Dibeybe hükümeti Türkiye ile yapılan anlaşmaları savundu

Ankara, Yunanistan’ın ve AB’nin açıklamalarının kendisi açısından bir önemi olmadığını vurguladı.

Libya Başkanlık Konseyi Başkanı Menfi, Türk heyetiyle Trablus'ta bir araya geldi. (Başkanlık Konseyi)
Libya Başkanlık Konseyi Başkanı Menfi, Türk heyetiyle Trablus'ta bir araya geldi. (Başkanlık Konseyi)
TT

Dibeybe hükümeti Türkiye ile yapılan anlaşmaları savundu

Libya Başkanlık Konseyi Başkanı Menfi, Türk heyetiyle Trablus'ta bir araya geldi. (Başkanlık Konseyi)
Libya Başkanlık Konseyi Başkanı Menfi, Türk heyetiyle Trablus'ta bir araya geldi. (Başkanlık Konseyi)

Şarku’l Avsat’ın edindiği bilgilere göre Libya’daki geçici Ulusal Birlik Hükümeti (UBH) Başbakanı Abdulhamid ed-Dibeybe, Türkiye ile imzalanan tartışmalı anlaşmaları savundu. Dibeybe, bu anlaşmaların, ‘Libya halkının yüksek çıkarlarına’ hizmet ettiğini belirtirken dost ülke Türkiye’den gelen heyeti ağırlamaktan duyduğu mutluluğu dile getirdi. Diğer yandan Başkanlık Konseyi Başkanı Muhammed el-Menfi söz konusu anlaşmalara dair yorum yapmaktan kaçınarak Trablus'ta Türk heyetiyle yaptığı görüşmede, parlamento ve cumhurbaşkanlığı seçimleri yoluyla Libya'daki siyasi süreci ilerletmenin yollarını ele aldıklarını belirtti. Ülkede istikrar ve barışı sağlamak için Libya topraklarının birliğini vurguladı.
UBH Başbakanı Dibeybe, hükümetinin iki ülke arasındaki ilişkilerin güçlendirilmesi çerçevesinde güvenlik eğitimi, petrol ve gaz enerjisi ve medya alanlarında mutabakat zaptı imzaladıklarını açıkladı. İki ülkenin yetkilileri arasında Libya-Türkiye Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi’nin Trablus'taki toplantısına yönelik hazırlıklara değinildiğine ve bazı önemli stratejik projelerin başlangıcı olması beklenen Libya-Türkiye Ortaklık Forumu’nun ele alındığına da işaret etti.
UBH Sözcüsü Muhammed Hammude, yaptığı açıklamada şunları söyledi:
“Libya ve Türkiye arasında hidrokarbon enerjisine yönelik imzalanan mutabakat zaptı, petrol, gaz ve hidrokarbonda arama, üretim, ulaşım, arama ve ticaret ile ilgili projelerin geliştirilmesi yoluyla iki ülke arasında çeşitli alanlarda iş birliğini geliştirmeyi ve Libya Ulusal Petrol Şirketi (NOC) ile Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı (TPAO) arasında ortak şirketlerin kurulmasının amaçlıyor. Libya devletinin ve halkının çıkarına olan bu mutabakat zaptını eleştirmek i. Siyasette bir rekabet meselesi.”
Diğer yandan Mısır ve Yunanistan dışişleri bakanları pazartesi akşamı yaptıkları telefon görüşmesinden sonra, Trablus'taki UBH’nin ‘herhangi bir uluslararası anlaşma ya da mutabakat zaptı imzalama yetkisine sahip olmadığını’ öne sürdüler. Mısır Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Ahmed Ebu Zeyd, Yunanistan Dışişleri Bakanı Nikos Dendias'ın bu konudaki istişareleri tamamlamak için önümüzdeki hafta Mısır'ı ziyaret edeceğini açıkladı. UBH’nin ‘Libya'nın geleceğini ve kaynaklarını etkileyen’ yeni anlaşmalar imzalamaya devam etmesi karşısındaki şaşkınlığını dile getiren Ebu Zeyd şunları söyledi:
“UBH, görev süresi dolan ve Temsilciler Meclisi (TM) tarafından güven oyu geri çekilmiş olan bir hükümet. Bu yüzden imzaladığı anlaşmaların da herhangi bir geçerliliği yok.”
Dibeybe hükümetinin kurulmasının önünü açan Libya Siyasi Diyalog Forumu'nun (LSDF), hükümetin Libya'nın geleceği ile çelişen herhangi bir anlaşmaya varamayacağını vurgulayan bir yol haritasını onayladığını hatırlatan Bakanlık Sözcüsü, Mısır'ın UBH ile Türkiye arasında imzalanan anlaşmalara karşı çıkmasının ‘Libya'daki karmaşık ve gergin durumun istikrarı ile ilgili bir prensip meselesi olduğunu’ söyledi.  Bu tür anlaşmaların imzalanmasının durumu daha da karmaşık hale getirdiğini iddia etti.
Yunanistan Dışişleri Bakanlığı’ndan yapılan açıklamada ise Yunanistan’ın uluslararası deniz hukukuna tam saygı göstererek tüm yasal yolları kullanarak savunmayı amaçladığı bölgede ‘tüm egemenlik haklarına sahip olduğu’ vurgulandı. Açıklamada, 2019 yılında Türkiye ile Libya arasında imzalanan Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına İlişkin Mutabakat Muhtırası’nın ‘yasa dışı ve geçersiz olduğu’ öne sürüldü. Dolayısıyla kimsenin buna itiraz etme hakkı olmadığı’ savunuldu. Söz konusu mutabakat muhtırasının uygulanmasına yönelik herhangi bir işaret ya da eylemin fiili olarak yasa dışı olacağı ve ciddiyetine bağlı olarak Avrupa Birliği (AB) ve NATO düzeylerinde karşılık verileceği kaydedildi. Yunanistan'ın, Türkiye'nin bölgesel eylemleri hakkında ‘ortaklarını ve müttefiklerini bilgilendirmeye devam edeceğinin’ aktarıldığı açıklamada, Atina’nın TM Başkanı Akile Salih ve TM Enerji Komitesi'nin mutabakat muhtırasının geçersiz ve yasa dışı olduğuna dair açıklamalarından duyduğu memnuniyet dile getirildi.
AB tarafından yapılan açıklamada ise UBH ile Türkiye'nin 2019 tarihli Akdeniz'de Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına İlişkin Mutabakat Muhtırası temelinde hidrokarbonlar konusunda bir anlaşma imzaladığına dair haberlerin ihtiyatla ele alındığı ifade edildi. AB’nin söz konusu mutabakat muhtırasıyla ilgili tutumunun Avrupa Konseyi tarafından mutabakat muhtırasının üçüncü taraf ülkelerin egemenlik haklarını ihlal ettiği, deniz hukukuna aykırı olduğu ve üçüncü taraf ülkeler için herhangi bir hukuki sonuç doğurmayacağı göz önüne alınarak aynı yılın aralık ayında açıkça tanımlandığını ve değişmediğini belirten açıklamada, henüz duyurulmayan yeni anlaşmanın içeriğiyle ilgili daha fazla açıklama yapılması ve bölgesel istikrarı zedeleyebilecek eylemlerden kaçınılması gerektiği vurgulandı.
Diğer taraftan Türkiye, UBH ile hidrokarbon kaynakları (petrol ve doğal gaz) alanında imzalanan mutabakat zaptı konusunda Yunanistan’dan ve AB’den yapılan açıklamaların önemli olmadığını vurguladı. Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Tanju Bilgiç, Yunanistan’ın ve AB’nin Türkiye ile Libya arasındaki mutabakat zaptına ilişkin açıklamalarının ülkesi açısından hiçbir önemi olmadığını söyledi. Bilgiç, yaptığı yazılı açıklamada “İki egemen devlet arasında iş birliğine yönelik bu anlaşmaya itiraz edilmesi, hem uluslararası hukuka hem de Birleşmiş Milletler'in (BM) temel ilkelerine aykırı” dedi. Yunanistan'ınyalnızca Türkiye'nin değil Libya'nın da meşru haklarını gasbetmeye çalıştığını söyleyen Bilgiç, “Yunanistan'ın Türkiye-Libya ilişkilerinin daha da ilerletilmesini önleme çabaları, sonuç vermeyecek” ifadelerini kullandı.
AB'nin Yunanistan'ın maksimalist taleplerine ve samimi diyalogdan kaçan ve uluslararası yargı yollarını tıkayan tutumuna destek olmasının, hem kendi müktesebatına hem de uluslararası hukuka aykırı olduğunu söyleyen Bilgiç, “Bu nedenle hem AB'yi hem de AB'ye üye ülkeleri sınırlarını ve yetkilerini aşmamaya, uluslararası hukuka ve BM ilkelerine uygun olarak devletlerin egemenliklerine ve eşitliklerine saygı göstermeye davet ediyoruz” ifadeleirni kullandı. Bu, Yunanistan Dışişleri Bakanlığı'nın ‘Trablus’ta imzalanan mutabakat muhtırasının uygulanmasına yönelik herhangi bir işaret ya da eylemin fiili olarak yasa dışı olacağı ve ciddiyetine bağlı olarak AB ve NATO düzeylerinde karşılık verileceğini’ belirttiği, UBH ile Türkiye arasında imzalanan mutabakat zaptını reddettiğine dair açıklamasına yanıt niteliğindeydi.



PKK, Hamas, Hizbullah: Yarım asırlık silahlı örgütlerin Ortadoğu’daki etkisi

Fotoğraf: Reuters
Fotoğraf: Reuters
TT

PKK, Hamas, Hizbullah: Yarım asırlık silahlı örgütlerin Ortadoğu’daki etkisi

Fotoğraf: Reuters
Fotoğraf: Reuters

Rüstem Mahmud

Bir gün içinde PKK militanları Türkiye topraklarından çekiliyor veya Güvenlik Konseyi Hamas'ı silahsızlandırma kararı aldı ya da Lübnan hükümeti ordunun Hizbullah'ı silahsızlandırma planını bekliyor yahut Irak'taki Haşdi Şabi ile Suriye, Yemen ve Libya’daki diğer örgütler hakkında benzer haberler ve raporlar duyabiliyoruz. Yıllardır, bu savaşçı örgütler, üyeleri ve davranışları bölgemizdeki en önemli ve çoğu zaman tek haber oldular. Dış gözlemciler artık siyasi, sosyal ve kültürel sahnemizi çok çeşitli örgütlerin ve savaşçılarının yuvasından ibaret sanmaya başladılar.

Bu örgütler yalnızca silahlı eylem konumunu işgal etmiyorlar, aynı zamanda siyasi rollere, etkinliğe ve üretkenliğe de sahipler. Yaşadıkları toplumların geniş kesimleri için prestijli ve sembolik değere sahip bir konuma sahipler. Savaşçıları, en azından toplumun belirli bir kesimi için, bir kutsallık halesiyle çevrililer.

Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı analize göre 1970'lerin başından itibaren, bu örgütler bölgemizdeki olağanüstü siyasi gerçeklikler ve bağlamların bir sonucu olarak ortaya çıktılar. Filistin ve Kürt meselelerine, birçok devletin, kendilerini baskı altında hisseden, yalnızca siyasi eylem ve mücadeleyle asgari düzeyde bile uzlaşıya varamayan milyonlarca insandan oluşan topluluklara yönelik bir tür “sıfır toplamlı” yaklaşımı damga vurmuştu. Nasırcılığın 1967’deki savaşta uğradığı yenilgi, devletin ve düzenli orduların sahip oldukları güç ve nüfuzu kaybetmelerine neden oldu. İran rejimi, dış politikasının bir dayanağı olarak hizipçiliğe dayanan uzun vadeli bir strateji uygulayarak, bu iki temele mezhepsel bir boyut ve yük ekledi. Ancak, bu örgütlerin türediği ülkelerde ekonomik, siyasi, güvenlik, anayasal, eğitim ve sağlık yapıları tamamen başarısız olmasaydı, bu çeşitli koşullar ve araçlar etkili olmazdı. Söz konusu örgütler bu başarısızlık sayesinde kendilerini kurtarıcılar ve devlet adına hareket ederek tüm ulusu koruyan araçlar olarak sundular.

Yarım asırdan fazla bir süre boyunca, bu örgütlerin üyeleri ve liderleri, toplumlarımızın geniş kesimleri arasında sahip oldukları “sembolik hegemonya” sayesinde, kamusal alana bir değerler, söylemler ve normatif araçlar cephanesi dayatmayı başardılar. Bunlar arasında şunlar sayılabilir: “Şiddet, değişimin özü ve tek aracıdır”, “sembolik lider tarihsel bir zorunluluktur”, “mevcut koşullar ucu açık bir olağanüstü hal gerektirmektedir”, “toplumsal ilerleme ve statü, bu örgütlere sadakat ve bağlılıkla bağlantılıdır”, “bu sınıfın üyeleri eleştirinin ötesindedir ve şehitler aziz statüsüne sahiptir”, “servet, eğitim, incelikli eylemler, entelektüel üretim ve sanatsal çalışma gibi şeyler, bu örgütlerle bağlantılı olmadıkları sürece anlamsızdır”. Bunlar ve benzeri birçok söylem kamusal alanda sürekli bir korku duygusu yaratıyor ve mevcut koşullarımızın “istisnai” olduğu yönünde derin bir hissi besliyordu. Tüm bunlar, toplumların geleceği ve güvenliği ve bu “savaşçı sınıf” örgütlerinin varlığını sürdürmesiyle sıkı sıkıya bağlantılıydı.

Samurayların ortadan kaldırılması, eski Japonya'nın sonunu ve hümanist modernitenin ilke ve değerlerine bağlı modern, medeni ve demokratik bir devletin yükselişini işaret ediyordu

Bir bakıma, bu sınıfın üyeleri, başlangıçta üyeleri İmparatorluk Muhafızları'nda asker olan, daha sonra zamanla, toplumsal güvenliği ve kaos dönemlerinde imparatorluk gücünün bütünlüğünü korumada oynadıklarını söyledikleri olağanüstü roller sayesinde kamusal bir rol, bir tür kontrol, otoriter konum ve sembolik statü üstlenen geleneksel Japon samuraylarına benzer hale geldiler. Davanın koruyucularından “davanın kendisine” dönüştüler. Kamu düzenini korumaya adanmış savaşçılar konumundan, her türlü kamusal erdemin sembolü haline geldikleri için, yerel topluluklara kendilerine ayrıcalıklı bir şekilde davranmayı dayatan, mali, idari, ticari, sembolik ve kültürel derebeyliklerin liderleri ve sahipleri konumuna geçiş yaptılar.

Tıpkı Japon samuraylarının tarihsel anlatısında olduğu gibi, bölgemizdeki bu savaşçılar ve örgütleri de, farklı derecelerde de olsa oldukça karmaşık ve istisnai tarihsel koşullardan sonra ortaya çıktılar. Ancak kendilerini “davanın kendisine” dönüştürmekten çekinmediler. Bu çeşitli örgütler, varoluşlarının asıl nedeni ortadan kalkmış olsa bile, askeri ve sembolik genel egemen statülerini her zaman farklı derecelerde de olsa korumaya gayret ettiler. Nitekim Lübnan Hizbullahı, İsrail'in bir kısmını yeniden işgal etmesinden önce tüm Lübnan topraklarından çekilmesinden çeyrek asır sonra bile silahlarını elinde tutmaya kararlı. Filistinli Hamas hareketi, silahını, Filistin'in tek kurtarılmış bölgesi olan Gazze Şeridi'ndeki tüm yaşam biçimlerinin sürekliliğinden ve devamından daha kutsal, gerekli ve kaçınılmaz görüyor.

Ancak, savaşçı sınıf ve silahlı örgütleri içindeki tüm bu otoriter özelliklerin bölgemizde yerleşik olmasına, toplumlarımızdaki genel modernleşme süreçleri bağlamında oynayabilecekleri gerici rollerin açıkça kabul edilmesine rağmen, temel soru hâlâ ortada duruyor: Bu örgütleri, bu istisnai sınıfı, ortaya çıktıkları koşulların, iklimlerin ve şartların yapısında köklü dönüşümler yaratmadan rollerini ve egemenliklerini ortadan kaldırmak mümkün müdür? Mevcut Hamas dağılsa bile, milyonlarca Filistinli, nesnel bir barışı asgari koşullarda da olsa karşılayan bağımsız bir devlete sahip olmadığı sürece, farklı isimler, sloganlar ve mekanizmalarla yeni bir Hamas'ın ortaya çıkmayacağının garantisi var mı? Türkiye'deki Kürt sorunu, Kürdistan İşçi Partisi'nin (PKK) ve 40 yıllık silahlı mücadelesinin doğuşuna mı sebep oldu, yoksa PKK mı Kürt sorununu doğurdu? Dolayısıyla “Kürt mazlumiyeti gölü” varlığını ve etkinliğini koruduğu sürece, oradaki “Kürt mücadelesi balığı”nın yok olacağının bir garantisi var mı?

Samurayların ortadan kaldırılması, eski Japonya'nın sonunu ve hümanist modernitenin ilke ve değerlerine bağlı modern, medeni ve demokratik bir devletin yükselişini işaret ediyordu. Ama öncelikle Japonya, “hakkı” olduğuna inandığı şey uğruna komşu ülkeleri işgal edip milyonlarca masum insanı tekrar öldüremeyecek üretken bir ülke. Japonya artık birçok şeyi başarabilen bir ülke, bunların başında da geçmişte yaptıklarından dolayı özür dileyebilmesi geliyor.


Suriye Savunma Bakanlığı: SDG ile çıkan çatışmada iki asker hayatını kaybetti

Deyrizor'daki SDG milisleri (Arşiv – Reuters)
Deyrizor'daki SDG milisleri (Arşiv – Reuters)
TT

Suriye Savunma Bakanlığı: SDG ile çıkan çatışmada iki asker hayatını kaybetti

Deyrizor'daki SDG milisleri (Arşiv – Reuters)
Deyrizor'daki SDG milisleri (Arşiv – Reuters)

Suriye Savunma Bakanlığı bugün yaptığı açıklamada, dün akşam Rakka kırsalında Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ile çıkan çatışmalarda iki askerin öldürüldüğünü duyurdu.

Suriye devlet televizyonu dün akşam, SDG'nin bölgedeki Suriye ordusu mevzilerine sürpriz bir saldırı düzenlemesinin ardından Rakka'nın doğusundaki Ma'adan şehri civarında şiddetli çatışmaların çıktığını bildirdi. Kanal, SDG'nin bölgedeki ordu mevzilerini hedef almasının ardından ordu topçularının SDG'nin ateşine karşılık verdiğini de ekledi. SDG ise güçlerinin DEAŞ unsurlarının Rakka'nın doğusundaki Ganem el-Ali çölünde bulunan mevzilerine insansız hava araçları (İHA) fırlatmak için kullandıkları bir dizi mevziyle mücadele ettiğini söyledi. SDG tarafından yapılan açıklamada, “Bölge, bu hafta Şam hükümetine bağlı gruplar tarafından bir dizi saldırıya maruz kaldı. Bu saldırılar, terörist saldırılarını gerçekleştirmek için bu bölgeleri kullanan DEAŞ unsurlarının faaliyetleriyle paralel olarak gerçekleşti” denildi. SDG, ‘Suriye'nin kuzey ve doğusunu meşru bir şekilde savunmaya ve sivilleri hedef alan her türlü terörist tehdidi önlemeye’ kararlı olduğunu vurguladı.

Bu hafta başında SDG, doğu Rakka'da Suriye hükümeti gruplarının saldırısını engellediğini duyurmuş ve çatışmanın tırmanmasını önlemek için orantılı bir yanıt verildiğini belirtmişti.

SDG, Suriye'nin kuzey ve doğusunun büyük bir bölümünü kontrol ediyor.

Suriye Savunma Bakanı Murhaf Ebu Kasra geçen ay, başkent Şam'da SDG lideri Mazlum Abdi ile görüştüğünü ve ülkenin kuzey ve kuzeydoğusundaki tüm cephelerde ve askeri konuşlanma noktalarında derhal kapsamlı bir ateşkes üzerinde anlaştıklarını söyledi.


İsrail'in Gazze'nin güneyine düzenlediği hava saldırısı sonucu 3 kişi hayatını kaybetti, 15 kişi yaralandı

Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus'ta bulunan Nasır Hastanesi'nde İsrail saldırısı sonucu hayatını kaybedenlerin cenaze namazını kılan Filistinliler (Reuters)
Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus'ta bulunan Nasır Hastanesi'nde İsrail saldırısı sonucu hayatını kaybedenlerin cenaze namazını kılan Filistinliler (Reuters)
TT

İsrail'in Gazze'nin güneyine düzenlediği hava saldırısı sonucu 3 kişi hayatını kaybetti, 15 kişi yaralandı

Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus'ta bulunan Nasır Hastanesi'nde İsrail saldırısı sonucu hayatını kaybedenlerin cenaze namazını kılan Filistinliler (Reuters)
Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus'ta bulunan Nasır Hastanesi'nde İsrail saldırısı sonucu hayatını kaybedenlerin cenaze namazını kılan Filistinliler (Reuters)

İsrail savaş uçakları, Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus'un doğusuna hava saldırısı düzenlerken, sivil savunma ekipleri kanlı bir günün ardından bölgeden üç ceset çıkardı ve 15 yaralıyı tahliye etti.

Filistin Enformasyon Merkezi, ‘işgal uçaklarının bu sabah erken saatlerde Han Yunus'un doğusunda, ağır topçu bombardımanı ile eşzamanlı olarak birkaç hava saldırısı düzenlediğini’ bildirdi.

Gazze Şeridi'ndeki Sivil Savunma Müdürlüğü, ‘işgal güçlerinin Han Yunus'un doğusundaki Beni Suheyla bölgesinde bir evi bombalamasının ardından üç şehit çıkarıldığını ve 15 yaralı tahliye edildiğini’ duyurdu.

Gazze Şeridi'ndeki hastanelerin sağlık kaynakları dün, ‘İsrail ordusunun 10 Ekim'de yürürlüğe giren ateşkes anlaşmasını açıkça ihlal ederek, Gazze ve Han Yunus şehirlerinde 17'si çocuk ve kadın olmak üzere 28 kişiyi öldürdüğünü’ bildirdi.

Hamas Sözcüsü Hazım Kasım bugün yaptığı açıklamada, İsrail’i Gazze anlaşmasını ihlal etmekle suçladı. Kasım, İsrail’in aralarında kadın ve çocukların da bulunduğu çok sayıda kişiyi öldürdüğünü ve yaraladığını belirterek, Mısır, Katar, Türkiye ve ABD’yi bu ‘ihlalleri’ derhal durdurmak için harekete geçmeye çağırdı.

Kasım, İsrail ordusunun ‘anlaşmanın varlığına rağmen Gazze’de büyük bir katliam gerçekleştirdiğini’ ve bu tutumun, İsrail hükümetinin arabulucular ve garantör ülkeler nezdindeki açık saygısızlığını yansıttığını söyledi. Kasım ayrıca, bu ülkelerin işgalci güçlerin Gazze’ye yönelik saldırılarını durdurmakta yetersiz kaldığını ifade etti.

dwef
İsrail'in düzenlediği hava saldırısının gerçekleştiği bölgeyi inceleyen Filistinliler (Reuters)

Kasım, “Şarm eş-Şeyh'te anlaşmayı imzalayan tüm tarafları, özellikle Mısır, Katar, Türkiye ve ABD'yi, sorumluluklarını yerine getirmeye ve işgalin saldırganlığını ve Gazze'deki savaşı sona erdirmek için yapılan anlaşmanın ihlallerini durdurmak için acil önlemler almaya çağırıyoruz” dedi.