33. yıl dönümünde Taif Anlaşması’na güçlü bağlılık

Taif Anlaşması’nın uygulanması çağrıları yapılırken Suudi Arabistan'ın Beyrut Büyükelçisi Velid el-Buhari, anlaşmaya olan bağlılığın, Suudi Arabistan'ın Lübnan'ın güvenliği ve birliğine olan ilgisini yansıttığını söyledi

Dün Beyrut’ta UNESCO binasında yapılan Taif Anlaşması’nın 33. Yıldönümü Ulusal Konferansı’ndan bir kare (Şarku’l Avsat)
Dün Beyrut’ta UNESCO binasında yapılan Taif Anlaşması’nın 33. Yıldönümü Ulusal Konferansı’ndan bir kare (Şarku’l Avsat)
TT

33. yıl dönümünde Taif Anlaşması’na güçlü bağlılık

Dün Beyrut’ta UNESCO binasında yapılan Taif Anlaşması’nın 33. Yıldönümü Ulusal Konferansı’ndan bir kare (Şarku’l Avsat)
Dün Beyrut’ta UNESCO binasında yapılan Taif Anlaşması’nın 33. Yıldönümü Ulusal Konferansı’ndan bir kare (Şarku’l Avsat)

Suudi Arabistan’ın Beyrut Büyükelçiliği tarafından Taif Anlaşması'nın imzalanmasının 33. yıldönümünde Lübnan’ın başkenti Beyrut’ta bulunan UNESCO binasında dün, ‘Taif Anlaşması'nın 33. Yıldönümü Ulusal Konferansı’ düzenlendi. Konferans, 1989 yılında imzalanan anlaşmaya bağlı kalınması konusunda Lübnan içinde bir uzlaşının sağlanmasına izin verirken bir arada yaşama ve Lübnan'ın Arap kimliğinin korunması formülünü yeniden oluşturdu. Konferans ayrıca, ülkenin içinden geçtiği siyasi krizlerin gölgesinde anlaşmadaki hükümlerin uygulanmasının tamamlanmasına ilişkin talepleri artırdı.
Ülkede son olarak cumhurbaşkanlığı koltuğunun boş kalması ve son parlamento seçimlerinden sonra yeni bir hükümet kurulamaması gibi kısa süre önce ülkede yaşanan siyasi gelişmelerden ötürü konferansın büyük siyasi faydaları da söz konusuydu. Bu faydalar arasında, yeni cumhurbaşkanının seçilmesinden sorunun çözümüne kadar çeşitli alanlarda yapılan çağrılar yer aldı.
Taif Anlaşması'nın imzalanmasının 33. yıl dönümünde Suudi Arabistan’ın Beyrut Büyükelçiliği tarafından düzenlenen konferansın etkinlikleri, siyasetçilerden, diplomatlardan ve din adamlarından geniş bir katılımla cumartesi sabahı Beyrut'taki UNESCO binasında başladı. Suudi Arabistan'ın Beyrut Büyükelçisi Velid el-Buhari, konferans sırasında, Taif Anlaşması'nın 33. Yıldönümü Ulusal Konferansı’nın Suudi Arabistan'ın, Lübnan'ın çıkarlarını, güvenliğini, birliğini, istikrarını ve egemenliğini koruma konusundaki öncü rolünü yansıttığını vurguladı.
Büyükelçi Buhari, “Lübnanlı liderlerin bilgeliğine ve istikrar içinde yaşamak isteyen halkın isteklerine güveniyoruz. Bir arada yaşama ve Lübnan'ın Arap kimliğinin korunması formülünü somutlaştırmamız gerekiyor” ifadelerini kullandı.  Büyükelçi Buhari, Fransa'nın kendilerine Taif Anlaşması'nı değiştirme niyeti ya da bu yönde bir önerisi olmadığına dair güvence verdiğini de sözlerine ekledi.
Lübnan Başbakanı Necib Mikati, Taif Anlaşması'nın bundan 33 yıl önce Lübnan'daki iç savaşın sona ermesi noktasında büyük bir önem taşıdığını, Suudi Arabistan'ın Lübnan'ı yalnız bırakmadığını ve her zaman yanında olduğunu vurguladı. Mikati, konferansa katıldığı sırada gazetecilere yaptığı açıklamada, “Bu günün çok önemli bir simgeselliği var. Konferans, Suudi Arabistan'ın Lübnan'ı yalnız bırakmadığını bir kez daha teyit ediyor. Konferansa olan bu büyük katılım Lübnan için halen en uygun anlaşma olan Taif Anlaşması'nın bir teyidi anlamına geliyor” şeklinde konuştu.


Büyükelçi Buhari’nin Başbakan Mikati ve Lübnan Müftüsü Derian yan yana geldiği bir kare (Şarku’l Avsat)

Lübnan Başbakanı, kendisine yöneltilen bir soruya verdiği yanıtta, “Hükümette görevlerimizi yerine getirmeye çalışıyoruz. Anayasa ve yasaların öngördüğü şekilde, dürüstlük, sorumluluk ve vatanseverlik duygusuyla çalışacağız. Hiçbir bakanın bu milli görevde başarısız olacağını düşünmüyorum” ifadelerini kullandı.
Taif Anlaşması’nın hazırlanmasında yer alan Cezayirli siyasetçi ve diplomat Lahdar İbrahim, ‘Taif Anlaşması'nın ilk hedefinin Lübnan'daki iç savaşı sona erdirmek olduğunu’ vurguladı. İbrahim, 33 yıl önce Taif Anlaşması’nın tamamlanmasında emeği geçen herkese teşekkür etti.
Lübnan'ı harabeye çeviren iç savaştan sonra ülkenin korunmasına katkıda bulunan Taif Anlaşması'nın önemini anlatan İbrahim,  anlaşmanın Suudi Arabistan ve Arap ülkelerinin çabalarıyla ve Lübnanlılar arasında barışı tesis etmeyi amaçlayan bir mutabakat çerçevesinde imzalandığına dikkati çekti.
Öte yandan eski Lübnan Başbakanı Fuad Sinyora, bu tecrübeden alınacak derslerin, Lübnan'ın istikrarının, sürdürülebilir dengeye dayandığını gösterdiğini belirtti. Sinyora, “Mezhepçi ve partizan bir çözüm olamaz. Lübnan ya herkes tarafından kurulur ya da asla kurulamaz. Ya herkes ya hiç. Tek çözüm bu” diye konuştu.
Sinyora, sözlerini şöyle sürdürdü:
“İyi niyet, bir girişimin ya da bir çözümün üzerine inşa edilmeli. Bugün en önemli mesele, Taif Anlaşması'na inanan, anlaşmanın yeniden uygulanmasını destekleyen ve anlaşma hükümlerinin doğru bir şekilde uygulanmasına özen gösteren bir cumhurbaşkanının seçilmesidir.”
İlerici Sosyalist Partisi (İSP) Lideri Velid Canbolat ise Taif Anlaşması’nda bir değişikliği ya da bir diyalog başlatılmasını masaya yatırmadan önce Taif Anlaşması’nın imzalandığı dönemde olduğu gibi siyasi mezhepçiliği ortadan kaldırılması gerektiğini söyledi. Dürzi lider Canbolat, “Siyasi mezhepçiliğin, Kemal Canbolat'ın (eski Lübnan Başbakanı) geçmişteki talebinin ve Lübnan ulusal hareketinin onlarca yıl önce kaldırılmasından korktuğumuzu ya da bundan kaçtığımızı kim söyleyebilir? Kemal Canbolat’ın varisi olarak siyasi mezhepçiliğin kaldırılmasına karşı olduğumuzu kim söyleyebilir? Taif Anlaşması’nda niteliksel ve niceliksel bir değişiklik için Lübnan'da bir komite oluşturun lütfen” ifadelerini kullandı.
Taif Anlaşması’nda belirtilen diğer reformlara devam edilmesi gerektiğini vurgulayan Canbolat, dikkatleri cumhurbaşkanı seçiminden saptırmayı amaçlayan mezhepçi gerilimlerden uzak ve sakin bir şekilde anlaşmanın adem-i merkeziyet ve diğerleri gibi hükümlerinin uygulanmadığının tartışılmasında bir sakınca olmadığını da sözlerine ekledi.
Canbolat, “Şu an ki asıl büyük savaş, cumhurbaşkanlığının anayasal ve siyasi yetkileri üzerinde değil, cumhurbaşkanını seçip daha sonra ülkeyi ekonomik ve finansal açıdan kurtaracak gerekli reformları başlatacak güvenilir bir hükümet kurulmasında. Ama bir cumhurbaşkanı seçmediğimiz sürece tüm bunların hiç bir anlamı yok” şeklinde konuştu.
Konferansta Lübnan Maruni Patriği Mar Beşara Butrus er-Rai’yi temsil eden Maruni Başpiskoposu Boulos Matar, konferans sırasında, Taif Anlaşması’nda Hıristiyanların ve Müslümanların tek millet olduğunu vurguladı. Başpiskopos Matar, “Biz Lübnan'da vatanseverlik, Araplık ve insanlık olarak kardeşiz. Lübnanlılardan aralarındaki anlaşmazlıkları kardeşlik çatısı altına çözmelerini istiyoruz” dedi.
Siyasi sistemin durmaması gereken bir diyalog içinde değişebileceğinden Taif Anlaşması’nın yeniden uygulanmasının Lübnan için bir fırsat olduğunu düşünen Başpiskopos Matar, diyalog, sevgi ve kardeşliğin yayılmasının görevleri arasında olduğunu söyledi.
Birleşmiş Milletler (BM) Lübnan Özel Koordinatörü Joanna Wronecka açıklamasında, “Tarihi Taif Anlaşması'nı Lübnan'ın istikrarını garanti edecek şekilde uygulamak için acele edilmeli. Anlaşma, reformların benimsenmesi, uygulanması ve ulusal aidiyetin kurulması yoluyla Lübnanlıların isteklerini karşılayan yeni bir siyasi sistem kurdu” diye konuştu.
Marada Hareketi Partisi Başkanı Süleyman Franci, konferansın oturum aralarında gazetecilerle yaptığı bir sohbette, “Hayatımız boyunca Taif çerçevesindeydik. Dışına hiç çıkmadık. Onun bir parçasıyız. Daveti kabul ettik, ne cumhurbaşkanlığı için ne de başka bir konu için değil, ulusal bir etkinlik olduğu için geldik” ifadelerini kullandı. Franci, kendisi gibi müttefiklerinin de Taif Anlaşması’nı desteklediğini vurguladı.

Konferansın ikinci oturumu
Eski Başbakan Yardımcısı Gassan Hasbani ise konferansın ikinci oturumunda, “Taif Anlaşması’nda metnin ve hükümlerinin temel alındığı hedeflere baktığımızda bunların Suudi Arabistan himayesinde, uluslararası garantilerle ve BM güvencesiyle anayasada yer alan Lübnan’ın bekasının, toprak bütünlüğünün, kimliğinin ve halkının korunmasına ve devletin egemenliğinin tüm topraklarına yayılmasına dayandığını görürüz. Eğer Lübnan Anayasası’nın uygulamasına bakacak olursak, Lübnan'daki durumu yönlendiren iç ve dış güçlere ya da bu güçlerin niyetlerine rağmen Anayasamızın geçerli olduğuna ve uygulanması gerektiğine şüphe yok” yorumunda bulundu.
Taif Anlaşması’nın çeşitli aşamalarında aksama ve gecikmeler yaşandığını, ancak anlaşmanın uygulanmasına izin verilmesi gerektiğini söyleyen Hasbani, “Herhangi bir metin, o metni hazırlayan taraflarca iyi niyetle, en iyi şekilde ve eksiksiz olarak uygulanmadığı sürece boşlukları ve sorunları tespit etmek neredeyse imkansızdır” dedi. Anlaşma çerçevesinde kalmanın önemli olduğunu vurgulayan Hasbani, “Bugün, demokratik bir cumhuriyet olarak Anayasa’nın uygulanmasını sağlamak için çok önemli bir fırsat yakaladık.  Parlamento bunu uygulamak için gerekli adımları atmalı” ifadelerini kullandı.
Lübnanlı eski milletvekili Boutros Harb, yaptığı değerlendirmede, “Bugün Taif'i eleştirmek kolay, ama o dönemde Lübnan'ın yaşadığı katliamlar ve patlamaların neden olduğu acılar hiç kolay değildi” dedi.
Lübnan Meclis üyesi Edmon Rizk ise yaptığı açıklamada, “Anlaşmanın özünün özgür bir sistemde medeni bir ortaklık olduğuna şahit oluyoruz. Dinde olduğu gibi vatanseverlikte de zorlama yoktur” değerlendirmesinde bulundu.
Eski milletvekili ve Bakan Talal el-Merhebi, bir senato kurulması ve siyasi mezhepçiliğin kaldırılması çağrısında bulundu.  Merhebi, Taif Anlaşması'na ve Lübnan'a karşılıksız olarak hamilik eden ve sadece istikrarı sağlamaya çalışan Suudi Arabistan'a teşekkür etti.



Suriye Ordusu, Eski Rejim kalıntılarının saldırıları sonrası Lazkiye ve Tartus’a girdi

Lazkiye’deki meydanlardan birinde Suriye ordusuna ait bir zırhlı araç (AP)
Lazkiye’deki meydanlardan birinde Suriye ordusuna ait bir zırhlı araç (AP)
TT

Suriye Ordusu, Eski Rejim kalıntılarının saldırıları sonrası Lazkiye ve Tartus’a girdi

Lazkiye’deki meydanlardan birinde Suriye ordusuna ait bir zırhlı araç (AP)
Lazkiye’deki meydanlardan birinde Suriye ordusuna ait bir zırhlı araç (AP)

Suriye Savunma Bakanlığı, güvenlik güçleri ve sivilleri hedef alan silahlı saldırıların ardından, ülkenin batı sahilinde bulunan Lazkiye ve Tartus kent merkezlerine zırhlı ve mekanize birliklerin konuşlandırıldığını duyurdu.

Suriye devlet televizyonu, Savunma Bakanlığı Medya ve İletişim Dairesi’ne dayandırdığı haberinde, askeri birliklerin sevkinin “kanun dışı grupların sivillere ve güvenlik güçlerine yönelik saldırılarının artması” üzerine gerçekleştirildiğini aktardı. Açıklamada, bölgede görev yapan birliklerin amacının “iç güvenlik güçleriyle koordinasyon içinde güvenliği sağlamak ve istikrarı yeniden tesis etmek” olduğu belirtildi.

Şarku’l Avsat’ın Suriye medyasından aktardığı habere göre Lazkiye ve Tartus’ta eski rejim yanlısı silahlı grupların açtığı ateş sonucu üç kişinin hayatını kaybetti 48 kişi de yaralandı. Devlet televizyonu, Lazkiye’de düzenlenen protestoları koruma görevi yürüten güvenlik güçlerine yönelik saldırıda bir güvenlik görevlisinin öldüğünü, çok sayıda kişinin de yaralandığını duyurdu.

sdfgt
Suriye güvenlik güçleri tarafından ele geçirilen bazı eşyalar (İçişleri Bakanlığı - Facebook)

Lazkiye İl Emniyet Müdürü Tuğgeneral Abdülaziz el-Ahmed, günün erken saatlerinde yaptığı açıklamada, Lazkiye ve Ceble’de düzenlenen ve Gazzal Gazzal adlı kişi tarafından çağrısı yapılan gösteriler sırasında, “eski rejim kalıntılarına bağlı terör unsurlarının” güvenlik güçlerine saldırıda bulunduğunu söyledi. El-Ahmed, saldırılar sonucu bazı güvenlik görevlilerinin yaralandığını, özel görev ve polis araçlarının tahrip edildiğini ifade etti.

El-Ahmed, Lazkiye’de Ezheri Kavşağı’nda ve Cable’de Ulusal Hastane Kavşağı’nda yüzleri maskeli ve silahlı unsurların tespit edildiğini belirterek, bu kişilerin “Sahil Kalkanı Tugayları” ve “Cevad Tugayları” adlı terör hücrelerine bağlı olduğunu aktardı. Söz konusu hücrelerin, M1 otoyolunda suikastlar, saha infazları ve bombalı saldırılardan sorumlu olduğu bildirildi.

Öte yandan Suriye İçişleri Bakanlığı, Ceble kırsalında “Cevad Tugayları” hücresine mensup bir kişinin yakalandığını açıkladı. Bakanlıktan yapılan yazılı açıklamada, Lazkiye İl Emniyet Müdürlüğü tarafından yürütülen operasyon kapsamında, eski rejim komutanlarından Süheyl el-Hasan’a bağlı hücre üyelerinden Basil İsa Ali Cemehiri’nin gözaltına alındığı belirtildi.

Açıklamada, söz konusu hücrenin suikastlar, saha infazları, el yapımı patlayıcı saldırıları ve güvenlik güçleri ile orduya ait noktalara yönelik saldırılara karıştığı, ayrıca yılbaşı kutlamalarını hedef alan saldırılar planladığı kaydedildi. Operasyonda üç hücre üyesinin öldürüldüğü, çok sayıda patlayıcı, silah, mühimmat ve askeri teçhizatın ele geçirildiği bildirildi.

Bakanlık, şüphelinin sorgusunda hücre tarafından kullanılan silah ve mühimmatların saklandığı yerleri itiraf ettiğini, bu bilgiler doğrultusunda yapılan aramalarda otomatik silahlar ve çeşitli mühimmatların ele geçirilerek müsadere edildiğini açıkladı. Gözaltına alınan zanlının, gerekli yasal işlemlerin tamamlanması için adli mercilere sevk edildiği ifade edildi.

Açıklamada, operasyonların eski Esad rejimine bağlı hücrelerin tamamen tasfiye edilmesi, sivillerin korunması ve ülke genelinde güvenlik ile istikrarın sağlanması amacıyla sürdürüldüğü vurgulandı.


Somaliland: Uluslararası güç mücadelesinde çevreden merkeze doğru ilerleme

Tek taraflı bağımsızlık deklare eden Somaliland Cumhuriyeti'nin başkenti ve en büyük şehri Hargeisa, 7 Kasım 2024 (AFP)
Tek taraflı bağımsızlık deklare eden Somaliland Cumhuriyeti'nin başkenti ve en büyük şehri Hargeisa, 7 Kasım 2024 (AFP)
TT

Somaliland: Uluslararası güç mücadelesinde çevreden merkeze doğru ilerleme

Tek taraflı bağımsızlık deklare eden Somaliland Cumhuriyeti'nin başkenti ve en büyük şehri Hargeisa, 7 Kasım 2024 (AFP)
Tek taraflı bağımsızlık deklare eden Somaliland Cumhuriyeti'nin başkenti ve en büyük şehri Hargeisa, 7 Kasım 2024 (AFP)

Ömer Harkus

Afrika Boynuzu bölgesi jeopolitik ve Kızıldeniz havzasındaki güvenlik ve siyasi ittifakları yeniden şekillendiren siyasi bir değişime sahne oldu. Otuz yılı aşkın süredir devam eden diplomatik bir engeli kıran emsalsiz bir hamleyle İsrail, Somaliland'ı başkenti Hargeisa olan bağımsız ve egemen bir devlet olarak resmen tanıdığını duyurdu ve bu adımı atan ilk BM üyesi devlet oldu.

Bu duyuru, Başbakan Binyamin Netanyahu ve Somaliland Cumhurbaşkanı Abdurrahman Muhammed Abdullah (Irro) tarafından imzalanan ve tam diplomatik ilişkiler ile karşılıklı büyükelçilerin atanmasını öngören ortak “Kudüs Deklarasyonu” ile yapıldı ve bu adım “İbrahim Anlaşmaları’nın ruhuna uygun” olarak nitelendirildi.

Ancak bu değişim, Kasım 2024'te Somaliland'da yapılan ve iktidar değişikliğine yol açan seçimler olmadan mümkün olmazdı. Bu değişiklik daha önce yaygın olandan farklı bir dış politikanın önünü açtı. Başkanlık seçimleri, muhalefetin adayı Abdurrahman Muhammed Abdullah'ın, namı diğer “Irro”nun zaferiyle sonuçlandı. Irro, devlet çökmeden önce Somali diplomasisinde görev yapmış ve diplomatik bir geçmişe sahip olan Vatani (Vatanım) Partisi’nin lideridir.

Irro, otuz yıllık tanınmama döneminden sonra bölgeye uygulanan uluslararası izolasyonu ne pahasına olursa olsun kırmayı amaçlayan bir yaklaşım benimsedi. Bu yaklaşım, İsrail ile gizli müzakereler için verimli bir zemin sağladı.

Gizli kanal: Ekim 2025 ziyareti

Aralık ayındaki duyuru, Somaliland için aceleci bir adım değildi, aksine yoğun istihbarat ve diplomatik faaliyetlerle önceden hazırlanmıştı. İsrail basını, Cumhurbaşkanı Irro'nun resmi duyurudan iki ay önce, Ekim 2025'te İsrail'e gizli bir ziyaret gerçekleştirdiğini ve Mossad ile Dışişleri Bakanlığı yetkilileriyle görüştüğünü açıkladı.

Gözlerden uzakta dikkatlice planlanan bu ziyaret, tanınmayla sonuçlanan sürecin güvenlik ve siyasi temellerini attı ve “stratejik konum karşılığında tanıma” denklemi üzerinden karşılıklı güvenlik çıkarlarına odaklandı. Netanyahu, resmi konuşmasında Mossad Şefi David Barnea'ya özel teşekkürlerini ileterek, meselenin İsrail'in en öncelikli “ulusal güvenlik” meselesi olarak güvenlik kanalları aracılığıyla ele alındığını teyit etmiş oldu.

Somaliland'ın tanınması, İsrail'in “çevre doktrini”nin yeniden canlanmasını ve yenilenmesini temsil ediyor; bu doktrin, Kızıldeniz üzerinden güney kuşak da dahil olmak üzere önemli su yollarını güvence altına almak için bölgesel alanda stratejik konumlara erişim sağlamaya dayanıyor. Netanyahu için bu anlaşma, bölgede diplomatik bir ilerlemeyi temsil ediyor ve bunu Washington’daki ABD Başkanı Donald Trump ile görüşmesine de taşıyacak.

İsrail basını, Cumhurbaşkanı Irro'nun resmi duyurudan iki ay önce, Ekim 2025'te İsrail'e gizli bir ziyaret gerçekleştirdiğini açıkladı

Daha da önemlisi, Somaliland, Aden Körfezi boyunca yaklaşık 850 kilometrelik bir kıyı şeridine sahip olması ve Babul Mendeb Boğazı girişlerini etkin bir şekilde kontrol etmesi nedeniyle İsrail'e çeşitli coğrafi avantajlar sunuyor. İsrail Ulusal Güvenlik Çalışmaları Enstitüsü (INSS), bölgeyle olan ittifakın İsrail'e üç ana görev için bir platform sağladığını düşünüyor. Birincisi, Yemen'den Eilat'a atılan füze ve insansız hava araçlarını tespit etmek için radar ve dinleme cihazları konuşlandırarak erken uyarı sistemi kurmak. İkincisi, Husiler başta olmak üzere düşman hedeflere karşı özel operasyonlar için kara veya bölgesel suları bir hareket noktası olarak kullanmak. Üçüncüsü, Husilere deniz yoluyla ulaşabilecek ikmal hatlarını keserek Kızıldeniz'in “İran gölü” haline gelmesini önlemek.

Askeri üs: Berbera mı yoksa Zeyla mı?

Görünen o ki İsrail'in “diplomatik tanıma” hamlesi, İsrail dışında en büyük askeri üs olarak kabul edilebilecek bir askeri üssün kurulmasını da içeren daha derin bir güvenlik anlaşmasının siyasi örtüsü. Üs için her birinin kendi avantajları ve zorlukları olan Somaliland'daki iki ana konum arasında karşılaştırmalar yapılıyor.

frgt
Somaliland Cumhurbaşkanı Abdurrahman Muhammed Abdullah, Kenya'nın Nairobi şehrinde Somaliland temsilcilik ofisinin açılış töreninde, 29 Mayıs 2025 (Reuters)

Bu konumların ilki, lojistik açıdan en mantıklı seçenek olarak kabul edilen Berbera Limanı’dır. 500 bin konteyner kapasitesine ulaşması için yüz milyonlarca dolar yatırım yapıldı ve kapasitesini 2 milyon konteynere kadar artırma planları da bulunuyor. Ayrıca askeri altyapı, büyük bir askeri havaalanı, gelişmiş destek tesisleri ve altyapı içeriyor ve buradan Etiyopya'ya kadar bir ana yol da uzanıyor.

İkinci konum ise, Cibuti sınırına yakın, Somaliland'ın Babul Mendeb Boğazı'na en yakın noktası olan tarihi Zeyla şehridir. Tarihsel olarak Zeyla, Adal Sultanlığı'nın başkenti ve önemli bir ticaret merkeziydi. İsrail'in buradaki varlığı, Yemen ve Eritre gibi operasyon bölgelerine yakınlığı ve Berbera'nın ticari yoğunluğundan uzaklığı göz önüne alındığında, kendisine son derece etkili elektronik gözetim kabiliyeti sunacaktır.

Anlaşma sadece güvenlikle sınırlı değil; aynı zamanda mali zorluklar çeken Somaliland hükümetinin ayakta kalması için hayati önem taşıyan ekonomik teşvikleri de içeriyor. Netanyahu, iş birliğinin “tarım, sağlık, teknoloji ve ekonomi alanlarını” kapsayacağını belirtti.

Yarı kurak iklimiyle Somaliland için en büyük zorluk tarımdır. Çöl tarım teknolojisinde önde gelen İsrail şirketleri, özellikle Netafim, burada damla sulama ve yeraltı suyu arıtma teknolojilerini uygulama fırsatlarını araştırmaya başladı. Bu iş birliğinin amacı, İsrail'in diğer kurak bölgelerde uyguladığına benzer bir kalkınma modeli oluşturmak, zira bu model, Somaliland hükümetine halkının gözünde meşruiyet kazandıracak ve tekrarlayan kuraklıklar karşısında gıda güvenliğini güçlendirecek.

sadfrgt
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Washington, 29 Eylül 2025 (AFP)

İsrail ayrıca, limanı Etiyopya'nın başkenti Addis Ababa'ya bağlayan Berbera Koridoru aracılığıyla ekonomisini Afrika pazarlarına bağlamayı hedefliyor. Bu koridorun geliştirilmesi, Cibuti'ye olan tam bağımlılığı ortadan kaldıran bir kara ticaret yolu sunmasının yanı sıra, İsrailli teknoloji şirketlerine, Kenya ve Uganda üzerinden Sahra altı Afrika ülkelerine transit geçiş ile geniş Etiyopya pazarına doğrudan erişim imkanı sağlıyor.

Bölgesel ve uluslararası tepkiler: Reddetme

Mogadişu'daki Somali hükümeti, bu hamleyi “Somali egemenliğine yönelik kasıtlı bir saldırı” ve uluslararası hukukun ihlali olarak değerlendirdi. Somali'nin tepkisi açıklamalarla sınırlı kalmadı; Ağustos 2024'te Mısır ile imzalanan ortak savunma anlaşmasını aktif hale getirme çabalarına da başladı. Somali hükümeti, bu tanımanın ülkenin birliğinin kalanını da parçalamakla tehdit ettiğine ve özerkliğe sahip Puntland gibi diğer bölgelerde ayrılıkçı eğilimleri teşvik edeceğine inanıyor.

Mısır Dışişleri Bakanlığı da birleşik bir cephe oluşturmak amacıyla Türkiye, Cibuti ve Somali'deki mevkidaşlarıyla temas kurdu. Mısır'ın endişeleri çok yönlü görünüyor; zira mevcut durum, İsrail, Etiyopya ve Somaliland arasındaki ittifak aracılığıyla güneyden kendisine yönelik bir kuşatma gibi görünüyor. Bu da Babul Mendeb Boğazı'nın militarizasyonun ve burada patlak verebilecek bir İran-İsrail çatışmasının yaratabileceği riskler nedeniyle Süveyş Kanalı'nın güvenliğine tehdit oluşturuyor. Ayrıca, İsrail'in Etiyopya sınırındaki varlığı, özellikle Berbera'daki limanın İsrail'in baraj için güvenlik taahhütlerine bağlanması halinde, Addis Ababa'nın Büyük Etiyopya Rönesans Barajı müzakerelerindeki konumunu güçlendirebilir.

Görünen o ki İsrail'in “diplomatik tanıma” hamlesi, İsrail dışında en büyük askeri üs olarak kabul edilebilecek bir askeri üssün kurulmasını da içeren daha derin bir güvenlik anlaşmasının siyasi örtüsü

Afrika Birliği, sömürgecilikten miras kalan sınırların kıtadaki istikrarın temel taşı olarak kabul edilmesini öngören 1964 Kahire Kararı'na dayandırdığı bildirisinde, Somaliland'ın tanınmasını reddetti. Birlik, Somaliland'ın başarılı bir şekilde ayrılmasının Nijerya, Kamerun ve hatta çeşitli bölgelerinde süregelen çatışmalarla boğuşan Etiyopya'da onlarca ayrılıkçı hareketi tetikleyerek bir “domino etkisi” yaratmasından endişe duyuyor.

Suudi Arabistan da ilkesel bir şekilde bunu reddeden bir duruş benimseyerek, Somali’nin birliğine desteğini ve tek taraflı eylemlere karşıtlığını teyit etti. Suudi Arabistan'ın bu duruşunun arkasında, Arap bölgesel düzenini koruma ve Krallığın stratejik ve güvenlik derinliği olarak gördüğü Kızıldeniz’e kıyısı olan devletlerin parçalanmasını önleme arzusu yatıyor.

Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı analize göre ABD Başkanı Donald Trump'ın tutumu belirsiz. New York Post'a verdiği bir röportajda alaycı bir şekilde, “Somaliland'ın ne olduğunu gerçekten bilen var mı?” diye sordu. Somaliland Cumhuriyeti'ni hemen tanımayacağını, ancak Somaliland'ın bir ABD üssüne ev sahipliği yapma teklifinin “büyük bir olay” olduğunu ve her şeyin “değerlendirme aşamasında” olduğunu belirtti. ABD Dışişleri Bakanlığı, genellikle olduğu gibi tanımanın Somali'nin istikrarına ve radikal eş-Şebab örgütü ile mücadeleye olumsuz etkilerinden, Mogadişu'yu tamamen Çin veya Türkiye kampına itmesi olasılığından endişe duyuyor.

İsrail'in Somaliland Cumhuriyeti'ni tanıması, ikili ilişkileri aşan ve Ortadoğu ile Afrika'daki güvenlik dengelerinin özüne dokunan bir hadise. Bu atılım sayesinde İsrail, Kızıldeniz'i çevreleyen “Arap duvarının” bir bölümünü yıkmayı başardı, İran ve vekilleriyle mücadele etmek için gelişmiş bir platform elde etti. Somaliland için ise bu tanıma, uzun zamandır beklenen siyasi ve ekonomik bir can simidini temsil ediyor.

Ancak, çok sayıda risk hâlâ mevcut. Bu yeni ittifak, Afrika Boynuzu'nu keskin bir kutuplaşmaya ve benzeri görülmemiş bir militarizasyona doğru itebilir ve iki eksen şekillenebilir: İsrail-Somaliland-Etiyopya ekseni ve değişime direnen Mısır-Somali-Türkiye-Cibuti ekseni.

İsrail'in Somaliland'ı tanıması sadece sembolik bir diplomatik adım değil; Kızıldeniz'e açılan kapıda bir yeniden konumlandırmayı yansıtıyor. Berbera Limanı, Etiyopya yolu ve Babul Mendeb'de olası bir askeri üs arasında, Somaliland sorunu, bölgesel güç dengelerini ve uluslararası sistemin sonuçlarını kontrol altına alma gücünü açıkça test ederek, uluslararası güç mücadelesinde çevreden merkeze doğru ilerliyor.


Gazze’de çadırlarına su basan yerinden edilen Filistinliler, dondurucu soğukta açık havada uyuyorlar

Dün Han Yunus’ta, barınaklarının dışında ateşin etrafında ısınmaya çalışan yerinden edilmiş Filistinli bir aile (EPA)
Dün Han Yunus’ta, barınaklarının dışında ateşin etrafında ısınmaya çalışan yerinden edilmiş Filistinli bir aile (EPA)
TT

Gazze’de çadırlarına su basan yerinden edilen Filistinliler, dondurucu soğukta açık havada uyuyorlar

Dün Han Yunus’ta, barınaklarının dışında ateşin etrafında ısınmaya çalışan yerinden edilmiş Filistinli bir aile (EPA)
Dün Han Yunus’ta, barınaklarının dışında ateşin etrafında ısınmaya çalışan yerinden edilmiş Filistinli bir aile (EPA)

Dün itibarıyla Gazze Şeridi’nde etkili olan yağmur Gazze şehrindeki yerinden edilmiş kişilerin çadırlarını su altında bıraktı ve rüzgar yüzlerce çadırı daha tahrip etti.

Gazze Şeridi'ndeki insani felaket, şiddetli yağmurlar ve kuvvetli rüzgarların eşlik ettiği şiddetli bir alçak basınç sistemine maruz kalması ve koruma ve yardım imkanlarının tamamen yokluğu nedeniyle daha da kötüleşiyor. Bu durum, yerinden edilen Gazzelileri, kaynakların yetersizliği ve soğuktan ve yağmurdan korunacak hiçbir imkanın olmaması nedeniyle dün geceyi dondurucu soğukta geçirmek zorunda bıraktı.

df
Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus’ta yerinden edilen Filistinli bir ailenin üyeleri, barınaklarının dışında yaktıkları ateşin etrafında ısınmaya çalışırken (EPA)

Yerinden edilen Gazzeliler, şiddetli soğuk ve kuvvetli rüzgarlar gibi zorlu koşullarla mücadele ediyor. Binlerce kişi, yağmur ve fırtınadan en temel korumayı bile sağlayamayan naylon ve ince kumaştan yapılmış çadırlarda yaşıyor.

Filistin Haber ve Enformasyon Ajansı WAFA'ya göre yerinden edilmiş insanların çoğu, soğuktan ve fırtınalardan korunacak hiçbir imkânı olmayan yollarda, oyun parklarında, meydanlarda ve okullarda yaşıyor.

fgtr
Gazze şehrindeki sahilde yerinden edilen kişiler için kurulan çadırların genel görünümü (DPA)

Yakıt krizi de giderek kötüleşiyor. Aileler gece sıcaklıkların düşmesiyle ısınma imkânı bulamıyor ve bu durum birçok çocuğu olumsuz etkiliyor. Bazı çocuklar soğuk sebebiyle hayatını kaybetti.

Bu duruma İsrail ordusunun Gazze Şeridi'ndeki şehirlere şiddetli baskınlar düzenlediği, doğu bölgelerinden bazılarını bombaladığı ve evleri yıktığı eylemleri eşlik ediyor.