Netanyahu’nun zaferi, Mısır-İsrail ilişkilerini nasıl etkiler?

Gözlemciler, Kahire’nin hükümetin Filistinlilere yönelik radikal davranışını düzeltmek amacıyla Netanyahu’nun dönüşüyle pragmatik bir şekilde ilgileneceği görüşünde.

Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah Sisi ve İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu bir süre önce bir araya gelmişlerdi. (AFP)
Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah Sisi ve İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu bir süre önce bir araya gelmişlerdi. (AFP)
TT

Netanyahu’nun zaferi, Mısır-İsrail ilişkilerini nasıl etkiler?

Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah Sisi ve İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu bir süre önce bir araya gelmişlerdi. (AFP)
Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah Sisi ve İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu bir süre önce bir araya gelmişlerdi. (AFP)

İbrahim Abdulmecid
İsrail’de son sözü oy sandıkları söyledi ve Binyamin Netanyahu iktidara geldi. Dikkatler, zafer kazanıp kazanmayacağını merak etmekten, hükümetinin şeklini ve özellikle komşu ülkeler olmak üzere farklı konularla nasıl ilgileneceğine yöneldi. Sağ eğilimli Başbakan, daha sert bir hükümet şekline doğru ilerliyor gibi görünüyor. Bu durum, (İsrail ile uzun bir sınırı olan ve İsrail ordusu ile Gazze Şeridi’ndeki Filistinli gruplar arasında sık sık çıkan çatışmalarda geleneksel arabuluculuk yapan) başta Mısır olmak üzere Tel Aviv ile barışçıl ilişkilere sahip Arap ülkeleriyle ilişkilerini etkileyebilir.
Netanyahu, görevden ayrılmasından 18 aydan kısa bir süre sonra, kampının Knesset’te 65 sandalye kazanmasının ardından geçtiği büyük kapıdan başbakanlığa geri döndü. Bu çoğunluk, onu bir hükümet kurmaya yetkin kılan ve İsrail’i yaklaşık üç yıl içinde beş yasama seçimine itmiş kırılgan çoğunluğa sahip hükümetlerin tehlikelerinden koruyan rahat bir çoğunluk.

Çifte radikalizm
İsrail’in ‘şahinlerinden’ biri olarak nitelendirilen Netanyahu’nun hükümeti, ister birinci başbakanlık döneminde (1996- 1999) isterse de ikinci döneminde (2009-2021) olsun, önceki hükümetlerinden daha sert olacak gibi görünüyor. Öyle ki seçimlerdeki iki müttefikinden biri olan Şas 11 sandalye, Dini Siyonizm ise 14 sandalye elde etti. İsrail medyası tarafından yayınlanan sonuçlara göre Netanyahu liderliğindeki Likud Partisi, 32 sandalye kazandı.
İsrail’de geçen salı günü yapılan seçimlerin sonuçlarındaki en belirgin sürpriz Dini Siyonizm Partisi’nin yükselişi oldu. 14 sandalye kazandı. Yani Knesset’teki en büyük üçüncü parti oldu. Bu, partinin en önde gelen liderlerinden Itamar Ben Gvir’in gelecek hükümete taraf olacağı anlamına geliyor. Itamar Ben Gvir, İsrail ve ABD’de terörist ilan edilen radikalizm yanlısı Yahudi Kach Hareketi’nin bir üyesi.
Ben Gvir, sekiz kez Filistinlilere karşı şiddet eylemlerine karışmakla ve onlara karşı provakasyon yürütmekle suçlandı. Suçlamalar arasında nefreti körüklemek ve terör örgütlerini desteklemek de var. Bir avukat olarak çalışmalarının büyük bir bölümünü yerleşimci davalarını savunmaya adadı. Ben Gvir, İsrail’in bir Yahudi- Siyonist devleti olduğu fikrini savunuyor. Arap kökenli İsraillilere (1948 Arapları) atıfla ‘sadakatsiz’ Arap vatandaşlarının sınır dışı edilmesini talep ediyor ve bir Filistin devletinin kurulmasını reddediyor.

“Faşist hükümet”
Filistinli Siyaset Bilimi Profesörü Eymen er-Ragab, İsrail hükümeti içindeki bu radikal ideolojinin varlığının onu ‘aşırı faşist’ bir hükümet haline getireceğine dikkati çekti. Ragab, “Netanyahu, hükümeti içindeki aşırı sağ üyelerini siyasi tecrübesiyle dizginleyemezse bu durum, farklı konuların ele alınmasını etkileyecektir” dedi.
Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı haberinde açıklamalarda bulunan Ragab, tüm forumlarda ‘Araplara ölüm’ sloganları atan, ‘ötekini reddetme’ fikirlerinin sahibi Ben Gvir’in, bakanlık görevi üstlenmesi durumunda Kudüs’ü Yahudileştirme planlarını uygulayacağını söyledi. Eymen er-Ragab sözlerini şöyle sürdürdü:
“Filistinlilere saldırabilir veya onları yüzüstü bırakabilir. Başta Mısır ve Ürdün olmak üzere İsrail ile barış ilişkisi olan Arap ülkelerine baskı yapacak ve bu ülkeler elbette beklenen bu radikal uygulamaları reddedeceklerdir. Bu da iki ülkenin Tel Aviv ile ilişkisini zorlayabilir.”
Profesör ayrıca, Kudüs’teki kutsal mekanların denetçisi olması nedeniyle Ürdün üzerindeki baskının daha da artacağına dikkat çekti.

Tehlikeyi sezme
Ben Gvir, seçimlerden önce Netanyahu ile hükümet kurmak için müzakerelere girmesi durumunda iç güvenlik pozisyonunu devralmak isteyeceğini açıklamıştı.
Diğer yandan Mısır Dışişleri Bakanı Sameh Şukri, geçen perşembe günü ABD’li mevkidaşı Antony Blinken ile yaptığı telefon görüşmesinde İsrail seçimlerinin sonuçlarına değindi. Dışişleri Bakanlığı’nın açıklamasına göre Şukri, ‘Filistin topraklarında sükuneti korumanın, Filistin halkına karşı her türlü tırmandırıcı veya kışkırtıcı önlemden kaçınmanın ve yeni İsrail hükümetinin kurulmasından sonra barış sürecini yeniden başlatma çabalarını yoğunlaştırmanın’ önemli olduğunu dile getirdi. Bu çerçevede Kahire, yeni İsrail hükümetinin net olmasını bekliyor.
Ragab, Kahire’nin mevcut haliyle radikal sağdan kaynaklanan tehlikeyi sezdiğini, Filistin’deki durumun istikrarından endişe duyduğunu ve aşırılık göstergesinin yükselişinin farkında olduğunu belirtti. “Mısır, ateşkesi dayatmada önemli bir rol oynayacak ve Filistinlilerin İsrail hükümetinden ayrılmasına izin vermeyecek” dedi.
Aynı şekilde el-Ahram Stratejik Araştırmalar Merkezi danışmanı Hasan Ebu Talib de İsrail hükümetlerinin tüm sınıflandırmalarıyla birlikte Mısır’la pragmatik bir şekilde ilgilendiğini belirtti. Ebu Talib, Netanyahu’nun ‘Mısır’ın konuya dair rolünü etkisiz kılma veya rolünü daha az önemli hale getirme’ çabalarına rağmen Mısır’ı, Filistin davasında rol oynayan bir ortak olarak nitelendirdi. Ebu Talib’e göre Netanyahu, Gazze’deki gruplarla çatışmalar sırasında defalarca tekrarlandığı gibi Filistin’de işlerin kötüye gitmesini önlemek için Kahire’nin neler yapabileceğinin de farkında.

İki devletli çözüm
Independent Arabia’ya konuşan Hasan Ebu Talib şu açıklamada bulundu:
“Mısır’ın seçim sonucuyla ilişkisi doğrudan değil, yeni hükümetin ister Batı Şeria ve Gazze Şeridi’nde isterse de 1948 Filistin toprakları içinde olsun, Filistinlilere karşı üstleneceği politika ve uygulamalarla ilgili.”
Bu seçimlerdeki en önemli değişkenin, yeni İsrail hükümetine damgasını vuracak aşırı radikalizm olduğunu belirten Ebu Talib, seçim kampanyalarını ve adayların açıklamalarını takiple şunları söyledi:
“Hükümetin daha fazla yerleşim yerine imza atması beklenebilir. Bu durum da Filistin Ulusal Otoritesi üzerinde daha fazla baskı anlamına geliyor. Bu noktada Mısır, Filistin Otoritesi’nin yetki süresinin dolmasına ve iki devletli çözüme karşı dikkatli olmalıdır.”
Ebu Talib, Filistin yönetiminin performansına ilişkin tüm yorumlara rağmen, varlığını sürdürmesinin ‘iki devletli çözümü koruduğunu’, buna karşılık Netanyahu ve çevresindeki tüm radikalizm yanlılarının da iki devletli çözümü engellemeye ve bitirmeye yöneleceğini vurguladı. El-Ahram Stratejik Araştırmalar Merkezi danışmanına göre bu da Filistin davasını 1993’te imzalanan Oslo Barış Anlaşması’nın öncesine götürüyor. Netanyahu’nun önceki hükümetinde İsrail’i ‘tamamen Yahudi’ bir devlet olmaya çağırdığına ve İsrail vatandaşlığına sahip Arapların bile haklarını inkâr ettiğine dikkati çeken Hasan Ebu Talib sözlerine şöyle devam etti:
“Bu çağrıları yeniden gündeme getirmesi ile Filistinlileri yerinden etmek, öldürme ve yerleşim operasyonlarını genişletmek için çalışması bekleniyor. Bu noktada başta Mısır ve Ürdün olmak üzere Arap ülkeleri bu uygulamalarla ilgilenecektir. İsrail’in önlemleri ne kadar katı olursa, Kahire ve Amman da o kadar çok iki devletli çözümü korumak için çalışmak zorunda kalacak.”

Pragmatik yaklaşım
Ebu Talib, Kahire’nin Netanyahu’nun hükümete dönüşüyle ​​pragmatik bir şekilde ilgileneceğini vurgularken, bunun ise Netanyahu’nun radikalliğini memnuniyetle karşılamak anlamına gelmediğini söyledi. Hasan Ebu Talib’e göre aksine hükümetin Filistinlilere yönelik radikal davranışını ‘onarmak’ amacıyla ABD tarafını diyaloga dahil etme girişimi de dahil, İsrail hükümetiyle doğrudan ve dolaylı diyalog kanalları var. ABD Başkanı Joe Biden, iki devletli çözümü desteklediğinden bahsederken Mısır, bu rolü Avrupa ülkeleriyle de oynayacak. Aynı şekilde danışman, ancak ABD başkanlık seçimlerine iki yıldan az bir süre kaldığı göz önüne alındığında Washington’ın İsrail üzerindeki baskısının sınırları olacağını belirtti.
İsrail Savunma Bakanı Benny Gantz, 22 Ağustos’ta aynı ayın başlarında Mısır arabuluculuğunda bir ateşkesle sona eren son Gazze savaşı nedeniyle Mısır-İsrail ilişkilerinde bir krizin yaşandığını açıkladı. Gantz ayrıca, “Mısır önemli bir bölgesel oyuncu ve İsrail’in en önemli dostlarından biri” dedi. Diğer yandan İsrail Güvenlik Teşkilatı Şin Bet Başkanı Ronen Bar’ın Kahire ziyaretiyle Tel Aviv’in ilişkileri iyileştirmek istediği görüldü. Ronen Bar, Gazze’deki ateşkesi takip etmek ve sakinliği korumak için Mısır Genel İstihbarat Teşkilatı Başkanı ile bir araya gelmişti.

Yakınlaşma adımları
Mısır-İsrail ilişkileri geçtiğimiz iki yıl boyunca, eski Başbakan Naftali Bennett’ın Eylül 2021’de Şarm Eş-Şeyh’i ziyareti sırasında birkaç yakınlaşma adımına tanık oldu. Bu, bir İsrail başbakanının 2011’den bu yana Mısır’a yaptığı ilk ziyaretti ve ardından geçen mart ayında bir başka ziyaret daha gerçekleşti. Ekim 2021’de devlete ait ‘EgyptAir’ havayolunun İsrail’e ilk uçuşu yapıldı. Bu, İsrail Havacılık İdaresi tarafından ‘tarihi bir adım’ olarak nitelendirildi.
Aynı şekilde Sina Yarımadası’nın kuzeyindeki Refah sınır bölgesinde sınır muhafızlarının sayı ve kabiliyetleri artırılarak Mısır askeri varlığını güçlendirmeye imkân verecek şekilde barış anlaşmasının güvenlik eki değiştirildi. Bu, Kasım 2021’de Mısır-İsrail Ortak Askeri Komitesi’nin toplantısı sonucunda ilan edildi. Mısır silahlı kuvvetleri, anlaşmanın Mısır ulusal güvenliğini koruma, sınırları kontrol etme ve güvence altına alma çabalarının bir parçası olduğunu bildirdi.



İran'ın vekilleriyle yüzleşmek: Bölgesel rol

Lina Jaradat
Lina Jaradat
TT

İran'ın vekilleriyle yüzleşmek: Bölgesel rol

Lina Jaradat
Lina Jaradat

James Jeffrey

24 Haziran'da dünya Ortadoğu'da farklı bir sahneye uyandı. Ateşkes, Gazze Şeridi hariç, 7 Ekim 2023'te İran’ın vekillerinin başlattığı bölgesel bir çatışmayı, son olarak Tahran'ın kendisinin doğrudan müdahil olmasının akabinde sonlandırdı. Bu çatışma İran ve vekilleri için dolaylı olarak da askeri müttefiki Rusya için ağır bir yenilgiyle sonuçlandı. Savaşın tozu dumanı dağılırken temel bir soru ortaya çıkıyor; nadiren barışı tatmış bir bölgede uzun vadeli istikrarı sağlamak için bu başarıyı nasıl kullanabiliriz? İlk adım İran'ı çevrelemektir, ancak bu çabanın başarısı, ayrıntılarının tam ve derinlemesine anlaşılmasına bağlı.

ABD, daha önceki çatışmalarda olduğu gibi bu çatışmada da bazen başarılı, bazen de etkisi sınırlı kilit bir rol oynadı. Ancak bu rolün, Başkan Trump'ın bu hayati öneme sahip bölgeye olan ilgisini kaybetmesi nedeniyle değil, aksine ABD'nin ne sunabileceği ve nelerden kaçınması gerektiği konusundaki gerçekçi vizyonundan hareketle “savaş sonrası” aşamada değişmesi muhtemel.  Trump'ın siyasi tabanında izolasyonistlerin güçlü varlığı göz önüne alındığında bu kaçınma önemli. İran'a yönelik son saldırıda olduğu gibi, Amerikan taahhütlerinin kısa vadeli, düşük maliyetli ve doğrudan Amerikan vatandaşının çıkarlarıyla bağlantılı olması koşuluyla, bu akımı ikna etmek mümkün.

Bu nedenle bölge ülkeleri, Başkan Trump'ın mayıs ayında Riyad'da yaptığı konuşmada ortaya koyduğu, ABD'nin Ortadoğu politikasının genel çerçevesini ciddiye almalı. ABD, bundan sonra “son çare” rolünü, yani yalnızca kesinlikle gerekli olduğunda ve başka alternatif kalmadığında müdahale eden bir güvenlik garantörü rolünü üstlenmeyi planlıyor. Fordo tesisinin bombalanması bu tür kararlı müdahalelerin açık bir örneğiydi. Daha geniş çerçevede, Trump konuşmasında, bölgenin sorumluluklarını üstlenebilme gücüne güvendiğini, bölgenin birçok krizi kendi başına çözebilecek olgunluğa ulaştığına inandığını dile getirdi.

Bölgesel güçler, bu alanlarda gerçek bir değişim yaratmak için uzun vadeli vizyonlara ve sahadaki detaylara ilişkin kapsamlı bir anlayışa sahip, ABD ise bunlardan yoksun

Bu durum, bölgedeki iki ana taraf olan ABD ve Türkiye'nin de aralarında bulunduğu bölge ülkeleri arasında ideal bir rol dağılımına işaret ediyor; burada İsrail'in özel bir statüye sahip olduğuna işaret edelim. Zira Amerikan güvenlik şemsiyesi, İsrail ile eşgüdüm halinde, İran'ın doğrudan oluşturduğu stratejik tehditlerle mücadeleye odaklanacaktır. Gazze, Lübnan, Irak, Suriye ve Yemen'de İran’ın vekillerinin kalan ağlarıyla mücadeleye gelince, son dönemde Suriye'ye yönelik izlenen politikada da görüldüğü gibi, gayriresmi bir ittifak çerçevesinde bölge devletlerinin sorumluluğunda olduğu varsayılıyor. Bu dağılım iki nedenden dolayı mantıklı görünüyor; birincisi, bu ağların nüfuzunu ve dolayısıyla İran'ın bunlar üzerindeki kontrolünü sınırlamak, en çok bu ağlara ev sahipliği yapan ülkelere komşu olan Arap ülkeleri ve Türkiye’nin menfaatinedir. İkincisi, bölgesel güçler bu alanlarda gerçek bir değişim yaratmak için uzun vadeli vizyonlara ve sahadaki detaylara ilişkin kapsamlı bir anlayışa sahip, ABD ise bunlardan yoksun.

Aşağıda, vekillerin etkisini azaltmayı ve böylece İran'ın gayrimeşru hegemonyasını zayıflatmayı amaçlayan bölgesel katılım için bir “eylem planı” yer almaktadır. Bu plan, ABD'nin doğrudan müdahalesini gerektiren alanları belirliyor. Diğer uluslararası tarafların rolleri ise nispeten sınırlı kalıyor. Zira Avrupa Birliği ve İngiltere genel olarak ABD'nin hedeflerine destek verseler de finansal alan dışında bölgesel güvenliğe katkıları sınırlı olmayı sürdürüyor. Öte yandan Çin ve Rusya'nın, Güvenlik Konseyi'ndeki birkaç sınırlı ve yoğun rol dışında, bölgenin farklı yerlerinde 20 aydır süren operasyonlar boyunca neredeyse hiçbir etkileri olmadı.

Arap ülkeleri arasında, mevcut Filistin liderliğinin Gazze'de ne ölçüde rol üstlenmeye hazır olduğu konusunda görüş ayrılıkları öne çıkıyor. Ancak bölge, eninde sonunda kendisini Ramallah'ın bu bağlamda neler sunabileceğiyle yüzleşmek zorunda bulacaktır

Gazze

BAE ve Mısır, Gazze'deki “ertesi gün” aşaması için Filistin Ulusal Otoritesi, bölgesel organlar ve uluslararası tarafların ortak roller üstlenmesini öngören planlar sundular. Bu planların genel hatları ümit verici görünse de Hamas'ın Gazze’de siyasi kontrolden vazgeçmesini, güç kullanımının başka bir Filistinli oluşuma veya kolektif bir Arap oluşumuna ya da ortak bir oluşuma münhasır olduğunu tanımasını şart koşuyor. Bu şartın sağlanması zor olsa da özellikle İsrail'in, tıpkı Lübnan'da Hizbullah'ın başına gelenlere benzer şekilde, Hamas'ın askeri gücünü yeniden inşa etmesi durumunda müdahale etme hakkını savunacağı düşünüldüğünde, imkânsız değil. Mevcut Filistin liderliğinin Gazze'de rol üstlenmeye ne kadar hazır olduğu konusunda da Arap ülkeleri arasında görüş ayrılıkları öne çıkıyor. Ancak bölge, eninde sonunda kendisini Ramallah'ın bu bağlamda neler sunabileceğiyle yüzleşmek zorunda bulacaktır.

İsrail ile Hamas arasında ateşkes sağlanmasının ardından 23 Ocak 2025'te, yerinden edilen Filistinliler Gazze Şeridi'nin kuzeyindeki Cibaliye'ye geri dönerken, insanlar yıkılan binaların enkazları arasında çadırlar kuruyor (AFP)İsrail ile Hamas arasında ateşkes sağlanmasının ardından 23 Ocak 2025'te, yerinden edilen Filistinliler Gazze Şeridi'nin kuzeyindeki Cibaliye'ye geri dönerken, insanlar yıkılan binaların enkazları arasında çadırlar kuruyor (AFP)

Bu bağlamda ABD’nin rolü çok önemli. ABD, Gazze'deki Hamas kalıntılarına karşı devam eden ve sivil halka büyük zararlar veren savaşı durdurması için mevcut İsrail hükümetine baskı yapabilecek tek taraf olmaya devam ediyor. Başkan Trump'ın İran'a yönelik saldırısının olumlu yan etkilerinden biri de kazandığı güvenilirlik oldu ve bu da ona İsrailliler üzerinde bu hassas konuda etkili baskı uygulayabilme olanağı tanıyor.

Suriye

Genel olarak Türkiye ile ittifak içinde olan önde gelen Arap devletleri takdire şayan bir öncü rol üstlendiler. Ancak Suriye'deki sahne farklı; İran'ın açık nüfuzu önemli ölçüde gerilemiş olsa da Tahran hâlâ çok sayıda Suriyeli tarafla örtülü ilişkilerini sürdürüyor ve nüfuzunu yeniden kazanmak konusunda oldukça istekli olduğunu gösteriyor. Buna karşılık mevcut Suriye rejimi, Esed'in eski müttefiki İran'a karşı açık bir düşmanlık sergiliyor. En büyük meydan okuma, 14 yıldır süren savaş nedeniyle nüfusunun yarısının yerinden edildiği, yüz binlerce kişinin öldürüldüğü ve kapsamlı bir ekonomik çöküş yaşayan yeni Suriye devletinin kırılganlığıdır. Kuzeyde, kuzeydoğuda, batıda ve güneyde yayılan ve merkezi hükümete bağlılıkları şüpheli silahlı grupların yanı sıra, DEAŞ’a bağlı grupların devam eden varlığının gölgesinde kökleşmiş iç ayrışmalar, bu durumu daha da derinleştiriyor.

BM Güvenlik Konseyi'nin 1701 sayılı kararına dayanan 2024 ateşkesi şartları, Lübnan hükümeti ve halkının Hizbullah'ın nüfuzunu azaltmaya yönelik çabalarına hukuki bir zemin sağlıyor

Bölge ülkelerinin öncelikli görevi, özellikle Başkan Trump'ın Suriye'ye yönelik ciddi toparlanma çabalarını engelleyen yaptırımları kaldıran başkanlık kararnamesini yayınlamasının ardından, etkili ekonomik destek sağlamaktır. İkinci görev ise bölgesel pozisyon birliğini korumaktır. Nitekim 2018 yılından itibaren Arap dünyasında Suriye politikası konusunda ortaya çıkan ayrışmalar, Esed rejimine yönelik ortak pozisyonu zayıflatmıştı. Bu durum daha sonra, özellikle de Esed'in Arap Birliği'ne tam dönüşü karşılığında herhangi bir reformda bulunmayı reddetmesinin ardından 2023'te düzeltildi.

Bugün en büyük meydan okuma, Arap devletleri ile Türkiye arasında yalnızca Şam rejimine yönelik değil, aynı zamanda ülkenin geniş bölgelerini kontrol eden silahlı gruplara karşı pozisyonlarda da görüş ayrılığı yaşanması olasılığıdır. Bu bağlamda Arap dünyası ile Türkiye'nin görüş birliği içinde olması zaruri hale geliyor. Burada, iç reform, yönetişim, güvenlik ve dış ilişkiler dosyalarını kapsayan net bir “yapılacaklar listesi” hazırlanması, Arap dünyasının 2021-2024 yılları arasında Esed'e yönelik benimsediği yaklaşıma benzer şekilde, yeni Suriye hükümetine ortak bir çerçeve olarak sunulması öneriliyor.

ABD Başkanı Trump, Suriye dosyasıyla ilgili olarak Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile arasındaki gerginliği azaltmak konusunda arabuluculuk yapabileceğini İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'ya bildirdi. Bu, mevcut Suriye bağlamında en hassas konulardan birinde gerilimi azaltabilir. Buna paralel olarak ABD, DEAŞ’ı çevrelemeye devam etme konusunda doğrudan çıkar sahibi ve bu da Kürt liderliğindeki Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ile sürekli iş birliğini gerektiriyor. Ancak Suriye'deki tablo oldukça karmaşık; zira aynı güçler, Türkiye ile PKK bağlantıları nedeniyle çatışma içinde oldukları bir dönemde, Şam ile kuzeydoğunun merkezi devlete yeniden entegrasyonu konusunda, idari, ekonomik, enerji ve güvenlik konularını da içeren müzakereler yürütüyor.

Dolayısıyla ABD'nin yaptırımları kaldırma sorumluluğunun yanı sıra hâlâ temel bir rolü bulunuyor. Son olarak Washington'un, Golan Tepeleri'nin hukuki statüsü de dahil olmak üzere, Suriye ile İsrail arasında 1974’te varılan anlaşmada yer alan konuları ele almak için hem Suriye hem de Ürdün ile birlikte çalışması gerekiyor.

 İsrail ile Hizbullah arasında ateşkesin yürürlüğe girmesinin ardından, Beyrut'un güney banliyölerindeki hasarlı binaların yakınından geçen araçlar Lübnan, 27 Kasım 2024 (Reuters)İsrail ile Hizbullah arasında ateşkesin yürürlüğe girmesinin ardından, Beyrut'un güney banliyölerindeki hasarlı binaların yakınından geçen araçlar Lübnan, 27 Kasım 2024 (Reuters)

Lübnan

BM Güvenlik Konseyi'nin 1701 sayılı kararına dayanan 2024 ateşkesinin şartları, Lübnan hükümetine ve halkına, “devlet içinde silahlı devlet” olarak Hizbullah'ın nüfuzunu azaltmaya yönelik çabalarına yasal bir zemin sağlıyor. Bu bağlamda, Lübnan'ın karşı karşıya olduğu hukuki zorluklar ve ciddi ekonomik kriz göz önüne alındığında, BM ve uluslararası bağışçılara önemli rol düşüyor. Ancak Arap ülkelerinin de halen en az bunun kadar önemli, finansal destek ve diğer ekonomik yardım biçimlerini sunmak gibi ciddi bir rolü bulunuyor. Bunun ötesinde, bu rol, Lübnan hükümetine Hizbullah'ı dizginleme sözünü yerine getirmesi için baskı yapmak amacıyla siyasi tutumları birleştirmeye kadar uzanıyor. Arap ülkeleri de dahil olmak üzere dış yardımların, silahsızlandırma taahhüdüne, 1701 sayılı kararın uygulanmasına ve ateşkese bağlanması, Lübnan ve bölgede barış ve istikrarın sağlanması için olmazsa olmaz bir unsurdur.

Lübnan örneğinde olduğu gibi Arap ülkelerinin Irak hükümetiyle de tarihi ilişkileri bulunuyor ve bu ilişkiler ekonomik ve diplomatik düzeyde giderek gelişiyor

Arap iş birliğinin etkin koordinasyon gerektiren en önemli alanlarından biri de Lübnan-Suriye ilişkileri. Suriye'nin Hizbullah'a gönderilen silahlar konusunda kaçakçılığı sınırlaması için bölgesel desteğe ihtiyacı var. Zira Şam'daki hükümetin değişmesinden sonra bile, 1701 sayılı kararın açıkça ihlali niteliğindeki silah sevkiyatı girişimleri devam etti. Lübnan ve Suriye'nin Şeba Çiftlikleri konusunda ortak tavır alması da önem taşıyor.

ABD ise Lübnan'da doğrudan önemli bir rol oynamasa da Lübnan ordusuna verdiği sürekli destek, sunduğu diğer yardımların yanı sıra, Güvenlik Konseyi'ndeki daimi üye olarak etkinliği aracılığıyla aktif olmayı sürdürüyor. Buradan hareketle Arap ülkelerinin, İsrail'in ateşkese bağlılığının sağlanması, Lübnan topraklarında halen işgal ettiği mevzilerden güçlerini çekmesi başta olmak üzere, Lübnan’da Washington ile koordinasyon ve iş birliği yapmaları gerekiyor.

Irak

Lübnan örneğinde olduğu gibi Arap ülkelerinin Irak hükümetiyle de tarihi ilişkileri bulunuyor ve bu ilişkiler hem ekonomik hem de diplomatik düzeyde giderek gelişiyor. Ancak Irak sahnesi doğası gereği Lübnan'dakinden farklı. İran'ın Irak'taki nüfuzu, bilhassa Lübnan'daki doğrudan vekili Hizbullah'ın nüfuzuyla karşılaştırıldığında daha güçlü nüfuza sahip siyasi partiler, Haşdi Şabi’ye bağlı milisler aracılığıyla çok daha geniş ve çeşitli. Ancak Lübnan’a göre Irak'ın kırılganlığı daha derin görünüyor. Şarku’l Avsat’ın al Majalla’dan aktardığı analize göre zira Irak İran'a komşu olmasının yanı sıra, onunla yakın enerji bağları da var. Ayrıca Lübnan'dan farklı olarak, vekillerin nüfuzunu sınırlamasını sağlayacak uluslararası hukuki yetkilerden de yoksun. Dünyanın önde gelen petrol üreticilerinden biri olan Irak, İran'ın bölgesel hesaplarında stratejik bir kazanımı temsil ediyor.

Irak liderliğine, Tahran ile angajmanda aşırıya kaçmasının ciddi sonuçlar doğurabileceği hatırlatılmalı; bu durum Kürtleri ayrılığa itebilir ve Sünni Arapları DEAŞ’ın kollarına geri dönmeye teşvik edebilir

Arap ülkeleri, Irak hükümetiyle gelişen diplomatik ve ekonomik ilişkilerini, dolaylı yoldan harekete geçerek, Bağdat'ın karar alma bağımsızlığını desteklemeye katkıda bulunmak için kullanabilirler. Irak liderliğine, Tahran ile angajmanda aşırıya kaçmasının ciddi sonuçlar doğurabileceği hatırlatılmalı; bu durum Kürtleri ayrılığa itebilir ve Sünni Arapları DEAŞ’ın kollarına geri dönmeye teşvik edebilir. Bu iki gelişme sadece Irak'ın değil, tüm bölgenin güvenliği için tehdit oluşturuyor. Bu bağlamda, Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile Bağdat hükümeti arasındaki ilişkilerin yönetilmesi konusunda Türkiye ile iş birliği yapılması en önemli önceliktir.

Irak'taki Amerikan rolüne gelince, giderek azalsa da özellikle enerji sektöründeki ticari anlaşmalar açısından hâlâ büyük önem taşıyor. Buna ilave olarak, DEAŞ’ın geri dönüşünü engellemede oynadığı önemli rolün yanı sıra, son yıllarda biriktirdiği hukuki, mali ve diplomatik mirasla etkisini sürdürüyor. Washington, Arap ülkeleri, Türkiye ve daha geniş ölçüde uluslararası toplum açısından önemli olan sonuç şudur, Irak'ın son 20 yıldır Lübnan ve Yemen'in izlediği yola sapması bölgesel bir felakete yol açacaktır.

Arap devletleri, ABD dahil olmak üzere herhangi bir dış güçle karşılaştırıldığında, İran ve bölgedeki ağlarından beklenen direnişe karşı koymaya en muktedir ülkeler olmaya devam ediyorlar

Yemen

Yemen dosyasında onlarca yıldır hiçbir dış güç gerçek bir atılım sağlayamadı. Buna vekili Husilerin ülkeyi tamamen kontrol altına almasını veya uluslararası alanda meşru olarak tanınmasını sağlayamayan İran da dahil. Husilerle merkezi hükümet arasındaki çatışmanın büyük ölçüde donmuş bir biçimde kalacağı varsayıldığında, Arap devletlerinin meşru hükümete siyasi destek vermeye ve insani yardımları yoğunlaştırmaya odaklanmaları gerekiyor. ABD açısından ise Husiler'in deniz trafiğine yönelik saldırılarını yeniden başlatmaması durumunda, Husiler ile çatışmaya girme konusuna ilgisi sınırlı kalmaya devam edecektir. Konunun karmaşıklığı göz önüne alındığında, sahadaki gelişmeler farklı bir yaklaşımı gerektirmediği sürece, konunun sonraki bir aşamaya bırakılması daha iyi olacaktır.

Arka planda Husiler tarafından ele geçirilen kargo gemisinin yer aldığı sahilde yürüyen bir Husi savaşçısı 5 Aralık 2023 (ABE)Arka planda Husiler tarafından ele geçirilen kargo gemisinin yer aldığı sahilde yürüyen bir Husi savaşçısı 5 Aralık 2023 (ABE)

Sonuç

İran, bölge genelinde geniş bir vekil ağı kurmak için onlarca yıl harcadı ve bu çabasında büyük ölçüde başarılı oldu; bu da Arap dünyasını muazzam bir baskı altına soktu. Dört Arap ülkesi ve Gazze Şeridi halklarının kendi kaderlerini tayin haklarını ellerinden aldı. Bu halklar, çeşitli aşamalarda, ağır insani kayıplar vermelerine neden olan ve tüm bölgenin istikrarsızlaşmasına yol açan savaşlara girmeye zorlandılar. Uzun vadede refah ve barışın hüküm sürdüğü bir Ortadoğu için sadece nükleer ve askeri programlarıyla ilgili olarak değil, aynı zamanda vekalet yoluyla diğer ülkeleri kontrol etme yeteneği açısından da İran'ın nüfuzu azaltılmalıdır. Birkaç nedenden ötürü, Arap ülkeleri, ABD dahil olmak üzere herhangi bir dış güçle karşılaştırıldığında bu görevi yerine getirmeye en muktedir ülkeler olmaya devam ediyorlar. Ancak bu konuda başarıya ulaşmak için, İran ve bölgedeki ağlarından beklenen direnişe karşı ortak bir duruş ve kolektif bir iradeye ihtiyaç vardır.

*Bu analiz Şarku'l Avsat tarafından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.