‘Borç tuzağı’ Afrika’daki ABD-Çin rekabetini ateşliyor

Çin’in Nijerya Büyükelçisi, Nijerya ve Sierra Leone cumhurbaşkanları eşliğinde 4 Aralık’ta yeni ECOWAS genel merkezinin açılışını yaptı. (AFP)
Çin’in Nijerya Büyükelçisi, Nijerya ve Sierra Leone cumhurbaşkanları eşliğinde 4 Aralık’ta yeni ECOWAS genel merkezinin açılışını yaptı. (AFP)
TT

‘Borç tuzağı’ Afrika’daki ABD-Çin rekabetini ateşliyor

Çin’in Nijerya Büyükelçisi, Nijerya ve Sierra Leone cumhurbaşkanları eşliğinde 4 Aralık’ta yeni ECOWAS genel merkezinin açılışını yaptı. (AFP)
Çin’in Nijerya Büyükelçisi, Nijerya ve Sierra Leone cumhurbaşkanları eşliğinde 4 Aralık’ta yeni ECOWAS genel merkezinin açılışını yaptı. (AFP)

Çin’in Afrika Kıtası’ndaki varlığı, geçen perşembe günü Washington’da sona eren ABD-Afrika zirvesine gölge düşürdü. Gözlemciler zirveyi, ABD yönetiminin Kıta’daki Çin yükselişiyle mücadele girişimi olarak değerlendirdi.
ABD’li yetkililer, Çin’i Kıta’daki devasa altyapı projeleriyle Afrika ülkelerine bir ‘borç tuzağı’ yüklemekle suçluyor.
Analistler, ABD’nin mevcut hamlesinin Çin’in yükselişine geç kalınmış bir tepki olarak geldiği görüşünde. Ayrıca Çin’i borçla Afrika Kıtası’na hakim olmaya çalışmakla suçlayan açıklamaların, Çin’in başarısını küçümsemeye ve Batı’nın Afrika’daki yokluğuna veya ‘kötü şöhretli’ varlığına yönelik eleştirileri hafifletmeye yönelik siyasi girişimler olduğunu dile getirdiler.
Çin’in ABD Büyükelçisi Qin Gang geçen pazartesi günü Qin Gang, Pekin’in Afrika ülkelerine borç stokladığı yönündeki suçlamaları yalanladı. Büyükelçi, Kıta’nın Batılı özel sektör ve kurumlara Çin’e olandan çok daha fazlasını borçlu olduğunu vurguladı. Afrika ülkelerinin Batı kurumlarına Çin’e olan borçlarının üç katını borçlu olduğuna değinen bir Batı raporuna atıf yaptı.
Rapor, geçen temmuz ayında ‘Debt Justice’ kuruluşu tarafından yayınlandı. Dünya Bankası verilerine dayandırılan rapor, Afrika hükümetlerinin dış borcunun yalnızca yüzde 12’sinin Çinli borç verenlere, yüzde 35’inin ise Batılı özel borç verenlere olduğunu ortaya koydu.
Raporda bu borçların Batılı bankalara, varlık yöneticilerine ve petrol tüccarlarına ait olduğu ve Çin’in uyguladığı faize kıyasla iki kat faiz uygulandığı kaydedildi. Bu çerçevede Çin Büyükelçisi, Washington’da gazetecilere yaptığı açıklamada, “Çin’in Afrika’ya yaptığı yatırım ve finansman yardımı bir tuzak değil” diyerek ABD’yi Afrika’ya Yardım için zirveden somut ve pratik önlemler almaya çağırdı. Büyükelçi ayrıca, Afrika ülkelerinin ‘jeopolitik oyunlar’ oynamak için değil ‘Afrikalıların yararına, Çin ile ABD arasında da olmak üzere uluslararası iş birliği için bir arena olması’ gerektiğini dile getirdi.
ABD ile Sahra Altı Afrika arasındaki ticaret hacmi, 2019 yılına göre yüzde 22 artışla geçen yıl 44,9 milyar dolara ulaştı. Ancak bölgedeki doğrudan yabancı yatırım 2021’de yüzde 5,3 düşerek 30,31 milyar dolara geriledi.
Afrika ile Çin arasındaki ticaret, geçen yıl yaklaşık yüzde 35’lik artışla 254 milyar dolara yükseldi. ABD Ticaret Bakanı Yardımcısı Don Graves, yaptığı açıklamada ABD’nin Çin’in Afrika’daki doğrudan yabancı yatırımı geçmesiyle geride kaldığını kabul etti. Ancak ABD’nin Afrika’da halen ‘tercih edilen ortak’ olduğunu dile getirdi.
Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan, ülkesinin gelecek üç yıl içerisinde Afrika’da 55 milyar dolar harcamayı taahhüt edeceğini söyledi. Sullivan, doğrudan Çin’in adını zikretmezken, “ABD’nin önümüzdeki üç yıl içinde taahhüt edeceklerini diğer herhangi bir ülkenin taahhütleriyle karşılaştırırsanız, çok olumlu davrandığımıza inanıyorum” dedi. ABD Başkanı Joe Biden zirvede, Avrupa Birliği (AB) ile en büyük 19 ekonomik gücün yer aldığı G20 zirvesinin, Kıta’nın rolünü güçlendirmek için AB’yi içermesi fikrini kabul etti.
Biden yönetiminin kıtayı ihmal ettiği yönündeki eleştirilerine rağmen bu durum, yetkililerinin Çin’in Afrika’daki politikalarını eleştirmelerine engel olmadı. Geçen yıl Nijerya’ya yaptığı ziyaret sırasında ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, “Uluslararası altyapı anlaşmaları genellikle anlaşılmaz ve zorlayıcıdır. Ülkelere yönetilemez borç yükü yükler” açıklamasında bulundu. Blinken’den önce de eski Başkan Yardımcısı Mike Pence, Pekin’i Afrika’da ‘borç diplomasisi’ uygulamakla suçladı.
ABD merkezli Washington Post gazetesi tarafından geçen şubat ayında yayınlanan bir analizde Çin’in bankalarının koronavirüs pandemisi ortaya çıkmadan önce Afrika ülkelerine ‘önemli’ bir borç yapılandırması sağladığı ve bunu pandemi sürecinde de devam ettiği belirtildi.
Analize göre araştırmacılar, 2000’den 2019’a kadar on Afrika ülkesinde 7,5 milyar dolar değerinde 16 borç yapılandırma durumu belgeledi. Araştırmacılara göre Çin, değeri 3,4 milyar dolardan fazla en az 94 faizsiz kredi borcu sildi.
Eski Mısırlı diplomat ve Afrika meseleleri uzmanı Mana Ömer, Şarku’l Avsat’a  şu değerlendirmede bulundu:
“İster Çin ister Batılı güçler olsun, iki taraf da her şeyden önce kendi çıkarlarını önemsiyor. Ancak Çin, son yıllarda Kıta’nın öneminin daha fazla farkında. Çin, Afrika ülkelerini borç tuzağına düşürmeye çalışmıyor. Aksine çıkar alışverişine dayalı seçkin ve sürdürülebilir ilişkiler arıyor. Bu durum, Çin’in ABD ile Tayvan konusundaki anlaşmazlığı gibi mevcut ve gelecekteki uluslararası stratejik anlaşmazlıklarda kendi lehine Afrika pozisyonlarını güvence altına alma girişimiyle çelişmiyor. Afrika’nın ABD ve Avrupa ulusal güvenliği için öneminin farkına varılmasına rağmen ABD’nin vaatleri, açıklamaları ve büyük mali bütçeleri, Afrika halk çevrelerinde büyüyen ve biriken kötü duygulara ek olarak Çin ve Rusya’nın doldurduğu Kıta’da biriken ihmale dayanabilecek bir gerçeklik haline gelmeyebilir.”
Mana Ömer, merkezi Çin sisteminin doğasının, uzun vadeli gündemleri olan stratejilerin ve projelerin uygulanmasıyla uyumlu olduğuna ve siyasi veya ideolojik olmayan sürekli çaba gerektirdiğine dikkati çekti. Ömere’e göre Pekin, sistemler ve kültürler üzerinde hegemonya kurma fikrinden de kaçınıyor ve Afrika’da iyi bir itibara ve ABD tarafının sahip olmadığı bir deneyim birikimine sahip.
Ömer açıklamasının devamında enerji başlığının etkilerine dikkat çekti:
“Nihayetinde ABD kapitalizmi, ABD özel sektörünü kontrol edemez. Bu, Rusya- Ukrayna savaşında Biden ile onun siyasi yönetiminin direktiflerine yanıt vermeyen enerji ve akaryakıt şirketleri arasındaki anlaşmazlıkta tanık olduğunu ve faturasını ABD vatandaşının ödediği bir durum.”
Afrikalı liderleri tüm girişimlere yönelik pratik ve gerçekçi politikalar benimsemeye çağıran Mana Ömer, gündemlerini ve vizyonlarını empoze etmeleri, dünyanın artık ‘Kıta’nın potansiyelinin ve dünyanın ekonomik ve jeopolitik geleceği için öneminin’ farkına vardığını anlamaları gerektiğini vurguladı.
Afrika meseleleri uzmanı Joseph Murad Emin de Şarku’l Avsat’a yaptığı açıklamada “ABD ve Batılı tarafların açıklamalarında öne sürdükleri şey, Kıta’yı ihmal etmelerinin, başarısızlıklarının ve Çin’e yetişmekte gecikmelerinin üzerini örtmeye çalışmaktır” dedi.
Emin, Çin’in şu an ve gelecekteki çıkarlarına ulaşmada başarılı olan gerçekçi stratejilere göre çalıştığına dikkat çektiği açıklamasının devamında “Çin’in bu gerçekliği, Afrika ülkeleri için açısından çok faydalı” değerlendirmesinde bulundu.
Aynı şekilde ‘borç tuzağı’ iddiasını asılsız olduğunu vurgulayan Emin, “Çünkü Batılı ülkelerin ve hatta Batı yönelimini benimseyen uluslararası kredi kuruluşlarının Afrika’da milyarlarca borcu var” dedi.  Joseph Murad Emin, ABD ve Batı’nın başarılı olmak istiyorlarsa Afrika’daki iş birliğini ve yatırımı siyasallaştırmaktan kaçınmaları gerektiğini vurguladı.
Emin, Afrikalı liderlerin ‘sürdürülebilir kalkınma, ekonomik ve güvenlik hedeflerine ulaşmak ve Kıta’nın kronik sorunlarının çözümüne katkıda bulunmak için çeşitli uluslararası güçlerin Afrika’ya yönelik bu ivmesini ülke ve halklarının yararına kullanmaları gerektiğini’ dile getirdi.



Suveyda'dan Beyrut'a: Mezhepçilik oyunu sürerken, Lübnan, diğer ülkelerin çatışmalarının bedelini mi ödüyor?

 Lübnan'ın Suriye çatışmalarına dahil olması, mezhepsel bölünmeleri derinleştiriyor ve savaşı Lübnan'a taşıma tehdidi oluşturuyor (Sosyal medya)
Lübnan'ın Suriye çatışmalarına dahil olması, mezhepsel bölünmeleri derinleştiriyor ve savaşı Lübnan'a taşıma tehdidi oluşturuyor (Sosyal medya)
TT

Suveyda'dan Beyrut'a: Mezhepçilik oyunu sürerken, Lübnan, diğer ülkelerin çatışmalarının bedelini mi ödüyor?

 Lübnan'ın Suriye çatışmalarına dahil olması, mezhepsel bölünmeleri derinleştiriyor ve savaşı Lübnan'a taşıma tehdidi oluşturuyor (Sosyal medya)
Lübnan'ın Suriye çatışmalarına dahil olması, mezhepsel bölünmeleri derinleştiriyor ve savaşı Lübnan'a taşıma tehdidi oluşturuyor (Sosyal medya)

Tony Bouloss

Bölge için tehlikeli bir şeylerin planlandığı aşikar. Olaylar hızla gelişiyor ve siyasi mesajlar, Lübnanlı yetkililerin boş yere tekrarladığı boş egemenlik sloganlarının arkasına gizlenemeyecek kadar netlik kazanıyor. ABD'nin Ortadoğu Özel Temsilcisi Tom Barrack'ın “Lübnan, Biladuşşam’ın bir parçasıdır” demesi boşuna değil. Bu bir dil sürçmesi değil. Aksine, zayıf ve dağılmış devletlerin kalıntıları üzerinde nüfuz haritalarını yeniden çizen uluslararası ve bölgesel uyarıların açık bir ifadesidir. Buna, “Trablus ve Bekaa'nın Suriye'ye ilhakı” gibi tehlikeli senaryolar veya birbiri ile savaşan dini gruplar ve mini devletler arasında yeniden nüfuz dağıtımını sağlayacak “mezhepsel konfederasyon çözümleri” gibi medyada yer alan şüpheli sızıntılar eşlik ediyor. Tüm bu haberler, Lübnan arenasını kızıştırmak ve Lübnanlıları hiçbir ilişkileri ve çıkarları olmayan bir çatışmaya çekmek için kötü niyetli bir şekilde medyaya ve siyasi alana pompalanıyor.

Hassas nokta mezhepçilik

Bu tür önerilerin propagandasını yapmak ne spontane ne de masum bir şey. Bu, Lübnan ve Suriye arasındaki mezhepsel ve dini gerginlikleri yeniden alevlendirmeyi amaçlayan tehlikeli bir oyunun parçası. İç içe geçmiş bir dini ve ulusal mozaikle birleşen iki ülke, bir kez daha büyük hesaplaşmalar için bir satranç tahtasına dönüşüyor.

Örneğin Suveyda'da, Dürziler ile Suriye makamları arasında sosyal, mezhepsel ve siyasi boyutların iç içe geçtiği kanlı bir çatışma sahnesine tanık oluyoruz. Ancak orada yaşananlar sadece Suriye ile sınırlı değil; her zamanki gibi, yankıları hemen Lübnan'a da ulaştı.

Lübnan'da Sünniler arasında mezhepçi duygular canlandı ve Suriye'de “yeni Sünni rejim” olarak adlandırdıkları oluşumla dayanışmaya yönelik hareketlenmeler arttı. Lübnan sanki kendi başına bir devlet olmaktan çıkıp, askeri ve mezhepsel destek için bir platform haline gelmiş gibi, Suveyda'ya savaşmaya giden Lübnanlılar öldü.

Diğer tarafta, Suriye rejimine karşı Suveyda Dürzilerini desteklemek amacıyla Lübnan'ın çeşitli bölgelerinde Dürzi kitleler harekete geçti. Böylece Lübnan, sanki Lübnanlılar dış çatışmalar için her zaman “yedek mühimmat” olmaya mahkummuş gibi, sınır ötesi mezhepsel bölünmelerin tekrar tekrar yaşandığı bir sahne haline geldi.

Hizbullah sahnesinin tekrarı

Bugün yaşananlar, daha önce Hizbullah'ın aktörü olduğu sahnenin yeni bir versiyonu. Hizbullah, İran örtüsü altında Suriye savaşına askeri müdahalede bulunmaya karar verdiğinde, gerekçe olarak “Şiileri ve türbeleri korumayı” öne sürmüştü. Bu müdahale çok geçmeden Suriye'deki Alevi rejiminin varlığını sürdürmesine yönelik doğrudan bir desteğe dönüşmüştü.

Bugün, aynı denklem farklı biçimlerde tekrarlanıyor:

Sünniler, Suriye'deki “yeni Sünni rejimi” desteklemek için savaşçı gönderiyor.

Dürziler, rejime karşı Suveyda Dürzileri ile dayanışma içinde.

İronik bir şekilde, yalnızca Hristiyanlar farklı bir tutum sergilediler ve tarafsızlık ilkesinin bilincinde olarak Suriye'deki Hristiyanları destekleme yönünde hiçbir adım atmadılar. Zira Lübnanlı Hristiyanlar, Suriyeli Hristiyanları, seçeneklerinin farkında olan ve kendilerine uygun olanı seçebilecek Suriyeliler olarak görüyorlar.

Bu Hristiyan tutumu, yani tarafsız kalmak ve krizleri ithal veya ihraç etmemek, ara sıra kendisine yöneltilen eleştirilere rağmen, bu çıkmazdan çıkmak için gereken modeldir.

Kriz ihraç etmek

Lübnan'ın bugünkü sorunu, yalnızca başkalarının ateşini kendi topraklarına çekmesi değil, aynı zamanda kendisinin de dışarıya kriz ihraç etmesidir. Bazı Lübnanlı liderler, tehlikeli bir bölgesel oyunun piyonları haline geldiler.

Bazıları Velid Canbolat'ın Suriye Dürzi çatışmasına müdahale ederek Şeyh Yahya el-Belus'u desteklediğini, onu Şam'daki yeni hükümet ile yakınlaşmaya teşvik etmeye çalıştığını düşünüyor. Buna karşılık, rejime sadık diğer Dürzi güçler Şeyh Hikmet el-Hicri'yi desteklemek için harekete geçtiler. Bu durum, Suriye'yi doğrudan etkileyen ve Suveyda'da durumun alevlenmesine katkıda bulunan tehlikeli bir Dürzi bölünmesine yol açtı.

Şarku’l Avsat’ın Indpendent Arabia’dan aktardığı analize göre yaşananlar, devletinin zayıflığı ve kurumlarının çöküşü gölgesinde Lübnan'ın bir vekil “destek arenasına” dönüştüğünün açık bir kanıtı. Her Lübnanlı grup, tıpkı Lübnanlı silahlı grupların yıllardır bölgesel çatışmalarda dış güçleri desteklemesi gibi, dışarıdaki kendi grubunu destekliyor.

Lübnan fanatizmin rehinesi

Lübnanlıların bugün sorması gereken soru şudur: Bu politikalar bizi nereye götürüyor?

Dış mesajlar için bir posta kutusu olmak Lübnan'ın çıkarına mı?

Başkaları için savaşmak, mültecilerini kabul etmek ve çatışmalarını finanse etmek mi istiyoruz?

Lübnan'ın yabancı istihbarat çatışmalarının arenası haline gelip parçalanmasına ve toplumun dağılmasına yol açan 1970’ler ve 1980'lerdeki deneyimi tekrarlamamız gerekiyor mu?

Lübnan devletinin rolünü yerine getirmediği açık. Siyasi, diplomatik ve güvenlik sınırlarını her türlü dış projeye açarken, silah ve savaşçı kaçakçılığına, mezhep çatışmalarını 24 saat boyunca körükleyen kışkırtma kampanyalarına göz yuman güçsüz ve kırılgan bir devlet var.

Tarafsızlık seçeneği gerçek çözümdür

Bugün yaşananlar, tarafsız olmamanın doğrudan bir sonucudur. Tarafsızlığı benimsemeyen ülkeler savaş alanlarına dönüşürler. Sloganlar mezhepsel ve bölgesel çatışmaların bahanesi haline geldiğinde, herkes bedelini öder.

Tarafsızlık bir lüks değil, ulusal bir zorunluluktur. Tek başına Lübnan'ın bölgesel bataklığa sürüklenmesini engelleyebilir.

Zira İran, Lübnan'ı kurtarmayacaktır.

Ne Suudi Arabistan ne de Katar, milislerin yönettiği bir ülkeyi yeniden inşa etmeyecektir.

Amerika Birleşik Devletleri veya Avrupa da devlet olmayı reddeden bir devleti desteklemek için acele etmeyecektir.

Yıpranmayı durdurmak ve çöküşü önlemek

Lübnan devleti işleri derhal kontrol altına almazsa, daha fazla parçalanmaya doğru gidiyoruz. Lübnan bugün sadece ekonomik çöküşün eşiğinde değil, aynı zamanda daha tehlikeli bir siyasi ve ahlaki çöküşün de ortasında.

İçerideki partiler ile liderlerin, her birinin kendi mezhebine göre, dışarıda şu veya bu tarafı desteklemek için seferber olması kabul edilemez.

Trablus'un, Bekaa'nın veya Güney'in Suriye, İran veya Körfez ülkeleri için vekil çatışma platformları haline gelmesi kabul edilemez.

Her türlü bölücü projeye karşı savunmasız bir ülke olarak kalmamız kabul edilemez.

Bugün ihtiyaç duyulan şey cesur ve egemen bir karar almaktır. Lübnan'ın bir destek arenası haline gelmesini engelleme kararıdır. Siyasi ve sosyal sınırları kontrol etme kararıdır. Lübnan'ın başkalarının savaşları için bir sahne olması değil, her şeyden önce gelmesi kararıdır.

Aksi takdirde bölünme yoldadır ve belki de bu sefer Lübnan diye bir şey kalmayacaktır.