Biyolojik saatin bozulması ruh ve beden sağlığına zarar veriyor

Elektronik cihaz kullanımı uyku sorunlarına neden oluyor

Biyolojik saatin bozulması ruh ve beden sağlığına zarar veriyor
TT

Biyolojik saatin bozulması ruh ve beden sağlığına zarar veriyor

Biyolojik saatin bozulması ruh ve beden sağlığına zarar veriyor

İnsanların dijital cihazları kullanarak ödediği yüksek bedel, biyolojik saatte karmaşaya neden olmasına bağlı olarak artan zihinsel sağlık sorunlarına yol açıyor. Uyku süreci, insan yaşamının dörtte biri ile üçte biri arasındadır. Ancak vücudun ve beynin uyku ihtiyacını nasıl hissettiği hakkında çok az şey biliyoruz. Ayrıca vücudun ve beynin adaptasyonu ve bu ihtiyacın otomatik olarak ortadan kaldırılması hakkında da çok az şey biliyoruz.

Biyolojik saat
Şarku’l Avsat’ın sağlık kaynaklarından edindiği bilgilere göre bu hususta temel bir role sahip olan biyolojik saat, Hipotalamusa bulunan beynin küçük bir bölümü olan suprakiazmatik çekirdekle (SCN) yaşamımızı ve gezegendeki diğer tüm yaşamı güneş ışığının kalıplarına göre düzenleyen bir zaman çizelgesine göre çalışır. Her insan, beyne entegre olan bu temel mekanizma ile doğar ve tüm hücreler bu yaşam döngüsüne göre çalışır.
Bu moleküler saat sadece aldığımız uykunun miktarını ve kalitesini düzenlemekle kalmaz, aynı zamanda vücut ısısı, kalp atış hızı, hormon seviyeleri, bağışıklık tepkisi, ruh hali, uyanıklık, bilişsel performans ve işitsel reaksiyon süreleri gibi zihinsel ve fiziksel sağlıkta da etkili bir rol oynar. Bunların tümüne ait güneş zamanı insanların biyolojik bileşimine dayandığından, hepsinin kendi zamanları vardır.
Biyolojik saatin bozulmasının zihinsel ve fiziksel sağlığa zarar verdiğini ve dejeneratif nörolojik hastalıklar oluşturduğunu gösteren bilimsel kanıtlar artıyor. Endüstriyel dünyada yarı kalıcı ya da hatalı bir şekilde ışığa maruz kalınması sonucu, biyolojik ritimlerin senkronizasyondaki bozulmaları yaygınlaşıyor. Özellikle belirli dalgalar, serebral tedavi, endokrin yanıt ve antioksidan aktivite gibi beynin çalışmasında birtakım işlevlerin bozulmasına neden oluyor.

Mavi ışık zararları
Elektriğin ve lambanın icadı, bir asırdan fazla bir süre önce gündüz ve gece arasındaki sınırları kaldırmaya başladı. Dijital devrimse bu sınırları neredeyse tamamen ortadan kaldırdı. Dijital cihazlar tarafından yayılan mavi ışığın, biyolojik saati ayarlamak, kontrol etmek gibi bir etkisi olduğu ortaya çıktı.
Mavi ışık, ışıklardaki görünür spektrumun bir parçasıdır. Bu nedenle sabahları ona maruz kalmak vücudu harekete geçirir ve ruh halini iyileştirir. Yani, biyolojik günün başlangıcı için insan ritmini ayarlar.
Herhangi bir zamanda mavi ışığa maruz kalmak melatonin üretimini engeller. Ancak yanlış zamanda örneğin geceleri maruz kalmak biyolojik saatin senkronizasyonunu bozabilir. Ulusal Uyku Vakfı istatistikler, çocukların yüzde 75'inin ve yetişkinlerinse yüzde 70'inin yatakta ışık yayan bir elektronik cihaz kullandığını gösteriyor.
Beyin fonksiyonları, ışığa maruz kalmanın zamanlaması ve türü ile ilgilidir. Çünkü insan gözündeki fotoreseptörler (retinal nöronlar olarak bilinirler) suprakiazmatik çekirdek saatine sinyal göndermek için doğrudan beyinle iletişim kurar.
Gözün önündeki fotoreseptörler, temel protein melanospin tarafından indüklenen uzunlamasına mavi ışık dalgalarına duyarlıdır ve gün boyunca melanospin içeren ışık reseptörlerinin aktivasyonu, biyolojik saatin, nöroendokrin sinirlerin ve sinirsel davranışın aktivitesini çevreleyen zamana göre düzenler.
Ancak melanospin reseptörlerinin kendi sistemik programları vardır. Akşam ve gece saatlerinde son derece hassastırlar. Bu nedenle, geceleri az miktarda dahi mavi ışığa maruz kalmak sirkadiyen sistemi bozabilir.
Görünür ışık spektrumunda bulunan tüm renkler arasında mavi ışık sirkadiyen ritimler üzerinde en güçlü etkiye sahiptir. Akıllı telefon ekranları ve tabletler tarafından yayılan kısa uzunlamasına mavi ışık dalgalarına maruz kalmak sabahları güneş ışığına maruz kalmakla aynı etkiye sahiptir.
Yaşa bağlı olarak gözlerde meydana gelen değişiklikler aynı zamanda biyolojik saate ulaşan ışık miktarını da azaltmakta, yaşlılarda senkronizasyonu engellemekte ve uykuyu bozmakta. Gençlerin ruh sağlığı, takip ettikleri sosyal medya içeriğinden ve mavi ışık yayan cihazlara maruz kalma sürelerinden ve zamanlamasından etkilenmektedir.

Uyku eksikliği
Uyku sinir ve kaygıyı uzak tutmaya nasıl yardımcı olur? İşyerindeki gece vardiyaları, biyolojik saatin bir tür çevrelenmesini sağlar ve gece vardiyasında çalışan insanlar örneğin ABD’deki işçilerin yüzde 14'ünün uyku problemleri, kazalar, glikoz tolerans bozuklukları, kardiyovasküler problemler ve meme kanserinden muzdarip olma olasılığı diğerlerinden daha yüksektir.
Gece boyunca uyku eksikliği, sağlıklı insanların yaşamları üzerinde önemli bir etkiye sahiptir. Finlandiya Uppsala Üniversitesi'nden bir araştırma ekibi, bir gecelik uykusuzluğun, yetişkinlerin yüz ifadelerini olumsuz yönde etkilediğini ve diğer insanları olduklarından daha öfkeli gördükleri şeklinde bir veriye ulaşmışlardır. Araştırmacılar, bu durumun başkalarının niyetlerini yanlış yorumlamak anlamına gelebileceğine sebep olacağını düşünüyorlar.
Bu bağlamda İsviçre Bern Üniversitesi'ndeki araştırmacılar yakın zamanda derin uykunun duyguları sınıflandırdığını keşfettiler. Buna göre, hücrelere girmeden prefrontal korteksteki nöron cisimlerin ve protezlerin elektriksel aktivitesini ayırarak, tehlike sinyallerinin dendriti tetiklemesine izin vererek olumlu olanları depolanmasını desteklemek, diğer olumsuz ya da acı verici olanları ise bırakmayı içerdiğini sonucuna ulaştılar.
Araştırmacılar, derin uyku eksikliğinin, güvenlik ve tehlike sinyalleri arasında ayrım yapma konusunda problemlere yol açtığını, sinirleri korkuyla tepki vermeye teşvik ettiğini ve anksiyete bozukluklarına zemin hazırladığını buldular.
ABD Columbia Üniversitesi'nden araştırmacılar, uykunun oksidatif stresi hafifletmek için başka bir işlevden sorumlu olduğuna dikkat çekti. Araştırmacılara göre şiddetli oksijen tüketimi nedeniyle beynin maruz kaldığı hücre hasarının nedenlerinden biri, uyku eksikliğinin oksidatif strese karşı insan duyarlılığını artırması ve buna bağlı olarak da zamanla hasarlı hücrelerin birikmesinin nörodejeneratif hastalıklarda kendisini göstermektedir.
Biyolojik saatin birincil aracısı olarak, melatonin uyku için doğal bir faktördür. Çalışmalar, biyolojik etkilerin uyku kaybı ve sirkadiyen rahatsızlığın neden olduğu koşulları etkilemeye yardımcı olmak için uykunun çok ötesine geçtiğini gösteriyor.
Melatonin, beyin hücreleri için nöroprotektif bir koruyucu görevi görür. Ayrıca glikoz metabolizmasını dengeler ve kanser hücrelerinin büyümesini engeller.

Uykuyu kalitesini koruma yöntemleri
Uykuyu kalitesini korumanın birçok yolu vardır. En önemlisi, akşam ve gece mavi ışığa maruz kalmayı azaltmaktır. Uzmanlar, elektronik ekranlara maruziyet süresini azaltmanızı ve yatmadan en az iki saat önce bilgisayar kullanımını durdurmanızı öneriyor. Yatak odasındaki televizyonu kaldırmak da iyi bir tercih olabilir. Melatonin takviyesi, uykusuzlukla savaşmanın bir yolu olarak giderek daha popüler hale geliyor.
Ulusal Sağlık Enstitüleri, ABD’de melatonin kullanımının, milenyumun başlangıcından bu yana beş kat arttığını ve bunun uykusuzluğa neden olan mavi ışığa maruz kalma süresinin artışıyla ilişkili olduğunu belirtiyor.
Öte yandan melatonin almak tamamen risksiz de değildir. Çünkü geceleri fazla dozlarda melatonin alımı ertesi gün uyuşukluk yaratabilir ve bazı biyolojik fonksiyonları etkileyebilir. Dahası, bu alandaki çalışmalar uyku hapları olarak etkinliğinin kesin olmadığını ve bazı kanıtların melatoninin plaseboya eşdeğer olduğunu göstermektedir. Ancak araştırmacılar plasebo ilaçlarının uyku çekmede oldukça etkili olduğunu öne sürüyor.



Kışın neden daha çok acıkıyoruz? Uzmanlar yanıtladı ve çözüm önerdi

Kışın iştah değişimleri, gün ışığı süresinin kısalması ve güneş ışığına maruziyetin azalmasından daha fazla etkileniyor. (Pixabay)
Kışın iştah değişimleri, gün ışığı süresinin kısalması ve güneş ışığına maruziyetin azalmasından daha fazla etkileniyor. (Pixabay)
TT

Kışın neden daha çok acıkıyoruz? Uzmanlar yanıtladı ve çözüm önerdi

Kışın iştah değişimleri, gün ışığı süresinin kısalması ve güneş ışığına maruziyetin azalmasından daha fazla etkileniyor. (Pixabay)
Kışın iştah değişimleri, gün ışığı süresinin kısalması ve güneş ışığına maruziyetin azalmasından daha fazla etkileniyor. (Pixabay)

Kış aylarında kilo artışı çoğu zaman düşük sıcaklıklara bağlansa da uzmanlara göre asıl neden; günlerin kısalması, biyolojik saatin bozulması ve hafif hormonal değişiklikler.

Şarku’l Avsat’ın Fox News’ten aktardığı habere göre Florida merkezli nörobilimci ve Ulusal Nötrisyonel Nörobilim Akademisi Başkanı Timothy Fry, “Kış aylarında iştah değişimleri, sıcaklık düşüşünden çok gün ışığının azalmasına ve buna bağlı biyolojik saat bozukluğuna bağlıdır” değerlendirmesinde bulundu.

Bazı araştırmalar, insanların soğuk ortamlarda vücut ısısını korumak için daha fazla yiyebileceğini öne sürse de Fry bu bulguların net olmadığını belirterek, “Soğuk havanın açlık hormonlarını sürekli olarak artırdığına dair kanıtlar zayıf ve kesin değil; bu etkiler herkeste aynı değil” dedi.

İngiliz doktor Crystal Willy de kış mevsimindeki iştah artışının, ruh hali ve ışık maruziyetindeki azalmayla bağlantılı olduğunu ifade etti. Willy, bilim sitesi Study Finds’e yaptığı açıklamada, “Bu durum yalnızca açlıkla ilgili değil; düşük ruh hali ve azalan ışığa karşı beynin geliştirdiği bir telafi mekanizması kolayca aşırı yeme döngüsüne yol açabiliyor” dedi.

Araştırmalar, kış aylarında insanların ortalama yarım ila bir kilo arasında alım yaşadığını gösteriyor. Bunun nedeni, gün ışığının azalmasıyla biyolojik saatin bozulması, iştah düzenleyici hormonların değişmesi ve karbonhidrat isteğinin artması olarak açıklanıyor.

Kış iştahıyla nasıl başa çıkılır?

Uzmanlar, kışın artan yeme isteğini kontrol altına almak için bir dizi öneride bulunuyor:

Düzenli beslenme saatleri

Fry, düzensiz yeme alışkanlıklarının biyolojik saatin bozulmasını artırabileceğini belirterek, özellikle ışık maruziyetinin azaldığı dönemlerde düzenli öğünlerin iştah kontrolüne yardımcı olduğunu söyledi.

Teksaslı sağlık koçu ve halk sağlığı uzmanı Niloufer Basaria da, akşam yemeğinin biraz daha erken ve hafif tüketilmesinin biyolojik saati desteklediğini ifade etti.

Protein ve lif ağırlıklı beslenme

Willy, güne protein ağırlıklı bir kahvaltıyla başlamanın kan şekerini dengelediğini ve uzun süre tokluk sağladığını belirtiyor. Lifli ve düşük kalorili besinlerle yemeğe başlamak ise aşırı tüketimi azaltıyor.

Yulaf, mercimek, fasulye, brokoli, elma ve chia tohumu gibi gıdaların hızlı doygunluk sağladığı belirtiliyor. Omega-3 içeren somon ve ceviz iştah kontrolünde etkili görülürken, en az yüzde 70 kakao içeren bitter çikolatanın sindirimi yavaşlatarak tokluk hissini artırabildiği aktarılıyor.

Baharat kullanımı

Araştırmalar, kırmızı biber ve karabiber gibi baharatların iştahı hafifçe baskılayabileceğini gösteriyor. Pensilvanya Eyalet Üniversitesi’nin bulgularına göre, yemeklere acı biber eklemek alınan gıda miktarını yüzde 11-18 oranında azaltabiliyor.

Yemekten önce su içmek

Çalışmalar, öğünden yarım saat önce iki bardak su içmenin kalori alımını azaltabileceğine işaret ediyor. Uzmanlar, kış aylarında susuzluk hissinin azaldığını ancak vücudun yine de sıvıya ihtiyaç duyduğunu vurguluyor.

Uzmanlar uyarıyor: Yalnızca diyet yeterli değil

Fry, iştah kontrolünün yalnızca beslenmeyle sınırlı olmadığını; uyku kalitesi, ruh hali, ışık maruziyeti, stres ve günlük aktivitenin de etkili olduğunu belirtti:

“Uyku azlığı iştahı artırabilir, düşük hareket seviyeleri ise tokluk sinyallerini zayıflatabilir. Beden sinyallerini takip etmek, kış aylarında iştahı yönetmede kritik öneme sahip.”

Fry ayrıca, kişilerin mevsim şartlarına göre değil, kendi fiziksel tepkilerine göre beslenme farkındalığı geliştirmesi gerektiğini ifade etti.


Bu egzersizler daha genç ve sağlıklı bir beyin için yardımcı olabilir

Ürdün'de bir spor salonunda egzersiz yapan vatandaşlar (Arşiv fotoğrafı - Reuters)
Ürdün'de bir spor salonunda egzersiz yapan vatandaşlar (Arşiv fotoğrafı - Reuters)
TT

Bu egzersizler daha genç ve sağlıklı bir beyin için yardımcı olabilir

Ürdün'de bir spor salonunda egzersiz yapan vatandaşlar (Arşiv fotoğrafı - Reuters)
Ürdün'de bir spor salonunda egzersiz yapan vatandaşlar (Arşiv fotoğrafı - Reuters)

Yaklaşık 1200 sağlıklı orta yaşlı kadın ve erkeğin katıldığı yeni bir araştırmaya göre, daha fazla kas kütlesine sahip bireylerin, daha az kas kütlesine sahip olanlara kıyasla biyolojik olarak daha genç beyinlere sahip olma eğiliminde olduğu tespit edildi.

Sonuçlar, bu ay Chicago’da düzenlenen Kuzey Amerika Radyoloji Derneği’nin yıllık toplantısında sunuldu. Bulgular, kas kütlesi oluşturmanın ve yaşla birlikte kas kütlesini korumanın, beyin sağlığı ve beyin gençliğini koruma açısından büyük önem taşıdığı görüşünü güçlendiriyor.

Araştırma ayrıca, karın bölgesindeki yüksek yağ oranına sahip kişilerin daha yaşlı görünen beyinlere sahip olduğunu ortaya koydu. Bu bulgu, vücut yağının bazı türlerinin beyin üzerinde olumsuz etki yaratabileceğine ve beyin gençliğini korumak için kilo kaybıyla birlikte ağırlık antrenmanlarının önemine işaret ediyor.

Egzersiz beyin için neden faydalı?

Egzersizin beyin sağlığına faydası uzun süredir biliniyor. Kemirgenler üzerinde daha önce yapılan çalışmalar, fiziksel aktivite sonrası beyinde BDNF adı verilen bir nörokimyasalın arttığını ortaya koydu. “Beynin mucize gübresi” olarak anılan BDNF, yeni sinir hücrelerinin oluşumunu teşvik ediyor.

Bu nedenle, egzersiz yapan fare ve sıçanların beyinlerinde, hareketsiz olanlara kıyasla iki veya üç kat daha fazla sinir hücresi gelişiyor. Aynı şekilde bu hayvanlar zeka testlerinde daha başarılı oluyor.

İnsanlarda da egzersiz sonrası kanda BDNF seviyesinde belirgin artış tespit ediliyor. Farklı araştırmalar, haftada yalnızca 25 dakikalık yürüyüş, yüzme ya da bisiklet gibi aktivitelerin ileri yaşlarda beyin hacmini artırabildiğini; günde 3000 adımın ise Alzheimer riski altındaki kişilerde bilişsel gerilemeyi yavaşlatabildiğini gösteriyor.

Ancak bugüne kadar yapılan çalışmaların çoğu aerobik egzersizlere odaklanırken, kas kütlesinin rolüne dair araştırmalar sınırlıydı. Ayrıca karın bölgesinde yer alan derin yağ dokusunun beyin sağlığı üzerindeki etkileri hakkında soru işaretleri bulunuyordu.

Beynin yaşı nasıl ölçüldü?

Yeni araştırmada Washington Üniversitesi Tıp Fakültesi ve diğer kurumlara bağlı bilim insanları, vücut ve beyin yapısını MR görüntüleme yöntemiyle detaylı biçimde inceledi.

Araştırmaya, yaşları 40 ile 60 arasında değişen 1164 sağlıklı kadın ve erkek katıldı. Çalışmanın baş yazarı Washington Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden Radyoloji ve Nörobilim Doçenti Cyrus Raji, “Demans riskini anlamak için orta yaş kritik öneme sahip” dedi.

Bilim insanları, katılımcıların toplam kas kütlesi ile vücut yağ oranını analiz etmek için yapay zeka teknikleri kullandı. Yağ dokusu iki türe ayrıldı: cilt altı yağ ve karın içi organların çevresini saran visseral yağ.

Araştırma ekibi, on binlerce beyin taramasından elde edilen verilerden yararlanan algoritmalarla katılımcıların beyinlerinin gerçek yaşlarına kıyasla daha genç mi yoksa yaşlı mı göründüğünü hesapladı. Daha yaşlı görünen beyinlerin bilişsel gerileme riskinin daha yüksek olduğu biliniyor.

Daha fazla kas, daha genç beyin

Araştırma sonuçları, kas kütlesi ile beyin yaşının ters orantılı olduğunu gösteriyor.

Raji, “Kas kütlesi arttıkça beyin daha genç görünüyor. Visseral yağ arttıkça da beyin daha yaşlı görünüyor” dedi.

Karın içi yağ oranı yüksek ve kas kütlesi düşük bireylerin beyinlerinin biyolojik olarak daha yaşlı olduğu tespit edildi. Buna karşılık cilt altı yağ dokusuyla beyin yaşı arasında bir bağlantı bulunmadı.

Bilim insanları, kas ve yağ dokularının salgıladığı biyokimyasal maddelerin beyin yapısı üzerinde etkili olabileceğine dikkat çekiyor. Kasların ürettiği maddeler sinir hücrelerinin gelişimini ve bağlantılarını desteklerken, visseral yağın salgıladığı maddeler bunun tam tersini yapabiliyor.

Sonuçlar ne anlama geliyor?

Araştırma, ilerleyen yaşlarda beyin sağlığını korumak için ağırlık antrenmanlarının büyük önem taşıdığını gösteriyor. İnsanlar genellikle orta yaştan itibaren kas kaybetmeye başlıyor, ancak direnç egzersizleri bu süreci yavaşlatabiliyor ya da tersine çevirebiliyor.

Ayrıca visseral yağ kaybının da beyin sağlığı için faydalı olabileceği ifade ediliyor. Hem aerobik egzersizler hem de kuvvet antrenmanları karın içi yağı hedef alıyor. Bunun yanında, kilo kaybı ilaçlarının da visseral yağı düşürdüğü biliniyor. Ancak uzmanlar, bu ilaçları kullanan kişilerin ağırlık çalışması yapmazsa kas kaybı yaşayabileceği uyarısında bulunuyor.

Araştırma henüz yayımlanmadı ve hakem değerlendirmesinden geçmedi. Ayrıca gözlemsel nitelikte olduğu için kas artışı ve yağ kaybının beyin yaşlanmasını yavaşlattığını kesin olarak kanıtlamıyor.

Buna rağmen bulgular, önceki çalışmalarla uyumlu görünüyor. Çalışmaya katılmayan ancak benzer alanda araştırmalar yapan Arizona Eyalet Üniversitesi’nden Fang Yu, sonuçların bilimsel açıdan mantıklı olduğunu ifade etti.

Araştırmanın mesajı açık: Daha genç ve sağlıklı bir beyin istiyorsanız, uzmanlara göre yapmanız gereken şey net: “Ağırlık antrenmanı yapın.”


Yumurtanın yerini alabilecek protein zengini alternatif besinler

Büyük bir yumurta 6,3 gram protein içerir (Reuters).
Büyük bir yumurta 6,3 gram protein içerir (Reuters).
TT

Yumurtanın yerini alabilecek protein zengini alternatif besinler

Büyük bir yumurta 6,3 gram protein içerir (Reuters).
Büyük bir yumurta 6,3 gram protein içerir (Reuters).

Yumurta, büyük bir adetinde yaklaşık 6.3 gram protein bulunması nedeniyle güçlü bir protein kaynağı olarak biliniyor. Ancak uzmanlara göre yumurta, tek seçenek değil; ondan daha fazla protein içeren birçok besin mevcut.

Şarku’l Avsat’ın Verywell Health sitesinden derlediği verilere göre, öne çıkan bazı besinler şöyle:

Yoğurt

150 gramlık bir yoğurt porsiyonu yaklaşık 16.1 gram protein içeriyor. Kremsi yapısıyla bilinen bu yoğurt türü, fazla sıvının süzülmesiyle üretildiği için geleneksel yoğurda göre daha yüksek oranda protein barındırıyor.

Tavuk göğsü

100 gram derisiz tavuk göğsü 22.5 gram protein sağlıyor. Düşük yağ, düşük karbonhidrat ve düşük kalori içeren bu et türü, vücudun üretemediği dokuz temel amino asidi içererek “tam protein” sınıfında yer alıyor.

Ton balığı

85 gramlık ton balığı porsiyonu 21.7 gram protein içeriyor. Kas gelişimi açısından önemli protein kaynağı olan ton balığı, aynı zamanda kalp ve damar sağlığını destekleyen Omega-3 yağ asitleri bakımından da öne çıkıyor.

Somon balığı

100 gram somon balığında 20.3 gram protein bulunuyor. Somon, Omega-3 yağ asitleri ve kemik sağlığında rol oynayan D vitamini bakımından zengin bir deniz ürünü olarak biliniyor.

Siyah fasulye

100 gram siyah fasulyede 6.91 gram protein mevcut. Bitkisel protein kaynağı olarak tercih edilen siyah fasulye; çözünür ve çözünmez lif içeriği sayesinde sindirim sistemi ve kalp-damar sağlığına katkı sağlıyor.

Fıstık ezmesi

İki yemek kaşığı fıstık ezmesinde 7.1 gram protein bulunuyor. Fıstık ezmesi, sandviçlerin yanı sıra salatalarda, çorbalarda, soslarda ve atıştırmalık olarak yaygın şekilde tüketilebiliyor.

Badem

57 gram badem yaklaşık 7.6 gram protein içeriyor. Sağlıklı tekli doymamış yağlar içeren badem; kalsiyum, lif, magnezyum, fosfor ve E vitamini yönünden de zengin.

Mercimek

Bir fincan mercimek 17.9 gram protein sağlıyor. Mercimek, yüksek lif içeriği ve düşük kalori değeriyle dengeli beslenmede önemli yer tutuyor.

Sığır eti

100 gram dana etinde 20.1 gram protein bulunuyor. Kırmızı et; protein içeriğinin yanı sıra B vitaminleri, demir ve çinko bakımından da güçlü bir kaynak olarak gösteriliyor.