Dünya Bankası’ndan Yemen’de gıda güvenliğini desteklemek için 150 milyon dolar hibe

Fon, geçim kaynaklarının korunmasına yönelik projenin ikinci aşamasına tahsis edilecek.

Yemenli bakanlar, Dünya Bankası yetkilileriyle bir araya geldi. (Hükümet Medya Ofisi)
Yemenli bakanlar, Dünya Bankası yetkilileriyle bir araya geldi. (Hükümet Medya Ofisi)
TT

Dünya Bankası’ndan Yemen’de gıda güvenliğini desteklemek için 150 milyon dolar hibe

Yemenli bakanlar, Dünya Bankası yetkilileriyle bir araya geldi. (Hükümet Medya Ofisi)
Yemenli bakanlar, Dünya Bankası yetkilileriyle bir araya geldi. (Hükümet Medya Ofisi)

Yemen, Dünya Bankası’ndan, gıda güvenliği ihtiyaçlarını karşılama ve geçim kaynaklarını korumaya yönelik projenin ikinci aşamasına tahsis etmek üzere 150 milyon dolarlık ek bir hibe aldı. Dünya Bankası tarafından perşembe akşamı geç saatlerde yayınlanan bir bildiriye göre hibe, geçim kaynaklarını korumak amacıyla tarımsal üretime ve iklime dayanıklı tarım ürünlerinin üretiminin yanı sıra hane düzeyinde gıda erişiminin ve yerel gıda dağıtımının genişletilmesine harcanacak.
Finansman, Dünya Bankası’nın en yoksul ülkelere hizmet veren fonu Uluslararası Kalkınma Birliği’nden (IDA) alınan 100 milyon dolarlık bir hibeden ve IDA’nın Kriz Yanıt Penceresi’nden alınan 50 milyon dolarlık bir diğer bir hibeden oluşuyor. 2021’de başlayan 127 milyon dolarlık büyük bir projeye destek vermeyi amaçlıyor.
Bankanın açıklamasına göre ek hibe, Yemen’in gıda krizlerine karşı dayanıklılığını güçlendirmeye yönelik çabalarını destekleyecek. Bu da Dünya Bankası’nın ülkeler uzun vadeli kalkınma hedeflerinde ilerleme kaydederken ve krizler yüzleşirken onları desteklemeye yönelik genel stratejisiyle uyumlu bir adım sayılıyor.
Ek hibe, geçim kaynaklarını korumak için tarımsal üretime ve iklime dayanıklı ürünlerin kurtarılmasına odaklanacak. Aynı zamanda orta vadeli müdahalelerin bir karışımı kullanılarak, yerel gıda dağıtımının yanı sıra hane düzeyinde gıda erişiminin kapsamı genişletilecek ve bu bağlamda gıda güvensizliği ve yetersiz beslenmenin kronik olduğu alanlara öncelik verilecek.
Dünya Bankası, uzayan süredir devam eden çatışmanın gıda güvensizliğini şiddetlendirdiği konusunda uyardı. Zira Ağustos 2022 itibariyle tahminen 19 milyon kişinin yardıma ihtiyaç duyduğunu ve bu kişilerin nüfusun yaklaşık yüzde 60’ını temsil ettiğine dikkat çekti.
Diğer yandan Ukrayna’daki savaşın ekonomik etkileri, ülkede gıda güvenliği konusundaki endişeleri artırdı. Öyle ki Dünya Gıda Programı’nın (WFP) eylül ayındaki güncellemesine göre, Ağustos 2021-Ağustos 2022 döneminde asgari gıda sepeti fiyatı yüzde 31 ila 65 oranında arttı. 
Dünya Bankası Yemen Ofisi Direktörü Tania Meyer, bankanın acil yardımın ötesinde Yemen halkına destek çabalarını yoğunlaştırdığını söyledi. Ayrıca ek finansmanın, bankanın birden fazla krizin ortasındaki Yemen halkını destekleme taahhüdünü ve ‘yerel tarımsal gıda üretiminin kurtarılması ve iklim değişikliğine uyum sağlayabilecek toparlanmayı destekleme’ taahhüdünü vurguladığını belirtti.
Dünya Bankası’nın açıklamasına göre ek hibe, orta ila uzun vadede tahıl ithalatlarının azalmasına potansiyel etkisini hafifletmeye yardımcı olurken aynı zamanda çiftçileri buğday, darı ve sorgum gibi yüksek kaliteli, iklime dayanıklı tohumların ekimi konusunda destekleyerek yerel tahıl üretiminin artmasına yardımcı olması bekleniyor.
Dünya Bankası’na göre ek hibe ayrıca hayvan sağlığı programlarının kapsamının genişletilmesine, hayvanların aşılanmasına ve tedavi edilmesine, üretkenliğin artırılmasına ve sıcak hava dalgaları gibi iklimsel şoklara karşı dayanıklılığın artırılmasına yardımcı olacak. Geçim kaynaklarının kurtarılmasına yönelik müdahaleler, gıda güvenliği ve güvenliğin yanı sıra iklim değişikliğine karşı dayanıklılığa da odaklanacak.
Bankadan yapılan açıklamaya göre proje ülke genelinde BM Gıda ve Tarım Örgütü (FAO), BM Kalkınma Programı ve Uluslararası Kızılhaç Komitesi gibi yerel ortaklarla birlikte uygulanacak. WFP aynı zamanda, söz konusu uluslararası kuruluşlarla birlikte projenin orijinal finansmanını uygulamaya devam edecek.
Açıklamada, söz konusu hibenin Dünya Bankası Grubu’nun aktif çatışma durumdaki en savunmasız kilit toplulukları ve kurumları desteklemeye odaklanan Kırılganlık, Çatışma ve Şiddet (FCV) Grubu’nun stratejisiyle uyumlu olduğu belirtildi. Aynı zamanda, gıda güvensizliğine yanıt verme ve ‘dayanıklılığı artırma’ ana hedeflerine ulaşılmasına katkıda bulunduğundan, Dünya Bankası’nın küresel krizlere yanıt verme çerçevesiyle de uyumlu olduğu vurgulandı.
Açıklamada, Dünya Bankası’nın Yemen’e yönelik programına Uluslararası Kalkınma Derneği tarafından verilen hibenin 2016’dan bu yana 3,3 milyar dolara ulaştığı belirtildi. Ayrıca Dünya Bankası’nın BM kurumları ve yerel kurumlarla sahada güçlü ortaklıklar kurarak, projelerin tasarlanması ve uygulanmasına konularında rehberlik edilmesi için teknik uzmanlar sağladığına da dikkat çekildi.



Perde arkasında DEAŞ'ın Lübnan'a dönüşünü kim destekliyor?

Lübnan ordusu DEAŞ terör örgütüyle bağlantılı kişileri gözaltına aldı (Reuters)
Lübnan ordusu DEAŞ terör örgütüyle bağlantılı kişileri gözaltına aldı (Reuters)
TT

Perde arkasında DEAŞ'ın Lübnan'a dönüşünü kim destekliyor?

Lübnan ordusu DEAŞ terör örgütüyle bağlantılı kişileri gözaltına aldı (Reuters)
Lübnan ordusu DEAŞ terör örgütüyle bağlantılı kişileri gözaltına aldı (Reuters)

Tony Bouloss

Lübnan'daki her dönüm noktasında ve her büyük siyasi dönüşümün öncesinde, terör örgütü DEAŞ yeniden ortaya çıkıp uyuyan hücreleri faaliyete geçiyor ve böylece bölgesel nüfuz oyununda değişime maruz kalan ve gerileyenlerin çıkarlarının kesiştiği bir halka oluşturuyor. Lübnan güvenlik güçlerinin geçtiğimiz günlerde DEAŞ hücrelerini çökerttiğini açıklaması, bu bağlamdan bağımsız ve sıradan bir olay değildi.

Güvenlik güçleri dikkat çekici bir zamanda, Şam'daki bir kiliseye yönelik kanlı terör saldırısından birkaç gün sonra, yurt içinde terör eylemi düzenlemeye hazırlanan terör hücrelerini durdurduklarını açıkladı. Bu gelişme, radikal örgütün hem güvenlik hem de bölgesel gündemin ön saflarına geri dönmesine neden oldu.

DEAŞ’ın insansız hava araçları (İHA) üretiminde uzman bir saha liderine dönüşen ‘Kasura’ lakaplı Lübnanlı kimya öğretmeniyle ilgili haber, Şam'ın merkezinde Mar Elias Kilisesi'ndeki kanlı olay ve bu olaydan sadece birkaç saat önce ülkenin güney banliyölerinde düzenlenen Aşure etkinliğine bombalı saldırı düzenlemeyi planlayan bir hücrenin yakalandığına dair haberlerin basında yer alması, birdenbire DEAŞ neden şimdi ortaya çıktı? DEAŞ’ın geri dönüşü geçici bir güvenlik tesadüfü mü, yoksa bölgedeki kartları karmak ve aktörlerin konumlarını yeniden belirlemek için gerektiğinde kullanılacak bir siyasi koz mu?’ sorularının gündeme gelmesine neden oldu.

Lübnanlı güvenlik kaynaklarına göre DEAŞ’ın ‘Lübnan Vilayeti’ olarak bilinen biriminde faaliyet gösteren tutukluların ifadeleri, örgütün Lübnan'ı ‘cihat için doğrudan bir savaş alanı değil, destek ve lojistik yardımın sağlandığı bir ülke’ olarak gördüğünü ortaya koydu. Bu durum, söz konusu tutukluların üstlendiği görevlerin niteliğinden de anlaşılıyor. Bu kişilerin, lojistik ihtiyaçların karşılanması ve Suriye'ye nakledilmesiyle sınırlı görevleri vardı.

Kasura

Tutuklananların en önemlilerinden biri Kasura olarak bilinen, 1997 doğumlu ve Bekaa'nın (doğu) Kamd el-Luz kasabasından gelen, kimya alanında yüksek lisans derecesine sahip ve özel öğretmen olarak çalışan bir kişidir. Bu durum, terör örgütlerinin bilimsel kadroları kendilerine çekmedeki karmaşık boyutunu yansıtmaktadır. Başlangıçta Lübnan'da ‘DEAŞ vali yardımcısı’ görevini üstlenen Kasura, daha sonra terfi ederek Lübnan'ı olası hedefler listesine alan ağlardan ve hücrelerden sorumlu ‘vali’ görevine getirildi. Kasura, bu görevi üstlendikten sonra çeşitli bölgelerde emrinde çalışan yaklaşık 15 kişiden oluşan gizli bir ağı yönetti ve Lübnan'ı özel operasyonlar için olası hedefler listesine dahil etti.

Aynı güvenlik kaynağına göre bu veriler Suriye'deki güvenlik açısından zayıf bölgeler ile DEAŞ’ın Lübnan'ın iç kesimlerindeki uzantıları arasındaki yakın bağlantıyı yeniden teyit ederken bu durum güvenlik güçlerini DEAŞ ideolojisini benimseyen hücrelerin olası geri dönüşü karşısında ek zorluklarla karşı karşıya getiriyor.

İhvan kapısı

Siyasi analist ve yazar Nebil Ebu Mansur, DEAŞ'ın yeniden ortaya çıkmasının özellikle de bazı tekfirci grupların sınır ötesi bir baskı aracı veya terör aracı haline geldiği durumlarda bölgesel nüfuz mücadelelerinden ayrı düşünülemeyeceğini vurguladı. Müslüman Kardeşler Teşkilatı’nın (İhvan-ı Müslimin) birçok durumda ılımlı bir siyasi yüz göstermiş olmasına rağmen, şiddet yanlısı katı akımların gelişmesi için entelektüel bir deney alanı olmaya devam ettiğini belirten Ebu Mansur, Müslüman Kardeşler'in geleneksel siyasi faaliyetlerindeki projeleri başarısızlığa uğradığında, aşırı uçlar daha radikal cihatçı başlıklar altında yeniden ortaya çıkıyor ve DEAŞ ve benzeri örgütler, olası bir istikrar sürecini bozmak için son çare olarak kalıyor.

Özellikle Lübnan’da DEAŞ hücrelerinin yeniden harekete geçmesinin her zaman büyük dönüşümler veya iç siyasi tıkanıklıklarla aynı zamana denk geldiğine dikkati çeken Ebu Mansur, “Suriye'de ise bu tür hücreler zaman zaman eski dengeleri korumak veya herhangi bir kesin siyasi çözümü geciktirmek için kanlı bir mesaj olarak kullanılıyor” dedi. DEAŞ'ın şu anda izole bir durumdan ziyade, ‘İhvan-ı Muslimin’ adlı entelektüel ve siyasi hastalığın kronik bir belirtisi olduğu söyleyen Ebu Mansur, “Zira bu grup, koşullar gerektirdiğinde yeni nesil radikaller yetiştirmeye devam edebiliyor” diye ekledi.

İdeolojik bağ

Öte yandan Maşrık Stratejik Araştırmalar Enstitüsü Müdürü Sami Nadir, doğrudan ideolojik bağ olduğu savını çürütmeye çalıştı. Müslüman Kardeşler ekolünün, El Kaide ve DEAŞ gibi grupların ortaya çıkmasından önce küresel cihada ilk teorik gerekçeyi sağlayan ekol olduğunu söyleyen Nadir, “Bazı çevreler, Müslüman Kardeşler örgütü içinde Londra, Şam ve diğer kanatlar arasında yaşanan çatlakların, istikrarı sarsmak veya gri alanlara baskı uygulamak gerektiğinde kullanılabilecek ideolojik temeli ortadan kaldırmadığını düşünüyor” dedi. DEAŞ'ın bugün Lübnan ve Suriye'de yeniden ortaya çıkmasının zamanlamasının tesadüf olmadığının altını çizen Nadir, “Bir yandan güvenlik boşlukları bu kartlarla doldurulurken, diğer yandan DEAŞ'ın geri dönüşünün siyasi kartları yeniden karacağı ve bölge ülkelerini terör endişelerinin esiri haline getireceğini bilen bölgesel aktörler var. Bu da bölgesel müzakerelere yeni boyutlar kazandırıyor” değerlendirmesinde bulundu.

Emekli Tuğgeneral George Nadir ise değerlendirmesinde şunları söyledi:

“Lübnan'da radikalizm için verimli olan bataklığın hiçbir zaman kurumadığını, yoksulluğun artması, devlete güvenin zayıflığı ve resmî kurumların dışında silahların varlığının devam etmesi, ulusal güvenliğin duvarında delikler açmaya yetecek faktörlerdir.”

Tuğgeneral Nadir’e göre devletin egemenlik meselesi olarak büyük önem taşıyan Hizbullah’ın silahları, devletin boşluğunu, iç çelişkileri ve güç dengesindeki adaletsizliği istismar eden terörist hücrelerin istismarına açık hale getiriyor.

scdvfghy
Lübnan iç güvenlik güçleri, 2022 yılında DEAŞ'tan ele geçirdiklerini söyledikleri silahları sergiliyor (AFP)

Avukat Muhammed Sabuh da dosyanın belirli bir anlatıyı doğrulamak için siyasi bir belgeye dönüştüğünü söyledi. Basın mensupları önünde yaptığı açıklamada “Sıradan bir okulda kimya öğretmeni olan bir kişi, Irak ve Suriye'de DEAŞ'ın bile başaramadığı roket üretiminde nasıl uzmanlaşabilir? Irak ve Suriye'deki DEAŞ'ın bile başaramadığı bir şeyi nasıl başarabilir?” sorularını sıralayan Sabuh, gerçek tehlike iddia edilenden daha az olsa bile Lübnan'daki ‘derin devletin’ Batılı müttefiklerine terörle ‘açıkça savaş halinde’ olduğunu kanıtlayacak herhangi bir belge aradığını belirtti.

Olayların karmaşık bölgesel bağlamları

Şam'daki kilise saldırısı ile Beyrut'taki DEAŞ hücrelerinin ortaya çıkarılması, olayı yerel ölçekten daha geniş bir bölgesel ölçeğe taşıdı. İstihbarat ve diplomatik raporlara göre Şam'daki terör saldırısı, DEAŞ’a destek veya kaos ortamında dağınık unsurlarını yeniden bir araya getirme kabiliyetine dair eski mesajları yeniden gündeme getirdi.

Batı taraflarca yapılan bazı analizler, bu durumu doğrudan İran’ın bölgesel projesi olan direniş ekseninin birçok alanda yaşadığı boşluk dönemiyle ilişkilendiriyor. Direniş ekseninin Suriye'de ve uluslararası baskıların Hizbullah üzerinde yarattığı etkilerle üst üste aldığı darbeler, bazı aktörleri yedek kartlarını oynamaya itti. Bu kartlar arasında, onlarca yıldır sıcak bölgeleri meşgul etmek ve silahların ve devlete paralel sistemlerin varlığını haklı çıkarmak için güvenlik söylemini canlı tutmak için kullanılan aşırı uçlardaki kartlar da bulunuyor.

İslamcı gruplar üzerine uzmanlaşmış merkezlerin güvenlik raporları ve araştırmaları, Müslüman Kardeşler ile İran destekli direniş ekseni arasında çıkarların örtüştüğünü ve böylece DEAŞ’ın, Suriye ve Lübnan'da iktidara karşı harekete geçirilerek İran ile dolaylı olarak anlaşmazlıkları veya uzlaşmaları olan birçok tarafın ortak noktası olan istikrarı bozmayı ve gerginliği sürdürmeyi amaçlandığını belgeliyor.

Söz konusu raporlar, Hamas Hareketi’nin dini referansları farklı olsa da, İran'dan finansman alan ve direniş ekseni içinde faaliyet gösteren radikal grupların bir araya geldiği açık bir örnek olduğuna işaret ediyor.

Hizbullah'ın anlatısı

Bu karmaşık ortamda, eski bir soru olan ‘Hizbullah’ın DEAŞ’ın bu ani ortaya çıkışından faydalanıyor mu?’ sorusu yeniden gündeme geldi. Bu sorunun birden fazla cevabı var. Hizbullah sahadaki tüm değişiklikleri mutlak olarak kontrol etme gücüne sahip değilse de sürekli bir terör tehlikesi olduğu söyleminin, silahların Lübnan’ı koruduğu söylemini desteklediği inkâr edilemez.

Öte yandan DEAŞ'ın bu hareketliliğinin, ABD'nin Lübnan devletinden Hizbullah'ı silahsızlandırmak ve güvenlik ve askeri konumunu sona erdirmek için net bir plan ortaya koymasını istediği sürenin bitmesine birkaç gün kala başlaması dikkati çekti. DEAŞ'ın hassas bir dönemde ‘dramatik’ bir şekilde ortaya çıkması ve sahada terör eylemlerinin yapılması, silahların ve İHA’ların ele geçirilmesi, Hizbullah’ın Lübnan'ın güvenliğinin ordunun tek başına caydıramayacağı gruplar tarafından tehdit edildiği yönündeki söylemini güçlendiriyor.

Kritik bir süreç

Siyasi kaynaklara göre Lübnan'da DEAŞ hücrelerinin durdurulmasıyla eş zamanlı olarak Hizbullah, kendisini ve İran'ı DEAŞ hücrelerinin eylemleriyle ilişkilendiren herhangi bir analizi, yerel ve bölgesel siyasi konumuna hizmet edecek şekilde uzaklaştırmaya çalışıyor. Bu bağlamda Hizbullah’a bağlı medya kuruluşları, soruşturmaların DEAŞ’a bağlı hücrenin İsrail’in dış istihbarat servisi Mossad’la bağlantısını kanıtladığını ve üyelerinin telefonlarında İsrail istihbaratıyla iletişim kurmak için kullanılan uygulamalar keşfedildiğini iddia eden bir haber yayınladı. Ancak bu iddialara ilişkin henüz resmi bir doğrulama yapılmadı.

Gazeteci Ali el-Emin, söz konusu haberle ilgili yorumunda resmi makamların bu grubun gerçek kimliğini açıklaması gerektiğini ve soruşturma sonuçlarını beklediklerini söyledi. Ancak bunun, bu hücrenin ortaya çıkarılmasının özellikle ateşkes anlaşmasının geri kalan kısmının uygulanması için bir plan hazırlanması konusunda hükümet ve Hizbullah üzerinde baskı yaratan siyasi gelişmelerle bağlantılı olduğu gerçeğini zayıflatamayacağını vurgulayan Emin, “Bu eylem, Hizbullah’ın kendi çevresinde gayri resmi olarak yaydığı, Lübnan ve Hizbullah çevrelerine yönelik terör tehlikesi argümanını güçlendiriyor” dedi. Böyle bir hücrenin çökertilmesinin kritik bir siyasi dönemde bu fikri desteklediğine dikkati çeken Emin, “Bununla birlikte bu hücrenin DEAŞ'a bağlı olduğunu doğrulayan bilgilerin doğruluğu konusunda da birtakım soru işaretleri var. DEAŞ’ın bölgedeki yükselişi ve düşüşü, her zaman Suriye, Irak ve diğer ülkelerde yaşanan bölgesel ve uluslararası çatışmalarla bağlantılıydı ve görevinin sona erdiğine dair işaretler vardı” yorumunda bulundu.

Radikal düşünceleri besleyen ortam

Diğer yandan siyasi analist Ali es-Sibiti, Hizbullah'ın siyasi zamanlamaya göre DEAŞ hücrelerini harekete geçirdiği yönündeki söylentilerin, onun imajını zedelemek ve terörle mücadelede oynadığı gerçek rolü gözden kaçırmak için yapılan bir girişimden ibaret olduğunu öne sürdü.

Şarku'l Avsat'ın Independent Arabia'dan aktardığı analize göre Hizbullah’ın ‘Suriye ve Lübnan'da tekfirci gruplarla mücadelede büyük bedeller ödediğini ve DEAŞ kartını kullanmaya gerek duymadığını, aksine sahada bu gruplara karşı savaştığını söyleyen Sibiti, “DEAŞ hücrelerinin ortaya çıkarılmasının zamanlaması ile Hizbullah’ın bu hücreleri kullandığı suçlaması arasında bir bağlantı kurmak, gerçekçi veya güvenlik açısından hiçbir temeli olmayan siyasi bir sonuçtur. Çünkü bu hücrelerin üyelerini tutuklayan ve soruşturmayı yapan devletin yasal kurumlarıdır. Terörle mücadele için etkili bir güvenlik ve siyasi destek olmasaydı, ordunun istihbarat müdürlüğü, karmaşık ve tehlikeli bir ağı yöneten Kasura gibi bir kişiyi tutuklayamazdı” şeklinde konuştu.

Sibiti, son olarak şunları söyledi:

“DEAŞ'ın bugün oluşturduğu tehlike, radikal düşünceleri besleyen ortamın halen var olduğunu teyit ediyor. Fakat bu ortam Hizbullah tarafından yaratılmamış ve onun çıkarlarına da hizmet etmiyor. Aksine, Lübnan'ın düşmanları tarafından Lübnan'a baskı uygulamak için kullanılıyor. Hizbullah ise bu terörizmi beslemek yerine caydırmak için çaba harcıyor.”