Libya’da 17 DEAŞ unsuruna idam cezası

Libya’da idam ve hapis cezasına çarptırılan DEAŞ zanlıları (Libya Haber Ajansı)
Libya’da idam ve hapis cezasına çarptırılan DEAŞ zanlıları (Libya Haber Ajansı)
TT

Libya’da 17 DEAŞ unsuruna idam cezası

Libya’da idam ve hapis cezasına çarptırılan DEAŞ zanlıları (Libya Haber Ajansı)
Libya’da idam ve hapis cezasına çarptırılan DEAŞ zanlıları (Libya Haber Ajansı)

Libya Başsavcılığı’na göre, Trablus’taki Ağır Ceza Mahkemesi, ülkenin batısındaki Sabratha şehrinde DEAŞ örgütüne katılmak, cinayet işlemek ve gözdağı vermekle suçlanan 17 sanık hakkında idam cezası verdi.
Başsavcılık tarafından dün yapılan açıklamada, 41 zanlının DEAŞ’a katılma, Sabratha şehri ve çevresinde şiddet ve silahlı eylemi benimseyerek devletin bütünlüğüne ve toplumsal barışa zarar vermekle suçlandığı ifade edildi.
17 sanık, 53 kişinin ölümüne neden olmak, hükümet merkezlerini tahrip etmek ve düzinelerce insanın kaybolmasına neden olmaktan suçlu bulundu.
Toplam 33 sanığın yer aldığı davada 17’sine idam cezası verilirken, 2’si müebbet olmak üzere 16 sanık hapis cezalarına çarptırıldı.
Libya’ya girerken yakalanan eski İngiliz askerleri kim?
Maltalı yetkililer, geçtiğimiz hafta Malta hava sahasını kullanarak Libya’ya girerken yakalanan, İngiltere Prensi Harry’nin en yakın arkadaşlarından biri olarak kabul edilen Jack Mann liderliğindeki 14 eski İngiliz askeri hakkında yeni ayrıntılar ortaya çıkardı.
Şarku’l Avsat’ın Maltatoday gazetesinden aktardığı habere göre, Malta polis sözcüsü konuya ilişkin şu açıklamayı yaptı;
“Yetkililer, grubun ‘özel sözleşmeli veya paralı asker’ olup olmadıklarına ilişkin şüpheleri nedeniyle yolunu kesti. Jack Mann’in (40) grubun liderlerinden biri olduğu ve dünya çapında güvenlik çözümleri geliştirmekle ilgilenen özel güvenlik şirketinin (Alma Rescue) kurucu ortağı olduğu ortaya çıktı.”
Merkezi Londra’da bulunan şirket, müşterilerine çeşitli güvenlik hizmetleri sunuyor. 
Web sitesine göre, ekip üyelerinin İngiliz ordusu, polisi ve diğer özel devlet kurumlarında tecrübeleri var ve profesyonel güvenlik çözümleri sunmak için kapsamlı bir şekilde eğitim aldılar.
Ülkenin batısındaki bir askeri kaynak, bu bilgi hakkında yorum yapmayı reddetti.
Şarku’l Avsat’a konuşan kaynak, “Söyleyecek hiçbir şeyimiz yok ve bu grup hakkında hiçbir şey bilmiyoruz. Belki de Libya’nın yaşadığı bölünmüşlük durumu ışığında ikinci bir varış noktaları vardı” dedi.
Maltatoday gazetesi tarafından teyit edilen bilgilere göre, Mann Malta’ya ayrı ayrı gelen ve Libya’ya giden özel bir jet uçuşunu yakalamak için Malta Uluslararası Havaalanı’nda buluşması planlanan 14 kişilik gruba liderlik ediyordu.
Ancak grup, faaliyetleri konusunda ciddi endişeleri olan Malta polisi tarafından yakalandı. Uçuş daha sonra iptal edildi.
Gazeteye konuşan kaynaklar, uçuşun özel bir kişi tarafından koordine edildiğini, grubun plastik veya biyolojik olarak parçalanabilen reçine malzemelerden yapılmış, airsoft sporlarında kullanılan airsoft silahlarıyla eğitim vermek için Libya’ya seyahat ettiğini söyledi.
Uçuş koordinatörü, sözde eğitim için verilecek sahte sertifikalar da buldu.
Kaynaklara göre, yetkililer Libya’da eğitim vermeyi planladıklarına dair iddiaların doğru olmadığını tespit etti.
Polisin müdahalesinin ardından, Malta makamları grubun pasaportlarına geçici olarak el koydu.
Gruba ülkeyi terk etmeleri tavsiye edilirken, sınır polisi tarafından seyahatlerinin niteliğiyle ilgili endişeler ifade edildi.
Habere göre, İngiliz grup ayrıca Libya’da tıp eğitimi verdiklerini iddia etti.
Birleşmiş Milletler’e (BM) grubun gezisinin tıbbi eğitim amaçlı olup olmadığını ve herhangi bir yaptırıma tabi faaliyet olup olmadığını doğrulamak için bilgi verildi.
Grup aleyhine herhangi bir suçlama yapılmadı ve ülkeden çıkışlarına izin verildi. Ancak grubun Malta hava sahasını kullanarak Libya’ya seyahat etmesi yasaklandı.
Prens Harry’nin yakın arkadaşı olan Mann, özel güvenlik sektörüne geçmeden önce Irak ve Afganistan’da Blues ve Royals birliği bünyesinde görev yaptı.



Irak'ta “Şii hakimiyeti” ve siyaset-silah ikiliği

Irak’ta Haşdi Şabi üyeleri ve destekçileri, ABD tarafından düzenlenen ve dört Haşdi Şabi üyesinin ölümüne neden olan hava saldırısını kınamak üzere Bağdat'ta gerçekleştirilen bir protesto sırasında Haşdi Şabi bayraklarıyla yürürken, 31 Temmuz 2024 (AFP)
Irak’ta Haşdi Şabi üyeleri ve destekçileri, ABD tarafından düzenlenen ve dört Haşdi Şabi üyesinin ölümüne neden olan hava saldırısını kınamak üzere Bağdat'ta gerçekleştirilen bir protesto sırasında Haşdi Şabi bayraklarıyla yürürken, 31 Temmuz 2024 (AFP)
TT

Irak'ta “Şii hakimiyeti” ve siyaset-silah ikiliği

Irak’ta Haşdi Şabi üyeleri ve destekçileri, ABD tarafından düzenlenen ve dört Haşdi Şabi üyesinin ölümüne neden olan hava saldırısını kınamak üzere Bağdat'ta gerçekleştirilen bir protesto sırasında Haşdi Şabi bayraklarıyla yürürken, 31 Temmuz 2024 (AFP)
Irak’ta Haşdi Şabi üyeleri ve destekçileri, ABD tarafından düzenlenen ve dört Haşdi Şabi üyesinin ölümüne neden olan hava saldırısını kınamak üzere Bağdat'ta gerçekleştirilen bir protesto sırasında Haşdi Şabi bayraklarıyla yürürken, 31 Temmuz 2024 (AFP)

İyad el-Anberi

“Şii hakimiyeti” terimi son zamanlarda Şii güçlerin çoğunluğu oluşturdukları ya da devlete nüfuzlarını dayattıkları ülkelerde, özellikle Irak ve Lübnan'da, iktidara gelmelerini ifade etmek için sık sık kullanılır. Bu ifade, 2003 yılında Irak'ta Saddam Hüseyin rejiminin devrilmesinden sonra Şii siyasi güçlerin artan nüfuzunun da bir göstergesidir.

Şii hakimiyeti, kamusal alanın her noktasında onu teyit eder şekilde görünmeye başladı. Hatta Şii dini ve siyasi sembolleri, işaretleri ve ritüelleri sokaklarda ve kamusal alanda çoğalmaya başladı. Bu olgu, Haşim Salih'in 2003 yılından sonra Arap dünyasında yaşanan olayları açıklarken atıfta bulunduğu Sigmund Freud'un analizine göre normal kabul ediliyor. Freud'a göre tarih boyunca bastırılmış olan her şey bir gün uyanacak ve dünyanın derinliklerinden volkanlar gibi patlayarak var olma ve kendini ifade etme hakkını talep edecektir.

Şii medya elitleri tarafından icat edilen bir terim olan Şii hakimiyeti ne fikri temellere sahip ne de bilişsel bir kavramsal temele bağlı.

Bu terim son zamanlarda Irak'ta Şii siyasi güçler tarafından oluşturulan siyasi bir gerçekliğin ve hükümet kurulurken nüfuzlarının dayatılmasının yanı sıra Şii siyasi İslamcı güçlerin egemen çoğunluk olarak hakimiyetini teyit eden yasaların çıkarılmasının bir işareti olarak da kullanılıyor. Dolayısıyla bu terim, bir teori ya da entelektüel bir tez olmaktan ziyade siyasi bir olgudur.

Genel olarak Şii fıkıh literatürü, iktidar meselesini ve devletle olan ilişkiyi fıkıh terminolojisinde bir ‘yargılama kaynağı’ olarak ele alır. İran İslam Devrimi'nin başarısı, Şii siyasi düşüncesinde devlet hakkında düşünmenin önceliğini yeniden tesis etmiştir. Ancak İran siyasi sisteminin sunduğu model, Ayetullah Humeyni'nin ‘Velâyet-i Fakih yâ Hükûmet-i İslamî’ (İslam’da Devlet & Velayet-i Fakih) adlı kitabında çağrıda bulunduğu ve siyasi projesinin temeli ve kurmaya çalıştığı devletin meşruiyet kaynağı olarak seçtiği Velayet-i Fakih teorisinin somutlaşmış haliydi. Sonunda Arap bölgesindeki, özellikle de Irak ve Lübnan'daki Şii siyasal İslamcı hareketlerin yönetimlerine kendisini dayatmaya başlayan Şii siyasal yönetim modeli oldu.

İran’daki devrim deneyimi, fikirlerini İran'da bir İslam Cumhuriyeti şeklinde hayata geçirmeyi başardı. Ancak Irak'taki Şii İslamcı hareketlerin deneyimi, Baas rejimine karşı İslam devrimi sloganları atmalarına rağmen oldukça farklıydı. Öte yandan, Şii akımların ve liderlerin çoğu İran'da olduğu gibi Velayet-i Fakih tezini benimsemedi. Lübnan'da entelektüel tartışmalar İslam devletinin meşruiyetini ve İsrail işgaline karşı Şii İslami direniş projesinin karşı koyduğu, direniş bayrağı altında varlığını ve silahlarının meşruiyetini dayatan Velayet-i Fakih tezini tartıştı. Ta ki 2006 yılından sonra siyasete ve Lübnan'daki karmaşıklıklara ve anlaşmalara girmeye karar verene kadar.

DEAŞ'la mücadelenin sona ermesinin ardından, Irak'taki Şii yönetiminin korunmasının, devletin güvenlik kurumlarına paralel bir silahlı yapının varlığıyla birleştirilmesi gerektiği fikri ticarileştirilmeye başladı. Bu silahlı yapının görevi Şii çoğunluğun hüküm sürdüğü siyasi sistemi korumaktı.

Ancak fark şu ki, İran'daki İslam Devrimi deneyimi, bir İslam Cumhuriyeti ortaya çıkarmış olmakla birlikte, yönetim sisteminde silah-siyaset ikiliğini pekiştirmeye çalışmış ve Devrim Muhafızları Ordusu (DMO) ve Kudüs Gücü gibi resmi güvenlik kurumlarına paralel askeri kurumlar kurmuştur. İran’ın Dini Lider tarafından yönetildiği doğru olsa da görevi devleti korumak ve topluma hizmet etmek değil, devrimi ve onun sloganlarını korumak ve yaşatmaktır.

Taklit ve benzerlik

İran’daki devrim deneyiminde liderler, İslam Devrimi ideolojisine dayalı bir ulusal mutabakatın hatlarını çizebilmiş ve İslam Cumhuriyeti rejimine karşı çıkan bir muhalefet olmaksızın kendi siyasi modellerini dayatabilmişlerdir. Fakat bu durum, Irak ve Lübnan'daki Şiilerin siyasi deneyimlerinin tam tersidir.

Irak'ta, muhalefet olarak yurt dışında faaliyet gösteren Şii akımlar ve partiler 2003 yılından sonra siyasi sürece dahil oldular. Geçici Koalisyon Yönetimi'nin milislerin sisteme entegrasyonuna ilişkin 91 sayılı kararnameyi yayınlamasının ardından 2004 yılında silahlarını bırakmayı ve resmi kurumlara katılmayı kabul ettiler. Ancak başından beri ABD’nin Irak'taki askeri varlığına karşı silahlanmayı tercih eden Sadr Hareketi siyasi sürece katılmayı reddetti. Dolayısıyla, milislerin aynı çatı altında toplanması kararını destekleyen, ama silahlı kanatlarını gerçekten lağvetmeyen diğer Şii İslamcı güçler ve akımlar gibi gizli değil, açık bir şekilde silah ve siyaset ikilisi çerçevesinde faaliyet göstermeye devam etti.

DEAŞ’ın Irak’ta 2014 yılına kadar birçok ili ve bölgeyi kontrol altına almasının ardından Irak'ta Şiilerin en büyük dini mercisi Ayetullah Ali es-Sistani'nin cihat fetvası vermesi ve Nuri el-Maliki hükümetinin DEAŞ tehdidine karşı silahlı grupları bir araya getirmek için Haşdi Şabi Komisyonu'nu kurması, silahlı örgütlerin ortaya çıkış sürecini başlattı. Bunlardan bazıları 2004 yılından sonra görünürde terk ettikleri silahlı kanatlarını yeniden kurarken, diğerleri ABD'nin Irak'taki askeri varlığına karşı ‘direniş’ adı altında faaliyet gösteriyordu. Tüm bunların yanında 2014 yılından sonra kurulan gruplar da vardı.

Irak’ta 2018 yılında yapılan seçimlerde silah ve siyaset ikiliğinin paralelliği daha da belirgin hale gelirken DEAŞ’a karşı kazanılan zafere siyasi olarak yatırım yapılması gerektiği söylemleri bu durumu meşrulaştırıldı. Seçimlerden sonra, eli silah tutan Şii siyasi aktörler bir tür ikirciklikle hareket etti. Silahlarını ya da silahlı örgütlerini terk etmediler. Sadece siyasi katılım için gösterdikleri adresleri değiştirdiler. Şimdiye kadar bu yasal hile devam ediyor. Silahlı örgütler olarak değil, siyasi oluşumlar olarak kayıtlıdırlar.

dfrgthy
Irak Cumhurbaşkanı Abdullatif Raşid (solda), Asaib Ehl-i Hak lideri Kays el-Hazali, Başbakan Muhammed Şiya es-Sudani ve eski Başbakan Nuri el-Maliki 3 Mayıs'ta Asaib Ehl-i Hak grubunun kuruluşunun 21. Yıldönümü törenine katıldılar (AFP)

Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı analize göre Irak siyaset sahnesinde kendine yer bulan Silah-siyaset ikiliği 2019 yılının ekim ayında başlayan halk protestolarının ardından Mustafa Kazımi hükümetinin kurulmasında ve tüm karmaşıklıklarda devam etti. Silahlı gruplarla ilişkili isimler kendilerini siyasi unvanlarla sunmaya çalışmaya başlarken siyasi alandaki varlıklarının ve önemli ekonomik kurumlar üzerindeki kontrollerinin bir çeşit açıkça tanınmasıyla muhatap oldular. Bu grupların varlığı ülkede 2021 yılındaki seçimlerden sonra, Mukteda es-Sadr'ın destekçileri ile Koordinasyon Çerçevesinde olan silahlı gruplar arasında Bağdat'taki Yeşil Bölge'nin duvarları önünde yaşanan çatışmaya kadar güçlendikçe güçlendi.

En önemli paradoks 2017 sonrası dönemde ve DEAŞ’a karşı zaferin ilan edilmesiyle başladı. Çünkü görevi İran'daki iktidarı ve kazanımlarını korumak olarak tanımlanan İran’daki DMO deneyiminin taklit edilmeye çalışıldı. Dolayısıyla, DEAŞ'a karşı savaşın sona ermesinin ardından, Irak'taki Şii yönetiminin korunmasına, devletin güvenlik kurumlarına paralel, görevi Şii çoğunluğun hüküm sürdüğü siyasi sistemi korumak olan bir silahlı yapının varlığının eşlik etmesi gerektiği fikri ticarileşmeye başladı.

Lübnan'da 7 Ekim 2023’ten sonraki gelişmelerin Hizbullah üzerindeki yansımaları ve Suriye'de Beşşar Esed rejiminin düşmesinin ardından Irak'taki silahlı grupların hedef alınacağı konuşulmaya başlandı.

Şii yönetimini korumak için silahlı yapıların gerekli olduğunu savunmak, 2003 sonrası Şii yönetim deneyiminin kazanımlarını tehdit eden bir risk karşısında silah-siyaset ikiliğini meşrulaştırma girişimi haline geldi. Bu ikiliğin gerekliliğini sorgulayanlar ya da siyasi alana dayatılmasının gerekçelerini ortadan kaldırmaya çalışanlar, doğrudan Şii yönetiminin altını oymak isteyen yabancı bir gündemi uygulamak suçlamasıyla karşı karşıya kaldı. Bu yüzden iktidardaki Şii siyasi elitlerin yüzleşmesi gereken daha ciddi bir soru göz ardı edildi. O da “Devleti ve kurumlarını kontrol eden Şii hakimiyeti deneyimi, kendisini korumak ve kazanımlarını muhafaza etmek için neden devletin güvenlik kurumlarına paralel bir silahlı yapıya ihtiyaç duyuyor? Mezhepçi ve milliyetçi bileşenlerle bir ortak yönetim olsa bile, siyasi karar alma gücü Şii siyasi aktörlerin elinde kalmaya devam edecek mi?” sorusudur.

7 Ekim depremi

Hamas’ın İsrail’e karşı 7 Ekim 2023 tarihinde başlattığı Aksa Tufanı Operasyonu'nun yankıları Irak'a da yansıdı. Iraklı Şiilerin siyasi kararlarında silah-siyaset ikiliğinin iç içe geçtiğini ortaya koyan bir andı. ‘Irak İslami Direnişi’ adı altında faaliyet gösteren silahlı gruplar, konumlarını İran'ın başını çektiği ‘Direniş Ekseni’ ile özdeşleştirerek tanımladılar.

Öte yandan, hükümette siyasi olarak temsil edilen Şii siyasi partilerin katılımı silahlı yapılarına dayalıydı. İsrail'e karşı savaşta ve ABD'nin Irak'taki varlığının tehdit edilmesinde silahlarıyla çatışmaya katılmaya hazır oldukların açıklasalar da fiili hiçbir hamlede bulunmadılar.

Lübnan'da 7 Ekim 2023’ten sonraki gelişmelerin Hizbullah üzerindeki yansımaları ve Suriye'de Beşşar Esed rejiminin düşmesinin ardından 7 Ekim'den sonrası İran'ın bölgedeki nüfuzu azaltma, silahlı uzantılarını ve direniş eksenini ortadan kaldırma projesini içeren yeni Ortadoğu’yle ilgili düzenlemeler çerçevesinde Irak'taki silahlı grupların hedef alınacağı konuşulmaya başlandı. Bu konuşmalar, ABD raporları ya da açıklamaları aracılığıyla değil, Muhammed Şiya es-Sudani hükümetindeki danışmanlar, Şii Koordinasyon Çerçevesi güçlerinin liderleri ve bu haberleri tekrarlamaya başlayan siyasetçiler aracılığıyla yapıldı. Irak Dışişleri Bakanı bile açıkça silahlı gruplarla silahlarını bırakmaları için görüşmeler yapıldığından bahsetti.

Irak'taki Şii siyasi söylemi, Şiilerin iktidar ve nüfuz alanlarındaki hakimiyetine rağmen hiçbir zaman Şii siyasi söyleminden kopmadı.

Öte yandan Şii Koordinasyon Çerçevesi güçlerinden siyasi grupların liderleri. Öte yandan, Koordinasyon Çerçevesi İttifakı içinde bile bu söylemler karşısında sessiz kaldılar ve bu tehditlere yanıt vermeyip bu konuda hiçbir tartışmaya girmediler. Silahlı grupların liderlerinin X platformundaki hesapları bile ortadan kayboldu. Artık bu platformda tweet atmıyorlar!

Görünen o ki, Şii hakimiyetinin siyaset-silah ikiliği içeriden ziyade dışarıdan gelen bir meydan okuma ve tehditle karşı karşıya. Dolayısıyla varlığını ve devamının gerekliliğini meşrulaştırmaya çalışan söylemlerle karşı karşıya kalacaktır. Ancak dışarıdan gelen bu tehdit ve meydan okuma, yirmi yıllık iktidar deneyiminin gözden geçirilmesi, değerlendirilmesi ve Şii monarşisinin kendisini korumak için silahlı bir yapıya mı yoksa halkının siyasi, ekonomik ve hizmet başarılarının meşruiyetine mi güvenmesi ya da 2003 sonrası yönetim deneyimini koruyan bir ulusal mutabakat oluşturmak için mi çalışması gerektiğiyle dengeyi sağlayamadı.

csdfvgrthy
Irak Temsilciler Meclisi (Reuters)

Irak'taki Şii siyasi söylemi, Şiilerin iktidar ve nüfuz alanlarındaki hakimiyetine rağmen hiçbir zaman Şii siyasi söyleminden kopmadı. Bundan dolayı onları ‘iç grup’ ve ‘dış grup’ ifadeleriyle düşünürken, siyasi meseleleri siyasi güçlerin etki alanının etrafını çitle çevirmek amacıyla ele alırken ve Şii siyasi sınıfının kazanımlarını kaybetmesinin Şiilerin iktidar şansını kaybetmesi anlamına geldiğini ima ederken bulursunuz. İşte tüm paradoks da burada yatıyor. Çünkü düşünceleri kapalı bir çevreyle sınırlı kalmış, iktidarı ellerinden kaçırma riskine ilişkin bir kriz düşüncesini yansıtmış, iktidarı kaybetme korkusunu siyasi ve hizmet başarılarının meşruiyetiyle aşmaya çalışmak yerine sloganlara sarılma ve deneyimi korumak için silahlı yapının varlığını meşrulaştırmaları gerektiği ısrarıyla bir düğüm haline getirmiştir.