enerji kaynağıdır" diye yazdı.

Rapor ettiğimiz çalışma şekli, tüm dünyada birçok füzyon reaktörü tasarımındaki bazı kritik gereksinimleri karşılıyor ve ekonomik bakımdan cazip füzyon enerjisi üretmek için bir çalışma noktasına olası bir kapı açıyor.

"A high-density and high-confinement tokamak plasma regime for fusion energy" (Füzyon enerjisi için yüksek yoğunluklu ve yüksek kısıtlamalı tokamak plazma şekli) başlıklı makale çarşamba günü Nature adlı akademik dergide yayımlandı.

General Atomics'te Siye Ding yönetimindeki araştırma, plazma yoğunluğunu artırmak için Greenwald limiti diye bilinen bir noktanın aşılabileceğini ilk kez gösterdi.

Ekip mıknatıslar ve ağır hidrojen gazı kullanarak süper sıcak plazmayı 2,2 saniye boyunca kaçmadan bu sınırın yüzde 20 üzerinde tuttu.

Deney 1,6 metre yarıçaplı bir tokamak odasında yapıldı ki bu Fransa'da inşa edilmekte olan reaktörün 6,2 metrelik yarıçapından önemli ölçüde daha küçük.

Provence'taki Uluslararası Termonükleer Deneysel Reaktör (ITER) projesi, dünyada nükleer füzyon enerjisini önemli bir ölçekte gösteren ilk proje olmayı hedefliyor.

2025'te tamamlanması beklenen 23 bin tonluk ITER Tokamak, plazmayı ısıtmak için gerekenden en az 10 kat daha fazla enerji üretebilecek kapasitede olacak.

Independent Türkçe


Microsoft, Alphabet ve Intel ocak-mart dönemi bilançolarını açıkladı

Fotoğraf: AA
Fotoğraf: AA
TT

Microsoft, Alphabet ve Intel ocak-mart dönemi bilançolarını açıkladı

Fotoğraf: AA
Fotoğraf: AA

ABD'li teknoloji şirketlerinden Microsoft, Alphabet ve Intel'in gelirleri ocak-mart döneminde yükseldi.

Mali takvimde ocak-mart dönemini 3. çeyrek olarak kabul eden Microsoft bilançosunu açıkladı.

Buna göre, şirketin geliri ocak-mart döneminde geçen yılın aynı dönemine oranla yüzde 17 artarak 61,9 milyar dolara çıktı. Microsoft 2023'ün ocak-mart döneminde 52,9 milyar dolarlık gelir elde etmişti.

Şirketin net karı da aynı dönemde yüzde 20 artarak 21,9 milyar dolara yükseldi. Firmanın net karı geçen senenin aynı döneminde 18,3 milyar dolar olmuştu.

Microsoft'un hisse başına karı da bu dönemde 2,45 dolardan 2,94 dolara yükseldi.

- Alphabet temettü dağıtacak

Google'ın ana kuruluşu Alphabet de 2024'ün ilk çeyreğine ilişkin bilançosunu açıkladı.

Buna göre, Alphabet'in yılın ilk çeyreğinde elde ettiği gelir geçen senenin aynı dönemine göre yüzde 15 artarak 80,5 milyar dolara çıktı. Şirket, 2023'ün ilk çeyreğinde 69,8 milyar dolarlık gelir sağlamıştı.

Şirketin net karı da ilk çeyrekte geçen senenin aynı dönemine göre yüzde 57 artışla 23,7 milyar dolara ulaştı. Alphabet, geçen yılın ilk çeyreğinde 15,1 milyar dolar net kar elde etmişti.

Firmanın geçen yılın ocak-mart döneminde 1,17 dolar olan hisse başına karı da bu senenin aynı döneminde 1,89 dolara yükseldi.

Alphabet, 10 Haziran 2024 itibarıyla kayıtlı hissedarlarına hisse başına 0,20 dolar nakit temettü dağıtacağını duyurdu. Şirketin, yönetim kurulunun onayına tabi olarak üç ayda bir nakit temettü ödemeyi planladığı aktarıldı.

- Intel
Dünyanın en büyük mikroçip üreticilerinden Intel, 2023'ün ilk çeyreğine ait bilançosunu yayımladı.

Buna göre, şirketin yılın ilk çeyreğinde elde ettiği gelir geçen yılın aynı dönemine oranla yüzde 9 artarak 12,7 milyar dolar oldu. Intel, geçen yılın ocak-mart döneminde 11,7 milyar dolar gelir sağlamıştı.

Intel, yılın ilk çeyreğinde 437 milyon dolarlık net zarar açıkladı. Intel, geçen yılın aynı döneminde 2,8 milyar zarar bildirmişti.

Mikroçip üreticisinin hisse başına zararı da bu dönemde 9 sent olarak hesaplandı. Şirket, geçen yılın ilk çeyreğinde hisse başına 66 sent zarar açıklamıştı.


Google, İsrail anlaşmasını protesto edenleri kovmayı sürdürüyor

Fotoğraf: AFP
Fotoğraf: AFP
TT

Google, İsrail anlaşmasını protesto edenleri kovmayı sürdürüyor

Fotoğraf: AFP
Fotoğraf: AFP

Google, İsrail'le yaptığı anlaşmayı protesto eden yaklaşık 20 personeli daha işten çıkardı. Bu gelişme, şirketin CEO'su Sundar Pichai'nin çalışanlara gönderdiği bir notta "karışıklığa sebep veren konular üzerine kavga etmemeleri ya da siyaset tartışmamaları" çağrısında bulunmasından birkaç gün sonra yaşandı.

İşten çıkarmalar, Google'ın geçen hafta İsrail devletiyle yaptığı bulut bilişim sözleşmesini protesto eden 28 çalışanını kovmasının devamı niteliğinde.

Söz konusu personel, Google'ın yürüttüğü soruşturma sonucunda New York ve Kaliforniya eyaletinin Sunnyvale kentindeki ofislerinde protesto düzenledikleri tespit edildikten sonra işten çıkarıldı.

Eylemi organize eden No Tech For Apartheid adlı gruba göre, Sunnyvale'de çalışanlar Google Cloud'un patronu Thomas Kurian'ın ofisine girdi.

Geçen haftaki işten çıkarmaların ardından bir Google sözcüsü, "Protesto düzenleyen az sayıda personel birkaç ofisimize girip çalışmaları aksattı. Diğer personelin çalışmalarını fiziksel olarak engellemek ve tesislerimize erişiminin önüne geçmek politikalarımızın açık bir ihlalidir ve tamamen kabul edilemez bir davranıştır" demişti.

Sözcü, "Şimdiye kadar 28 çalışanın işine son verilmesiyle sonuçlanan bireysel soruşturmaları tamamladık ve gerektiğinde soruşturmaya ve harekete geçmeye devam edeceğiz" diye eklemişti.

Şirket geçen hafta "Soruşturmaya devam edeceğini ve gerektiğinde harekete geçeceğini" belirtmişti.

Konu nedeniyle işten çıkarılan toplam Google çalışanı sayısı, son işten çıkarmalarla birlikte 50'yi aşmış oldu.

No Tech for Apartheid, Google'ın, oturma eylemlerine doğrudan katılmayanlar da dahil çalışanları "ayrım gözetmeksizin" işten çıkardığını iddia etti.

ABD'de Filistin yanlısı protesto dalgası görülüyor ve bu protestoların düzenlendiği yerler arasında Yale ve Columbia gibi üniversite kampüsleri de var.

Google çalışanları, şirketin Nimbus Projesi kapsamında devlet ve orduya bulut bilişim hizmetleri sağlamak üzere İsrail'le yaptığı 1,2 milyar dolarlık sözleşmeyi protesto etti.

Protestolar, 7 Ekim'de Hamas'ın İsraillilere yönelik gerçekleştirdiği ve 1200 kişinin ölümüne yol açan saldırılara misilleme olarak İsrail güçlerinin Gazze'yi istila etmeyi ve masum siviller de dahil binlerce kişiyi öldürmeyi sürdürdüğü bir dönemde gerçekleşti.

No Tech for Apartheid sözcüsü "Şirket muhalefeti bastırmaya, çalışanlarını susturmaya ve onlar üzerindeki gücünü yeniden tesis etmeye çalışıyor" dedi.

Google CEO'su Pichai şirket içi bir notta, teknoloji devinin açıklığının siyaset için değil, işle ilgili konular için geçerli bir güç olduğunu söyledi.

"Harika ürünler yaratmamızı ve harika fikirleri eyleme dönüştürmemizi sağlayan canlı, açık bir tartışma kültürüne sahibiz... Ancak nihayetinde biz bir işyeriyiz ve politikalarımız ve beklentilerimiz açık: Burası bir işletme" dedi.

Independent Türkçe