Kıyafetleri nedeniyle restorandan kovulan temizlikçiye Mısırlılardan destek

Zorbalık yapmakla suçlanan şahıs yoğun tepkilerin ardından görevden alındı

Kıyafetleri nedeniyle restorandan kovulan temizlikçiye Mısırlılardan destek
TT

Kıyafetleri nedeniyle restorandan kovulan temizlikçiye Mısırlılardan destek

Kıyafetleri nedeniyle restorandan kovulan temizlikçiye Mısırlılardan destek

Mısırlı temizlik işçisi Muhmmed, yemek satın almak için girdiği ünlü bir koşer restoranının çalışanı tarafından, takipçilerinin ‘sosyal zorbalık’ olarak nitelendirdiği harekete maruz kaldı. Mısırlıların destek verdiği temizlikçinin yaşadıkları yoğun öfke ve kınama ile birlikte iş tekliflerine dönüşen bir atmosfer oluşturdu. Olay, medyanın dikkatini çekti. Sanatçılar da temizlik işçisinin yanında durdular.
Olay, Dokki semtindeki ünlü bir koşer restoran zincirinin bir şubesinden kovulan temizlikçinin görüntülerinin sosyal medyada yayınlanmasıyla başladı.
Bir anda viral olan videoda Muhammed şu açıklamalarda bulundu:
"İçerideydim. Bir kutu koşeri aldım ve tıpkı herke gibi Bon'u (yemek için ödeme makbuzu) böldüm. Şube müdürü dışarı çıkmamı söyledi, neden? Kendisine ve mekana saygı duyarak dışarı çıktım. Biraz bekledim ve ‘Yine geleceğim’ dedim. Kendimi zor tuttum. Sonra Bon’u yüzüne fırlattım. Bunu neden yaptığını bilmiyorum. Biz temiziz. Her gün dükkanlardaki çöplerinizi topluyoruz diye mi böyle oluyor?”
Olay medyada ve sanat çevrelerinde öfkeye yol açtı. Sanatçılar ve medya uzmanları işçiye destek verdi.
Sanatçı Ahmed el-Avadi, Facebook sayfasından temizlikçiye gönderdiği mesajda "Üzülme, ben senin kardeşinim. Nerede olduğunu bilsem seni en iyi yemeği birlikte yemeye götürürüm” dedi. Avadi'nin gönderisi, takipçilerinden büyük beğeni aldı.
Sanatçı Ahmed el-Avadi temizlikçiye ulaşmayı başardı ve onu bir restoranda ağırladı. Sayfasında, temizlikçi ile birlikte “Kardeş” yazılı fotoğraflarını yayınladı.
Temizlikçi yerel basına kovulduğunu söyledikten sonra Awadi başka bir gönderi daha yayınlayarak “Muhammed (temizlikçi), bir nakliye sürücüsünden (asıl işi) iş teklifi aldı” diye yazdı.
Restoran yönetimi, yerel medyaya olayla ilgili soruşturma yürüttüğünü belirttiği açıklamasında ‘olayın bir yanlış anlaşılma olduğunu, özellikle temizlikçinin çekilen fotoğrafının yemek aldığını gösterdiğini ancak restoran yönetiminin sorumlu çalışanı cezalandırmaya karar verdiğini ve işe gelmemesini bildirdiğini’ kaydetti.
Aynı restoran zinciri daha önce de, Silvia Boutros adlı Hristiyan bir kadının akşam ezanından önce yemek yemesinin engellendiği şikayeti üzerine Ramazan Ayı boyunca sosyal medyada sert bir saldırıya maruz kalmıştı.
Sosyoloji Profesörü Dr. Samiye Hadar olayı ‘toplumsal zorbalık’ olarak nitelendirdi ve Şarku’l Avsat’a yaptığı açıklamada şunları söyledi:
“Temizlikçinin başına gelenler kıyafetleri ve mesleği yüzünden. Bu açık bir zorbalıktır. Yemeği bedava alacak olsa bile insanca davranılmalı. Tüm insanlar eşit olduğu için bu yapılan tüm insanlığın yüzleşmeye çalıştığı toplumsal farklılıklar fikrini pekiştiren bir davranıştır. Bazı insanların servetleri veya işleri ile gururlanmasını ifade eden ‘övünme’ diye sosyal bir hastalık var. Bazı resmi konuları abartırıyoruz ve insanları kıyafet veya mesleğe göre yargılıyoruz. Bu bir hata ve düzeltmeye çalışmamız gereken bir davranış.”
Medyada da temizlikçiyle dayanışma vardı. Mai Helmy, Facebook sayfasında şunları yazdı:
"Biri benim Muhammed’le iletişime geçmemi sağlasın. Kendisini Dubai'ye, en pahalı restorana götüreceğim. Çünkü o da Adem'in oğlu ve bunu hak ediyor. Şerefli bir iş yapıyor. Ona merhamet edin.”
Bir başka diğer paylaşımda İzze Mustafa adlı Mısırlı ‘Kurtuluş Salonu’ programında olayla ilgili yorumda bulundu:
“Adam aldıklarının parasını ödedi, neden onu dışarı çıkarıyorsun? Sorun ne? Sadece temizlik işçisi kıyafeti giyen bir kişi koşer restoranından alışveriş yapıyor. Hepsi bu.”



Lübnan: Cumhuriyetin sancıları

Beyrut'un bombalanması sonrası yükselen dumanlar (AFP)
Beyrut'un bombalanması sonrası yükselen dumanlar (AFP)
TT

Lübnan: Cumhuriyetin sancıları

Beyrut'un bombalanması sonrası yükselen dumanlar (AFP)
Beyrut'un bombalanması sonrası yükselen dumanlar (AFP)

İbrahim Hamidi

ABD ve Fransa'nın sponsorluğunda İsrail ile Hizbullah arasında imzalanan ateşkes anlaşmasının metnine göre Lübnan bir dönüm noktasının eşiğinde. Bu doğum sancıları cumhuriyetin kanının tazelenmesine mi, yoksa yeni üçüncü ya da dördüncü bir cumhuriyetin doğuşuna mı yol açacak?

Bu, el-Mecelle'nin Aralık ayı sayısının kapak haberi ve ateşkesten senaryolar, ordunun rolü, Hizbullah yenilgisinden sonra Şiilerin geleceği, mültecilerin geri dönüşü ve toplum mühendisliğine kadar konuyu her yönüyle ele alıyoruz.

Lübnan, 60 günlük ateşkes, Hizbullah ile İsrail'in güneyden çekilmesi, boşluğu Lübnan ordusu ile BM’ye bağlı UNIFIL güçlerinin doldurması, her iki taraftan da yerinden edilenlerin geri dönmesi, Meclis'in cumhurbaşkanını seçmek için toplanması, başbakanın atanması, hükümetin kurulması ve yeniden imar ile karşı karşıya bulunuyor.

Aylarca süren müzakereler ve bir yılı aşkın süredir Gazze için sürdürülen “destek savaşı”nın ardından gelen anlaşma uygulanırsa, ülke, cumhuriyetin temellerine dönüşe ya da yeni bir doğuşa tanık olacak. Lübnan Cumhuriyeti, şu anda bildiğimiz mezhepçi kotaların öncesinde, Fransız Mandası döneminde doğmuştu. İlk anayasa hazırlanıp 1926 yılında Katolik hukukçu Şarl Debbas cumhurbaşkanı seçildiğinde doğdu. O dönemde başbakanlık da Maruni Hıristiyanların elindeydi.

Bazıları, Birinci Cumhuriyet'in 1926'da doğduğuna ve 1943'te cumhurbaşkanı seçilen Şeyh Bişara el-Huri’ye kadar bir dizi Hıristiyan cumhurbaşkanı tarafından yönetildiğine inanıyor. Huri Sünni olan başbakanı Riyad el-Sulh ile ittifak kurdu ve ikisi birlikte, cumhurbaşkanlığını Marunilere, başbakanlığı Sünnilere ve meclis başkanlığını Şiilere tahsis eden sözlü bir ulusal uzlaşının temelini attılar. Saib Selam'ın anılarında, 1943'te Sabri Hamada’nın Şii olduğu için değil, en yaşlı milletvekili olduğu için yasama organının başına getirildiğini söylediğine de dikkat çekelim.

Bu nedenle pek çok kişi Birinci Cumhuriyet'in ulusal sözleşme ile doğduğuna inanıyor ve kendisi 21 Kasım 1943'teki bağımsızlık ilanına da tanıklık etti. Birinci Cumhuriyetin 1926 Anayasası ile değil de 1943 yılında doğduğunu düşünürsek, bu cumhuriyet 1975 yılında iç savaşın başlamasıyla mı yıkıldı yoksa savaşın sonuna ve 1989'daki İkinci Cumhuriyet'in başlangıcı olan Taif Konferansı’na kadar mı devam etti?

Birinci cumhuriyet 1943'ten 1975'e, ikincisi 1975'ten 1989'a ve üçüncüsü o zamandan bu yana mı?

Adı ne olursa olsun, mevcut cumhuriyetin belki de en belirgin özelliği, Taif Anlaşması’nın Hıristiyan cumhurbaşkanı pahasına Sünni başbakanı güçlendirmesiydi. Başbakan Refik Hariri'nin 2005'te suikasta kurban gitmesiyle sona eren Suriye varlığını kabul etmesiydi. Temmuz 2006 savaşı ve Hizbullah’ın İran'ın nüfuzunu genişletmek için ülke içinde ve bölgesel olarak artan rolü ile sonuçlanmasıydı.

Hizbullah ve İran'ın baskın rolünün gerilemesi ve muhaliflerinin beklentileri karşısında Lübnan yeni bir doğuşla mı karşı karşıya?

Zafer sloganları bir yana, Hizbullah'ın büyük bir yenilgiye uğradığı tartışılamaz. Zira Lübnan süreci Gazze sürecinden ayrıldı. İsrail, aralarında Hasan Nasrallah'ın da bulunduğu askeri ve sembolik liderlerini öldürdü, iletişim ve liderlik yapısını dağıttı. 1701 sayılı kararın uygulanmasını, Litani Nehri'nin arkasına çekilmeyi, dahası belki de bir İsrail tampon bölgesinin oluşturulmasını, silah tedarikinin kesilmesini ve füze üretiminin engellenmesini kabul etmek zorunda kaldı. Bunlara bir de Hizbullah’ın kuluçka ortamının ödediği muazzam insani ve ekonomik bedel ekleniyor.

Hizbullah ve İran'ın baskın rolünün gerilemesi ve muhaliflerinin beklentileri karşısında Lübnan yeni bir doğuşla mı karşı karşıya? Netanyahu, (bu sayımızda ona da özel bir dosya ayırdığımız) ABD başkanı seçilen Trump ile olan ilişkisinden ve Beyaz Saray'ın başına geçmeden önce “savaşları bitirmesi” için ona verdiği “armağan”dan destek alarak şunlarda ısrar ediyor; Hizbullah'ın kendisini yeniden silahlandırmamasını veya askeri yapısını yeniden inşa etmemesini garanti altına almak için Lübnan'da bir gözetim mekanizması kurulması, en büyük düşman olan İran'ın denetim ve “maksimum baskı” altında tutulması. Odağını özellikle Gazze Şeridi'ne kaydıran İsrail, Lübnan’da herhangi bir ihlal ile başa çıkılmaması durumunda Lübnan'a müdahale etme olanağına sahip olmak istiyor. Tel Aviv bu “haktan” vazgeçmezken, Hizbullah ve Lübnan da bunu kabul edemez.

Milisler ve rejimler bir noktada buluşmaktadır, o da dışarıda yenildikleri zaman içeride zafer aramaları, uzaktaki bir düşman tarafından yaralandıklarında ise yakın komşularından intikam almalarıdır

Burada şu sorular ortaya çıkıyor; bu durum Lübnan'da siyasi olarak nasıl ifade bulacak? Eski siyasi sözleşmenin yeniden canlandırılmasında veya yenisinin formüle edilmesinde bölgesel ve uluslararası güçlerin rolü nedir? Mısır Devlet Başkanı Cemal Abdunnasır'ın Haziran 1967 savaşından sonra çıkıp “yenilgiyi” kabul etmesi gibi, Hizbullah'ın yeni Genel Sekreteri Naim Kasım da neden çıkıp yenilgiyi kabul etmekte gecikti? Neden Hizbullah ve İran'a sadık olanlar yaşananları bir “zafer” veya “direniş” olarak değerlendirmekte ısrar ediyor?

Herhangi bir savaşın insani ve ekonomik maliyeti konusunda devlet ile milislerin farklı davrandıkları doğru, ancak devletler ile örgütlerin zaman ve tarihle ilişkilerinde farklı oldukları da doğrudur. En tehlikelisi ise milislerin ve rejimlerin bir noktada buluşmasıdır, o da dışarıda yenildikleri zaman içeride zafer aramaları, uzaktaki bir düşman tarafından yaralandıklarında ise yakın komşularından intikam almalarıdır.

Kapak konusu olan Lübnan dosyası ve Başkan Donald Trump'ın seçilmesi ve bunun Ortadoğu ve dünyadaki yansımalarına ilişkin özel dosyaya ek olarak, Aralık sayısında siyaset, ekonomi, bilim ve kültür üzerine yazılar, analizler ve röportajlar da yer alıyor.

*Bu makale Şarku'l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.