Ukrayna’dan sonra küresel krizin yeni adresi Tayvan mı?

Şarku’l Avsat Ukrayna’dan sonra küresel krizin adresi olmaya aday olan Tapei’de

Çin Komünist Partisi’nin (ÇKP) son kongresi Tayvan sorununu Hong Kong örneğindeki gibi çözme ihtimalini sona erdirdi
Çin Komünist Partisi’nin (ÇKP) son kongresi Tayvan sorununu Hong Kong örneğindeki gibi çözme ihtimalini sona erdirdi
TT

Ukrayna’dan sonra küresel krizin yeni adresi Tayvan mı?

Çin Komünist Partisi’nin (ÇKP) son kongresi Tayvan sorununu Hong Kong örneğindeki gibi çözme ihtimalini sona erdirdi
Çin Komünist Partisi’nin (ÇKP) son kongresi Tayvan sorununu Hong Kong örneğindeki gibi çözme ihtimalini sona erdirdi

Büyük siyasi tartışmalar ve çekişmeler, eğer koşullar uygunsa yerini genellikle, kalıcı bir kriz kaynağına ya da sonraki çatışmaları ateşleyecek bir fitile dönüşen belirsiz coğrafi ayrışmalara bırakır. Tayvan, Ukrayna'daki savaş nedeniyle çalkantılı olan uluslararası sahnede bugün dikkatleri önemli ölçüde üzerine çeken bu ayrışma noktalarından biridir. Bazıları, uluslararası sistemi yeniden şekillendirme sürecini frenleyecek bir krizin potansiyel merkez üssü olduğunu düşünürken bazıları, bu durumu bölgesel ve uluslararası dengelerin yeni haritasının çizilmesi için bir fırsat olarak görüyorlar.
ABD yönetimi, Washington’ın Tayvan Adası’na yönelik politikasında onlarca yıldır uyguladığı ‘stratejik belirsizlik’ politikasının artık geçerli olmadığının farkına vardı. Çünkü bugünün Çin’inin, geçtiğimiz yüzyılın 1970’li yıllarından çok farklı olduğundan ve askeri işgal ihtimalleri gerçeğe dönüştüğünden böyle bir durumda müdahale etmek zorunda kalıyor.

Taipei’den bir kare (AP)
Şarku’l Avsat’ın Tayvan’ın başkenti Taipei’de son iki günde görüştüğü tüm gözlemciler, yaptıkları değerlendirmelerde, Çin Devlet Başkanı Şi Cinping'i beş yıl daha ÇKP lideri olarak kalmasının önünü açan son ÇKP Kongresi’nden sonra 7 kişilik Merkezi Askeri Komisyon’un (MAK) yeni oluşumda, liderlik koltuklarında başka akımların olduğu üzerinde durdular.
United Daily News (UDN) yazarı Wang Litaw, son ÇKP Kongresi’nden çıkan bildiride, Çin Halk Kurtuluş Ordusu’nun, değişimlerin ve gelişmelerin yaşandığı bu dönemde, son teknoloji ürünü teçhizatla donatılması ve bölgesel savaşlarda zafer elde etmesi gerektiği’ vurgusuna dikkati çekti.
Çin Devlet Başkanı Şi, ÇKP Kongresi’ndeki konuşmasında, “Tayvan Çin’indir” ifadelerini kullandı. Birliğin barışçıl şekilde devam etmesi için her türlü çabanın sürdürülmesi gerektiğini yineleyen Şi, buna karşın Tayvan’ın iç işlerine yönelik herhangi bir provokasyonu ya da dış müdahaleyi durdurmak ve bir avuç ayrılıkçıyı Ada’da tutmak için askeri güç kullanma seçeneğinden vazgeçmeyeceğini vurguladı.
Batı ile gerginliğin önümüzdeki beş yıl içinde artmaya devam edeceğini söyleyen Şi, “Merkezi Askeri Komisyon’da savaşmaya hazır insanlar yer alıyor. Çünkü mücadele ruhundan yoksun olanların ÇKP’de yeri yok” dedi.
Burada ÇKP Kongresi’nden, ilk kez Tayvan’ın bağımsızlığına karşı mücadele çerçevesinde Parti tüzüğünde bir değişiklik yapılmasının kararlaştırıldığını belirtilmekte fayda var. Tayvan Savunma Bakanı Chiu Kuo-cheng, Çin’den gelen ve yeni, daha katı bir stratejiyi yansıtan son sinyaller ve teknolojik savaş konusunda net bir bahis konusundaki endişelerini dile getirdi.
Washington, kısa bir süre önce yeni ulusal güvenlik stratejisinde ‘Çin’in uluslararası sistemi yeniden şekillendirmeyi amaçlayan tek ülke olduğu ve bu amaca ulaşmak için ekonomik, diplomatik, askeri ve teknolojik gücünü kullandığı’ konusunda uyarmıştı.
Washington ile Pekin arasında birçok cephede yükselen tansiyon, ABD Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi'nin Ağustos ayı başlarında Tayvan’ı ziyaret etmesinin ardından doruğa ulaştı. Çin, Tayvan Boğazı’nda geniş kapsamlı askeri tatbikatlarla karşılık verirken iklim değişikliğiyle mücadele de dahil olmak üzere birçok hayati öneme sahip alanda ABD ile iş birliğini askıya aldı.
Tayvanlılar tamamen ABD'nin askeri ve siyasi desteğine bağımlı olduklarının farkında olsalar da Washington'ın adanın Pekin ile mücadelesini kendilerine karşı kullanmasının yansımalarından çekiniyorlar. Son olarak ABD Başkanı Joe Biden’ın, Japonya Başbakanı Fumiyo Kişida ile düzenlediği ortak basın toplantısında yaptığı ve Çin’in Tayvan’a saldırması durumunda ABD'nin askeri müdahalede bulunacağını iddia ettiği açıklama olmak üzere ABD’nin sert tutumlar sergilemesinden duydukları memnuniyetsizliği de gizlemiyorlar.
Biden’ın açıklaması, Çinli yetkilileri kızdırırken ABD dış politikasının birçok üst düzey yetkilisini utandırdı. Bunların arasında ABD Yönetimi içinde ve dışında bulunan Biden destekçileri de yer alıyor. Biden’ın açıklamasından hemen sonra ABD Dışişleri Bakanlığı da ABD’nin Tayvan politikasının değişmediği açıklamasında bulunmak zorunda kaldı.
Ancak asıl sorun, Washington'ın Çin Halk Cumhuriyeti'ni Çin ülkesinin tek meşru temsilcisi olarak tanıdığı ve Tayvan'ı tanımaktan vazgeçtiği 1979 tarihli bu politikadır. Bu politika, içinde çelişki tohumunu barındıran bir denkleme dayanıyor. Bir yandan ABD, Pekin'in Tayvan'ın ayrı bir egemen varlık olmadığını kabul etmeye devam ederken, diğer yandan Tayvan'ın Çin'in bir parçası olduğu açıklamasını kabul etmemekte ısrar ediyor. Bu çelişki, 1978 yılının Aralık ayında yayınlanan Çin-ABD ortak bildirisinde açıkça görülüyor. Bildirinin Çincesinde, ABD'nin Tayvan'ı Çin'in bir parçası olarak ‘tanıdığı’ belirtilirken İngilizcesinde ABD'nin Tayvan'ın Çin'in bir parçası olduğuna dair ‘Çin bildirgesini tanıdığı’ belirtiliyor. Bu çelişkiye, ABD'nin Tayvan’daki büyükelçiliğini kapatıp Çin ile karşılıklı olarak büyükelçi göndermesi sonrası ABD Kongresi’nin, ABD'nin Çin Halk Cumhuriyeti ile bağlarının ‘Tayvan'ın geleceğini barışçıl yollarla belirlemeye’ dayandığı belirtilen ‘Tayvan İlişkileri Yasası’nı kabul etmesi eklendi. Pekin, buna o tarihte uymadığı gibi halen bu tutumundan vazgeçmiş değil. Washington ayrıca Tayvan'a savunma silahları sağlama ve ‘ABD'nin Tayvan halkının güvenliğinin yanı sıra ekonomik ve sosyal düzenini tehdit eden herhangi bir güç ya da şiddet kullanımına karşı koyma kabiliyetini koruma’ sözü verdi.
ABD tarafından ‘stratejik belirsizlik’ olarak adlandırılan bu politika, İsrail'in elinde olduğunu tanımayı reddettiği nükleer silahlar konusundaki tutumundan, varlığı tehdit altındaysa kullanmak bahanesiyle uygulanıyor. Ancak Tayvan örneğinde bu isimlendirmenin doğru olmadığı anlaşılıyor. Zira ABD, ne gibi araçlar kullanacağını belirtmeden savunmaya hazır olduğunu söylediği ve askeri teçhizat temin ettiği Tayvan'ı bir ulus olarak tanımıyor. Tayvan’ı savunma araçlarına dair tam biz gizemin hakim olduğu ABD, nükleer güçlerin savaş doktrininin temel direklerinden biri olan karşılıklı imha etme açısından nükleer silah kullanımını da dışlamıyor.
Tayvanı analistler, ABD'nin stratejik belirsizlik politikasının, Çin’in isyancı bölgeyi yeniden için anakaraya bağlamak için güç kullanmaya istekli ya da muktedir olmadığı sürece istenen sonuçları verdiğini düşünüyorlar. Çin'in büyük reform lideri Deng Xiaoping döneminde Çin'in kapitalist sisteme yakın bir model izlemesi ve dışa açılma politikası uygulaması sonucu dünyanın ikinci ekonomik gücü konumuna yükselmesiyle Tayvan’ı ‘özgürleştirmek’ için askeri çözüme başvurarak bu başarısını boşa harcamayacağı düşünülüyordu. Fakat Pekin'in eski bir İngiliz kolonisi olan Hong Kong'un anakaraya bağlanmasından sonra Çin Halk Cumhuriyeti’ndeki kurallardan farklı kurallarla yönetilen küresel bir finans merkezi olarak yoluna devam etmesine izin vereceği iddiasının gerçeği yansıtmadığının ve verdiği sözleri tutmayacağının anlaşılmasından sonra Pekin’in gerçek niyeti ortaya çıktı. Ayrıca ‘Tek Çin’ sloganını kullandığında, bunun tek bir sisteme boyun eğmek anlamına geldiği doğrulandı. Tayvan sorununa Hong Kong tarzı bir çözüm bulma umutları uçup gitti. Şüpheler ve sorular artık birleşme adımını atmanın zamanlaması ve Pekin'in bunu başarmak için başvuracağı araçlarla sınırlı hale geldi.
Biden'ın Çin'den askeri bir saldırıya uğraması halinde Tayvan'a yardım etme sözü verdiği ve ABD Dışişleri Bakanlığı'nda kafa karışıklığına ve endişeye neden olan açıklamalarının ardındaki güdünün Rusya’nın Ukrayna'yı işgali olduğuna şüphe yok. Buna Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinin Pekin’in benzer bir adım atma iştahını kabartabileceği düşüncesi neden oldu. Bu, Ukrayna'da devam eden savaştan sonra ABD'nin Tayvan'a karşı sorumluluğunun arttığını söylemesinden de anlaşılıyordu. Ancak bu düşüncenin, Ukrayna'nın Rusya’nın işgali karşısındaki direnişinin Pekin'e doğrudan bir uyarı taşıdığını dikkate almadığı da ortada.
Ayrıca askeri analistler, Rusya ordusuna kıyasla savaş tecrübesi çok az olan Çin ordusu için Çin'in Tayvan’ı işgalinin maliyetinin çok yüksek olacağı konusunda hemfikirler.  Zira Çin ordusunun katıldığı son savaş, 1979 yılında büyük bir yenilgiye uğradığı Vietnam Savaşı’ydı.
Washington’ın asıl sorunu, Biden’ın açıklamalarının yarattığı şaşkınlığa ve tekrarlanan yanlış adımlarına rağmen, stratejik belirsizlik politikasının mevcut koşullarda artık geçerli olmaması. Çin bugün daha özgüvenli, tutumlarında daha katı ve askeri olarak 1970'lerin sonlarına kıyasla çok daha kabiliyetli. Bu yüzden Tayvan’ı yeniden kazanmak için askeri adım atabileceği ihtimali artık göz ardı edilemez. Pekin, Rusya’nın Ukrayna'yı işgaline rağmen ABD'nin askeri ağırlık merkezini Ortadoğu ve Avrupa'dan Pasifik Okyanusu'na kaydırmaya devam ettiğini çok iyi biliyor. Avustralya ve Güney Kore’nin yanı sıra askeri harcamaları artırabilmek için Anayasası’nı değiştirmeye hazır görünen Japonya ile askeri ilişkilerini sağlamlaştırmaya çalışıyor.  Japonya, kısa bir süre önce savunma bütçesini bu yılki gayri safi yurtiçi hasılasının (GSYİH) yüzde 2'sine yükselttiğini açıkladı.
Tüm bunlar Washington'ı ‘Çin, ABD ve Asyalı müttefikleri için ana askeri tehdit mi?’ sorusuyla baş başa bırakıyor. Eğer öyleyse, şu soruların sorulması gerekiyor: Bu tehditle yüzleşmenin yolları neler ve Washington bu konuda ne kadar ileri gidebilir? ABD, Tayvan'ı savunmak için Çin'le savaşmaya hazır mı yoksa diplomatik yollarla mevcut durumu korumaya mı çalışacak? Eğer Pekin Tayvan’ı işgal ederse, Washington buna yanıt veremeyeceğini kabul edecek mi?
Ancak bu son hipotezin ABD’nin askeri planlamacılarının görüşlerine dayanan bir seçim olması oldukça zor görünüyor ve tüm göstergeler tersini gösteriyor. Çünkü Tayvan'ı kaderine terk etme kararı, ABD’nin askeri olarak verdiği güvencelerin hiçbir değeri olmadığına dair bir başka mesaj gönderecek ve ABD’nin askeri güce dayalı hegemonyasının meşruiyetine gölge düşürecektir.

Tayvan’ın tanınması ve tarihi
Portekizli denizciler 1542 yılında bugün Tayvan olarak bilinen adaya ayak bastıklarında büyüleyici doğasına hayran kalmışlar ve adaya güzel anlamına gelen Formosa adını vermeye karar vermişler. Tayvan, 20. yüzyılın başlarına kadar Formosa adıyla biliniyordu.
Çin, 1895 yılında 168 küçük ada ile çevrili Tayvan’ı Japonya'ya bıraktı. Japonya'nın 1945 yılında İkinci Dünya Savaşı'nın sonlarında yenilgiye uğramasının ardından Müttefik kuvvetler adına geri aldı.
Çin merkezi hükümeti yetkilileri, 1949 yılındaki iç savaş sırasında komünist devrimciler yüzünden Tayvan’a kaçarak bugün hala Tayvan'ın resmi adı olan Çin Cumhuriyeti'nin kurulduğunu duyurdular.
Dünya, 1970’lerin başlarında tek parti tarafından yönetilen bir askeri rejimden, 1980’li yılların sonlarında çok partili bir demokrasiye geçen Tayvan’daki ‘ekonomik mucizeden’ bahsetmeye başladı.
Tayvan bugün dünyanın 19. ekonomik gücü olarak kabul ediliyor. Yüzölçümü Lübnan'dan daha büyük olmayan Tayvan’ın nüfusunun 23 milyon olduğunu belirtiyor. Tayvan ekonomisi çelik, kimyasallar, gelişmiş elektronik cihazlar ve yarı iletkenler endüstrilerine dayanıyor. Tayvan, kişi başına düşen milli gelir bakımından dünyada 20. sırada, özgürlükler, sağlık hizmetleri ve insani gelişme açısından 10. sırada yer alıyor.
Tayvan, 1971’deki BM Genel Kurul görüşmelerinde Çin Halk Cumhuriyeti'ni tanıma kararı alınınca kadar Çin'i BM’de temsil etti. Buna karşın halen BM’de Çin'in tek meşru temsilcisi olma talebinde ısrar ediyor.
Pekin, sadece 14 ülke ile diplomatik ilişkisi olan Tayvan’ı tanıyan ülkelerle diplomatik ilişki kurmayı reddediyor. Ancak temsilciliklerin yanı sıra büyükelçilik ve konsolosluk görevi gören kurumlar aracılığıyla birçok ülke ile diplomatik bağları bulunuyor. Pekin'in üyesi olduğu uluslararası kurum ve kuruluşlar ise genellikle ya Tayvan'ın üyeliğini reddediyor ya da sadece farklı nitelik ve isimlerle üyeliğine onay veriyorlar.
Tayvan’ın siyasi güçleri içindeki başlıca çekişme, Pekin ile birliği ve Çin Halk Cumhuriyeti'ne kademeli olarak entegre olunmasını savunanlar ile Tayvan'ın ulusal kimliği temelinde uluslararası olarak tanınması gerektiğini savunanlar arasında yaşanıyor.



Çin, bir Japon yetkilinin Tayvan ziyaretine öfkelendi

Tayvan Cumhurbaşkanı Lai Ching-te (Arşiv- Reuters)
Tayvan Cumhurbaşkanı Lai Ching-te (Arşiv- Reuters)
TT

Çin, bir Japon yetkilinin Tayvan ziyaretine öfkelendi

Tayvan Cumhurbaşkanı Lai Ching-te (Arşiv- Reuters)
Tayvan Cumhurbaşkanı Lai Ching-te (Arşiv- Reuters)

Japon milletvekillerinin Tayvan'a bir dizi ziyareti başladı; bu durum Tokyo ve Taipei arasındaki yakınlaşmayı yansıtıyor ve Pekin'in öfkesine neden oluyor.

Şarku’l Avsat’ın Bloomberg News'ten aktardığı habere göre ziyaretler Japonya'nın iktidardaki Liberal Demokrat Parti'sinin üst düzey yetkililerinden Koichi Hagiuda'nın dün Tayvan Cumhurbaşkanı Lai Ching-te ile görüşmesiyle başladı.

Tayvan Cumhurbaşkanlığı Ofisi'nden yapılan açıklamaya göre, Hagiuda Japonya-Tayvan ilişkilerinin "en iyi seviyede" olduğunu belirtti.

Tayvan Cumhurbaşkanı, iki ülke arasındaki iş birliğini güçlendirmeyi ve "özgür ve açık bir Hint-Pasifik"i teşvik etmek için birlikte çalışmayı umduğunu söyledi.

Japon milletvekillerinin Tayvan ziyaretlerinin alışılmadık bir durum olmadığı, ancak bu ziyaretlerin şu anda Japonya ve Çin arasında Tayvan konusunda tırmanan gerilimlerin ortasında gerçekleştiği belirtilmelidir.

Çin, Hajido'nun Tayvan cumhurbaşkanıyla görüşmesine öfkeyle tepki gösterdi ve Japonya'ya resmi bir protesto mektubu gönderdi.

Çin Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Lin Jian, Tokyo'yu bölgesel barış ve istikrarı baltalamakla suçladı.


Amazon, bin 800 Kuzey Korelinin şirkette iş başvurusunda bulunmasını engellediğini duyurdu

Amazon logosu (Reuters)
Amazon logosu (Reuters)
TT

Amazon, bin 800 Kuzey Korelinin şirkette iş başvurusunda bulunmasını engellediğini duyurdu

Amazon logosu (Reuters)
Amazon logosu (Reuters)

Amazon, Pyongyang'ın para kazanmak ve kara para aklamak için çok sayıda bilişim uzmanını yurt dışına göndermesi nedeniyle bin 800'den fazla Kuzey Korelinin şirkete katılmasını engellediğini duyurdu.

Amazon'un güvenlikten sorumlu başkanı Stephen Schmidt, geçen hafta LinkedIn'de Kuzey Korelilerin "özellikle Amerika Birleşik Devletleri'nde olmak üzere, dünyanın dört bir yanındaki şirketlerde uzaktan bilişim işleri bulmaya çalıştıklarını" belirtti. Şirketin geçen yıl Kuzey Korelilerden gelen başvurularda neredeyse üçte bir oranında artış gördüğünü ifade etti.

Schmidt, Kuzey Korelilerin genellikle "dizüstü bilgisayar çiftlikleri" kullandıklarını, yani Amerika Birleşik Devletleri'ndeki bilgisayarların yurt dışından uzaktan kumanda ile işletildiğini belirtti. Sorunun "Amazon'a özgü olmadığını" ve "muhtemelen yaygın olduğunu" söyledi.

Schmidt, Kuzey Koreli çalışanların ayırt edici işaretleri arasında yanlış biçimlendirilmiş telefon numaraları ve şüpheli akademik nitelikler bulunduğunu belirtti.

Temmuz ayında, Arizona'lı bir kadın, Kuzey Koreli bilişim çalışanlarının 300'den fazla ABD şirketinde uzaktan iş bulmalarına yardımcı olan bir dizüstü bilgisayar çiftliği işletmekten sekiz yıldan fazla hapis cezasına çarptırıldı. Yetkililer, bu planın hem kadın hem de Kuzey Kore için 17 milyon dolardan fazla gelir sağladığını kaydetti.

Seul'ün istihbarat teşkilatı geçen yıl, Kuzey Koreli ajanların LinkedIn'i işe alımcı gibi davranarak savunma şirketlerinde çalışan Güney Korelilerle iletişime geçip teknolojileri hakkında bilgi edinmek için kullandıkları konusunda uyarıda bulunmuştu.


Bondi plaj saldırısının failleri Avustralya kırsalında eğitim almış

14 Aralık'ta Bondi Plajı'nda düzenlenen Yahudi Hanuka kutlaması sırasında meydana gelen silahlı saldırıyla suçlanan Naveed Akram, Avustralya'nın Yeni Güney Galler eyaletinde olduğu düşünülen bir yerde ateşli silahlarla talim yaparken görülüyor... Bu fotoğraf, 22 Aralık 2025'te yayınlanan bir mahkeme belgesinden alınmıştır (AFP)
14 Aralık'ta Bondi Plajı'nda düzenlenen Yahudi Hanuka kutlaması sırasında meydana gelen silahlı saldırıyla suçlanan Naveed Akram, Avustralya'nın Yeni Güney Galler eyaletinde olduğu düşünülen bir yerde ateşli silahlarla talim yaparken görülüyor... Bu fotoğraf, 22 Aralık 2025'te yayınlanan bir mahkeme belgesinden alınmıştır (AFP)
TT

Bondi plaj saldırısının failleri Avustralya kırsalında eğitim almış

14 Aralık'ta Bondi Plajı'nda düzenlenen Yahudi Hanuka kutlaması sırasında meydana gelen silahlı saldırıyla suçlanan Naveed Akram, Avustralya'nın Yeni Güney Galler eyaletinde olduğu düşünülen bir yerde ateşli silahlarla talim yaparken görülüyor... Bu fotoğraf, 22 Aralık 2025'te yayınlanan bir mahkeme belgesinden alınmıştır (AFP)
14 Aralık'ta Bondi Plajı'nda düzenlenen Yahudi Hanuka kutlaması sırasında meydana gelen silahlı saldırıyla suçlanan Naveed Akram, Avustralya'nın Yeni Güney Galler eyaletinde olduğu düşünülen bir yerde ateşli silahlarla talim yaparken görülüyor... Bu fotoğraf, 22 Aralık 2025'te yayınlanan bir mahkeme belgesinden alınmıştır (AFP)

Polisin bugün yaptığı açıklamaya göre, geçen hafta Sidney'deki Bondi plajına düzenlenen saldırıyla suçlanan iki kişi, Avustralya'nın kırsal kesimlerinde topçu eğitimi almış. Başbakan Anthony Albanese ise ülkenin Yahudi topluluğundan özür dileyerek, nefret suçlarına karşı yasaları sıkılaştırma sözü verdi.

Yeni Güney Galler Mahkemeleri tarafından 22 Aralık 2025 tarihli Polis Bilgi Formu'nda yayınlanan bir mahkeme deliline eklenen bu fotoğraf, Sydney'de Naveed Akram adına kayıtlı CN59DR plakalı aracın içinde bulunan ve siyah kumaş üzerine beyaz boyayla yapılmış gibi görünen ev yapımı bir DEAŞ bayrağını göstermektedir (AFP)Yeni Güney Galler Mahkemeleri tarafından 22 Aralık 2025 tarihli Polis Bilgi Formu'nda yayınlanan bir mahkeme deliline eklenen bu fotoğraf, Sydney'de Naveed Akram adına kayıtlı CN59DR plakalı aracın içinde bulunan ve siyah kumaş üzerine beyaz boyayla yapılmış gibi görünen ev yapımı bir DEAŞ bayrağını göstermektedir (AFP)

Yetkililer, 14 Aralık'ta Bondi Plajı'nda düzenlenen bir Yahudi festivali sırasında ateş açarak 15 kişiyi öldürmek ve onlarca kişiyi yaralamakla suçladıkları Naveed Akram ve babası Sajid'i suçluyor. Bu, ülkenin son otuz yıla yakın süredir yaşadığı en kötü saldırı olarak değerlendiriliyor.

Polis, saldırı sırasında 50 yaşındaki Sajid Akram'ı vurarak öldürürken, 24 yaşındaki Naveed ise yaralandı. Polis, Naveed'in bugün hastaneden cezaevine nakledildiğini açıkladı.

Polis belgeleri, iki şüphelinin saldırıdan önce Yeni Güney Galler kırsalında ateşli silahlarla eğitim aldığını ortaya koydu. Şüphelilerin tüfek ateşlerken ve polis tarafından "taktiksel" olarak tanımlanan bir şekilde hareket ederken çekilmiş fotoğrafları yayınlandı.

Polis, şüphelilerin saldırıyı aylarca titizlikle planladığını belirtti.

 Ayrıca, iki adamın saldırıyı gerçekleştirmeden önce "Siyonistleri" kınayan bir video kaydettiğini bildirdi.

Yeni Güney Galler Mahkemeleri tarafından 22 Aralık 2025 tarihli "Polis Bilgi Formu"nda yayımlanan bir mahkeme deliline eklenen bu fotoğraf, başlangıçta patlayıcı cihaz olarak değerlendirilen iki patlamamış boru bombasını göstermektedir (AFP)Yeni Güney Galler Mahkemeleri tarafından 22 Aralık 2025 tarihli "Polis Bilgi Formu"nda yayımlanan bir mahkeme deliline eklenen bu fotoğraf, başlangıçta patlayıcı cihaz olarak değerlendirilen iki patlamamış boru bombasını göstermektedir (AFP)

Telefonlarından birinde bulunan videoda, DEAŞ bayrağının önünde oturmuş, Kur'an ayetleri okuyup ardından Bondi saldırısının nedenlerini tartıştıkları görülüyor.

Belgelerde ayrıca Sajid ve Naveed Akram'ın saldırıdan günler önce Bondi Plajı'nda keşif yaptıkları belirtiliyor.

Polis ayrıca, saldırı sırasında Bondi Plajı'ndaki insanlara el bombası attıklarını, ancak bombaların patlamadığını ifade etti.

Avustralya, saldırının birinci haftasını pazar günü saat 18:47'de bir dakikalık saygı duruşuyla andı.

Şarku'l Avsat'ın AFP'den aktardığına göre, Bondi Plajı'nda hayat yavaş yavaş normale döndü. Ziyaretçiler, kurbanları anmak için köprüye ve duvarlara çiçekler bıraktı.

Sorumluluk üstlenmek

Saldırının ardından artan baskıyla karşı karşıya kalan Albanese, aşırılıkçı ve nefret söylemine karşı daha sert yasalar çıkaracağına söz verdi.

Yeni Güney Galler Başbakanı Chris Minns, Bondi Plajı'nda Yahudi Hanuka kutlaması sırasında meydana gelen ölümcül silahlı saldırıyla ilgili son gelişmeleri paylaşmak üzere bugün Yeni Güney Galler Parlamento Binası'nda bir basın toplantısı düzenledi (Reuters)Yeni Güney Galler Başbakanı Chris Minns, Bondi Plajı'nda Yahudi Hanuka kutlaması sırasında meydana gelen ölümcül silahlı saldırıyla ilgili son gelişmeleri paylaşmak üzere bugün Yeni Güney Galler Parlamento Binası'nda bir basın toplantısı düzenledi (Reuters)

Başbakan bugün yaptığı açıklamada, “DEAŞ'tan ilham alan teröristlerin galip gelmesine izin vermeyeceğiz. Toplumumuzu bölmelerine izin vermeyeceğiz ve birlikte bunun üstesinden geleceğiz” dedi.

Şöyle devam etti: “Başbakan olarak, görev sürem boyunca işlenen vahşetten sorumlu hissediyorum ve Yahudi topluluğunun ve ülkemizin bir bütün olarak yaşadıkları için üzgünüm.”

"Hükümetin Avustralyalı Yahudileri korumak ve onların temel haklarını, yani kim olduklarıyla gurur duyma, dinlerini uygulama, çocuklarını eğitme ve Avustralya toplumuna tam olarak katılma haklarını garanti altına almak için her gün çalışacağını" vurguladı.

Avustralya federal hükümeti, silah yasaları, nefret söylemi ve polis ve istihbarat teşkilatı prosedürlerinin gözden geçirilmesiyle ilgili bir dizi reform açıkladı.

Albanese ayrıca “sokaklarımızdan silahları kaldırmaya” yönelik kapsamlı bir öneriyi de duyurdu. Bu geri alım programı, 35 kişinin ölümüne yol açan Port Arthur saldırısının ardından Avustralya'nın silah sahipliğine karşı sert önlemler aldığı 1996 yılından bu yana en büyük program olma özelliğini taşıyor.

Bu arada, saldırının gerçekleştiği Yeni Güney Galler hükümeti, eyalet parlamentosuna “ülkedeki en sert” olarak nitelendirdiği bir dizi silah kontrolü reformu sundu.

Yeni Güney Galler Başbakanı Chris Minns gazetecilere yaptığı açıklamada, “Dünyanın pazar günkü terör saldırısından öncekiyle aynı olduğunu iddia edemeyiz” dedi.

Yeni düzenlemelere göre, bireyler en fazla dört ateşli silaha sahip olabilirken, çiftçiler gibi istisnai durumlar için bu sayı 10'a kadar çıkabiliyor. Yetkililere göre, eyalette şu anda 1,1 milyondan fazla ateşli silah dolaşımda bulunuyor.

Yeni yasa ayrıca, şüphelilerden birine kayıtlı bir araçta bulunan DEAŞ bayrağı da dahil olmak üzere "terörist sembollerin" sergilenmesini yasaklıyor.

Yetkililer ayrıca, bir terör saldırısının ardından üç aya kadar protestoları yasaklayabilecekler.

Minns, Filistin yanlısı gösteriler sırasında kullanılan "intifadanın küreselleşmesi" ifadesi de dahil olmak üzere, nefret söylemini kısıtlamayı gelecek yıl değerlendireceğini belirtti.