Samuel L. Jackson'dan 'Marvel aktörleri film yıldızı değil' diyen Tarantino'ya yanıthttps://turkish.aawsat.com/home/article/4018671/samuel-l-jacksondan-marvel-akt%C3%B6rleri-film-y%C4%B1ld%C4%B1z%C4%B1-de%C4%9Fil-diyen-tarantinoya-yan%C4%B1t
Samuel L. Jackson'dan 'Marvel aktörleri film yıldızı değil' diyen Tarantino'ya yanıt
Quentin Tarantino ve Samuel L. Jackson Ucuz Roman, The Hateful Eight ve Zincirsiz gibi önemli filmlerde birlikte çalıştı (AP)
Samuel L. Jackson, Quentin Tarantino'nun süper kahraman filmleri ve oyuncularına yönelttiği eleştirilere yanıt verdi. Ünlü oyuncu, daha önce birçok kez birlikte çalıştığı yönetmene karşı çıktı.
Tarantino, geçen hafta katıldığı 2 Bears, 1 Cave'e (Bir Mağarada İki Ayı) podcastinde Hollywood'da artık hiç "gerçek film yıldızı" olmadığını savunmuştu.
"Bu oyuncuların belli rolleri oynayarak ünlü olması, Hollywood'un Marvel'laşmasının bir parçası" diyen sinemacı, sözlerini şöyle sürdürmüşü:
"Bu kişiler film yıldızı değil. Değil mi? Yıldız olan Kaptan Amerika ya da Thor. Bunu ilk söyleyen ben değilim. Daha önce milyon kez söylenmiştir. Ama durum böyle, franchise karakterleri yıldıza dönüşüyor."
Jackson buna cevaben film yıldızlığının işaretinin salonları hınca hınç doldurmak olduğunu söyledi. 73 yaşındaki oyuncu şu ifadeleri kullandı:
"Bu oyuncuların film yıldızı olduğu bence tartışmalı değil. Chadwick Boseman Black Panther'dir. Bunu reddedemezsin ve o bir film yıldızı."
Independent Türkçe, NME, Screen Rant
Altı Körfez ülkesinin liderleri, 1981’deki ilk zirve toplantısı öncesinde hatıra fotoğrafı çektirdi. (İşbirliği Konseyi)
Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) ülkeleri halkı 25 Mayıs Perşembe günü, Abu Dabi’deki ilk toplantısında bir araya gelen altı ülke (Suudi Arabistan, Kuveyt, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn, Katar ve Umman) liderinin üst düzey iradesiyle kurulan Körfez İşbirliği Konseyi’nin 42’inci kuruluş yıl dönümünü kutluyor. Toplantı, ‘KİK’ başlığı altında bu ülkeleri kapsayan entegre bir sistemin kurulduğunun ilanı ile sonlandı.
Konsey Genel Sekreteri Casim el-Budeyvi, yaptığı açıklamada şu ifadelere yer verdi:
25 Mayıs’ta oluşumun kuruluşunu ve 1981’den beri bu kutlu yürüyüşü kutluyoruz. Bu sistem, kurucu babaların ve liderlerin bilgeliğiyle, KİK yürüyüşüne verdikleri sınırsız destek ve güven, sürekli destek ve cömert ilgiyle kuruldu. Onlar, bu mübarek yapının temellerini sağlam atan taraflardır. Allah’ın lütfu ve KİK liderlerinin vizyonuyla (Allah onları korusun) KİK devletlerinin halkının amaç ve özlemlerine ulaşmak için ilerliyoruz. Kazanımları korumayı ve geleceği inşa etmeyi amaçlayan bir gerçeği güvenle, kararlılıkla ve yetkinlikle aktarıyoruz.
‘Kurucu babalara’ minnet
2021 yılı Körfez İstatistik Merkezi’ne göre 57 milyonu aşkın nüfusa ulaşan bazı Körfez ülkeleri halkı, altı ülkenin dışişleri bakanlarının bir ön toplantısının sonucu olarak, 1981’deki ilk zirvede tamamen bir araya gelen ‘kurucu babalara’ minnetlerini koruyor. KİK tarihindeki ilk açılış oturumu, bir yuvarlak masa etrafında gerçekleşti. Söz konusu oturumda, Kuveyt Büyükelçisi Abdullah Beşara’nın görevlendirilmesi kararı alındı.
Kral Selman bin Abdulaziz, Diriyah Sarayı’ndaki 40’ıncı Körfez Zirvesi’nde katıldı. (SPA)
Liderler, KİK’in temel tüzüğü üzerinde uzlaşı sağladı. Tüzüğün ikinci maddesinde, Suudi Arabistan’ın başkenti Riyad’ın KİK Genel Sekreterliği karargahına ev sahipliği yapması belirlendi.
Büyük umutlar
Konseyin kurulmasıyla ilgili umutların boyutuna ilişkin olarak ilk basın açıklaması, dışişleri bakanlarının ön toplantısı başkanı olan BAE Dışişleri Bakanı Raşid el-Nuaymi tarafından yapıldı. Şarku’l Avsat’ın edindiği bilgilere göre Bakan şunları söyledi:
KİK şu an gelecekte bir birlik formülüne, bir konfederasyona veya Körfez ülkeleri arasında bir birlik formülüne dönüşebilecek işbirlikçi bir karakter kazanıyor.
Konsey ayrıca Suudi Arabistan’ın merhum Kralı Abdullah bin Abdulaziz’in konseyin 32’inci oturumunun toplantıları sırasında ‘sahnenin ötesine geçme’ çağrısı gibi, bazı büyük umutları ortaya çıkaran bir dizi dönüşüm ve öneriye tanık oldu.
Toplantı, konseyin tüm kurucu liderlerinin ölümünün ardından 2021’in başlarında düzenlenen ‘Ula Zirvesi’ çerçevesinde öne çıktı. Söz konusu zirve, aynı zamanda konseyin beşinci on yılındaki ilk zirve oldu. Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman, el-Ula’daki Körfez zirvesinin, Kral Selman bin Abdulaziz liderliğindeki Suudi politikasının uygulanması çerçevesinde ‘sözü birleştirmek, sınıfı birleştirmek ve iyilik ve refah yolunu ilerletmek’ amacıyla yapılacağını vurguladı. Söz konusu politika, ‘KİK ve Arap ülkelerinin üstün çıkarlarına ulaşmak, tüm çabalarını halklarının yararına ve güvenlik ve istikrarlarını sağlayacak şekilde kullanmak’ ilkesine dayanıyor.
El-Ula, KİK’in 41’inci oturuma ev sahipliği yaptı.(SPA)
KİK’in eski Genel Sekreteri Nayef el-Hacraf’a göre birçok faktöre dayalı olarak KİK’in beşinci on yılının başlığı olarak ‘ekonomik entegrasyon’ kabul edildi. Bu faktörlerin başında ise ‘tüm KİK ülkelerindeki ulusal kalkınma vizyonları ve planları, bunların Körfez ekonomisine liderlik etme yolunda özel sektöre sağladığı büyük fırsatlar, gıda ve ilaç güvenliği, bilgi ekonomisinin istihdamı, dijital dönüşüm alanlarında Körfez entegrasyonu ihtiyacının ortaya çıkması ve lojistik entegrasyon, dördüncü sanayi devriminin gereklerini sağlamak vardı Ayrıca yapay zeka ve siber güvenlik konularını geliştirme, Körfez ortak yatırımlarının artırılması, Körfez sermayesinin en iyi yönetim uygulamalarına uygun olarak ticari ve ekonomik temelde entegrasyon projelerinde yerelleştirilmesi, serbest ticaret anlaşmaları yoluyla benzer ülkeler ve bloklarla ekonomik ve ticari ilişkilerin geliştirilmesi, rekabet gücünün ve bölgesel ve uluslararası varlığın desteklenmesi’ de kabul edildi.
Sert taban
Bölgesel düzeyde bir dizi izleme raporu ve gözlemci açısından KİK, ‘Arap ülkeleri arasında daha yakın ilişkilere katkı sağlayan üye devletler arasındaki işbirliği modellerinden biri olarak’ ortak Arap eylemi için önemli bir kol niteliğinde. ‘Ortaya çıkışının ilk yılında konseyin toplanmasına neden olan İran-Irak Savaşı, Irak’ın Kuveyt’i işgali, 11 Eylül olayları ile terör ve şiddet olgusunun başta Ortadoğu olmak üzere dünyanın birçok bölgesinde yayılması, son on yılın başındaki sözde Arap Baharı olayları ve meşru hükümete karşı Husi darbesine yönelik Yemen’deki askeri operasyon’ gibi bölgenin yaşadığı zorluklara rağmen varlığının gücüne ve üssünün sağlamlığına tanık oldu.
Aynı şekilde konsey, Arap ve Ortadoğu bölgesindeki büyük zorluklarla yüzleşmede vazgeçilmez bir istikrar faktörünü temsil ediyor. Yetkililere göre konsey ayrıca, ‘sertliğini, kararlılığını, zorluklarla yüzleşme, risklerle mücadele etme ve üye devletlerin ve çevresinin toplu kalkınma planlarını destekleme yeteneğini’ test eden birçok tarihi olaya tanık oldu.
Konsey, Arap ve Ortadoğu bölgesindeki büyük zorluklarla yüzleşmede vazgeçilmez bir istikrar faktörü konumunda. (SPA)
Birçok zorluğa rağmen, gözlemcilere göre üye devletlerin pozisyonlarındaki en değişmez faktör, altı ülkenin liderlerinin ve halklarının ‘oluşumun yerleşik kalması ve ana rollerini oynaması’ konusundaki ısrarı. Bu durum, Körfez ülkelerinin vatandaşlarına çeşitli siyasi, ekonomik, güvenlik, sosyal ve kültürel yönlerden etki ediyor.
İş birliği modelleri
Körfez ülkeleri geçen onlarca yıl boyunca gümrük tarifelerini birleştirdi ve aralarında bir gümrük birliği kurdu. Vatandaşların hareketi, mal akışı, üye devletler arasındaki ticaret alışverişinin hareketi ve diğer birçok iş birliği başlığında prosedürleri kolaylaştırdı.
Körfez ülkeleri aynı şekilde, askeri amaçlar, kapsam ve erken uyarı için KİK ülkelerini güvenli bir iletişim ağına bağlayarak güvenliklerini artırmaya odaklandı. Ortak Yarımada Kalkanı kuvvetlerinin savunma stratejilerini ve yeteneklerini geliştirdi ve KİK devletlerinin birleşik askeri komutasını kurdu.
Ortadoğu’nun mihenk taşı
Suudi Arabistan Dışişleri Bakanlığı eski danışmanı Salim el-Yami, Şarku’l Avsat’a yürütülen diplomasi ile ilgili şu açıklamada bulundu:
Bu siyasi, örgütsel ve idari yapı, bölgesel ve uluslararası çatışmalar ve dönüşümler ortasında Körfez halkının kazanımlarını korumak için bir mihenk taşı ve güvenilir bir dayanaktır. Bu uzun ömrün ardından bugün konsey, bölgede ve dünyada siyasetin, güvenliğin ve istikrarın tesis edilmesinde mihenk taşı konumundadır.
Yetkili, Körfez halkının umutlarının, KİK çerçevesinde daha fazla başarı elde etmek isteseler de onun gölgesinde kristalleştiğini, büyüdüğünü ve daha güvenli hale geldiğini vurguladı.
Konsey, bölgede ve dünyada siyaset, güvenlik ve istikrarın sağlanmasında çok önemli bir dayanak niteliğinde. (SPA)
Avrupa Birliği’ne benzer formül
Kuveytli ekonomist Amer et-Tamimi, Körfez ülkelerinin liderlerinin KİK aracılığıyla, (Ocak 1958’de Belçika, Almanya, Fransa, İtalya, Lüksemburg ve Hollanda tarafından kurulan Avrupa Birliği (AB) ülkeleri arasında sağlanan başarıya benzer şekilde) ‘siyasi ve ekonomik ilişkilerin formülasyonuna ulaşabilecekleri’ yönündeki umudunu dile getirdi. AB ülkeleri arasında ekonomik yapılar, siyasi sistemler ve demografik oluşumlar açısından durumun doğası gereği farklılıklara rağmen, liderlerin Körfez birliği adımlarının dikkatli ve bilinçli olması konusunda kararlı olduklarını dile getirdi.
Bürokrasi ekonomik entegrasyonu engelliyor
Tamimi, gümrük birliği, Körfez ortak pazarı, para birliği ve vergi sistemleri ile ilgili olanlar da dahil olmak üzere önemli anlaşmalar açısından KİK’in başarılarına övgüde bulundu. Bununla birlikte Tamimi’ye göre bu anlaşmaların uygulanması, aşılması gereken birçok bürokratik ve yasal engellerin yanı sıra karmaşıklıklarla karşı karşıya kaldı. Ardından Körfez ülkelerindeki yasalar ve idari sistemler, ekonomik entegrasyonun gerekliliklerine göre uyarlandı.
200 yıllık teknolojik serüven Delta Teknoloji Müzesi'nde sergileniyorhttps://turkish.aawsat.com/ya%C5%9Fam/k%C3%BClt%C3%BCr-sanat/4345901-200-y%C4%B1ll%C4%B1k-teknolojik-ser%C3%BCven-delta-teknoloji-m%C3%BCzesinde-sergileniyor
200 yıllık teknolojik serüven Delta Teknoloji Müzesi'nde sergileniyor
Fotoğraf: Hikmet Orçun Üresinler/AA
İş insanı ve spor gazetecisi Adem Yılmaz'ın girişimiyle, Adem Yılmaz Eğitim ve Kültür Vakfı tarafından kurulan Delta Teknoloji Müzesi, yaklaşık 200 yıllık teknolojik gelişimi ziyaretçilerin ilgisine sunuyor.
İstanbul Çatalca'daki müzenin 15 farklı bölümünde, kullanılır ve çalışır durumdaki birçok obje meraklıların ve araştırmacıların deneyimine açılıyor.
Müzeye ilişkin AA muhabirine açıklamada bulunan Adem Yılmaz'ın kızı ve Delta Ofis Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Ece Yılmaz, babasının, 2012'de kurulan müzenin çalışmalarına 2004'te başladığını söyledi.
Yılmaz, büyük dedesinin kağnıcı olduğunu, babasının ise ilk olarak ahşap işleriyle uğraştığını, daha sonra da mobilya imalatına başladığını aktardı.
- "Amacı Türk ustalarının ürettiği mobilyalardan da oluşan bir müze yapmaktı"
2018'de vefat eden babasının mobilya sektörüne sevdalı olduğunu ve sektöre olabildiğince hizmet etmeye çalıştığını kaydeden Yılmaz, Türk mobilya endüstrisine faydalı olması ve üniversitelerde ücretsiz okutulması amacıyla "Dünden Bugüne Mobilya Tasarımı ve Teknolojisi" isimli kitabı yazdığını belirtti.
Fotoğraf: AA
Ece Yılmaz, kitabın yazımı sırasında yoğun bir araştırma sürecine giren babasının, mobilya imalatında kullanılan alet ve edevatları topladığını aktararak, şunları vurguladı:
Daha sonra farklı dönemlerde Türkiye'de üretilen mobilyaları da antikacılardan, müzayedelerden toplamaya başladı. Bu sayede yavaş yavaş mobilya üzerine küçük bir koleksiyon oluşturdu. Fakat Türkiye'de özellikle 20. yüzyılda üretilen mobilyaların atıl durumda olması veya atılmış olmasından ötürü müze kurmak için gerekli envanteri sağlayamadı. Aslında amacı Türk mobilya sektörüne bir kitabın yanı sıra Türkiye'de imal edilen, Türk ustalarının ürettiği mobilyalardan oluşan bir müze yapmaktı. Fakat bu müzeyi kurma hayali gerekli envanteri toparlayamadığı için ne yazık ki gerçekleşmedi.
- Müzede 15 farklı bölümde 657 obje sergileniyor
Uzun yıllar farklı gazetelerde spor yazarlığı yapan Adem Yılmaz'ın, mesleğinden ötürü daktilo sevdalısı olduğunu ve daktilo koleksiyonu yaptığını aktaran Ece Yılmaz, şöyle devam etti:
"Babam kendi özel hayatına, gençliğindeki anılara değinen objeleri topluyordu. Bu objelerin içerisinde müzik aletleri de var. Çünkü kendisi müzisyen, müziğe gönül vermiş bir kişiydi. Aynı zamanda 1950'lerin yani doğduğu yılların arabalarına sevdalı bir insandı. Bu yüzden de bu arabalara tek tük de olsa sahip olma isteğindeydi. Daha sonra koleksiyonu genişlemeye başladı. Müzik aletleri, mobilya yapımında kullanılan aletler, arabalar... Birdi, iki oldu. Derken, 'Bunları neden bir teknoloji müzesine dönüştürmeyeyim?' diye bir fikir geldi. Sadece kendi anılarına değinerek topladığı her şey, bir anda bilinçli bir şekilde farklı kategoriler altında yavaş yavaş toparlandı."
Fotoğraf: AA
Ece Yılmaz, müzede şu anda 15 farklı bölümde 657 objenin sergilendiğini belirterek, "Askeri teçhizatlar, müzik aletleri, bilgisayar teknolojileri, matbaa bölümü, arabalar, daktilolar gibi farklı bölümler var. Müzemizde 1850'li yıllara ait bir radyomuz mevcut. Aynı şekilde 1850'li yıllarda yapılmış körüklü bir piyanomuz var. Yine eski zamanlarda kullanılan nadir altın terazilerimiz mevcut. Ayrıca 1900'lerin başında imal edilmiş bir kara tren var. Biz bu kara treni Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demir Yollarından özel izinle aldık. Trenimiz Eskişehir'den müzemize, Çatalca'ya geldi. Gelişi de yaklaşık bir hafta sürdü." diye konuştu.
- "Müzemize gelen öğrencileri bilgilendirecek şekilde bir eğitim verip gezdiriyoruz"
Çevredeki halkın kullanımı için babasının Çatalca'daki fabrikaların içinde bir sosyal tesis kurduğunu sözlerine ekleyen Yılmaz, İstanbul'a gitme imkanı olmayan çocukların eğitimlerine katkı sağlaması amacıyla müzeyi de bu tesiste hazırladığını aktardı.
Fotoğraf: AA
Yılmaz müzelerdeki eser ve objelere normalde dokunulmadığının altını çizerek, şöyle devam etti:
Babam her zaman teorik ve aynı zamanda pratik eğitime inanan bir insandı. Bu yüzden buraya gelen çocukların arabaların içine binmesini, dokunmasını, alet, edevatla uğraşmasını, onların nasıl çalıştığını görmelerini amaçlıyor, objelerin önlerine hiçbir şekilde bariyer, engel koyulmasını istemiyordu. Onun için önemli olan aslında deneyimdi. Bu anlamda müzemizi diğer müzelerden ayıran 3 unsur var. Bunlardan ilki tamamen ücretsiz olması, ikincisi yine tamamen çevre halka fayda sağlamak için kurulmuş olması ve üçüncüsü de buradaki tüm objelere dokunarak, gelen misafirlerimiz, özellikle de öğrencilere teknolojiyi deneyimleme şansı vermek.
Farklı okullardan gelen öğrencilerin müzeye ilgi gösterdiğini anlatarak, "Müzemize gelen öğrenciler aslında en çok bilgisayarları gördükleri zaman şaşırıyor. Daktiloların ne olduğunu anlamıyorlar. Aynı şekilde terazilerin ne olduğuna, ne işe yaradığına dair soru soruyorlar. Genelde ilkokul ve ortaokul öğrencileri geliyor. Gelmek istedikleri zaman arıyor, randevu alıyorlar. Buna istinaden onlara seve seve müzemizin kapısını açıp, bilgilendirecek şekilde bir eğitim verip gezdiriyoruz. Onlara aynı zamanda müzemizde çalışan su değirmeni, matbaa makinalarını ve dokuma makinalarını gösteriyoruz." diye konuştu.
Fotoğraf: AA
Ece Yılmaz, teknoloji alanındaki gelişmeleri görmek isteyenleri müzeyi görmeye davet ederek, "1800'li yılların başından 20. yüzyılın sonuna kadar farklı farklı alanlarda teknolojik gelişmeleri görmek isteyen tüm ziyaretçilerimizi ücretsiz olarak müzemize bekliyoruz." dedi.
Fotoğraf: AA
Müzede metal işleme, ahşap işleme, tekstil makineleri, matbaa, tarım aletleri teknolojisi, otomotiv teknolojileri, bisiklet-motosiklet, tartı aletleri, fotoğraf teknolojileri, bilgisayar teknolojileri, asker telsiz teknolojileri, iletişim radyo ve televizyon teknolojileri, müzik aletleri ve dikiş makineleri sergileniyor.
Bahçesinde tarihi lokomotif trenlerle uçakların da görüldüğü müze, hafta içi her gün 9.00 - 16.00 arası ziyarete açık olarak hizmet veriyor.
Kapadokya tarihi, 3D Mapping teknolojisi ile peribacalarına yansıtıldıhttps://turkish.aawsat.com/ya%C5%9Fam/k%C3%BClt%C3%BCr-sanat/4345891-kapadokya-tarihi-3d-mapping-teknolojisi-ile-peribacalar%C4%B1na-yans%C4%B1t%C4%B1ld%C4%B1
Kapadokya tarihi, 3D Mapping teknolojisi ile peribacalarına yansıtıldı
Fotoğraf: Behçet Alkan/AA
Nevşehir'de "Uluslararası Müze Günü" etkinliği kapsamında, 3D Mapping gösterisi sunuldu.
Kapadokya'daki önemli turizm merkezlerinden Zelve Ören Yeri'nde düzenlenen etkinlikte, 12 bin metrekarelik alanı kapsayan peribacalarının üzerine 3D Mapping teknolojisiyle görüntü yansıtıldı.
Fotoğraf: AA
UNESCO Dünya Mirasları Listesi'ndeki Kapadokya'daki peribacalarının oluşumu ile bölgede iz bırakan medeniyetleri anlatan görüntüler ilgiyle izlendi.
Fotoğraf: AA
Programa, kent sakinlerinin yanı sıra 6 Şubat'taki Kahramanmaraş merkezli depremlerden etkilenen illerden gelen afetzedeler de katıldı.
Fotoğraf: AA
Yaklaşık 30 dakika süren gösterimi izleyenlerden Kıvanç Uz, gazetecilere, Kapadokya'nın geçmişini farklı bir sunumla seyretmenin keyfini yaşadığını belirterek, "Kapadokya ve peribacalarını böyle güzel bir anlatımla izlemek güzel oldu. Burada yaşamış eski medeniyetleri de görmüş olduk." dedi.
Fotoğraf: AA
Nehir Turan ise geniş bir alana yansıtılan görüntülerin etkileyici olduğunu ifade ederek, "Bir yeri tarif etmek yerine gösterip, canlandırmak çok daha akılda kalıcı oluyor. Böyle bir atmosferde izlemek zevkliydi." diye konuştu.
Muhammed Torun da etkinlikte emeği geçenlere teşekkür etti.
Termessos Antik Kenti tarih ve doğa tutkunlarının uğrak noktası olduhttps://turkish.aawsat.com/ya%C5%9Fam/k%C3%BClt%C3%BCr-sanat/4345886-termessos-antik-kenti-tarih-ve-do%C4%9Fa-tutkunlar%C4%B1n%C4%B1n-u%C4%9Frak-noktas%C4%B1-oldu
Termessos Antik Kenti tarih ve doğa tutkunlarının uğrak noktası oldu
Fotoğraf: Orhan Çiçek - AA
Büyük İskender'in doğu seferinde surlarını aşamadığı tek şehir olarak bilinen Termessos Antik Kenti, tarihi ve doğasıyla her mevsim ziyaretçilerini ağırlıyor.
Döşemealtı ilçesi yakınlarındaki antik kent, nekropol alanları, lahitleri, yapıları, tiyatrosu, yaban hayatı ve endemik bitkileriyle dikkati çekiyor.
Fotoğraf: AA
Güçlü savunmasıyla "Büyük İskender'in işgal edemediği şehir" olarak tarihe adını yazdıran Termessos Antik Kenti, dev sütunları, kaya mezarları, lahitleri, kartal yuvasını andıran konumu ve doğayla iç içe oluşu gibi özellikleriyle öne çıkıyor.
Güllük Dağı zirvesindeki konumu nedeniyle şimdiye kadar kazı çalışması yapılamayan, Türkiye'nin en bakir antik kentleri arasında yer alan Termessos'u yerli ve yabancı turistler ziyaret ediyor.
Fotoğraf: AA
Bölgeye giden ziyaretçiler, yürüyerek ulaştıkları sarp kayalıklar üzerindeki tiyatrodan Antalya'yı seyretme, bölgedeki bitki florasını inceleme, kuş seslerini dinleme, dağ keçisi başta olmak üzere bazı yaban hayvanlarını görme fırsatı yakalıyor.
İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü verilerine göre, doğayla tarihin buluştuğu Termessos Antik Kenti 2021'de 25 bin 658, geçen sene 48 bin 527 yerli ve yabancı turist ziyaret etti.
Grafik: AA
Bu yılın dört ayında 16 bin 348 misafir ağırlayan kent, UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi'nde yer alıyor.
- "Pisidya kültür bölgesinin başkentliğini yapan bir kent"
Akdeniz Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Başkanı Prof. Dr. İsa Kızgut, Termessos Antik Kenti'nin Pisidya kültür bölgesinin başkentliğini yapan önemli bir kent olduğunu söyledi.
Fotoğraf: AA
Termessos'ta iki doktora tezi çalışması yapıldığına değinen Kızgut, şunları kaydetti:
Açıkta olan yazıtların çoğu okundu. Bazı bilgiler var ama tüm gerçekleri gün yüzüne çıkaracak olan kazı çalışmalarıdır. Başvuranlar oldu ama henüz kazı yapılamadı. Orası milli park olduğu için bir dal kesemez, yaprak bile koparamazsanız. Milli Park sınırları içinde olması kazı izni alınmasını güçleştiriyor. Coğrafi yapısı çok zorlu. Aşağı, orta ve yukarı kent var. Zorlu koşulları olduğundan, büyük finans gerektiriyor. Büyük bir alan, mezarlığı kentten iki, üç kat daha büyük. Herkesin gözü orada. Tüm Pisidya'yı çalışıyorlar ama başkentini çalışamıyorlar. Cazibesini hiçbir zaman kaybetmeyen bir yer Termessos. Turistlerin de ilgisini çekiyor, ziyaretçilerin sayısı her zaman artıyor.
Fotoğraf: AA
Bölgenin tarihi önemine işaret eden Kızgut, "Düşünün Büyük İskender Makedonya'dan yola çıkıyor, Hindistan'a kadar tüm toprakları alıyor. Alamadığı ender yerden birisi Termessos. Çünkü ulaşılması, çıkması zor. İskender'in ordusunda ağır silahlar var ama epey uğraşmış. Kuşatmanın iki ay sürdüğünü söyleyenler var." dedi.
Geçtiğimiz yarım yüzyıl boyunca, ‘modernite’ meselesi, Körfez kültür sahnesinde bir tartışma konusu oldu. Bununla birlikte, çatışmanın taraflarının çoğunun hukuki veya edebi bir geçmişe sahip olması dikkat çekicidir. Bir grup, moderniteye Batılılaşma ve küfür olarak bakarken, yazarlar moderniteyi aydınlanma olarak kabul ediyor. Bununla birlikte, herkes terimin kökenini ve ülkelerindeki kültürel ve sosyal sahneye yaklaşımını gözden kaçırdı.
Modernist akademisyenler -ki bu akademisyenlerden bazıları, o zamanlar Batı’dan akademik dereceler alarak ülkelerine yeni dönmüşlerdi- Bu akademisyenlerle moderniteye dair fikir eksikliği ve aşırılıkları olan dindarlar Don Kişotvari bir çatışmaya girdiler.
O zamanlarda modernistler basit şekilde anlayabilecekleri şekilde modernite kavramını muhataplarına açıklamamışlardı. Tartışmada moderniteye yüklenen kötü anlamlar bu sebeple daha baştan yüklenmemeli.
Modernizm tartışmasına bağlı olarak ortaya çıkan toplumsal ve kültürel değişiklikleri ifade eden “modernite” terimi, Sanayi Devrimi ile ilişkili oldu. Buhar gücü ve daha sonra elektrik, üretimi artırmak ve kaliteyi yükseltmek için kullanılan bir araç olarak kabul edildi. Ancak sanayileşmeye eşlik eden modernite kavramını anlayabilmek için öncelikle sanayileşme öncesi kavramıyla ilişkilendirilen modernite öncesi kavramını ele almamız gerekmekte.
Ön-Modernite (Pre-Modernite) dönemi, sanayi öncesi dönemle ilişkilidir ve insanların doğaya müdahale etme ve onu evcilleştirme sürecinde benimsedikleri yaşam tarzlarını özetleyen üç aşamadan geçti:
-İnsanın vahşi hayvanları avlayarak ve yabani bitki kaynaklarını toplayarak doğrudan doğa ile ilgilendiği avcı-toplayıcı aşaması. Bu aşamada, avcılar küçük gruplar halinde yaşadığı ve erkeğin yiyecek getirdiği, kadının da yavrulara baktığı ataerkil bir hiyerarşi içinde işlerini düzenlemek için basit politikaları olduğu için kişi yalnızca ihtiyaçlarını arar. Kaynaklar için rekabet şiddetli değildir; amaç kısa bir süre için yiyecek sağlamak olduğundan, şiddetli rekabete gerek yoktur.
-Hayvancılık (pastoral) ve tarım (horticultural) aşaması. İnsanlar bu aşamalarda yerleşik yaşama geçerek evler inşa ettiler ve sonuç olarak doğal kaynakları evlerine 'getirmeye' karar verdiler. Burada insan, bazı hayvanları evcilleştirerek ve kendisine yiyecek ve giyecek için temel malzemeleri sağlayan bazı bitkiler yetiştirerek doğaya müdahalede bir adım atmıştır. Bu aşamada aile kavramı gelişmiş ve kadınlar üretim sürecine katılmış ancak hegemonya aile reisinde kalmıştır.
-Tarım toplumu aşaması (agrarian society). Bu aşamada insanlar tarımda ve hayvan yetiştiriciliğinde yeni yöntemler geliştirerek doğaya olan müdahalelerini artırdı. Mahsulleri arttırmak için yeni tarım teknikleri kullanıldı, meyve ve sebzeler kurutularak kış için saklandı. Ayrıca peynir üretimi gibi faaliyetler de gerçekleştirildi. Doğaya karşı bu meydan okuma, insanın yaşamın zorluklarına karşı gücünü artırdı. Bu dönemde, çiftlik sahibi ya da tımar sistemiyle kiralanmış olsun fark etmeksizin çiftlik için işgücü sağlamak amacıyla daha fazla çocuk sahibi olmanın önemi vurgulandı. Din, insanları bir araya getirme rolünü korudu. İnsanların dinlenme günlerinde ibadet etmelerini ve Tanrı’ya şükretmelerini sağladı. Aynı zamanda toplumsal destek ve küçük toplumun üyelerinin durumunu kontrol etme işlevini yerine getirdi.
Gerçekler
“Körfez toplumları, endüstri öncesi ile ilişkilendirilen modern öncesi aşamadan endüstriyel ve post-endüstriyel aşamaya geçtiler. Bu, sahnedeki aktörlerin belirsiz kavramlar üzerinde tartışmasına neden olan çok kısa bir süre içinde gerçekleşti.”
Tüm bu aşamalarda, insanın amacı öncelikle tüketmek için üretmek ve fazlalığı satmak (veya takas etmek) suretiyle eksikliklerini karşılamaktı. Finansal servetin toplanması kendi başına bir amaç değildi, üretimi artırmak için daha fazla arazi satın almak için kullanıldı. Büyük miktarlarda altın biriktirmek ise feodal elitlere özgü olmuştur.
İnsanın doğaya müdahalesinde büyük bir atılım, buhar makinesinin icadıyla gerçekleşti. Yoğun bir şekilde üretimin artmasıyla birlikte, üretimin temel amacı tüketim değil satış olmaya başladı. Bu noktada, konut şekli ve eğitimin önemi değişti. Eğitim, işçinin hedeflerini yükselten ve fabrikada işlevsel olarak yükselmesine olanak sağlayan bir öneme sahip oldu. Aile otoritesi azaldı ve dinin rolü geriledi; çünkü şehirler, bireylerin birbirlerinin gizliliklerine büyük ölçüde müdahale etmediği çeşitlilik üzerine kurulu toplumlar haline geldi. İşte burada, geleneksel sosyal kurumların (aile, din, ekonomi ve devlet) rolü hakkındaki önceki varsayımları yeniden düşünen modernlik gelişti. ‘Servet toplama’ fikri herkes için mümkün hale geldi ve seçkinler elitlerin servet üzerinde hala hakimiyeti olsa da yoksulluktan zenginliğe çıkmayı başaran modeller birçok insanı birey olarak çaba harcamaya ve rekabete teşvik etti. Kapitalizmin ruhu, maddi düşünceyi yerleştirmede merkezi bir rol oynamıştır. Bu düşünce, moderniteyi, geleneksel olarak kabul edilen, mantıksız unsurlara dayanan, dini gizemlere veya halk hikayelerine dayanan anlayışa bir tepki olarak benimsedi. Modernite, geleneksel yapıya karşı şiddetli bir tepki olarak ortaya çıktı. Ailenin yeniden yapılandırılmasını, erkek ve kadın arasındaki eşitliğin artırılmasını, dinin kamu alanındaki rolünün sınırlanmasını, iş gücü piyasasında rekabetin artmasını ve devletin ekonominin hizmetine koşulmasını amaçladı.
Modernite, güç dengesini değiştirip endüstriyel ekonominin itici gücünü kullanarak toplumu eğitime yönlendirdi ve işçi sınıfının yoksulluktan ve mülk sahibi sınıfa bağımlılıktan çıkarak orta sınıfa yükselme hedeflerini artırdı. Bu eğilim, geleneksel liderlikle müttefik olan dini kurumların rolünü azaltırken, laikliğin bireyci liberal ve devrimci sosyalist yönleriyle yükselmesine yol açtı. Bu iki akım farklılıklara sahip olsalar da genel alanın yeniden şekillendirilmesinde anlaşıyorlar. Burada, sosyal, dilsel, ekonomik ve kültürel yapılara yaklaşıma dayalı olarak, bu yapılardaki temel öğelerin iç ilişkilerini keşfederek ve metafizik dünyadan uzak, rasyonel olarak ölçülebilir bir maddi kültür yaratmak için bu yapıların dayandığı anlamları belirleyerek yapısal yaklaşım gelişti.
Teknolojik gelişme, buhar ve elektrikli makinelerle durmadı. Bilgisayar teknolojisi de gelişti, bu da insanların yaptığı birçok işi ortadan kaldırdı ve bireylerin üretim meselesini aşan işler arayışında bulunmalarını zorunlu hale getirdi. Bu, işgücü piyasasının ‘verimlilik’ yerine ‘hizmete’ kaydığı “post-sanayicilik’ (post-industrialism) aşaması olarak bilinen aşamadır. Bu aşamada işgücü piyasasına hızlı bir bakışla, insanların yaptığı işlerin çoğunun üretimde değil (ilaç, bakım, eğitim, müşteri hizmetleri...) hizmet bölümünde sınıflandırıldığını göreceğiz. Teknoloji sürekli olarak yapay zeka ile gelişti (1960'larda bilgisayarların muazzam gelişimiyle başladı) ve insanların teknolojik gelişmeye ayak uydurabilme kapasitesini aştı. Burada kişi, kültürel ve sosyal olarak, filozofların baskın aksiyomlar hakkında sorular sorma eğiliminde olduğu ‘post-modernite’ aşamasına geçer.
Post-Modernite dönemi
Post-modern dönem, yüksek şüphecilik, görecelilik ve öznelcilikle kendini gösterdi. İdeolojik gerçekler sadece bakış açıları haline geldi ve ardından maddi gerçekler de aynı şekilde bakış açıları haline geldi. Post-modern filozoflar, bazı deneysel bilim insanlarının sürekli desteğini alarak bilgiye dair kuşkuları, kimyasal ve biyolojik deneylere dayalı tartışmalarla besledi. Örneğin, cinsiyet ve cinsel kimlik konularına bakalım. Bunlar kesin kabullerden, homoseksüelliğin psikolojik bir hastalık olarak kabul edilip tedavi edilmesi gerektiği görüşünden normalleştirilerek, homoseksüelliğin ‘meşruiyetini’ reddedenlerin ‘homofobi’ tedavisi görmesi gerektiği kanaatine dönüştü. Bu yaklaşımı destekleyen filozoflar, eğer biyoloji ve tıp alanlarında araştırmacılardan destek almamış olsalardı bu yaklaşımı savunamazlardı. Klinik alanda bu yeni yaklaşım, geleneksel erkek/kadın ayrımını aşmamız gereken geçmişte kalan bir şey olarak tasvir etmeyi amaçlar. Burada, postmodernizm felsefi olarak uygulama alanında ortaya çıkar. ‘Şüphecilik’ geleneksel bölümlemenin meşruiyetine dair soruları gündeme getirdi ve ‘rölativizm’ de konunun net olmadığı fikrini ortaya attı. ‘Öznelcilik/bireyselcilik’ ise bireylere kendi kimliklerini kendi duygusal hislerine dayanarak belirleme hakkını verdi, ki bu hislerde şüphe edilen gerçekliğe dayanır. Bu örnek, Avrupa ve Kuzey Amerika'da pazarlanan yeni kimliklerle ilgili başka örneklerle karşılaştırılabilir. Bu kimlikler, mirastan kurtulma olarak tanımlanarak felsefeyi aşan bir şekilde zihni açmayı amaçlamaktadır ve bunu laboratuvarla desteklemektedir.
Daha önce bahsettiğimiz gibi, son yüzyılın son 20 yılı boyunca Körfez bölgesinde kültürel sahnede önemli bir yer tutan modernlik fikrinin kökenine dair bir soru ortaya attık ve çatışmanın taraflarının daha önemli soruyu göz ardı ettiğine dikkat çekmek istiyoruz: Hem modernliğin hem de postmodernliğin bir arada olduğu bir şekilde moderniteyi nasıl düşünebiliriz? Çünkü Körfez toplumları endüstri öncesi dönemle ilişkili olan modern öncesi aşamadan endüstriyel ve post-endüstriyel aşamaya çok kısa bir sürede geçtiler. Bu durumda, sahnede etkin olan aktörlerin belirsiz kavramlar üzerinde çekiştiği bir dönem ortaya çıktı.
Prof. Dr. Abdullah Faysal Al Rabah (Grand Valley Üniversitesi'nde Sosyoloji Bölümü’nden Washington'daki Ortadoğu Enstitüsü'nde konuk araştırmacı akademisyen)
Yeni Suudi sinemasının tarihindeki kilometre taşlarıhttps://turkish.aawsat.com/ya%C5%9Fam/4323881-yeni-suudi-sinemas%C4%B1n%C4%B1n-tarihindeki-kilometre-ta%C5%9Flar%C4%B1
Yeni Suudi sinemasının tarihindeki kilometre taşları
Hayfa el- Mansur’un yönettiği “Vecde” filminden bir sahne (Razor Film Produktion)
Suudi Film Festivali’nin dokuzuncu oturum etkinlikleri, festivalin başarılarına yakışır görkemli bir törenle sona erdi. Sonuçlardan daha önemli olan festivalin nasıl geliştiği, nasıl olduğu ve yarın nasıl olacağı.
Festival her yıl hızla büyüdüğü için doğal olarak sorumluluklar da artıyor. Sorumlulukların artmasıyla birlikte bilgi gerektiren konular çoğalıyor. Şaşırtıcı olan, yönetimin her şeyi hesaplamış, planlarını geliştirmiş ve büyük bir başarıyla uygulamış olması.
Bu büyümenin bir sonucu olarak olabilecek şey, samimiyet kaybıydı, ancak bu, performanslardan sonra günlük görüşmeler yapma isteği ve sinemayla, özellikle de Suudi sinemasıyla ilgili çeşitli türden sohbetlerin yapılmasıyla korunarak hala varlığını sürdürüyor.
Uzak tarih
Suudi sinemasının, herkesin, yetkililerin, eleştirmenlerin, entelektüellerin ve izleyicilerin ilgi odağında olması şaşırtıcı değil. 3 yıl birkaç ay içinde Suudi hükümeti, diğer birçok ülkenin on yılda aynı sonuçlarla -Suudi hükümetinin birlikte yapmayı hedeflediği sinema alanlarının genişliğini de hesaba katarak- atamadığı adımları attı.
Suudi Arabistan Film Komisyonu CEO'su Abdullah Eyaf, bir röportajında şunları söyledi: “Mesele sadece filmlerin finansmanı sağlamak ve filmi yapanlara yardım etmek değil, film endüstrisinin ihtiyaç duyduğu diğer tüm ihtiyaçların en ince ayrıntısına kadar giderilmesi gerekiyor.”
Bu açıklama, çalışmaların, diğer tüm alanlarla paralel gitmesi gerektiğini ortaya koyuyor. Bu kısa sürede kurumlar, dernekler, arşivler, iş lojistiği, yönetimler, destek fonları, festivaller kuruldu. Uluslararası şirketlerin dağıtımını yaptığı en son yapımları Suudi halkının izlemesinin önünü açmayı unutmuyoruz. Bunların hepsi bir kerede ve yavaşlamadan veya eksik bırakmadan yapılıyor.
Otuzlu yıllarda gerçekleşen ilk denemelerden bu yana alınan mesafe çok uzun görünüyor. Başlangıçta haber ve belgesel koleksiyonları yapılırken sonra uzun metrajlı filme yönelme oldu. Ardından Yönetmen Abdullah el-Muhaysin dönemi başladı. O, seksenlerde sosyal ortamın koşulları ve bazı etkili din adamlarının konumları nedeniyle filmlerini Suudi Arabistan'da yapamayacağını anladığında, filmlerini sınır dışında çekmeye başladı.
Muhaysin, 1976'da “(İğtiyalu Medine/Bir Şehre Suikast)” adlı filmiyle iç savaş hakkında filmler çeken ilk Lübnanlı olmayan yönetmenlerden biriydi.
Muhaysin’in kariyeri, “Zamanu Samt/Sessizlik Zamanı” adlı uzun metrajlı filmi yöneterek, belgeseller ve animasyonlar yaparak birçok iş ile devam etti. Projesi iddialıydı, ancak etrafındaki dünya değişiyordu ve Muhaysin bir yerde yaşayıp başka bir yerde filmlerini çekebileceğini düşünemedi.
3 Joe Russo (Agbo Production)
Yeni Nesil
Ancak sonraki yıllar, bugün yaşadığımız değişiklikleri göstermeye başladı.
Bu yüzyılın ilk on yılında Suudi sinemasının çatısı altındaki en önemli başarılar, Dubai ve Abu Dabi festivallerinde gösterilen ve aralarında Hayfa el Mansur ve Şehid Emin’in filmlerinin de bulunduğu kısa filmler. İkisi de sinemanın önemine inanarak aynı nesilde yer alan sinemanın anneleri. Bu şekilde dikkat çekici kısa filmlerin ardından “Vecde (2012)” filmiyle, uzun metrajlı filmlere adım atma da başarıldı. Suudi sinemasını dünya festivallerine ulaştırmak adına okyanusları açan bu film, Suudi kadınların geleneklerin karmaşıklığından kaçamayacağına dair yaygın inancı alt üst ediyor.
“Vecde” (Muhammed'in Sözü) filminin kahramanı, en az bir yönüyle filmin yönetmeni Suudi Hayfa el Mansur’a benziyor. Filmi izlerken, yönetmenin kendisi hakkında, filmin kahramanı ve bu kahramanın hayalleri aracılığıyla konuştuğu hissine kapılıyorsunuz. Vecde’nin binmeyi arzuladığı bisiklet, Hayfa el-Mansur’un, üzerinde çalışmak ve film çalışması hayalini gerçekleştirmek istediği kamera. Her ikisi de muhafazakar bir toplumda yaşayan kadınlar. Her ikisi de az kişi tarafından destekleniyor ve daha çok karşılarında duruluyor. İkisi de sonunda istediğini alıyor.
Burada ilk göze çarpan şey, kadın yönetmenin betimleyici bir tarzda yazıya (diyaloğu yazmak dahil) hakim olması. Senaryo tek elden yazıldığından diğer herkese hakim görünüyor. Anne kendisi için çizilen profile göre, kadın öğretmenler de kendileri için çizilen profile göre davranır. Filmde, karakterleri zenginleştirmek için bile olsa gri alanlar yok. Filmin yaptığı şey, oynamak için sadece bir bisiklet almayı hayal eden kahramanının hüsrana uğramış ve isteksiz dünyası hakkında bir mesaj iletmek adına bu sistematik durumları kalıp olarak kullanmak. Bu, bir sonraki Suudi filmi “Mükemmel Aday” da gelişen bir durum.
Şehid Emin’in ilk uzun metrajlı filmi, daha az önemli olmamakla birlikte farklıydı. “Seyyidetu’l-Bahr / Denizin Hanımefendisi” (2019) isimli, siyah beyaz çekilmiş, şiirsel sembollerden oluşan bir film.
Uzun metrajlı bu ilk denemede, içinde yaşadığı ilkel toplumdan dışlanmış Hayat adlı bir kızın yetiştirilme tarzını görüyoruz. Hayat on iki yaşında ve annesini filmde sadece ara sıra görüyoruz. Babası, denizkızını memnun etmek için Hayat’ı kurban etmek zorunda kalır. Bunu, ağaçsız ve kumsuz bir kıyı adasında, daha ziyade köyün kıyısına bakan kayalık yaylalarda yaşayan köy halkının balıkçılık seviyesinin artması için yapar. Köy halkının içtikleri ve günlük yaşamlarında kullandıkları suyun nereden geldiğine dair bir açıklama yok.
Bu sert ortamda Hayat, gelenekleri reddederek kendi güdüleriyle yaşıyor. Reddetmiş olması, onun da olan biteni kabul etmek zorunda olmadığı anlamına gelmez. Hayat’ı adak olarak sunma girişimleri başarısızlıkla sonuçlanınca o, kendisini, ağ örmek, halat bağlamak, balık tutmak ve balıkçı gemilerinde çalışmak gibi kendini erkek işleri yaparken bulur. Böylelikle film, yalnızca miras kalan toplumsal gelenekleri ve onların kadına yönelik önyargılarını değil, aynı zamanda kadınların bu yaşamı aşıp eşit bir toplumsal aktöre dönüşebilmelerinin tek yolunun da erkek işi yapmak olduğunu gösteriyor. Bu, yönetmenin anlaşma krizinden çıkma önerisi değil. Ancak bu durum, Hayat’ın karşısına bir seçim olarak çıktı.
Abdulmuhsin el Dab`an’ın Ahiru Ziyare/ Son Ziyaret filminden bir ekran görüntüsü (Last Sin Films)
Diğer Filmler
Bu iki filmden başka, onlardan çok uzak olmayan, mükemmel hammaddelerin var olduğunu gösteren filmler var. Örneğin Mahmud es-Sabbağ’ın, Berake Yukabilu Berake / Bereket Bereket ile Buluşuyor (2016) ve Umre ve el-Urs es-Sani / Umre ve İkinci Evlilik filmleri; Abdulaziz el Şelahi “Had el-Tar” (2020) filmi ve 2018 yılında yaptığı ilk filmi “Sıfır Mesafe” ve Abdulmuhsin el Dab`an’ın Son Ziyaret (2019) filmi.
Eleştirmenler, "Son Ziyaret"in son yapımlar arasındaki en iyi film olduğunu ifade ediyor. Film şunu anlatıyor: Bir baba, küçük oğluyla beraber, arabayla bir düğüne doğru yolculuk yapar. Yolculuk esnasında baba, erkek kardeşinden aniden babalarının yatalak olduğunu, belki de hayatının son saatlerinde olduğunu bildiren bir telefon alır ve düğün yolculuğuna devam etmez. Baba ve oğlu, çok keyif verecek bir durumdan onunla tamamen çelişik bir duruma geçiş yapar. Baba (Usame el-Kas) ve oğlu (Abdullah el-Fehhad) arasındaki ilişki, bir sınava tabi tutulur. Bu sınav, ilişkilerini istikrarsızlaştırır ve misafiri olacakları eve gerilim katar. Filmde başka erkek oyuncular da var ancak hiç kadın oyuncu yok. Ancak filmin işleniş biçimi, kadınları dışlamayı değil, daha çok bir baba-oğul ilişkisini daha derine inerek incelemeyi amaçlıyor.
Görüntü, çoğu zaman yüz ifadeleri ve bakışları doğru şekilde yönlendirerek metne hizmet eder. Baba, kardeşinin evine geldiğinde, kendi istediğinin, oğlunun isteği olmadığını anlar. Oğul, aile işleriyle bütünleşmek istemez. Baba ve oğlu arasında bir yüzleşme meydana geldiğinde, bu karşılıklı olarak birbirlerini anlamalarına yol açmaz. Aksine genç adamın babasının isteklerini kabul etmesini daha da engeller. Bir sahnede baba oğlundan sabah namazına kalkmasını ister. Oğul ise babasının, kendi evlerinde namaza çağırmadığını, amcasının evinde gösteriş için bunu yaptığını söyler.
Suudi filmlerinde gündeme getirilen meseleler sosyal sorunları gündem ediyor.
Drew Barrymore, Hollywood grevine destek için MTV ödüllerinin sunuculuğundan çekildihttps://turkish.aawsat.com/ya%C5%9Fam/4313471-drew-barrymore-hollywood-grevine-destek-i%C3%A7in-mtv-%C3%B6d%C3%BCllerinin-sunuculu%C4%9Fundan-%C3%A7ekildi
Drew Barrymore, Hollywood grevine destek için MTV ödüllerinin sunuculuğundan çekildi
Drew Barrymore (The Drew Barrymore Show)
Drew Barrymore, 2023 MTV Film ve Televizyon Ödülleri'nin sunuculuğundan çekildi.
Hollywood stüdyolarıyla ücretle ilgili aylardır süren görüşmelerin anlaşmayla varamamasının ardından 2 Mayıs Salı günü başlayan Amerikan Yazarlar Birliği (Writers Guild of America/WGA) yazarlarının greviyle dayanışma amacıyla Barrymore bu kararı aldığını duyurdu.
Barrymore yaptığı açıklamada, "Yazarları dinledim ve onlara gerçekten saygı duyduğumdan, grevle dayanışma amacıyla MTV Film ve TV Ödülleri'ni canlı sunmaktan vazgeçiyorum" dedi.
"Filmler ve televizyonla ilgili kutladığımız ve onurlandırdığımız her şey onların yaratımından doğuyor. Bir çözüme ulaşılana kadar beklemeyi tercih ediyorum ama etkinliği evimden izleyeceğim ve umarım siz de bana katılırsınız."
The Independent'ın haberine göre, E.T.'yle tanınan oyuncu, "Gerçekten birlikte çalıştığım en iyi ortaklardan biri olan MTV'ye teşekkür ediyorum. Gelecek yıl, MTV'nin yarattığı her şeyi gerçekten kutlayabileceğim zaman, ödüllerin kime gideceğini hayranların seçmesine izin veren ve gerçekten kapsayıcı olan bu programın parçası olmak için sabırsızlanıyorum" diye devam etti.
Etkinliğin kırmızı halısı da iptal edildi fakat ödül programı yine de 7 Mayıs Pazar günü, sunucusu ve Amerikan Yazarlar Birliği üyeleri olmadan canlı yayımlanacak.
Yazarların grev hattına katılan diğer ünlüler arasında Rob Lowe ve Natasha Lyonne da yer alıyor.
Her yıl düzenlenen MTV Film ve Televizyon Ödülleri, sinema endüstrisinin gişe canavarlarının yer aldığı yaz sezonundaki en iyi yapımların yanı sıra TV sezonundaki en iyi programları da onurlandırıyor.
MTV yapımcıları ve yöneticileri adayları seçtikten sonra kazananlar halkın internetten verdiği oylarla belirleniyor.
Stranger Things ve The Last of Us, TV yapımları içinde üst sıralarda yarışırken, Top Gun: Maverick de film kategorisinde başı çekiyor.
8 Mayıs Pazartesi günü Türkiye saatiyle 04.00'te başlayan 2023 MTV Film ve Televizyon Ödülleri, MTV'de canlı yayımlanacak.
Selik animasyonu Suudi Film Festivali’nin açılışını yapacakhttps://turkish.aawsat.com/home/article/4308136/selik-animasyonu-suudi-film-festivali%E2%80%99nin-a%C3%A7%C4%B1l%C4%B1%C5%9F%C4%B1n%C4%B1-yapacak
Selik animasyonu Suudi Film Festivali’nin açılışını yapacak
Selik, ötekiyle iletişim kurma krizini kurgusal bir biçimde ele alıyor
“Selik” aslında pirinç ve sütten yapılan lezzetli bir Suudi yemeği, ancak yeni bir sanatsal yön ile sinematik bir yemeğe dönüştü. Bir Arap film festivalinin açılışında gösterilen ilk “stop motion animasyon” olacak olan “Selik”, Suudi Film Festivali’nin Dahran’daki dokuzuncu oturumunda açılış töreninde gösterilecek. Animasyon filmlerin açılış şovları arenasına girdiğini gösterdiğinden bu, dikkat çekici bir olay.
Suudi Arabistanlı Yönetmen Afnan Bavyan, Cidde kentindeki El-Beled bölgesini bir çalıştaya katılmak için ziyaret ettiği sırada fikri netleşen filmin öyküsünü Şarku’l Avsat’a anlattı. Bu yaşananlar, babasının ölümünden kısa bir süre sonraydı. Bavyan, açıklamasında şu ifadelere yer verdi: "Annemin yaşlanması ve güçlerinin zayıflaması, beni o aşamada yaşlılara ne olduğunu düşünmeye sevk etti. Büyüyünce değişiyorlar mı ve dolayısıyla kişilikleri de değişiyor mu? Yoksa yeni gelişmelere açık hale mi geliyorlar? Yoksa etraflarında değişen zaman mı?"
Filmin soruları
Bavyan, Cidde'deki El-Beled bölgesini gezerken bu soruların kendisine eşlik ettiğine dikkat çekerek şunları söyledi: “Üzerime düşen sorumluluktan kaçıyormuş gibi hissettim, bu yüzden oturdum bu soruları düşündüm ve yaşlıların zaman içinde otomatik olarak değişmesine neden olan durumu araştırdım. Bu yüzden Selik filmini düşündüm. Filmde yaşlı bir kadın olan ana karakter annemin (Hacer Hanım) adını taşısın istedim.”
Suudi yönetmen Afnan Bavyan (Şarku’l Avsat)
Bavyan, torunları için haşlanmış pirinç pişiren, onları bekleyen ve torunları gelmeyen bir kadının hikayesini anlatıyor. Bir gün aniden kuşlar mutfağa girer ve selik tenceresine pirinç düşürür. O sırada selik yavaş yavaş iki katına çıkmaya, genişleyip yemek kabından taşmaya başlar ki bu da Hacer Hanım'ın dilini bilmeyen komşuların dikkatini çeker. İşte filmdeki ironi, onlarla ve tüm durumla nasıl başa çıktığı.
Ötekine açık olmak
Yönetmen konuyla ilgili olarak şunları söylüyor: “Film sanki diğerine nasıl açılacağı ve yeni gelişmelerle kolayca ve sorunsuz bir şekilde nasıl başa çıkılacağı konusunda sorular soruyor. İnsanlarla iletişim kurmak için aynı dili bile konuşmamız şart değil. Filmdeki yiyecek (selik), ilk kez bu yabancılarla başa çıkmanın yolunu açmanın bir yöntemi olarak ortaya çıktı."
Bavyan, filminin "drama" türünde olduğunu söyleyerek, dört yılı aşan film yapımcılığı deneyimine rağmen yazıp yönettiği ilk film olduğunu belirtiyor. Selik filminin hazırlıkları sorulduğunda Bavyan, ön çekim hazırlıklarının yaklaşık 4 ay sürdüğünü, çekimlerin 3 ay (65 gün) sürdüğünü, post prodüksiyon aşamasının ise 3 ay sürdüğünü belirtti.
Animasyon filmleri
Afnan, filmin tamamlanmasının uzun sürmesini animasyon filmi olmasına bağladı. Zira bu tür filmler yapım aşamalarının uzun olmasıyla biliniyor. Yönetmen, açıklamalarına şöyle devam ediyor: “Bu bir stop motion animasyon filmi. Yani elle veya bilgisayarla çizilmiş değil. Gerçek ama minyatür çekim yerleri oluşturuyoruz. Bir de normal bir kamerayla çekilen, hızlı hareket eden gerçek bebekler var.”
Bavyan’ın açıklamalarına göre bu teknoloji Suudi stüdyolarında bulunmadığı için film Amsterdam'da çekildi. Bavyan, açıklamalarına şöyle devam etti: “Bir programımız, bütçemiz ve gerekli kalitemiz vardı. Bu yüzden Avrupa'da profesyonel bir stüdyo aradık.” Bavyan, çalışmalarını diğerlerinden ayıran farkın "bu şekilde ve bu hassasiyetle yapılmış ilk Suudi filmi" olduğunu söyledi. Yönetmen ayrıca, bu filmde harcanan teknik çaba düzeyi çok büyük olduğundan, bunun birçok kişiyi filmi izlemeye hevesli hale getireceğine dikkat çekti.
Hayal gücü özgürlüğü
Kendisini bu tür filmlere yönelten sebepler konusunda da yönetmen, “Animasyon filmlerinde sıradan fotoğraf filmlerinde bulamadığım geniş bir hayal gücü alanı buluyorum” dedi. Film yapımcılığı dünyasına olan ilgisi hakkında da şunları söyledi: "Hayatın anlamı için sürekli arayışım beni bu dünyaya çekti." Bavyan, filmlerin iletmek istediği anlamları aktarması için kendisine geniş bir alan sağladığını ve bunları sinema aracılığıyla ifade etmenin birden fazla yolu olacağını belirtti.
“Selik” filminin yarın “Sinema Topluluğu” tarafından, Kral Abdülaziz Dünya Kültür Merkezi (İthra) ortaklığında ve Kültür Bakanlığına bağlı Film Kurumu’nun desteğiyle düzenlenen Suudi Film Festivalinin dokuzuncu oturumunda düzenlenen açılış törenine katılan geniş bir sinema seyircisi önünde gösterilecek olması dikkat çekici. Festivalin 11 Mayıs'a kadar devam etmesi bekleniyor. Bu yılki oturum, “komedi” temasıyla gerçekleştiriliyor ve izleyiciler, 48 gösterim grubu ve çocuklar için dört grup halinde 78 film gösterimini dört gözle bekliyor. Festivalde ilk kez farklı bir sinema deneyimi yaratmak için tasarlanan sanal gerçeklik cihazlarıyla 8 film izlenebilecek. Sekiz günlük festival ayrıca bir dizi kültürel seminer ve eğitim atölyesi de sunuyor. Bu bağlamda, kapanış törenine kadar yazarları tarafından kitaplarının imzalanması ve dokuzuncu oturum ödüllerini kazananların isimlerinin açıklanması da eşlik ediyor.
Selmani tarzda tasarlanmış lüks bir eğlence merkezi: Via Riyadhhttps://turkish.aawsat.com/home/article/4306551/selmani-tarzda-tasarlanm%C4%B1%C5%9F-l%C3%BCks-bir-e%C4%9Flence-merkezi-riyadh
Selmani tarzda tasarlanmış lüks bir eğlence merkezi: Via Riyadh
Bölge, Riyad şehrinin yerel kimliğiyle uyumlu benzersiz bir tasarıma sahip entegre bir deneyime sahne oluyor. (Eğlence Kurumu)
Suudi Arabistan’ın başkentinin en prestijli eğlence alanlarından biri olan Via Riyadh, 11 Mayıs'tan itibaren ziyaretçilerini en lüks restoran, mağaza ve sinemalardan oluşan bir kompleksle karşılayacak ve Riyad'daki alışveriş hizmetleri ile seçkin konaklama imkanlarını sunacak.
Eğlence Kurumu Yönetim Kurulu Başkanı Turki eş-Şeyh, Suudi Arabistan'ı dünyanın dört bir yanından gelen tüm ziyaretçiler için bir cazibe merkezi haline getiren Kral Selman bin Abdulaziz ve Veliaht Prens Muhammed bin Selman’a ilgilerinden dolayı teşekkür etti.
Bölge, Riyad şehrinin yerel kimliğiyle uyumlu, Selmani tarzında benzersiz bir tasarıma sahip entegre bir deneyim oluşturuyor. Aynı zamanda en iyi uluslararası markalardan oluşan, ünlü beş yıldızlı St. Regis Riyadh Oteli ve Suudi Arabistan'da ilk kez bulunan uluslararası restoran ve kafeler ile Tuveyk Salonu’nun Necdi tasarımıyla ayırt edildiği farklı tasarımlara sahip benzersiz deneyimler sunan yedi sinema da içeriyor.
Via Riyad, dinlenme, rahatlama, manzaranın ve çevredeki alanların tadını çıkarma için tasarlanmış alanlar aracılığıyla ziyaretçilere benzersiz bir deneyim sunuyor. Bu da alanı, misafirlere olağanüstü zamanlar geçirmek için ideal bir yer haline getiriyor.
Şarku’l Avsat’ın edindiği bilgilere göre misafirler, yeşil alanlarla birlikte alana özel bir hava katmak için konulan geniş bir sanatsal heykel koleksiyonunu da izlemenin keyfini çıkarıyor
Araç park etme, alışverişleri kolay taşıma ve ziyaretçiler tarafından seçilen adreslere teslimat gibi bir dizi hizmetin yanı sıra tüm hizmetlere erişimi kolaylaştıran kişisel bir asistan da alan da yer alıyor.
Suudi Arabistan Kültür Bakanlığı önümüzdeki cuma günü Hail şehrinde, Arap Şiir Yılı girişimlerinin bir parçası olarak ‘Hosted by Al-Taie (Tai’nin Ev Sahipliğinde) festivaline ev sahipliği yapacak. Tai, Araplar arasında cömertlik timsali ve tarih boyunca en önde gelen şairlerinden birisi.
Festival, şairin hayatını, ünlü şiirlerini ve o dönemde bölgenin kültürünü yansıtan bir dizi kültürel etkinliği içeriyor.
Festival, gençleri Arap şiiri ve Tai’nin hayat hikayesiyle tanıştırmayı amaçlayan kültürel bir yolculuk niteliğinde. Bunun anlatım, şekillendirme, renklendirme ve tiyatro gibi dört yenilikçi yolla yapılması amaçlanıyor.
Festivalde ayrıca Tai’nin çocukluğundan başlayarak hayatında öne çıkan olayları anlatılacak. Dönemi yansıtan sahnelerin ter alacağı bir tiyatro sergilenecek. Dünyanın dört bir yanından misafirler ağırlanacak.
Tai’nin yasadığı dönemdeki günlük hayatın doğası ziyaretçileri dikkat çekici bir yolculuğa çıkaracak. Onun zamanındaki sahneyi yansıtan tablolar el sanatları aracılığıyla dükkanlarda satışa sunulacak.
Şarku’l Avsat’ın edindiği bilgilere göre Tai galerisi de resim ve heykel gibi çeşitli sanatlardan yararlanarak şiirlerinin derinliğine ulaşan duygu ve anlamlarını taklit eden en ünlü mısralardan ilham alarak çeşitli sanat eserlerine ev sahipliği de yapacak.
Miladi 605 yılında vefat eden dünyanın önde gelen Arap şairlerinden olan Tai’nin tam adı Hatim bin Abdullah bin Saad et-Tai. İslam öncesi dönemde şair, at binicisi ve rol model olan Tai şu anki Hail’de yaşamış cömertliği ve nezaketi ile en öne çıkan isimlerden.
Festival, Antera bin Şeddad, Lubeyd bin Rabia, Zuheyr bin Ebi Selma, İmru’ul Kays Hatim et-Tai ve el-Aşa gibi Arap şiirinin sembollerini anmak için Kültür Bakanlığı tarafından başlatılan Arap şiir yolu çerçevesinde gerçekleşiyor.
Festivaller kapsamında ikinci etkinlik 2021-2022’de Riyad’da ‘Huna Kane El-Aşa’ başlığıyla düzenlendi. 2022’de ise Kasım şehrinde Antera Kültür Festivali adlı başka bir festival gerçekleştirildi. Festivallerde şiirin ve şairlerin Suudi kültüründeki öneminin modern teknolojiyle yeniden sunulması hedefleniyor. Bakanlık bu kapsamda, ulusal kimliğin güçlendirilmesi ve kültürün bir yaşam tarzı olarak sunulmasına yönelik çalışmalarına devam ediyor.
لم تشترك بعد
انشئ حساباً خاصاً بك لتحصل على أخبار مخصصة لك ولتتمتع بخاصية حفظ المقالات وتتلقى نشراتنا البريدية المتنوعة