Birçok kişi, herhangi bir uluslararası siyasi sistemin kurulması için, ilişkileri düzenleyecek belirleyici kuralların ya da çatışan tarafları kontrol altına alacak bir ‘hegemonik’ ülkeler grubunun yahut bir devletin veya grubun olması gerektirdiği konusunda hemfikir. Geçtiğimiz yüzyılın ilk yarısında Britanya İmparatorluğu ve eski Avrupa sömürgeciliği döneminde, ABD’nin İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Sovyetler Birliği'ni içine çekecek bir boşluk bırakırken üstlendiği rol öncesinde de bu oldu. Aynı sıralarda Birleşmiş Milletler'in (BM) kurulması kararlaştırıldı ve uluslararası ilişkiler için temel oluşturan tüzüğü kabul edildi. ‘Bretton Woods sistemi’ olarak bilinen ekonomik sistemle bu süreç tamamlandı. Yani, geçtiğimiz yüzyılda belli bir aşamada, denklemin her iki tarafı da uluslararası sistemi, hakim gücü ve ilişkileri düzenleyen kuralları, büyük ve Batılı ülkelere açık bir eğilimle kurmaya uygundu.
BM kurulduğundan bu yana üye sayısı neredeyse beş kat arttı. Üyelerin çoğu artık İkinci Dünya Savaşı'nda galip gelen ülkeler değildi. Çin'in BM’ye katılmasının ve ekonomik, insani ve siyasi ağırlığıyla BM Güvenlik Konseyi'ne (BMGK) daimi üyeliğini kabul etmesinin ardından, uluslararası sistemin daha adil ve devletlerin büyük çoğunluğunun özlemlerine duyarlı hale getirilmesi için değiştirilmesi çağrıları arttı. Batılı ve doğulu büyük güçlerin hegemonyalarını dayatma yetenekleri azaldı. Artık dış ilişkileri düzenleyen genel kurallara saygı duymuyorlar ve çok taraflı sistemden uzaklaşarak, kendileriyle ‘aynı fikirde’ olan ülkelerden oluşan küçük gruplar çerçevesinde toplanmayı ve danışmayı tercih ediyor. Son olarak Rusya'nın Ukrayna'ya saldırmasıyla ve Çin'in uluslararası arenada daha güçlü ve etkili olmaya hazır olduğunu açıkça beyan etmesiyle gördüğümüz üzere büyük güçler siyasi hegemonyanın yöntemleri ve hedefleri konusunda çatıştıkça, uluslararası sistemin temelleri sarsıldı.
Mevcut uluslararası sistem artık dünyadaki çoğu ülkenin ihtiyaçlarını karşılamıyor. Temelleri 21. yüzyılın siyasi ve sosyal koşullarına uygun olan sistemde artık yeniden düzenleme ve konumlandırma aşamasına geçiyoruz. Bu, on yıl ya da daha fazla süren bir zaman alabilir. Ancak artık ortada ne baskın bir devlet veya bir güç ne izlenmesi gereken yola ilişkin net vizyonlar var ne de genel ilkelere saygı duyuluyor.
ABD, geleneksel bir geri çekilmeci izolasyonist yaklaşım sergilerken bazıları dünyayı demokratik sistemler ve bunlardan kaçınmaya ya da bu sistemlerle çatışmaya çalışan otokratik sistemler arasında bölerek bu yaklaşımını kontrol ettiğini düşünüyorlar. ABD, artık bir iç karışıklık içinde ve ABD vatandaşları, ucu kendilerine dokunmadıkça dış politikayla ilgilenmiyorlar.
Artık uluslararası sistemin iki kutbundan biri olarak değerlendirilmeyen Rusya da rahatsız edici ve kafa karıştırıcı bir durumun içinde. Yeni bir uluslararası sistem oluşturmada belirleyici bir rol oynayamaz hale geldi. Yaşlı kıta Avrupa’nın Rusya için ilk etki alanı olduğu dikkate alındığında, seçkin bir taraf olarak rolünün devam etmesi, Avrupa ile olumlu ve olumsuz ilişkilerinin etkin bir şekilde yönetilmesine bağlı. ABD’nin ve Batı'nın Çin'e olan ilgisinin ve Çin'le oynadıkları rolün ana nedeni, Çin'in en başta belirlediği bir hamlede tamamlayıcı rol oynamasıdır. Rusya uluslararası alanda rolünü ve konumunu yeniden etkinleştirmesinin kendisine çok büyük yükler getirdiğini biliyor. Şu an bunu yapması kabiliyetlerini aşıyor. Şimdi elindeki gücün kaynağı, artık uluslararası kabul görmeyenler ya da İran gibi Batı kampına katılamayanlar için bir adres olarak görülmesinden geliyor.
Çin'in son otuz yıldaki güçlü ekonomik büyümesinde büyük fayda sağladığı uluslararası sistemin değiştirilmesini istediğine dair çeşitli işaretler var. Birçok gelişmekte olan ülke de bunu memnuniyetle karşılıyor.
Öte yandan Çin’in gelişmekte olan ülkeleri destekleyen bir ülkeden modern uluslararası sistemin şekillenmesinde öncü rol oynamaya hazır bir ülkeye dönüşmesinden sonra Çinli liderlerin güvenlikle ilgili giderek artan söylemleriyle ve Çin'in dış politikalarının ideolojik ya da teorik temeliyle ilgili bir netliğin olmayışıyla Çin'in siyasi olarak artan güveni, komşu Asya ülkeleri kadar Batı'da da endişe uyandırdı. Çin, önde gelen bir ülke olarak gelecekteki politikalarının ve ideolojilerinin, Avrupa'nın onları küresel olarak sınırlamaya yönelik baskılarından ötürü tam olarak oluşmadığını düşünüyorum.
Tüm bu dönüşümler, Japonya ve Almanya gibi birçok ülkenin ve hatta Avrupa'nın tamamının dış hesaplarını yeniden gözden geçirmesine ve ilişkilerinin temellerini değiştirmesine neden oluyor. Örneğin Japonya nükleer silah üretmek için ihtiyacı olan tüm bileşenlere sahip. İsveç tarafsızlık politikasından vazgeçerek Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü'ne (NATO) katılmak için başvurdu. Aynı başvuruyu Finlandiya'ya da yaptı. Almanya askeri bütçesini artırdı ve ilk kez çatışma bölgelerine milli silah tedarik etmeye başladı. Bu durumun çeşitli bölgesel arenalara yayılması bekleniyor. Güç dengesinin yanı sıra ilgi ve yeteneklere göre kısa vadeli anlaşmalar yapılarak büyüyen bir militarizasyon yarışına ve siyasi, ekonomik ve sosyal güç arasındaki rekabete tanık oluyoruz. Ancak bu geçtiğimiz yüzyılın ortalarından bu yana süren Batı’nın hegemonyası ve ABD’nin hakim olduğu uluslararası sistem üzerinde olumsuz bir etki yaratacaktır.
Önümüzdeki on yılı en azından uluslararası değişimler ve uyumlarla dolu, ülkelerin siyasi pratiklerinde birbiriyle paralel üç eğilimin ortaya çıktığı bir sistemin olmadığı bir on yıl olarak göreceğiz. Bu eğilimlerin birincisi, daha fazla pragmatizm ve statükonun doğruya ve yanlışa bakılmaksızın kabul edilmesidir. Bunun için kanunun gücüne karşı güç kanunu tercih edilir. İkinci çok taraflılık ve BM Antlaşması çerçevesinde yönetilen dış ilişkilerin küçültülmesi ve bunun yerine konu ve duruma göre daha küçük ve daha uyumlu blokların kurulması eğilimidir. Bu durum ise çağdaş uluslararası sistemin ya da ondan geriye kalanların değişim ve parçalanma hızını artıracaktır. Bunun yanında son yıllarda Kovid-19 salgınının etkilerinin ve iklim değişikliğinin yansımalarının yararsız ve hatta tehlikeli olduğu kanıtlanmış olmasına rağmen, tecritçiliğe doğru bir eğilim ve tek taraflılıkta bir artış olduğunu göreceğiz. Bu da uluslararası işbirliğine gerçekten ihtiyaç duyduğumuz bir dönemde oldukça tehlikeli bir durumdur.
İlişkiler için adil kuralların ya da çoğulculuğa inanan ve uluslararası ilişkilerde çoğulcu sisteme hakim olan ülkelerin olmadığı durumlarda, gelişmekte olan ülkeler ve orta ölçekli güçte ülkeler, uluslararası ilişkilerde çoğulculuğun ve eşitliğin korunmasına yönelik kuralların devletler ve halklar arasında daha adil temeller üzerine kurulmasına katkıda bulunmak için kendi aralarında istişareleri artırmak ve yoğunlaştırmak zorundadır. Böylece kendisini uluslararası arenadan uzaklaştıran ya da boşluğu doldurmaya çalışan uluslararası ve bölgesel güçlere av olmayıp, komşuları pahasına kendi politikalarını uygulama ve emellerine ulaşmaya çalışmalılar.
*Bu makale Şarku'l Avsat tarafından Independent Arabia'dan çevrilmiştir.
Uluslararası sistemin olmayacağı bir 10 yıl başlıyor
Şu an yeniden düzenlenme ve konumlandırma aşamasındayız ve bu aşama bir süre daha devam edebilir

Çin'in BMGK’ya daimi üye olmasıyla birlikte uluslararası sistemi değiştirme çağrıları arttı (AFP)
Uluslararası sistemin olmayacağı bir 10 yıl başlıyor

Çin'in BMGK’ya daimi üye olmasıyla birlikte uluslararası sistemi değiştirme çağrıları arttı (AFP)
لم تشترك بعد
انشئ حساباً خاصاً بك لتحصل على أخبار مخصصة لك ولتتمتع بخاصية حفظ المقالات وتتلقى نشراتنا البريدية المتنوعة