Neden küresel yoksulluk sona ermiyor?

Uluslararası çabalara ve trilyonlarca dolara rağmen 45 ülkede 50 milyon insan açlık sınırında ve krizler 828 milyon daha aç insan yaratacak

Bazıları, yoksulluğu kaderin, çatışma ve rekabetin doğasının kaçınılmaz bir parçası olarak tanımlıyor (BM web sitesi)
Bazıları, yoksulluğu kaderin, çatışma ve rekabetin doğasının kaçınılmaz bir parçası olarak tanımlıyor (BM web sitesi)
TT

Neden küresel yoksulluk sona ermiyor?

Bazıları, yoksulluğu kaderin, çatışma ve rekabetin doğasının kaçınılmaz bir parçası olarak tanımlıyor (BM web sitesi)
Bazıları, yoksulluğu kaderin, çatışma ve rekabetin doğasının kaçınılmaz bir parçası olarak tanımlıyor (BM web sitesi)

Fidel Sbeity
Bangladeşli ekonomist Muhammed Yunus, yoksullukla mücadeledeki çabalarından dolayı 2006 Nobel Barış Ödülü'nü alırken, dünyayı yoksulluktan arınmış görmeyi temenni ederek "Yoksulluk, insan toplumlarının uygarlığını göstermez. Bu yüzden onu tarih sahnesine gömmeliyiz" dedi.
Bangladeşli iktisatçının temennisi, dünyanın dört bir yanındaki uluslararası ve yerel organizasyonlarda ve derneklerde çalışan milyonlarca iktisatçı, sosyolog ve görevli tarafından paylaşılıyor. Bu temenni binlerce yıl önce Hammurabi ve Platon gibi filozoflar ve krallar ile semavi ve pozitivist dinlerin peygamberleri ve Karl Marx ve Adam Smith gibi ideolojik iktisat teorisyenleri tarafından da paylaşıldı.
Onların yoksulluğu ortadan kaldırma arzusu, gelecek nesillerin de arzusu olacak gibi.  Akla gelen soru şu: Dünyada yoksulluk neden bitmiyor? Ya da en azından neden zenginler ve fakirler arasındaki eşitsizlik azalmıyor? Tüm medeniyetler, 2025 yılı için sürdürülebilir kalkınma planları veya 2030 yılı için yoksulluğu azaltma planları gibi, uygulanmaları için belirli bir tarih belirlenen sürdürülebilir kalkınma planları aracılığıyla yoksulluğun derinliğini ve genişliğini azaltmak için gayretle ve aralıksız çalışıyor. Buna rağmen son yıllarda küresel ekonomiyi saran ardışık ve ani krizler de göz önünde bulundurularak 2050 için yoksullukla mücadele planları ortaya konmaya başladı.
Her ne kadar yoksul ve gelişmekte olan ülkelerde daha fazla hükümet ve kuruluş, yoksulluğu veya onun etkilerini hafifletmeye veya ekonomik büyüme sağlayamaya çalışsa da, çabaların ve harcanan büyük paranın getirdiği başarı uzun sürmüyor. Doğal bir salgın, yeni bir savaş veya iklim değişikliklerinin göç etmek, çatışmak veya milislere katılmak zorunda kalan yoksullar üzerindeki etkisi nedeniyle gerçek bir başarı sağlanamıyor. Yoksulluk; iş insanları, varlıklı grup ve şirket yöneticileri lehine borsa anlaşmaları ve kredi temerrütleri nedeniyle işlerini ve evlerini kaybeden milyonlarca aile pahasına devam ediyor. Bu yüzden yoksulluğu ortadan kaldırmaya yönelik küresel çabalar, sıfır noktasına veya daha öncesine geri dönüyor.
Örneğin, yeni Dünya Bankası rakamlarına göre, Kovid-19 salgını 2021'de 163 milyon insanı yoksulluğa itti. Banka, düşük gelirli ülkelerde yoksulluk sınırının altında yaşayan insan sayısının yılda yüzde 2,3 artmasını bekliyor. Dünyanın en yoksulları Güney Asya ve Sahra altı Afrika'da yaşıyor. Son yıllarda Orta Doğu ve Kuzey Afrika'da aşırı yoksulluk oranları iki katına çıktı. Refah hemen hemen tüm ekonomilerde keskin bir şekilde düşecek ve Birleşmiş Milletler'in son otuz yılda küresel yoksulluğu azaltma çabalarında en şiddetli gerileme olarak gördüğü durum yaşanacak.

Değişen yoksulluk tanımlanması
Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı analize göre Britannica Ansiklopedisi'nde yoksulluğun tanımı, kötü sağlık, düşük eğitim veya beceri düzeyleri, çalışmaya güç yetirememe veya çalışmayı istememe gibi ekonomik olmayan referanslar nedeniyle bitmeyen bir sorun olarak karşımıza çıkıyor. Çünkü tanım, aynı toplumda bir zamandan diğerine, bir ülkeden diğerine ve bir sınıftan diğerine farklılık gösteriyor. Sanayi öncesi üretim tarzında, yoksulluk kaçınılmaz bir kaderin ve çatışma ve rekabetin doğasının ayrılmaz bir parçası olarak kabul ediliyordu. Mal ve hizmetlerin toplam çıktısı eşit olarak dağıtılsa bile herkese yetmeyeceği için bu tanım kabul edilmiştir. Sanayi çağında ise yoksulluğun tanımı sabit gelir, iletişim araçları, internet, enerji, temiz çevre, kaliteli eğitim gibi toplum üyelerinin çoğunluğunun elde ettiği temel ihtiyaçları bireyin veya ailenin elde edememesi olarak değiştirilmiştir.  Ancak son üç yılda, yoksulluğu tanımı, sosyal ilerleme ve sınıf atlama fırsatlarının olmamasıyla birlikte, açlık, yetersiz beslenme, cehalet, işsizlik, göç ve hayatta kalmak için temel hizmetlerin kaybını içerecek şekilde onlarca yıl öncesine döndü.
Dünya Gıda Programı, açlıkla ilgili son raporunda, Kovid-19 pandemisinin ardından uluslararası askeri ve iç sivil çatışmalara sahne olan aç dünya nüfusuna, kötüleşen iklim kriziyle birlikte 2022 yılında 828 milyon aç insanın ekleneceğini duyurdu.  45 ülkede yaklaşık 50 milyon insanın kıtlığın eşiğinde olduğu bildiriliyor. Programın raporunda, "Gerekli destek sağlanmazsa, dünya çok sayıda can ve zor kazanılan kalkınma kazanımlarını kaybedecek" dendi.
Yoksulluğun nedenleri arasında büyük açlık krizi bulunmakta. Şu durumda, herhangi bir insanın sorabileceği bariz soruyu soralım, aç insan sayısının artmasına ne yol açıyor? BM'nin ilgili kurumları, dünyadaki açların yüzde 60'ının savaş ve şiddet bölgelerinde yaşadığı şiddetli çatışmalar, ekinleri ve milyonlarca kişinin geçim kaynağını yok eden ani iklim değişiklikleri ve yüksek fiyatlar olmak üzere başlıca nedenleri sıralıyor.

Ateş çemberinin ortasında açlık
Orta Amerika ve Haiti'nin Kuru Koridoru'ndan Orta Afrika Cumhuriyeti ve Güney Sudan'dan geçerek, doğuya doğru Afrika Boynuzu, Suriye ve Yemen'den Afganistan'a kadar tüm dünyaya yayılan bir yoksulluk ve açlık döngüsü var. Nijerya, Güney Sudan ve Yemen'de insani yardım kuruluşları, Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri'nin "sanki en açları doyurmak için diğer açlardan yiyecek alıyoruz" diye açıkladığı gibi, gıda tayınlarının boyutunu ve miktarını azaltıyor. Bunun bir örneği, 2015 yılında Suriyeli mültecileri beslemek için küresel fonlar tükendiğinde, insani yardım kuruluşlarının kampları terk etmesiydi ve bu da modern Avrupa tarihinin en büyük mülteci krizlerinden birine neden oldu.
Yoksulluğun sona erdirilmesi, açlığın ortadan kaldırılması, sağlık hizmetleri ve refahın ikame edilmesi, kaliteli eğitim, cinsiyet eşitliği, temiz su ve sanitasyon, uygun fiyatlı temiz enerji, insana yakışır iş gibi Binyıl Kalkınma Hedeflerinin başarıya ulaşması planlanmasına rağmen, 2030'da yaklaşık 660 milyon insanın açlık sefaleti içinde kalacağı tahmin ediliyor. Bununla birlikte, çeşitli çevrelerin tahminlerine göre, 2030 yılına kadar aşırı yoksulluğu ortadan kaldırma hedefi belirsiz hale geldi. Ancak sorun, gerekli finansmana erişim eksikliği, zayıf yönetim ve kurumların varlığı, yaygın yolsuzluk ve kayıt dışı paralel ekonominin varlığını sürdürmesi nedeniyle kayıplarının dörtte birini karşılayamayan düşük gelirli ekonomilerde ortaya çıktı.



Araştırmacılar sınavlar için en iyi zamanı belirledi

Fotoğraf: Reuters
Fotoğraf: Reuters
TT

Araştırmacılar sınavlar için en iyi zamanı belirledi

Fotoğraf: Reuters
Fotoğraf: Reuters

Yeni bir araştırmaya göre sözlü sınava girmek, iş görüşmesi yapmak ve hatta mahkemeye çıkmak için en iyi zaman öğlen olabilir.

İtalya'nın Messina Üniversitesi'ndeki araştırmacılar, öğrencilerin sınavları geçme oranlarında, öğlene doğru saatlerle, sabahın erken saatleri veya akşama doğru saatlere kıyasla önemli bir fark buldu.

Öğrencilerin geçme oranı 08.00'de yüzde 54, 16.00'daysa yüzde 51 olarak kaydedilirken bu oran 12.00'de yüzde 72 oldu. Geçme oranları 11.00 ve 13.00'te biraz daha düşük seyrederek yüzde 67'yi gördü.

Profesör Carmelo Mario Vicario, "Akademik değerlendirme sonuçlarının gün boyunca sistematik olarak değiştiğini ve öğle saatlerinde geçiş oranlarında net bir zirve olduğunu gösteriyoruz" dedi:

Öğrencilerin geçme olasılığı, sabahın erken saatleri veya veya akşama doğru olan saatlere kıyasla, sabah öğlene doğru daha yüksek. Bu örüntünün iş görüşmelerine veya gün boyunca planlanan herhangi bir değerlendirme sürecine kadar uzanabileceğine inanıyoruz.

Çalışma, sınav yapan 680 kişi tarafından 1243 derste gerçekleştirilen 104 bin 552 değerlendirmenin sonucuna dayanıyor. Araştırmacılar, yalnızca doğru cevaplara dayanmayıp daha öznel olan ve ifade tarzının da değerlendirildiği, üniversitelerdeki sözlü sınavlara bakmayı tercih etti.

Yargıçların bir sanık lehine karar verme olasılığının ilk duruşmalarda veya yemek molalarından sonra daha yüksek olduğunu gösteren araştırmanın ardından bu çalışma yayımlandı.

Diğer yandan bunun, günün farklı saatlerinde farklı türde davaların görülmesiyle de ilgisi olabileceği düşünülüyor.

Çalışma kesin nedeni belirleyemese de öğle saatlerinde zirvenin görülmesinin, bilişsel performansın sabah saatlerinden ileriye doğru gittikçe yükseldiğini ve öğleden sonra azaldığını gösteren kanıtlarla tutarlı olduğunu belirtti.

Raporda bunun, öğrencilerin enerji seviyelerinin düşmesinin yanı sıra karar yorgunluğu yaşadıklarında daha kötü notlar verebilecek öğretim üyelerinden kaynaklanabileceği belirtildi.

Ayrıca araştırmacılar bunun, öğrencilerin ve öğretim üyelerinin (vücudun uyku zamanlarına yönelik doğal tercihi olan) kronotiplerinin yarışmasının sonucu olabileceğini söyledi:

20'li yaşların başındaki kişiler genellikle gece kuşu olurken, 40'lı yaşlarındakiler ya da daha yaşlılar erkenci olma eğiliminde. Öğretim üyelerinin en uyanık olduğu zamanlarda öğrenciler bilişsel keskinlikten en uzakta olabilir.

Prof. Vicario öğrencilerin daha iyi uykuyla, zihinsel molalarla ve sınavlarını kişisel düşük dönemlerinin dışında planlayarak bu etkilere karşı koyabileceğini öne sürdü:

Kurumlar için, sabah oturumlarını ertelemek veya kilit önemdeki değerlendirmeleri öğleye doğru toplamak sonuçları iyileştirebilir. Bu örüntünün iş görüşmelerine veya gün boyunca planlanan herhangi bir değerlendirme sürecine kadar uzanabileceğine inanıyoruz. İşe alım kararlarının da günün saatine bağlı olarak adalet veya sonuç açısından dalgalanma gösterip göstermediğini araştırmak da çok ilgimizi çekiyor.

Independent Türkçe