Akdeniz İçin Birlik Genel Sekreteri Nasır Kamil, Şarku’l Avsat’a konuştu: İklim adaleti arayışındayız

COP27’nin sıçrama yaptığını belirten Kamil, denizleri kirlilikten kurtarma planlarına dikkat ekti.

Akdeniz İçin Birlik Genel Sekreteri Nasır Kamil
Akdeniz İçin Birlik Genel Sekreteri Nasır Kamil
TT

Akdeniz İçin Birlik Genel Sekreteri Nasır Kamil, Şarku’l Avsat’a konuştu: İklim adaleti arayışındayız

Akdeniz İçin Birlik Genel Sekreteri Nasır Kamil
Akdeniz İçin Birlik Genel Sekreteri Nasır Kamil

Mısır’da düzenlenen COP27 zirvesinin oturum aralarında Akdeniz’in kuzeyinden ve güneyinden 42 ülkeyi ortaklık çerçevesinde bir araya getiren ‘Akdeniz için Birlik’ kuruluşu konferansına yoğun bir katılım sağlandı.
Şarku’l Avsat, gerek konferansın koridorlarında, gerek oturumlarda gerekse çok sayıda uluslararası yetkiliyle düzenlenen toplantılarda son derece aktif görünen Akdeniz İçin Birlik Genel Sekreteri Nasır Kamil ile bir araya geldi. Kuruluşun en son başarılarından biri olarak öncelikle çevre projeleri ve iklim sorunlarının ele alınmasıyla ilgilenen ‘Mavi Akdeniz Ortaklığı’ girişimine ilişkin bilgiler veren Kamil, Şarku’l Avsat ile gerçekleştirdiği röportajda COP27’nin katkılarından bölgesel ve uluslararası düzeyde iklim konusunda merak edilen konulara kadar birçok soruyu cevapladı:

-‘Mavi Akdeniz Ortaklığı’nda temsil edilen, birliğin son projelerinden bahseder misiniz?
Bu girişim, Akdeniz için Birlik’in faaliyetlerinde niteliksel bir sıçramayı temsil ediyor. Çünkü Avrupa- Akdeniz bölgesindeki en büyük iki finansman kuruluşu olan Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası (AİKB) ve Avrupa Yatırım Bankası (AYB) başta olmak üzere birkaç ortağa öneri sunma girişiminde bulunduk. Girişimin amacı, mavi ekonomi ile ilgili projelere, yani Akdeniz kıyılarını çevreleyen ekonomik faaliyetlerle ilgili her şeye yatırım yapmak için 1,3 milyar euroya ulaşabilecek bir hibe ve yumuşak kredi hacmini harekete geçirmektir. Ayrıca Akdeniz’e kıyısı olan bazı şehirlerde katı maddelerin kanalizasyona atılması, Akdeniz kıyısındaki turizm sektörünün daha sürdürülebilir ve çevre standartlarına daha uyumlu hale getirilmesi, aşırı avlanma ve balıkçılık düzenlemesi gibi sorunlarla ilgilenilmesi, özellikle dünya ticaret hacminin yüzde 30’u Akdeniz’i kapsarken Akdeniz’de geçiş yapan ve faaliyet gösteren yük filolarında kullanılmış yakıt sorunuyla ilgilenilmesi hedefleniyor. Aslında Akdeniz, dünyanın herhangi bir bölgesine kıyasla tüm bölge olarak iklim değişikliği olgusundan etkileniyor oluşunun yanı sıra şu anda dünyanın en kirli denizidir. AİKB ve AYB ile Akdeniz için Birlik kapsamında faaliyete başladığımızda, iyi bir hazırlık sergileyen Almanya, Fransa, İspanya ve İsveç de dahil ‘iklim finansmanı ve yatırım’ açısından bu girişime katılmayı kabul eden birkaç ülke ile görüştük. Avrupa Birliği de (AB) girişimi tam olarak destekledi.

-Şu ana kadar gerçek anlamda bir hareketlilik var mı?
Bu girişimden ilk yararlananlar Akdeniz’deki dört ülke, Mısır, Fas, Tunus ve Ürdün’dür. Bu mekanizmayı kurmak için geçen salı günü ülkeler, kuruluşlar, bankalar, bölgesel ve uluslararası finans kuruluşları olarak ortak isteğimizi duyurmuştuk. Önümüzdeki birkaç ay içinde, organizasyon yapısını ve yönetimini kurma üzerinde çalışacağız. Aynı şekilde Mayıs ayının son haftasında veya gelecek yıl Haziran ayının ilk haftasında Barselona’da mevcut fon miktarını duyurmak için, ayrıca diğer ülke ve kuruluşları daha fazla hibe finansmanı, yatırım finansmanı ve yumuşak kredi sağlamaya teşvik etmek, yararlanıcı ülkeler tarafından sunulan projeleri değerlendirmek arzusuyla bir konferans düzenleyeceğiz. Burada olumlu bir etki yaratmak için yalnızca Akdeniz çevresinde olmamak üzere bu girişimi sahada nerede ve nasıl uygulamaya başlayacağımızı, ekonomik aktivite ve Akdeniz havzasında sürdürülebilir büyüme yaratma meselelerini de ele alacağız.

-COP27’de önceki zirvelerden farklı olarak neler görüyorsunuz?
Önceki zirve, sonuçları ‘bardağın yarısı dolu’ olarak tanımlanan, yani diğer bardağın yarısı boş olan bir zirveydi. Bana göre COP27 konferansının Mısır başkanlığı, ‘Hırstan Uygulamaya’ sloganını seçerken ve uygulama unsuruna odaklanırken çok rasyoneldi. Konferansın açılışı öncesinde, sabahın dördüne kadar süren ve (‘kayıp ve zararlar’ başlığının da eklenmesi için) Mısır’ın bu zirvenin başkanlığını üstlendiği açılış oturumuna kadar ertelenen zorlu müzakerelerin ardından zirve çok mutlu bir haberle başladı. ‘Kayıp ve zararlar’ maddesi, büyük sanayi ülkelerinin dahil etmeyi reddettiği bir maddedir. Çünkü üzerlerindeki mali yükümlülüklerin tartışılmasını gerektirecek. Bu ilkeyi, Mısır diplomasisi, güney ülkeleri ve yükselen ekonomiler için bir zafer olarak görüyorum. Önümüzdeki günler, büyük sanayileşmiş ülkelerin, Paris Konferansı’ndan bu yana mali taahhütlerle ilgili olarak defalarca taahhüt ettikleri şeylere ne ölçüde bağlı olduklarını gösterecek. Yılda yaklaşık 100 milyar dolardan bahsediyoruz. Ancak bugün dünyanın karşı karşıya olduğu çevre ve iklim sorunlarının ölçeği, bu miktarın birçok katını gerektirebilir.
İklim değişikliğinin gelecekteki etkilerinden bahsetmiyoruz. Bugün özellikle Akdeniz’de gelecekte daha da şiddetlenecek olan bu etkilerin bir parçasını yaşıyoruz. Bu yaz bölge, Cezayir ve diğer ülkelerdeki birçok bölge vatandaşının hayatına mal olan benzeri görülmemiş sayıda yangına tanık oldu. Ortadoğu ve Kuzey Afrika hariç Güney Avrupa’daki tüm bölgeler, tarihlerinde ilk kez kuraklık bölgeleri olarak ilan edildi. Avrupa ülkelerinde 45 derece gibi benzeri görülmemiş bir sıcaklığa tanık olduk. Peki, ya Güney Akdeniz’de? Burada küresel ısınmayı durdurmak için gerekli ve yeterli önlemleri almazsak yüzde 20 oranında azalması muhtemel yetersiz su kaynaklarından bahsediyoruz.

-Zararın boyutu nedir?
Bölge bugün büyük bir acı çekiyor. Akdeniz’in tuzluluğunun verimli tarım arazilerine sızdığı alanlardan bahsediyoruz. Bu, Mısır da dahil birçok ülkede meydana geliyor. Mısır, iklim sorunuyla ilgili bir film aracılığıyla, özellikle İskenderiye şehrinin halini ve onu korumak için ülke bütçesinden çok büyük meblağlar harcandığını gösterdi. Bu noktada sorulması gereken soru şu; İskenderiye’nin bu haline ve Mısır’ın onu korumak için büyük miktarda para harcamasına kim neden oldu? Sanayi devriminin başlangıcından bu yana geçen 150 yıl boyunca Mısır’ın sanayi alanındaki politikaları mı yoksa büyük ekonomiler mi? Bu noktada ‘iklim adaletinden’ başlayabiliriz. İklim adleti arayışındayız. Bu durum, gelişmekte olan ülkelerin kalkınma politikalarına ve gelişmiş sanayi toplumlarına doğru ilerlerken ekonomilerini yükseltme çabalarına kendilerini adamaları çağrısı yapıyor. Bu, Mısır ve Fas gibi birçok gelişmekte olan ülkede uygulanıyor. Hindistan ve Brezilya, bu ülkelerden sürdürülebilir bir ekonomik model taahhüt etmelerini talep ediyor. Peki, neden? Peki ya adalet? Bu modeli takip etmediniz ve aslında hasara neden oldunuz. Şimdi de ‘ekonomik aktiviteyi daha sürdürülebilir ve çevreye daha az zararlı olacak şekilde’ yeniden formüle etme konusunda finansal bir katkı sunmadan büyüme hızını yavaşlatmamızı talep ediyorsunuz.

-Geçtiğimiz günlerde tanık olduklarınızdan hareketle, zirvenin taahhütleri yerine getirmek için gerçek sonuçlar üreteceğini düşünüyor musunuz?
Umut verici gördüğüm üç düzey var. İlk olarak bu zirve, ülke grupları arasında bölgesel düzeyde, örneğin Mısır’ın dünyanın en büyük rüzgargülü çiftliğini inşa edeceğine dair benzeri görülmemiş anlaşmalara ve anlayışlara tanık oldu. Ayrıca yeşil hidrojen alanındaki büyük anlaşmaların yanı sıra Suudi Arabistan, dünyanın en ıssız bölgesinde tarım yapmayı amaçlayan yeşil girişimleri ortaya koydu. Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Mısır’ın ve diğer ülkelerin hamleleri, Ortadoğu’yu bir ekonomik büyüme deposu haline getirecektir. İkinci düzey, bazı ülkelerin yükümlülüklerini yerine getirdiklerini açıkladıklarına dair bazı göstergelerle ilgilidir. Taahhütlerin yerine getirilmesine bağlı kalındığı için bu düzey, aynı zamanda bir umut kaynağıdır. Üçüncü düzey çerçevesinde, daha çevreci ve iklim açısından daha güvenli bir dünyaya doğru ilerlemek için gerçek bir arzumuz var. Şu anki aşamadaki ana zorluğun, özel sektörün şımartmasına izin veren koşulların ve finansal ortamın nasıl sağlanacağıyla ilgili olduğunu düşünüyorum. Çünkü milyarlara ihtiyaç duyma aşamasında değiliz. Daha ziyade trilyonlarca dolara ihtiyaç duyma aşamasındayız. Bu, devlet finansmanı ile elde edilemez. Özel sektör, bir bütün olarak dünya genelinde ortak olmalıdır.

-Rusya-Ukrayna savaşının birlik ülkeleri üzerindeki etkilerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Avrupa- Akdeniz ülkeleri, Avrupa’da enerji kaynakları açısından, Kuzey Afrika ülkelerinde ise güneydeki gıda fiyatlarındaki eşi görülmemiş artışla mücadele açısından Rusya- Ukrayna savaşından en çok etkilenen ülkeler arasında yer aldı. Ortadoğu’da da bir sorun var. Bu, çaba eksikliği veya sürdürülebilirlik eksikliği değil, su kıtlığıdır. İki bölge, savaş nedeniyle benzeri görülmemiş enflasyon dalgalarından ve üretim zincirlerine yansımasından etkilendi. Elbette bu savaşın bölge üzerinde net bir olumsuz etkisi oldu. Ama bu etki, çevre ve iklim alanlarında gördüğümüz ortaklıklar ve inisiyatiflerle bölgenin ortak hareket etmeye devam etmesini engellemiyor. Bölgedeki tüm ülkeler, ‘enerji kaynaklarının çeşitlendirilmesi, Avrupa ülkeleri açısından Doğu Akdeniz ve Körfez gazına olan bağımlılığın artması, Güney Akdeniz’deki gıda kaynaklarının çeşitlendirilmesi’ gibi, krizi aşmak için şu veya bu şekilde tek tek ve toplu olarak çabalıyor.



İsrail saldırganlığı karşısında Suriye'nin seçenekleri

 İsrail'in Suriye'ye saldırıları (Arşiv-Suriye İnsan Hakları Gözlemevi)
 İsrail'in Suriye'ye saldırıları (Arşiv-Suriye İnsan Hakları Gözlemevi)
TT

İsrail saldırganlığı karşısında Suriye'nin seçenekleri

 İsrail'in Suriye'ye saldırıları (Arşiv-Suriye İnsan Hakları Gözlemevi)
 İsrail'in Suriye'ye saldırıları (Arşiv-Suriye İnsan Hakları Gözlemevi)

Mecid Kayalı

Mevcut koşullar altında İsrail, Hamas ve Hizbullah'ın gücünü ve konumunu zayıflattıktan, Suriye rejimi çöktükten ve İran'ın Arap Maşrık (Levant) ülkelerindeki nüfuzunu sonlandırdıktan veya sınırlandırdıktan sonra, bölgede politik ve güvenlik açısından yeni bir stratejik gerçeklik dayatmaya çabalıyor. Hatta Aksa Tufanı’nın, ABD'nin sınırsız desteği de dahil ortaya çıkardığı sonuçlardan yararlanarak, bu bölgede bir tür kırılgan rejimler kurmak için müdahalelerde bile bulunuyor.

Siyasi düzeyde İsrail, yalnızca zayıf ve dağılmış Arap sistemine karşı değil, aynı zamanda diğer iki bölge ülkesine, yani Türkiye ve İran'a karşı da bölgede daha güçlü bir bölgesel devlet veya baskın bir devlet olarak kendini dayatmaya çalışıyor. İsrail'in Türkiye ile sorunu, Türkiye'nin yeni Suriye'deki siyasi, ekonomik ve askeri ağırlığının azaltılmasıyla ilgili ise İran ile sorunu, İran'ın nükleer ve füze programlarını çökertme ve kendisini sınırları içine hapsetmekte ısrar etmesinden kaynaklanıyor. Filistinlilere gelince, İsrail onları siyasi denklemden silmeye, bağımsız bir Filistin varlığını engellemeye ve nehirden denize kadar üzerlerindeki hakimiyetini sağlamlaştırmaya çalışıyor.

Güvenlik açısından İsrail, yalnızca ordusunun prestijini yeniden kazanmasını sağlamayı veya yakın çevresinde herhangi bir askeri gücün belirmesini engellemek için önleyici savaşlara girişmeyi amaçlamıyor. Aynı zamanda Suriye ve Lübnan'da, kendine hayati bir alan yaratmaya çalışıyor. Gazze ve Batı Şeria'da oluşturulacak tampon bölgelerle birlikte, bu alan Suriye’de Dera, Kuneytra ve Suveyda illeri, Lübnan'da, Litani Nehri'nin kuzeyindeki Evveli Nehri sınırlarına kadar olan bölge dahil olmak üzere 60 kilometre derinlikte. Adı geçen iki ülkeye zaman zaman düzenlediği askeri saldırıların açıklaması da budur. Bu saldırılarla sanki hem devlet hem de milis güçler düzeyinde kendisi ile çatışmada askeri seçeneğin sonunu hazırlıyor.

Ancak İsrail, radikal hükümetinin savaşı sürdürme, Suriye, Lübnan, Gazze ve Batı Şeria’yı silahsızlandırma veya silahları sınırlandırma talebi konusundaki ısrarından da anlaşılacağı üzere, ayrıca Suriye ve Lübnan'daki mezhepsel ayrışmalara yatırım yaparak, komşu rejimlerin yapılarını değiştirmek için mevcut Arap, bölgesel ve uluslararası koşulları kullanmayı amaçlıyor. Böylece mezhepçi/Yahudi devleti karakterini genelleştirmeye çalışıyor. Zira Arap Maşrık ülkelerinin de kendisine benzemesi, onu Arap coğrafyasında bir Yahudi devleti olarak istisnai durumundan kurtaracaktır. Azınlıkları korumak ile övünmesinin anlamı da belki budur.

İsrail, tarih boyunca jeopolitik önemi nedeniyle, şu aşamada Suriye'ye diğer ülkelerden daha fazla odaklanıyor. Çünkü zorlu bir geçiş sürecinden yaşıyor ve Esed rejiminin bıraktığı ağır mirasın yükünü her düzeyde taşıyor.

Bu bakış açısının İsrail'de aşırı milliyetçi ve dinci sağın ideolojik cephaneliğinin her zaman bir parçası olduğu biliniyor. Bu, bazılarının inandığı gibi Suriye'yi sadece coğrafi olarak değil, aynı zamanda ve en önemlisi toplumsal düzeyde de bölmeyi amaçlıyor.

Tarih boyunca sahip olduğu jeopolitik önem nedeniyle, İsrail'in şu aşamada Suriye'ye diğer ülkelerden daha fazla odaklandığı aşikâr. Çünkü zorlu bir geçiş sürecinden geçiyor ve Esed rejiminin geride bıraktığı ağır mirasın yükünü her düzeyde taşıyor. Yani bu dönem, İsrail'in Suriye'yi devlet ve halk olarak zayıflatması, gelecekte de siyasi, ekonomik ve sosyal güç elde etme kabiliyetini sınırlaması için en uygun dönemdir.

İsrail'in Suriye'ye yönelik müdahale ve saldırılarını, öncelikle terörist ve cihatçı etkinin artması korkusuyla örtbas ettiğini belirtmekte fayda var. İkinci gerekçesi, İsrail'e karşı düşmanlık beslediğini varsaydığı, sanki bu konuda İran'ın yerini alabilecekmiş gibi algıladığı Türkiye'nin nüfuzunun artmasını engellemek. Üçüncüsü, yeni Suriye rejiminin, İsrail'e karşı savaşmayacağına dair İsrail'i rahatlatacak ölçüde kesin işaretler vermemesi. Dördüncüsü, bölgedeki yeni denklemler ve gelişmeler doğrultusunda Suriye'yi İsrail ile normalleşme dalgasına çekmek.

Suriye'nin İsrail'in bu pusuları ve müdahaleleri karşısındaki sorunu, bitkin ve güçsüz olması ve onu parçalanmaya sürükleyen etkenlerin varlığıdır. İsrail ile hegemonya mücadelesi veren bölgesel güçlerin ortadan kalkması veya zayıflamasıdır. İran, tüm milis güçlerinin başına gelenlerden sonra artık kendi bekasıyla ilgileniyor. Siyasi ve ekonomik baskı altında olduğu gibi, nükleer ve füze programlarının belini kıracak olası bir saldırı tehdidiyle de karşı karşıya.

Suriye için mümkün olan ve en güvenli seçenek, onu iki yönden güçlendirmektir: Birincisi, devleti bir kurumlar ve hukuk devleti olarak inşa etmek, Suriyeliler her anlamda bir halk olsun diye vatandaşlığa dayalı bir toplum tesis etmektir

Türkiye’ye gelince, Suriye liderliğini kucaklamasına veya desteklemesine rağmen, ABD'nin desteklediği İsrail politikalarına karşı fazla bir şey yapması mümkün değil. Türkiye, NATO'nun önemli bir üyesi ve Suriye'ye olan ilgisi büyük ölçüde, hemen yanı başında bağımsız bir Kürt oluşumunun kurulmasını engellemekle sınırlı. Söylemi ne olursa olsun Suriye'deki rolünü sadece yumuşak güç, ekonomik imkânlar, altyapı ve hatta güvenlik güçlerinin eğitimi ile sınırlıyor.

Bu durum karşısında Suriye'nin seçenekleri sınırlı ve kısıtlı görünüyor; yorgun, bitkin ve parçalanmış, siyasi, ekonomik ve sosyal olarak acilen toparlanmaya ihtiyaç duyan bir Suriye gerçeğinde askeri seçeneği önermek pervasızlıktır. Şarku'l Avsat'ın al Majalla'dan aktardığı analize göre buna ilave olarak, Suriye ordusunun kapasitesinin ve altyapısının tahrip edilmesinden ve İsrail’in uzun elinin İran'a kadar bütün Ortadoğu'ya uzanabildiği ortaya çıktıktan sonra, savaşacak gücü ve kapasitesi de yok.

Dolayısıyla Suriye için mümkün olan ve en güvenli seçenek, onu iki yönden güçlendirmektir: Birincisi, devleti kurumlar ve hukuk devleti olarak inşa etmek, ikincisi de Suriyeliler her anlamda bir halk olsun diye vatandaşlığa dayalı bir toplum tesis etmektir. Kastettiğimiz, Suriye'de coğrafi bölünmüşlüğü reddedip, merkezi bir devlete yönelmekten bahsetmekle yetinmenin mümkün veya yeterli olmadığıdır. Çünkü böyle bir devlet ne bir güç göstergesidir ne de birlik göstergesidir, önemli olan halkın birliğidir. Bu da ancak etnik, mezhepsel ve siyasal ayrımlardan uzak, özgür ve eşit yurttaşlardan oluşan bir devletin kurulmasıyla gerçekleşebilir. İsrail devletinin kuruluşundan bu yana ihmal edilen veya bastırılan, İsrail'e karşı en etkili silah da budur.

İkinci boyut, Suriye'nin uluslararası, bölgesel ve Arap dünyasıyla ilişkilerinin güçlendirilmesini, dünyaya ve gerçekliğe karşılık vermesini ve uyum sağlamasını gerektiriyor. Çünkü böyle bir uyum, İsrail'in öne sürdüğü argümanları elinden alacaktır.

Burada Suriye'nin şu anda bir geçiş sürecinde olduğunu, Suriye'nin ve halkının geleceğinin, bu süreci sağlam ve doğru temeller üzerinde geçirmesinin belirleyeceğini kastediyoruz.

*Bu analiz Şarku'l Avsat tarafınadan Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.