Komünizmle mücadele ettiler, liberalizmle yönettiler, ayrılık kararı almadılar… Etiyopya’nın Tigray sorununun arka planında ne var?

TPLF’nin kendi ordusunu kurması Kasım 2020’de kendisi ile merkezi hükümet arasında savaşın patlak vermesine yol açtı (Sosyal medya organları)
TPLF’nin kendi ordusunu kurması Kasım 2020’de kendisi ile merkezi hükümet arasında savaşın patlak vermesine yol açtı (Sosyal medya organları)
TT

Komünizmle mücadele ettiler, liberalizmle yönettiler, ayrılık kararı almadılar… Etiyopya’nın Tigray sorununun arka planında ne var?

TPLF’nin kendi ordusunu kurması Kasım 2020’de kendisi ile merkezi hükümet arasında savaşın patlak vermesine yol açtı (Sosyal medya organları)
TPLF’nin kendi ordusunu kurması Kasım 2020’de kendisi ile merkezi hükümet arasında savaşın patlak vermesine yol açtı (Sosyal medya organları)

Mahmud Ebu Bekir
Etiyopya’nın Tigray bölgesi, Tigray Halk Kurtuluş Cephesi (TPLF) ile merkezi hükümet ordusu arasında Güney Afrika’nın başkenti Pretorya’da 4 Kasım’da barış anlaşması onaylanmadan önce yaşanan çatışmalar nedeniyle iki yıldır uluslararası ilginin merkezinde yer alıyor. Peki TPLF’nin kuruluş tarihi nedir ve aslında Etiyopya’dan ayrılmaya mı çalışıyor?
1940’larda Tigray’ın ilk silahlı isyanıyla başladı. Ancak İngiliz Hava Kuvvetleri ile ittifak halinde olan Haile Selassie rejimi tarafından askeri olarak bastırıldı. Bu durum, yeni bir algının oluşmasına katkıda bulundu. Bazı Tigrayan elitleri, daha büyük bir hayranlıkla ‘kurtuluş hareketlerini’ bekler oldu. Ancak özellikle 1960’lı yılların başlarında silahlı mücadele ilan eden ve büyük bir Arap desteği alan ‘Eritre Kurtuluş Cephesi’nin kurulmasından sonra bu durum, Tigrayanları tecrübelerini tekrarlamayı düşünmeye sevk etti.

Silahlı eylem başlatmak için öğrenci hareketi
Şaerku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı habere göre Etiyopyalı araştırmacı Teferi Negaş, bu tarihi dönemi ‘modern Tigrayan elitlerinin düşüncelerini şekillendiren ilk çekirdek’ olarak nitelendirdi. Negaş, “Üniversite Öğrencileri Birliği’ne katılarak ve Tigray Öğrenci Birliği’ni kurarak başladılar. Bu dernekten, 1974 yılında ilerici öğrenciler tarafından ‘Ulusal Tigrayanlar Örgütü’ adlı solcu bir örgüt kuruldu. 26 Şubat 1975’te siyasi ve askeri bir örgüt olarak ortaya çıkan Tigray Halk Kurtuluş Cephesi’nin başlangıç ​​noktası oldu” dedi. Bu derneğin, Etiyopya devletindeki çatışmayı etnik bir çatışma olarak yorumladığını belirten araştırmacı, “Dolayısıyla ideolojisi, daha sonra cephenin ideolojisine yansıyacak olan ‘etnik milliyetçiliğin temel ideolojik yönelim olduğu’ düşüncesiyle bu yaklaşıma dayanıyordu” dedi.
Bu öğrenci hareketi, 1974 yılında Haile Selassie hükümetini deviren devrimi ateşledi.
Bu çerçevede Etiyopyalı araştırmacı Mesai Kebede, bu tarihsel dönemle ilgili kapsamlı bir araştırmasında, ‘ülkenin eğitimli çevrelerinin siyasi hırsları harekete geçirilmese ve meşrulaştırılmasaydı’ Marksizm-Leninizm’in, böyle bir etkiye sahip olamayacağını belirtti. Kebede, “Oluşturdukları farklı araştırma ve çalışma disiplinlerindeki öğrenciler, Marx, Engels, Lenin, Mao ve Fanon’un eserlerini içeren solcu literatürü kapsamlı bir şekilde okuyorlardı” dedi.
 Araştırmacı, “Bu çalışma grupları, Etiyopya Halkları Devrimci Partisi (EPRP) ve Tüm Etiyopya Sosyalist Hareketi (MEISON) gibi siyasi partileri yaratan sol örgütler için temel oluşturdu. Bu tarihsel bağlam, Tigray Halk Kurtuluş Cephesi’ni üretti” ifadelerini kullandı.
Öte yandan TPLF’nin kurucu liderlerinden Arkavi Berhi, TPLF’nin başından beri Stalin’in milliyetçilik sorununa ilişkin teorisinden nasıl ilham aldığına değindi. Bu bağlamda Berhi, “Stalin’in, ulusu ‘kültürel bir toplulukta kendini gösteren, ortak bir ekonomik hayata ve psikolojik yapıya sahip, tarihsel olarak gelişmiş, dilsel ve bölgesel olarak istikrarlı bir topluluk’ olarak tanımlaması, Tigray etnik grubu örneğine ve temel güç ve zenginlik sorunlarına uygulandı” dedi.
TPLF liderlerinin üniversite döneminde öğrenci Wallen Makonnen’in Etiyopya'daki ‘Milliyetler Sorunu’ üzerine yazdığı bir araştırma makalesi (1969), “Etiyopya, kendi kültürünü ve dilini empoze eden bir Amhara etnik grubu tarafından yönetilen bir grup halktır” iddiasında bulundu. Bu yorum, Lenin’in ve Stalin’in Rusya’daki ırk meselesine ilişkin yorumlarından esinlenmiş gibi görünüyor.

Sınıf ve etnik yorum arasında
Teferi Negaş, “TPLF’nin kimlik ve kendi kaderini tayin hakkı konularında aldığı tavır, Marx’ın İrlanda ulusal meselesine ilişkin tavrına dayanıyordu. Bu nedenle cephenin ilk açıklamasında Etiyopya halkları arasındaki görüş ayrılıklarının ve şüphelerin, Amhara etnik grubunun başta Tigray etnik grubu olmak üzere ezilen Etiyopya halklarına uyguladığı zulmün şiddetlenmesinden kaynaklandığı belirtildi. Artık bu halkların ortak bir sınıf mücadelesi yürütemeyecekleri bir aşamaya geldik” açıklamasında bulundu.
Açıklamada, ‘milliyet baskısı’ konusuna ve özellikle de Tigray etnik grubunun baskıya maruz kalmasına vurgu yapılırken, bağımsız bir cumhuriyetin kurulması çağrısı yapılıyor.
Daha sonra (1978) yerel ve bölgesel etkiler altındaki cephe, özellikle Eritre Halk Kurtuluş Cephesi ile ittifakın ardından,’ ayrılma ve Tigray eyaletinin kurulması’ fikrinden vazgeçmiş olmasına rağmen fikir, bir süre anlaşmazlık kaynağı olarak kaldı ve etnik milliyetçilik, cephenin ideolojik temeli olmaya devam etti.
Araştırmacı Gideon Tesfayo, Independent Arabia’ya yaptığı açıklamada “O dönemin sol aydınlarının gündeme getirdiği ulusal sorun, büyük bir hataydı” dedi. Tesfayo, “Bir grup diğerine karşı etnik ayrımcılık yapmış olsa bile, bu özellikle Tigrayanlara yönelik değildi. Cephe tarafından kışkırtılan Tigrayan milliyetçiliği, hegemonya arzusu ile Amharca dili baskısına karşı mücadelenin bir karışımıydı. Bu, başka yerlerde olduğu gibi, modern entelektüel seçkinlerin bir icadıdır” ifadelerini kullandı.
Tesfayo, “Etnik milliyetçilik, cephenin iddiasının merkezinde yer alıyor. Ancak tüm Etiyopya milletleri arasında eşitlik sağlamaya çalışmadı. İktidardaki bu örgütün pratik tecrübesi (1991/2018), karşı baskı uyguladığını kanıtladı. Bu da zihinsel ve algısal yapıyı ortaya çıkardı” dedi.

Cephenin rotasındaki duraklar ve geçişler
TPLF’nin siyasi tarihini okuyarak, örgütün ideolojik dönüşümlere tanık olduğu en kritik dönüm noktalarını not etmek mümkündür. Öyle ki doğu ve batı kampları arasındaki Soğuk Savaş’ın bir sonucu olarak, 1970’lerin sonunda dünyaya hâkim olan tarihsel bağlam, cephe içinde birkaç yüksek önderlik üyesi tarafından kurulan bir ‘komünist çekirdek’ oluşmasına katkıda bulundu. Bu üyeler, daha sonra örgütün yol gösterici ideolojisi olarak ‘Marksizm-Leninizm’i ilan ettiler.
Bu çekirdek daha sonra Haziran 1985’te Marksist-Leninist Lig’i (MLLT) kurmadan önce, Etiyopya’dan ayrılma fikri altında bir araya geldiğinde ‘ilk ideolojik kayma’ yaşandı.
Bu çerçevede Etiyopyalı araştırmacı Teferi Negaş, “MLLT’nin kurulması, cephenin farklı ideolojik ve siyasi yönelimlere sahip bir cephe olduğu fikrinden vazgeçilip katı bir tek parti mantığıyla değiştirilerek cephenin tam kontrolünün sağlanması arzusundan kaynaklanıyordu” açıklamasında bulundu.
Negaş, “Bu noktada ideoloji, ilk kez cephenin önde gelenlerini pragmatizm, empirizm, çarpıtma veya hedeften sapma suçlamasıyla tasfiye etmek için kullanıldı. Böylece siyasi gücün birkaç liderin elinde toplanması aşaması başladı. Bu dönem aynı zamanda etnosentrik fikirden Marksizm-Leninizm’e resmi geçişe de tanık oldu. Ancak etno-milliyetçilik cephenin söyleminden kaybolmadı” dedi.
Arkavi Berhi ise TPLF’nin ideolojik tavrının ‘insanın insan tarafından sömürülmesinden arınmış, planlı bir sosyalist ekonomi kurmak için ulusal demokratik bir devrim başlatmakla’ özetlendiğini dile getirdi.

Devrimci demokrasi
İkinci belirleyici aşama, partinin Marksizm-Leninizm’den devrimci demokrasiye ideolojik bir kaymaya tanık olduğu 1989 ile 1991 yılları arasındaki dönemdi.
Bu döneme yerel ve küresel değişimler eşlik etti. İçeride TPLF, 17 yıl süren uzun iç savaşın ardından devletin gücünü ele geçirmeye hazırlanıyordu. Küresel olarak Batı, Soğuk Savaş’ta galip geldi. Bu da TPLF’yi, uluslararası sisteme yeniden adapte olmaya sevk etti. Böylece Batılı güçlere ideolojik konumlarından (Marksizm) vazgeçtiği konusunda bilgi verildi. Bu dönüm noktasının sonunda TPLF Genel Sekreteri Meles Zenawi, 1990’da Washington’a ziyarette bulundu. Burada cephenin Marksist ideolojisini devrimci demokrasiye dönüştürme konusunda bir konuşma yaptı. Ertesi yıl Devrimci Demokrasi adlı liberal bir siyasi ve ekonomik program yayınladı.
Teferi Negaş, “Devrimci demokrasinin ideolojik terminolojisini benimsemesinin temeli, iktidardaki konumunu sürdürmek için merkezci bir ideoloji icat etmekti. İlk dönemecin aksine bu kez, gücü devlet düzeyinde merkezileştirme girişimi ortaya koyuldu. En iyi ihtimalle bu ideolojik iddia, Batı’yı ikna etti ve cephe kadrolarının kafasını karıştırdı.
Uzun süredir TPLF liderlerinden biri olan Gebru Asrat, anılarında “Cephe Batı’ya, devrimci demokrasi kavramının tipik liberal demokrasiden temelde farklı olmadığı konusunda güvence verdi. Ancak bu, Etiyopya bağlamı göz önüne alındığında mevcut hakları onaylayan yalnızca siyasi bir yönelimdir” ifadelerine yer verdi.
Aynı şekilde TPLF’nin ilk sorumlusu Meles Zenawi, “Siyasi yönelim, orijinal Marksist-Leninist ilhamı değiştirmeden statükoda devam eden bir yönelimdir” dedi.
Bu yaklaşım, müttefiki Eritre Halk Kurtuluş Cephesi ile arasındaki tarihi ittifaktan ve Albay Mengistu Haile Mariam rejimini devirmedeki başarılarından sonra TPLF’nin Addis Ababa’da iktidara gelmesinin ardından da politikalarında devam etti.

Kalkınmacı demokratik devlet
Dönüşümün üçüncü aşaması, ‘kalkınmacı durum" olarak adlandırılan durumla baş gösterdi. Bu söylem, 2001’de cephe liderliği düzeyinde bir bölünmeye yol açan ve 2005 seçimlerinden sonra derinleşen Eritre- Etiyopya savaşından (1998/2000) sonra Etiyopya siyaset sahnesinde yer almaya başladı.
TPLF, ‘kalkınmacı devlet’ terimini benimsedi ve devrimci demokrasi iddiasından vazgeçti. Bunu, küçük güç yüzdelerine katılmış siyasi parti gruplarını içeren ‘Etiyopya Halkının Devrimci Demokratik Cephesi’ liderliğindeki geniş ittifak takip etti. Bu çerçevede dönemin TPLF lideri ve Başbakanı Meles Zenawi, bu eğilimi “Kalkınmacı devletin ideolojik ve yapısal bileşenleri arasındaki bağ, onu diğer ülkelerden ayıran şeydir” diyerek açıklamıştır.
İdeolojik açıdan kalkınmacı devlet projesinin mesajı, bir meşruiyet kaynağı işlevi gören hızlandırılmış kalkınma idi. Yapısal bileşeni, ‘devletin özerkliğine dayalı olarak politikayı etkin bir şekilde uygulama becerisine’ atıf yapıyordu. Batı, Etiyopya’yı en gelişmiş Afrika ekonomisi için bir model olarak görerek bu projelerin desteklenmesine katkıda bulundu.
Öte yandan cephe ve devlet kadroları, özellikle ayrılma talep eden silahlı hareketlerin varlığı ortasında bu yaklaşımı ‘Etiyopya devletinin parçalanmasını önleyebilecek tek yol’ olarak nitelendirip, haklı göstermeye hevesliydi.
Ancak bu politikaların ana fikirleri, cephenin Etiyopya devletinin yetenekleri üzerindeki kontrolüne dayanan fiili uygulamalarla çelişiyor. Bu durum, otoriteye karşı halk hareketinin gücüne katkıda bulunurken, 2018 yılında TPLF’nin iktidardan dışlanmasına yol açtı.

Cepheye bel bağlama ve Tigray’ın geleceği
Mevcut Başbakan Abiy Ahmed’in iktidara gelmesi ve iktidar koalisyonunun çökmesinin ardından TPLF, başkentten çekilip Tigray bölgesine dönme kararı aldı. Bölgenin geleceğini şekillendirmek için Tigrayan elitleriyle yoğun bir şekilde çalıştı. Seçeneklerin başında ayrılık ve bağımsız bir devlet ilan etmek vardı. Tigray’daki düzenli ordu kamplarını kontrol etme girişimi gibi bazı askeri önlemler de seçenekler kapsamındaydı. Bu askeri önlemler, Kasım 2020’de TPLF ile merkezi hükümet arasında savaşın patlak vermesine yol açtı.
Tigrayan elitlerinin algısında ayrılık sorunu hala esastır. TPLF ise bu konudaki seçeneklerine henüz karar vermiş değil.



Moskova ile Wagner arasındaki güç mücadelesi Afrika'da ‘sessiz’ bir anlaşmazlık yaşandığını gösteriyor

Wagner, üyelerinin Cumhurbaşkanı Faustin-Archange Touadéra'nın koruması olarak çalıştığı Orta Afrika'da varlığını halen güçlü bir şekilde sürdürüyor (AFP)
Wagner, üyelerinin Cumhurbaşkanı Faustin-Archange Touadéra'nın koruması olarak çalıştığı Orta Afrika'da varlığını halen güçlü bir şekilde sürdürüyor (AFP)
TT

Moskova ile Wagner arasındaki güç mücadelesi Afrika'da ‘sessiz’ bir anlaşmazlık yaşandığını gösteriyor

Wagner, üyelerinin Cumhurbaşkanı Faustin-Archange Touadéra'nın koruması olarak çalıştığı Orta Afrika'da varlığını halen güçlü bir şekilde sürdürüyor (AFP)
Wagner, üyelerinin Cumhurbaşkanı Faustin-Archange Touadéra'nın koruması olarak çalıştığı Orta Afrika'da varlığını halen güçlü bir şekilde sürdürüyor (AFP)

Sagir el-Haydari

Orta Afrika Cumhuriyeti son günlerde, Rus yetkililer ile paramiliter grup Wagner arasında bir çekişme sahnesine dönüştü. Wagner grubu, geri çekilmeyi ve görevlerini Rusya Savunma Bakanlığı'nın komutası altında faaliyet gösteren Afrika Kolordusu'na devretmeyi reddediyor.

Batı medyasında yer alan haberlere göre Rusya, Bangui'ye Wagner'in hizmetlerinden vazgeçmesi ve Afrika Kolordusu'na aylık milyonlarca dolar ödeme karşılığında bu hizmetleri Afrika Kolordusu ile sürdürmesi için baskı yapıyor. Orta Afrika Cumhuriyeti yetkilileri ise bu ödemeyi karşılayamayacaklarını belirtiyor. Bu durum, Rusya'nın Afrika kıtasındaki nüfuzunda önemli değişiklik olduğu izlenimini veren bir gelişme yaşandı.

ABD Afrika Komutanlığı (AFRICOM) tarafından yayınlanan Africa Defense Forum (Afrika Savunma Forumu) dergisi, Orta Afrikalı bir yetkilinin “Hükümet, Wagner’in hizmetlerini Afrika Kolordusu'nun hizmetlerine tercih ediyor, çünkü Wagner iyi performans gösteriyor ve ülkemizin coğrafyasını ve kendilerinden ne beklendiğini daha iyi anlıyorlar” dediğini aktardı.

Şahsi çekişmenin bir uzantısı

Devlet Başkanı Vladimir Putin, 2023 yılının ağustos ayında Wagner'in komutanı ve kurucusu Yevgeny Prigojin'in öldürülmesinin ardından, ülkesinin Afrika kıtasındaki nüfuzunu yeniden düzenlemek ve bunu devletle sınırlamak amacıyla Rusya Savunma Bakanlığı'na Afrika Kolordusu'nu kurması için yeşil ışık yaktı.

Ancak Wagner, üyeleri Orta Afrika Cumhurbaşkanı Faustin Archange Touadéra'nın korumaları olarak görev yaptığı ülkede varlığını halen güçlü bir şekilde sürdürüyor. Wagner üyeleri ülkeye geldiklerinden bu yana, gerginliklerin yatışmasına ve yaklaşık iki yıl önce yapılan referandumla anayasanın değiştirilmesine yardımcı oldular.

df
Wagner, madencilik ve koruma sözleşmeleriyle sahadaki varlığını sürdürüyor (AFP)

Afrika işleri uzmanı Fransız siyasi analist Pierre-Louis Raymond, yaptığı değerlendirmede şunları söyledi:

“Orta Afrika Cumhuriyeti'ndeki hızlı gelişmeler, Prigojin ile Putin arasında var olan şahsi çekişmenin boyutunu ortaya koyuyor, ancak elbette bu çatışmanın ötesine geçerek Wagner’in genel olarak Putin rejiminin devam etme kabiliyetine artık inanmadığını söyleyebiliriz.”

Putin'in Ukrayna'ya karşı savaşında bir çıkmaza girdiğini düşünen Raymond, “Bu savaşta kazanan yok, Putin rejiminin Rus İmparatorluğu’nu yeniden kurma arzularıyla uyumlu hale geleceğine dair öngörülebilir bir ihtimal de yok. Bu yüzden Wagner şimdi ayrılmayı seçti. İki taraf arasında bir güç mücadelesi var ve Wagner'in geleneksel nüfuz alanlarında Rusya Savunma Bakanlığı'na hizmet vermeyi bırakma eğilimi giderek güçleniyor.”

Orta Afrika Cumhuriyeti'nde iki taraf arasında nüfuz mücadelesi olduğunu vurgulayan Raymond, ancak sorunun çok daha derin olduğunu ve Wagner'in mevcut liderliğinin Putin'in görevden ayrılacağına ve halefinin Wagner'in kaybettiği nüfuzu geri kazanabileceğine inandığına işaret etti. Bununla birlikte Raymond’a göre Rusya'nın Afrika'daki nüfuzu devam ediyor.

Bangui'deki endişeler

Bu gelişmeler, Kremlin'in Afrika'da nüfuz kazanma çabalarına engel teşkil eden faktörleri ortaya koyuyor. Bu çabalar, yoğun diplomatik faaliyetler ve kıtanın yeni liderleriyle yapılan görüşmelere rağmen sonuç vermiyor.

Bu sorun, Wagner'in pozisyonlarını ve görevlerini devretmeyi reddetmesinden daha derin bir boyuta sahip gibi görünüyor, zira Orta Afrika Cumhuriyeti'nin kendisi de buna hazır görünmüyor. Robert Lansing Küresel Tehditler ve Demokrasiler Araştırma Enstitüsü'nün bir raporuna göre siyasi açıdan, Cumhurbaşkanı Touadéra'nın çevresi, Orta Afrika Cumhuriyeti subaylarıyla bağlantıları olan ve sahada korku salan Wagner'in adamlarına güveniyor. Onları resmi bir Rus birliğiyle değiştirmek, rejimi iktidarda tutan hassas dengeyi bozabileceği konusunda ciddi endişeler söz konusu.

df
Afrika Kolordusu, Rusya ordusundan subay ve personel ile eski Wagner üyelerinden oluşuyor (AFP)

Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı analize göre Afrika Kolordusu, Rusya ordusundan subay ve personelin yanı sıra eski Wagner üyelerinden oluşuyor. Kolordu şu anda Mali ve Nijer gibi birkaç Afrika ülkesinde faaliyet gösteriyor, ancak Orta Afrika Cumhuriyeti’nde kontrolü ele geçirme çabaları büyük zorluklarla karşı karşıya.

Gerilim ve derin dönüşüm

Uluslararası ilişkiler uzmanı ve siyaset araştırmacısı Halid Muhammed el-Hicazi, Orta Afrika Cumhuriyeti'nde Wagner’in Kremlin'e karşı doğrudan bir isyan başlatmasının olası olmadığını, ancak iki taraf arasındaki ilişkilerin gerginlik ve köklü bir değişim döneminden geçtiğinin kesin olduğunu söyledi. Wagner’in 2018 yılında Orta Afrika Cumhuriyeti'ne girdiğinden beri, Rusya'nın Afrika kıtasındaki en önemli etki aracı haline geldiğini belirten Hicazi, “Hükümet güçlerini eğitiyor ve büyük ekonomik ayrıcalıklar karşılığında altın ve elmas zengini maden sahalarını koruyor. Zamanla Wagner, Rus ordusunun bir kolundan, ülke içinde kendi çıkarlarını korumaya çalışan yarı bağımsız bir aktöre dönüştü ve bu durum Moskova'da endişe yarattı” değerlendirmesinde bulundu.

Hicazi, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Wagner'in 2023 yılının haziran ayında Rusya'da isyan çıkarmasının ardından Moskova, Afrika'daki askeri varlığını yeniden yapılandırmak için Afrika Kolordusu adında yeni bir oluşum kurdu. Bu oluşumun amacı, Wagner'in doğrudan nüfuzunu azaltmak ve Rusya Savunma Bakanlığı'nın kontrolünü artırmaktı. Ancak Wagner üyeleri, onları isyancı gruplara karşı istikrar sağlayan bir güç olarak gören Bangui hükümetiyle hala güçlü ilişkiler içinde ve bu da onlara merkezi Rus karar alma mekanizmasından büyük ölçüde bağımsızlık sağlıyor.”

Sadakat konusundaki bu anlaşmazlığın, Moskova ile Wagner arasında Orta Afrika Cumhuriyeti’nde nüfuz için gizli bir rekabet ortamı yarattığını söyleyen Hicazi, “Rusya, güvenlik ve ekonomi ağları üzerindeki resmi kontrolünü yeniden kazanmaya çalışırken, Wagner madencilik ve koruma sözleşmeleriyle bölgedeki varlığını sürdürerek kolayca göz ardı edilemeyecek bir güç haline geldi. Moskova, kıtada Wagner ile açık bir çatışma istemese de Wagner'in devam eden nüfuzunun disiplinli, merkezi kontrol altındaki bir devlet olarak imajını tehdit ettiğini kabul ediyor” diye ekledi.

Rusya’nın varlığının zayıflaması

Rus yetkililer bu gerginlikler hakkında kamuoyuna herhangi bir açıklama yapmazken bu durum, Moskova'daki siyasi çevrelerde, Kremlin'in Batı ile ilişkilerini koparmak isteyen Afrikalı liderlerle kurduğu ittifakların çökmesine yol açabileceği endişesini uyandırıyor.

Genel olarak Afrika kıtası düzeyinde, bazı Afrika ülkelerinin Moskova ile paralı askerleri arasındaki anlaşmazlığı şüpheyle karşıladığını belirten Hicazi, bu yüzden mevcut gerilimin Rusya'nın varlığını geçici olarak zayıflatabileceğini düşündüğünü ifade etti.

Rusya'nın Afrika'daki varlığının ekonomik ve askeri bağlar sayesinde halen sağlam olduğunu söyleyen Hicazi, ancak özel askeri şirketlere daha az bağımlı olan daha kurumsal bir etki modeline doğru kaymakta olduğunu belirtti.

Uluslararası ilişkiler uzmanı ve siyaset araştırmacısı Hicazi, sözlerini şöyle sonlandırdı:

“Kısacası Wagner, Orta Afrika Cumhuriyeti’nde Kremlin'e karşı isyan etmedi, ancak nispeten bağımsız hareket eden bir varlık haline geldi ve Rusya'yı, araçlarının kontrolünü kaybetmeden Afrika kıtasındaki etkisini sürdürme stratejisini yeniden düşünmeye zorladı.”


Dış güçler Sudan'daki iç savaşa nasıl etki ediyor?

İç savaşın pençesindeki Sudan'da 25 milyondan fazla kişi yardıma muhtaç (Reuters)
İç savaşın pençesindeki Sudan'da 25 milyondan fazla kişi yardıma muhtaç (Reuters)
TT

Dış güçler Sudan'daki iç savaşa nasıl etki ediyor?

İç savaşın pençesindeki Sudan'da 25 milyondan fazla kişi yardıma muhtaç (Reuters)
İç savaşın pençesindeki Sudan'da 25 milyondan fazla kişi yardıma muhtaç (Reuters)

Sudan'da orduyla paramiliter Hızlı Destek Kuvvetleri (HDK) arasındaki çatışmalarda yaşanan Faşir katliamının yankıları sürerken, Afrika ülkesi yabancı devletlerin sömürüsüne açık hale geliyor. 

CNN'in analizinde, yabancı ülkelerin Sudan'daki iç savaşta oynadığı roller masaya yatırıldı.

Suudi Arabistan iç savaşın sonlanması için ABD'yle arabuluculuk çalışması yürütüyor. Ancak haberde, Riyad yönetiminin gizlice Sudan ordusunu desteklediği iddiaları paylaşılıyor. Suudi Arabistan ise taraflara eşit mesafede yaklaştığını savunuyor.

General Abdülfettah Burhan'la işbirliği yapan Muhammed Hamdan Dagalo, Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin soykırımla suçladığı Ömer el Beşir'i 2019'da devirmişti. Halihazırda süren iç savaştaysa Burhan'a bağlı ordu ve Dagalo'ya bağlı HDK birbirleriyle çatışıyor.

Analizde, Mısır'ın da Beşir'in devrilmesi sürecinde Burhan ve Dagalo'ya destek verdiği anımsatılıyor. Ancak Kahire yönetiminin iç savaşta Dagalo karşıtı bir konum alarak Sudan ordusunu desteklemeye başladığına işaret ediliyor. 

"Hemdeti" diye de bilinen HDK komutanı Dagalo, Mısır'ın orduya silah sattığını savunmuş, Kahire ise iddiaları yalanlamıştı. 

CNN, Birleşik Arap Emirlikleri'nin (BAE) HDK'ye silah sattığına dair iddiaları da hatırlatıyor. 

ABD Senatosu Dış İlişkiler Komitesi'nin geçen haftaki raporunda, HDK'nin terör örgütü ilan edilmesi istenmişti. Ayrıca aynı raporda BAE'nin silah satışlarıyla "çatışmaları körüklediği ve bundan kâr elde ettiği" savunulmuştu. BAE ise iddiaları defalarca yalanlamıştı. 

Ukrayna'yla savaşı sürdüren Rusya'nın Sudan'daki çatışmaya müdahil olarak Afrika'daki nüfuzunu geliştirmek istediği de yazılıyor. 

Rus paralı asker şirketi Wagner'in Suriye, Libya ve Orta Afrika Cumhuriyeti üzerinden Dagalo'nun milislerine füze sattığı öne sürülmüştü. Diğer yandan Kremlin'in de Burhan'la görüştüğü ve Kızıldeniz'e erişim için bir liman projesi üzerine çalışıldığı aktarılıyor.

ABD'deki Georgetown Üniversitesi'nden Khalil al-Anani, yıllardır süren şiddet olaylarının Sudan'ı zayıflatarak kaosa sürüklediğine dikkat çekiyor. Akademisyen, olaylara müdahil olan ülkelerin tarafsızlığını koruyamayacağını savunuyor: 

Sudan çatışmasında tarafsız bir aktörün olmadığını düşünüyorum. Her tarafın kendi hedefleri var, herkes çıkarlarını korumak için olaylara müdahale ediyor. Sudan'ı kontrol etmek, tüm Sahraaltı bölgesinde nüfuz sahibi olmak demek.

Sudan iç savaşı

Ordunun başındaki General Burhan, Sudan'ı fiili olarak yönetirken General Dagalo ise 100 bin kişilik paramiliter kuvvet HDK'nin başında.

Ülkeyi sivil yönetime döndürme ve HDK'yi ordu bünyesine dahil etme süreci nedeniyle iki general anlaşmazlığa düşmüş, 2023'te yeniden iç savaş patlak vermişti. 

Faşir'de geçen ay yaşanan katliam da dünya gündemine oturmuştu. Sudan Silahlı Kuvvetleri'nden yapılan açıklamada, ülkenin batısındaki Darfur bölgesinin en büyük kenti Faşir'de HDK milislerinin en az 2 bin sivili katlettiği bildirilmişti.

HDK Komutanı Dagalo da saldırılarda bazı "suiistimallerin" yaşandığını itiraf etmiş, olaylarla ilgili inceleme başlatıldığını duyurmuştu. Türkiye başta olmak üzere birçok ülke katliamı kınamıştı.

Independent Türkçe, CNN, Guardian


Tunus: Muhalefet, tutuklu bir politikacı ile dayanışma amacıyla açlık grevine başladı

İnsan hakları aktivistleri, Tunus'un güneydoğusundaki Bli sivil hapishanesinin dışında, tutuklu aktivist Cevher Bin Mübarek'in serbest bırakılması için toplandı, (AFP)
İnsan hakları aktivistleri, Tunus'un güneydoğusundaki Bli sivil hapishanesinin dışında, tutuklu aktivist Cevher Bin Mübarek'in serbest bırakılması için toplandı, (AFP)
TT

Tunus: Muhalefet, tutuklu bir politikacı ile dayanışma amacıyla açlık grevine başladı

İnsan hakları aktivistleri, Tunus'un güneydoğusundaki Bli sivil hapishanesinin dışında, tutuklu aktivist Cevher Bin Mübarek'in serbest bırakılması için toplandı, (AFP)
İnsan hakları aktivistleri, Tunus'un güneydoğusundaki Bli sivil hapishanesinin dışında, tutuklu aktivist Cevher Bin Mübarek'in serbest bırakılması için toplandı, (AFP)

Nahda Hareketi Lideri Raşid el-Gannuşi'nin de aralarında bulunduğu Tunuslu önde gelen muhalif isimler, dokuz gündür açlık grevinde olan ve sağlık durumunun ciddi şekilde kötüleştiğini söyledikleri tutuklu siyasetçiyle dayanışma amacıyla açlık grevine başlayacaklarını duyurdu.

Gözaltına alınan siyasi aktivist Cevher Bin Mübarek (Şarku'l Avsat)Tutuklu siyasi aktivist Cevher Bin Mübarek (Şarku'l Avsat)

Tunus'un ana muhalefet koalisyonu olan Ulusal Kurtuluş Cephesi'nin kurucu ortaklarından Cevher Bin Mübarek, Şubat 2023'ten beri tutukluluğunu protesto etmek için geçen hafta yiyecek, su ve ilaç talebini reddederek açlık grevine başladı. Nisan ayında, insan hakları örgütleri tarafından eleştirilen toplu bir davada "devlet güvenliğine karşı komplo kurmak" ve "terör örgütüne üye olmak" suçlamalarıyla 18 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Şarku'l Avsat'ın AFP'den aktardığı habere göre Bin Mübarek'in ailesi ve muhalefetteki Nahda ve Cumhuriyetçi partilerin liderleri greve katılacaklarını açıkladı. Bin Mübarek'in babası, deneyimli aktivist İzzeddin Hazgui, Tunus'ta düzenlediği basın toplantısında, "Cevher'in durumu endişe verici ve sağlığı kötüleşiyor" diyerek, "Ailesi olarak yarın dayanışma açlık grevine başlayacağız" ifadelerini kullandı. Ancak hangi akrabalarının eyleme katılacağını belirtmedi. Hazgui, "Aktivistler olarak (Cumhurbaşkanı) Kays Said'i affetmeyeceğiz" dedi. İnsan hakları grupları daha önce, Cumhurbaşkanı Said'in Temmuz 2021'de iktidara gelmesinden bu yana Tunus'ta sivil özgürlüklerde keskin bir düşüş yaşandığı konusunda uyarıda bulunmuş ve eleştiride bulunanların çoğu hapse atılmıştı.

Raşid Gannuşi, Bin Mübarek'le dayanışma amacıyla açlık grevine başladığını duyurdu (EPA)Raşid Gannuşi, Bin Mübarek'le dayanışma amacıyla açlık grevine başladığını duyurdu (EPA)

Uzun bir hapis cezasına çarptırılan 84 yaşındaki Gannuşi, resmi Facebook sayfasından yaptığı paylaşımda açlık grevine katıldığını duyurdu. Gannuşi, açlık grevinin Bin Mübarek’i desteklemeyi ve "yargı bağımsızlığını ve özgürlükleri savunmayı" amaçladığını belirtti. 2023'ten beri hapiste olan Gannuşi, "yasadışı yabancı fonlama" ve "devlet güvenliğine karşı komplo" da dahil olmak üzere çeşitli suçlamalarla 37 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Gannuşi, bağımsızlığı olmayan ve yalnızca Said'in emirlerini yerine getiren yargıçlarla karşı karşıya gelmeyeceğini söyleyerek, tüm davalarda mahkemeye çıkmayı reddetti. Merkez Cumhuriyetçi Parti'nin tutuklu genel sekreteri Issam Chebbi de dün açlık grevine başladığını duyurdu. Parti lideri Wissam Sghaier, bazı parti üyelerinin greve katılacağını belirterek, parti genel merkezinin "oturma eylemi için açık olduğunu ve yarın sabah saat 8:00'de greve başlayacağımızı" vurguladı.

Cevher Bin Mübarek'in birkaç yakını ve Tunus İnsan Hakları Birliği'nden bir heyet, Bin Mübarek'in tutulduğu Tunus'un güneydoğusunda Bli'deki sivil cezaevini ziyaret ederek "sağlığında ciddi bir bozulma" olduğunu bildirdi. Serbest bırakılmasını talep etmek için cezaevi yakınında büyük bir kalabalık toplandı. Tunus İnsan Hakları Birliği, Bin Mübarek'i açlık grevini sonlandırmaya ikna etmek için "çok sayıda girişimde" bulunulduğunu, ancak kendisinin "reddettiğini ve kendisine yönelik adaletsizlik düzeltilene kadar greve devam etme kararlılığını" dile getirdiğini bildirdi. Çarşamba günü cezaevi yetkilileri, Bin Mübarek'in adını vermeden, açlık grevi sonucunda herhangi bir tutuklunun sağlık durumunun kötüleştiğini yalanlayan bir açıklama yayınladı.

Hapishanelerdeki açlık grevleri, Tunus'taki muhalefet liderlerinin çoğunun hapiste olduğu ve muhalefet partilerinin Cumhurbaşkanı Said'i Tunus'u "açık hava hapishanesine" çevirmekle ve yargıyı "otoriter yönetimi" pekiştirmek için kullanmakla suçladığı bir dönemde gerçekleşiyor. Said ise iddiaları kesin bir dille reddediyor.