Dünyanın gündemini kim yazıyor?

Dünyanın gündemini kim yazıyor?

16 Ekim 2022'de New York'un Manhattan bölgesinin doğusunda yer alan BM genel merkezi / Fotoğraf: AFP
16 Ekim 2022'de New York'un Manhattan bölgesinin doğusunda yer alan BM genel merkezi / Fotoğraf: AFP
TT

Dünyanın gündemini kim yazıyor?

16 Ekim 2022'de New York'un Manhattan bölgesinin doğusunda yer alan BM genel merkezi / Fotoğraf: AFP
16 Ekim 2022'de New York'un Manhattan bölgesinin doğusunda yer alan BM genel merkezi / Fotoğraf: AFP

Amine Hayri
Dün, yüksek sesle 'savaş değil, sevgi endüstrisi' lehine yüksek sesle bir çağrı yapıldı. Aynı zamanda tüm şekil ve amaçlarıyla nükleer silahsızlandırılma çağrısında bulunan başka bir ses yükseldi.
Geçen perşembe günü küresel hareketlilik barış için feminist hareketler ve diğer anarşist hareketler tarafından tekelleştirildi.
Daha sonra gezegen, çevre, iklim ve dünya sorunları, doğanın kaynaklarını ve dengesini insanoğlunun kurcaladığı sorunların olduğu bir çağın yolunu açtı.
Bu çerçevede gezegenin meseleleriyle ilgili resmi gündem, bazıları ortaya çıkıp kaybolan konularla meşgul olmaya devam ediyor.
Çoğunluk ise bu sorunun neden ortaya çıktığını ve bu konuya uluslararası ilginin neden devam ettiğini, sorunun neden ortadan kaybolduğunu ve artık neden kimsenin onu duymadığını kesin olarak bilmiyor olabilir. 
Ancak yakın zamanda dünyanın belli başlı ülkeleri, bir grup küçük ve orta ölçekli ülke ile 'dünya halkları üzerinde resmi karar niteliği taşıyacak yeni bir uluslararası gündemi duyurmak için' bir araya gelecek. 

Haklar
Azınlık hakları, siyah beyaz eşitliği, ayrımcılıkla mücadele, kadın özgürlüğü, ifade ve inanç özgürlüğü gibi dünyanın tükenmez öncelikler listesi, bir sonrakilerin ortaya çıkışının yolunu açmak için kendisini 'ortaya çıkma, sonra bir gerileme ve ardından bir yok olma' durumuyla karşı karşıya buldu. 
Başta ABD ve daha sonra Avrupa ülkeleri olmak üzere büyük güçlerin, son derece önemli konuları 'insanların dikkatini en çok hak eden ve zaman, çaba ve paraya ihtiyaç duyan' en değerli meseleler olarak ilan etmesi adet olmuştur. 
İnsan hakları, hayvan hakları, diğer ülkelerde inanç özgürlüğü, demokratik olmayan ülkelerde demokrasi, yönetim, AIDS, cinsiyetsizlik, eşcinsellik ve dünyanın bir yerinde yaygınlaşmak ve halka ulaşmak için benimsenen diğer sıcak konular, herkesin endişesi gibi görünüyor. 

Herkesin 'haktan' daha çok meşgul olacağı bir konu var mı?
The Independent Türkçe'de yer alan habere göre, Uluslararası Af Örgütü, hakların zor kazanıldığını ve kolayca kaybedildiğini söylüyor. Örgüte göre ama ne mutlu ki dünya, hem haklarını elde etmek hem de korumak için azimli, örgütlenebilen ve kolektif eylemde bulunabilen insanlarla dolu. 
Örgüt, şu dokuz hareketin modern çağda en önemli konular olduğuna inanıyor; Amerikalı George Floyd'un ABD polisi tarafından öldürülmesinin ardından doğan 'Siyahların Yaşamları Değerlidir' (Black Lives Matter), 'Gelecek için Cuma Günleri Eylemleri', iklim aktivisti Greta Thunberg'e atfedilen 'İklim İçin Okul Grevleri', 'Asıl Sakinlerin Toprak Hakları Hareketi', Taliban hareketinin saldırısına uğrayan Pakistanlı Malala Yusufzay'a atfedilen 'Kız çocuklarının eğitim hakkı', Güney Afrika'nın merhum lideri Nelson Mandela'ya atfedilen 'Apartheid Karşıtı Hareket', Twitter'da cinsel taciz karşıtı olarak yayılan 'Metoo Hareketi', LGBT topluluğuna destek ve aynı cinsiyetten ve eşcinsel olmayanlar arasında evlenme hakkı, Suudi kadınların araba kullanma hakkı ve Uluslararası Af Örgütü'nün kendisi.

Yüce değerler
Uluslararası Af Örgütü ve diğer uluslararası insan hakları örgütleri tarafından gündeme getirilen veya benimsenen insan hakları meseleleri, dünyanın çoğu ülkesinde genellikle medya organlarının ana ve alt manşetlerinde yer buluyor. Bu örgütler, fonlarının büyük kısmını 'yüce değerlere ve sorunlara inanan bireylerden' sağlıyor. 
Uluslararası Af Örgütü'nün kurucusu İngiliz Avukat Peter Benenson, örgüte İngiliz istihbarat servislerinin sızdığı açıklandıktan sonra 1960'larda örgütün direktörlüğünden istifa etti. Ancak yürütülen bağımsız bir soruşturma çerçevesinde bu sızma eylemi kanıtlanmadı. 
Birleşmiş Milletler'in (BM) ifadesiyle örgütün, BM'nin 'ulusal sınırları aşan ve hiçbir ülkenin kendi başına çözemeyeceği tüm sorunları tartıştığı forum' olduğu değişmez bir doğru. 
Örgütün 'barış, insan hakları, uluslararası adalet ve üye devletlerin ekonomik ve sosyal ilerlemesinin desteklenmesi' çerçevesindeki ilk hedefleri, kendi başlarına ve 77 yıl boyunca benimsenen konularla gelişti. Nitekim BM, ne zaman bir meseleyi veya sorunu benimsese, o mesele uluslararası bir meseleye dönüşür oldu. 

Uluslararası nitelik
BM konularının uluslararası niteliği, dünyanın doğusunda göz ardı edilemeyecek, batısında kulak tıkanamayacak canlı bir gerçektir.
Afrika, kahverengi kıtada yer alan ülkelerdeki silahlı çatışmalardan, çocukların askere alınması da dahil olmak üzere sınırları aşan çatışmalara, ayrıca gençlik, radikalizm, eğitim, işsizlik ve mevcut olmayan fırsatlardan spora, hizmetlere, siyasi ve ekonomik hayata katılımlara kadar yıllarca ilgi odağı oldu. 
Fırsat eşitliği, eğitim ve istihdamı bir tercih değil bir hak olarak gören uluslararası kuruluş, içme suyu, okyanusların durumu ve denizler hukukunun yanı sıra yüzlerce konuda dünyaya öncülük ediyor.
Bazı kesimler, 2000 yılındaki Milenyum Zirvesi'nin konu başlıklarına bile dahil olan AIDS konusunun, 1996'dan itibaren uzun yıllar boyunca uluslararası toplantılara, konferanslara ve etkinliklere büyük oranda hakim olmasının ve son yıllarda ilginin yoğun şekilde azalmasının nedenlerini merak ediyor. 
BM AIDS Kontrol Programı, 1 Aralık Dünya AIDS Günü münasebetiyle, HIV bulaşmış insan sayısının şu anda 33 milyonu aştığını ve bunların üçte ikisinin Sahra altı Afrika'da olduğunu duyurdu.
Bazıları tarafından 'AIDS fobisi' olarak nitelendirilen düzeyde erken teşhisi ve gerekli tedaviyi almayı engelleyen damgalama, tüm bu yıllar boyunca birçok toplum ve kültürde aynı kalmıştır. 

Homofobi
Hastalığın azalması dolayısıyla değil, ona duyulan ilginin azalmasıyla durum, AIDS'e ilişkin fobiden şu sıralar dünya gündemine açık, bariz ve yoğun bir şekilde hakim olan homofobi ve transfobiye evrildi.
BM'ye göre bu hakimiyet, onu çürütmek ve LGBT topluluğunun 'insan haklarının onlarca yıl süren aleni ihlallerinden' sonra haklarını elde etmesini sağlamaya çalışmaktan kaynaklanıyor.
BM'nin genel merkezi New York'ta ve yaklaşık 370 km uzakta ABD Kongresi'nin merkezi olan Washington şehri bulunuyor. Kongre, yalnızca ABD'nin yasama organı değildir.
Ama aynı zamanda, özellikle de kendilerini 'Din Özgürlüğü Komitesi' tarafından yayınlanan gezegenin sorunlarından biri olarak dayatmış dünya ülkeleri için de raporlar yayımlıyor.
Komite, dünyanın her yerinde din özgürlüğü, inanç ve düşünce durumu hakkında yıllık bir rapor yayınlıyor. İlan edilen amacı ise 'zulüm altındakileri korumak amacıyla dünyadaki zulüm ve dini hoşgörüsüzlük gibi konularda içgörü ve değerlendirme sağlamak'. 
Komite'nin yayınladığı rapor, dünya ülkeleri açısından ABD dış politikasının gidişatında önemli bir belirleyici olarak görülmediği için büyük önem kazanmıştır.
Ancak sonuçları, özellikle raporun yazarlarının eleştirdiği veya gerekli din özgürlüğü ortamını sağlayamadığını düşündükleri ülkeler açısından son dakika haberine dönüşüyor.
Bu başarısızlık ise genellikle yardım fonlarının reddedilmesine veya silah ve diğer şeylerin elde edilmesine ilişkin kısıtlamalara dönüşüyor. 

Komplo istasyonu
Dünyanın gündemini, konularını, hareketlerini düşünmek, önceliklerini sıralamak, içeriğini belirlemek, fark edilmeden de olsa komplo istasyonunda geçer. 
Dünyayı aileler yönetiyor, meselelerine gizli örgütler hükmediyor, yer altı odalarında veya galaksinin uzak gezegenlerinde entrikalar devreye giriyor.
Dünyanın doğusunda ve batısında halkların ve herkesin meseleleri ve öncelikleri başkalaşım geçiriyor.
Doğudakiler, Batıdakilerin dünya işlerini kendi keyfine göre yönetenler olduğuna inanırken, belirli bir dine veya örgüte mensup olduklarına inanan gruplar da para ve güç sayesinde herkesi satranç taşları gibi hareket ettirerek insanlığın kaderini kontrol ediyor. 
Komplo şemsiyesine göre dünyayı kimin yönettiğine ve gündemini belirlediğine dair sayısız senaryo var.

'Sosyal medya' büyük bir güçtür
Ancak hesaplanabilecek olan, sosyal medya platformlarının ister küresel düzeyde ister ulusal düzeyde her ülkede ayrı ayrı küresel gündem haline getirmek için dayattığı sorun listeleridir.
Sosyal medyadaki en popüler platformlar, dünya gündeminin içeriğini belirlemeye ve yasalaştırmaya katkıda bulunabilen nispeten yeni bir 'süper güç' olarak kabul edilebilir.
Dünya kamuoyunu, bazen de ülkelerin tutum ve tepkilerini yönlendirme yeteneğini kanıtlamış olan bu platformlar, her ülkenin ayrı ayrı siyasi söylemlerini ve gündemini de şekillendirebilmektedir.
Dünyanın gündemi, iki süper gücün onlarca yıllık egemenliğinden, ardından dost ve destekleyici güçlerin eşlik ettiği birleşik bir güçten sonra tartışmalı hale geldi. İnsanlığın refahı ve güvenliği ile ilgilenen uluslararası insan hakları örgütleri ve diğer uluslararası kuruluşların benimsemeye ve yayınlamaya karar verdiği, yüzlerce konuyu içeren ve üst üste gelen gündem, sosyal medya organlarını veya bu organların sorumlularını Gezegenin İşleri İdari Konseyi'nin aktif bir unsuru olmaya zorladı.

Önemli aktörler
Amerikalı düşünür ve yazar Noam Chomsky, 'Dünyayı kim yönetiyor?' kitabında çoğunluğun, 'küresel ilişkilerde önemli aktörlerin devletler, özellikle güçlü ve süper güçler olduğu' fikrini benimsediğini belirtirken, ancak bu durumu tek başına 'yetersiz' olarak nitelendiriyor. 
Ülkelerdeki siyasi liderliğin tercihlerinin, iç güçlerin dengelerinden ve bloklarından etkilendiğine dikkat çeken Chomsky'e göre en demokratik ülkeler de dahil olmak üzere, nüfusun çoğunluğu her zaman marjinalize edilmiştir.
İskoç filozof ve iktisatçı Adam Smith'in tabiriyle 'insanlığın efendileri' görmezden gelinirken, dünyayı kimin yönettiğine dair gerçekçi bir anlayışa ulaşılması mümkün değil.
Smith'in zamanında, insanlığın efendileri Britanya'nın tüccarları ve imalatçılarıydı. Ancak günümüzde çok uluslu holdingler, devasa finans kurumları ve diğerleridir. 
Öte yandan benzer bir bağlamda Chomsky, 'Dünya Nasıl Çalışır?' (2012) kitabında, "Genel nüfus bilmiyor ve bilmediklerini bile bilmiyorlar" ifadelerine yer veriyor. 



AB’nin “iki devletli çözüm” yol haritası büyük engellerle karşı karşıya

AB Dışişleri Yüksek Temsilcisi Josep Borrell ve Filistin Dışişleri Bakanı Riyad el Maliki (EPA)
AB Dışişleri Yüksek Temsilcisi Josep Borrell ve Filistin Dışişleri Bakanı Riyad el Maliki (EPA)
TT

AB’nin “iki devletli çözüm” yol haritası büyük engellerle karşı karşıya

AB Dışişleri Yüksek Temsilcisi Josep Borrell ve Filistin Dışişleri Bakanı Riyad el Maliki (EPA)
AB Dışişleri Yüksek Temsilcisi Josep Borrell ve Filistin Dışişleri Bakanı Riyad el Maliki (EPA)

Avrupa Birliği (AB), Gazze Savaşı'nın üzerinden 109 gün geçmesine rağmen, üyeleri arasında derinleşen anlaşmazlıklar ve kendi içinde her biri büyük ölçüde bağımsız bir çizgiyi takip eden üç bloğun oluşması nedeniyle ateşkes çağrısı yapan tek bir toplu bildiri yayınlamayı başaramadı.

Ancak Pazartesi günü geçekleştirilen Dışişleri Bakanları toplantısında Suudi Arabistan, Mısır ve Ürdün Dışişleri Bakanları ile Arap Birliği Genel Sekreteri’nin yanı sıra Filistin ve İsrail ve AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell tarafından Gazze savaşındaki gelişmeleri “ertesi gün” olarak adlandırılan gün konusunda bir paradoks görüldü. Buradaki ironi, Avrupalıların bölünmelerine rağmen AB, Mısır, Ürdün, Suudi Arabistan ve Arap Birliği'nin düzenlediği "barışa hazırlık konferansı düzenlenmesi" çağrısına dayanan bir plan üzerinde anlaşması oldu. Filistinli ve İsrailli tarafların yokluğunda düzenlenebilecek konferansa ABD ve Birleşmiş Milletler (BM) de davet edildi. Amaç, “iki devletli çözümü” sahada gerçeğe dönüştürmek.

Avrupa planı, "barış için yol haritası" olarak adlandırılabilir. AB Ortadoğu Barış Süreci Özel Temsilcisi Sven Koopmans tarafından hazırlanan plan, Pazartesi günkü toplantıdan önce AB’nin 27 üyesine dağıtıldı. Hollanda, Danimarka ve Baltık Denizi ülkelerinin yanı sıra Almanya, Avusturya ve Çek Cumhuriyeti ağırlıklı olmak üzere AB içinde İsrail'e en yakın grubun buna karşı çıkmadı.

Onayın ana sinyali, bugüne kadar sadece diplomatik ve siyasi olarak değil, özellikle Alman ordusunun sahip olduğu en son silah ve teknolojileri sağlayarak kesinlikle İsrail'in yanında olmayı taahhüt eden Almanya'dan geldi. Berlin'in yaptığı son şey, Uluslararası Adalet Divanı önünde İsrail'e verdiği desteği teyit etmek ve İsrail'in Gazze'de “soykırım” yapmadığını tekrar tekrar iddia etmek oldu.

Paris'teki siyasi kaynaklar, Avrupalıların, yönelimleri ne olursa olsun, "Bugün Gazze savaşının İsrail'in sorunlarını çözmeyeceği ve bu başarılsa bile Hamas'ın ortadan kaldırılacağı kanaatine vardıklarını" ancak Hamas’ın yerini başka nesillerin alacağını ve bunun son olmayacağını söylüyor. Bu kaynaklar, Avrupalıların bugün İsrail'i kendisinden daha doğrusu onun yetkililerinden kurtarmaları gerektiğini düşündüklerini ve bunu başarmanın yolunun da İsrail'den geçtiğini aktarıyor.

srftbn
Netanyahu 18 Ocak'ta Tel Aviv'de basına konuşuyor (DPA)

Almanya Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock yaptığı açıklamada, “Böyle bir çözüm duymak istemediklerini söyleyenler başka bir alternatif de sunmadı” diyerek, barışın bölgenin tüm sakinlerini kapsamadığı sürece sağlanamayacağını ifade etti. Borrell, "Akıllarında başka hangi çözümler var? Tüm Filistinlilerin ayrılmasını sağlamak mı? Ya da hepsini öldürmek mi? Amacın, Hamas'ı ortadan kaldırmak olduğunu söylemek tek taraflı. Çünkü bu, Hamas'ın ne zaman yeterince zayıf olduğuna karar vermenin İsrail'e bağlı olacağı anlamına geliyor. Bu şekilde çalışmaya devam edemeyiz” dedi.

Gerçek şu ki, Avrupalıların ortaya attığı şey yeni bir şey değil, çünkü “barışın belirleyicileri” yıllardır biliniyor ve iki devletli çözüm, John Kirby'nin başarısız olduğu 2014'ten bu yana tartışılmıyor. Eski ABD Başkanı Barack Obama’nın danışmanı olan Kirby, İsraillileri Batı Şeria'daki yerleşim hızını azaltmaya ikna edemedi. Ancak bugün yeni olan şey, AB’nin farklılıklarını ve bölünmelerini bir kenara bırakmayı başarması.

AB’nin 7 Ekim'den bu yana sağladığı sınırsız desteğe rağmen AB’nin yayınladığı her açıklamaya İsrail’de büyük şüpheyle bakılıyor. Bunun son kanıtı, Fransız gazetesi Le Monde'un, İsrail Dışişleri Bakanı Israel Katz'ın Avrupa Birliği dışişleri bakanlarıyla yaptığı toplantıda aktardığı haber. Haberde Katz, İsrail’in tek müttefiki olduğunu bunun da ABD olduğunu ifade etti. Bu da Tel Aviv’in Brüksel’in değil yalnızca Washington’un planını kabul edeceği anlamına geliyor. Katz planı tartışmayı reddetti ve bunun yerine iki video kaset yayınladı. Birincisi İsrail'in Gazze Şeridi'ne liman olarak istediği yapay adayı, diğeri ise İsrail'i Hindistan'a bağlayan tren hattının güzergahını gösteriyor.

sdcevr
ABD Başkanı Joe Biden, 19 Ocak'ta ABD belediye başkanlarının toplantısı vesilesiyle Beyaz Saray’da konuşuyor (Reuters)

Avrupa Birliği'nin aradığı çözümün, İsrail'i tüm uluslararası forumlarda savunan, ona silah, teçhizat ve her türlü desteği sağlayan ABD tarafından benimsenmeden gün ışığına çıkamayacağına dair köklü bir kanaat var. Dolayısıyla onları etkileyebilecek ve bu tür bir çözümü kabul etmeye itebilecek olan taraf da AB. Geçtiğimiz hafta ABD Başkanı Joe Biden ile İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu arasında geçtiğimiz Pazar günü gerçekleşen son telefon görüşmesi, Netanyahu'nun reddettiği iki devletli çözüm konusunda aralarındaki derin anlaşmazlığı kamuoyuna ortaya çıkardı.

Pek çok analist, Netanyahu'nun cesaretini ve Biden'ı kızdırma isteğini iki devletli çözümü reddetmesini iki ana faktörle tekrarlayarak açıklıyor: Bunlardan biri, aşırı sağla olan siyasi ittifaka esir olması, iki devletli çözüme açılması durumunda bu ittifakın sürekli çökmesi ve Knesset'te sahip olduğu küçük çoğunluğu kaybetmesi tehdidi, ikinci ise Biden, başkanlık mücadelesinde İsrail'i desteklemek için Yahudi seslerine ve ABD'de İsrail adına çalışan dernek ve kuruluşların etkisine yöneldi. Ayrıca, Biden  İsrail Avrupalıların, Arapların ve dünya ülkeleri ve halklarının ezici çoğunluğunun istediği barışçıl çözümü kabul etmesi için İsrail'e ciddi baskı uygulayabilecek bir konumda.

Netanyahu iki devletli çözüme her zaman karşı çıktı ve bunu yalnızca bir kez ve gönülsüzce kabul etti. Burada, Avrupa'nın Washington'un tutumunun değişeceği yönündeki iddiası muhtemelen kaybedilecek ve eski Başkan Donald Trump'ın önümüzdeki Kasım ayında başkanlığı kazanması durumunda boşa çıkacak.

Soru şu, Avrupalıların elinde ne var? İsrail'in planlarına uymayı reddederek onlarla yüzleşmesi durumunda ellerindeki baskı araçlarına başvurmaya hazırlar mı? Bu soruları cevaplamak zor. Ancak bunun tersine, Tel Aviv'in geleneksel olarak Brüksel'de sahip olduğu siyasi ilişkiler ve diplomatik desteğe paralel olarak İsrail'in Birlik ile yakın ekonomik, ticari, bilimsel ve yatırım ilişkilerinin olduğu ve bu nedenle Avrupalıların İsrail üzerinde ciddi baskı kartlarının olduğu doğrulanabilir. Ancak İsrail'le daha önceki birleşme deneyimlerinden yararlanmak cesaret verici değil ve dolayısıyla buna güvenmek de garanti değil.