TM ve DYK, Libya'da seçimlerin yapılması için ‘anayasal temelde uzlaşı engelini’ aşabilecek mi?

Salih ve Mişri'nin geçtiğimiz hafta Mısır’daki görüşmesinden bir kare (Şarku’l Avsat)
Salih ve Mişri'nin geçtiğimiz hafta Mısır’daki görüşmesinden bir kare (Şarku’l Avsat)
TT

TM ve DYK, Libya'da seçimlerin yapılması için ‘anayasal temelde uzlaşı engelini’ aşabilecek mi?

Salih ve Mişri'nin geçtiğimiz hafta Mısır’daki görüşmesinden bir kare (Şarku’l Avsat)
Salih ve Mişri'nin geçtiğimiz hafta Mısır’daki görüşmesinden bir kare (Şarku’l Avsat)

Libya, çatışan tarafların, ülkeyi seçimlere götürebileceklerine yönelik verdikleri sözlerle yeni yıla girdi. Öte yandan Ulusal Birlik Hükümeti Başbakanı Abdulhamid ed-Dibeybe, bu yıl seçimlerin yapılması için ‘bir yol haritası’ oluşturmak üzere anlaştıklarını açıklayan Temsilciler Meclisi (TM) Başkanı Akile Salih’i ve Devlet Yüksek Konseyi (DYK) Başkanı Halid el-Mişri’yi seçimleri ertelemek ve iktidarı aralarında paylaşmak amacıyla ‘şüpheli bir anlaşma yapmakla’ suçladı.
Dibeybe, seçim planına ilişkin detaylara ve tarihine dair herhangi bir açıklamada bulunmazken aynı durum, geçtiğimiz perşembe günü Kahire'deki görüşen Salih ve Mişri’nin yaptıkları ortak açıklama için de geçerliydi. Bu da bazı çevrelerin seçimlerin yeniden belli tarafların sloganlarından ibaret kalacağına dair endişelerini körükledi.
Libya Siyasi Diyalog Forumu (LSDF) Üyesi Ahmed eş-Şerkasi, Salih ve Mişri’nin Kahire'de seçimlerin anayasal temeline ilişkin yayınladıkları açıklamayı ‘muallak’ olarak nitelendirdi. Açıklamada bahsi geçen yol haritasının özelliklerine dair herhangi bir detay verilmediği gibi, anayasal temel üzerinde uzlaşının sağlanamaması halinde ortaya konulacak alternatif senaryolara da değinmediklerini ifade eden Şerkasi, “Bu da mevcut tartışmalı konuları karara bağlayabilecek yeteneğe sahip olmadıkları anlamına geliyor. Ancak bunu kabul etmek yerine, seçimlerle ilgili anlaşmalar yaptıklarına dair basına açıklamalarda bulunmaya devam ediyorlar. Böyle yaparak, seçimleri bir önce yapmaları için yerel ve uluslararası taraflardan gördükleri baskıları hafifleteceğini umuyorlar” ifadelerini kullandı.
Birleşmiş Milletler Libya Destek Misyonu (UNSMIL) tarafından yapılan son açıklama, uluslararası toplumun, TM ve DYK arasındaki anlaşmalardan memnun olmadığını açıkça gösterdiğini ortaya koydu.
Açıklamada konuyla ilgili olarak şu ifadeler yer aldı:
“TM ve DYK’nın tutumları herkes için aşikar. TM ve DYK sadece, yeni hükümette bakanlıkları ve üst düzey makamların paylaşılacağı ve Dibeybe hükümetinin son ereceği bir geçiş dönemi istiyorlar. Buna karşın uluslararası toplum, seçimlerin anayasal temeli üzerinde mutabık kaldıklarını açıkça beyan etmedikçe herhangi bir eylemde bulunmayacaktır. Dibeybe de tıpkı Salih ve Mişri gibi seçimler hakkında konuşmaya çalışırken bir hükümeti temsil ettiğini ve seçimlerle hiçbir ilgisi olmadığını unutarak seçimleri düzenleme sözü veriyor.”
Libyalı yazar ve siyasi analist Abdullah el-Kebir, Şarku’l Avsat’a konuyla ilgili yaptığı değerlendirmesinde şunları söyledi:
“Gerçek şu ki bu, seçimleri ulusal bir haktan, sadece siyaset sahnesindeki isimler arasında bir açık artırma ve siyasi çekişme için kullanılan bir slogana dönüştürme sürecidir ve bu durum seçimlerin bu yıl da gerçekleşeceğine dair umutların kaybolmasına neden oluyor. TM ve DYK, seçimleri engellemekle suçlanmaya alıştılar. Libya halkının kendilerine yönelttiği eleştirileri görmezden gelmeye devam edecekler. İlerleyen günlerde, yalnızca UNSMIL’in ve bazı Batı ülkelerinin, hızlı bir şekilde seçimlerin anayasal temeli üzerinde ulaşamazlarsa yani işaret ettikleri yol haritasının Dibeybe’nin görevine son vermek ve üst düzey makamlara yeni isimler atamak olan tek bir hedef barındırdığının herkes tarafından anlaşılması halinde alternatiflere başvuracakları tehdidinin ciddiyeti ölçüsünde adımlar atacaklar.”
İsviçre merkezli Ulusötesi Organize Suçlara Karşı Küresel Girişim (Global Initiative Against Transnational Organized Crime) analisti Jalel Harchaoui, Salih ve Mişri arasında mümkün olduğu kadar uzun süre iktidarda kalmayı istedikleri ve bu yıl seçimlerin yapılacağına dair açıklamalarının tek hedefinin Dibeybe hükümetini düşürmek olduğuna dair görüşleri destekledi.
Harchaoui, Şarku’l Avsat’a yaptığı değerlendirmede, “Salih ve Mişri, seçimlere hazırlanmadan önce Dibeybe’yi görevden almak ve onun yerine yeni bir başbakan atamakla ilgileniyorlar” şeklinde konuştu.
Salih ve Mişri'nin bu konuda elde ettikleri başarının dışarıdan destek almalarından kaynaklandığını söyleyen Harchaoui,  “Türkiye, Salih'le görüşüyor. Belki de bu Salih ve Mişri ile Ankara arasında UBH’nin yerine yeni bir hükümetin getirilmesi için bir uzlaşı ve ardından seçimlerin anayasal temeli üzerinde anlaşmaya tanık olabiliriz” yorumunda bulundu.
Harchaoui, Dibeybe ile Libya Ulusal Ordu (LUO) Başkomutanı Mareşal Halife Hafter arasında kendilerine yakın arabulucular aracılığıyla temasların olduğunu kabul etse de, Dibeybe’nin Mişri-Saieh ittifakı karşısında Hafter ile gizli temasların olduğuna dair sızdırılanları yalanladı.
Libya meseleleri uzmanı, şunları söyledi:
“Hafter’in de Dibeybe’nin ayrılmasını istediğine şüphe yok. Fethi Başağa’nın başbakanı olduğu TM tarafından atanan İstikrar Hükümeti’ne ne olacağını da fazla umursamıyor. Hafter’in şu an ki asıl endişesi, seçimlerin anayasal temeli üzerinde uzlaşılması halinde bu uzlaşının seçimlerde askeri geçmişe sahip kişilerin cumhurbaşkanlığına aday olmalarını engelleyen bir madde barındırıp barındırmayacağı. Eğer TM Başkanı Akile Salih buna izin verirse Hafter’in öfkesi büyük olacaktır.”
Öte yandan Milletvekili Hasan ez-Zerka, TM ve DYK arasındaki mevcut yakınlaşmanın seçimlere giden bir yol haritasının çizilmesini sağlayacağını vurgulayarak TM ve DYK’ya yöneltilen suçlamaları reddetti.
Milletvekili Zerka, Şarku’l Avsat’a yaptığı açıklamada, UNSMIL’in söz konusu yol haritasını ve seçim sürecini yürütmesi için yeni, ortak bir hükümet kurulması fikrini benimsemesini beklediklerini söyledi. UNSMIL’in yaptığı açıklamaların aksine, Dibeybe’nin iktidarda kalmasının aslında seçimlerin yapılmasını engellediğine inandığını öne süren Zerka, “Herkes, Dibeybe’nin iktidarda kalmak, bulunduğu makamdan son dakikasına kadar yararlanmak ve bu makamı, aday olmak istediği seçimlerde başarı şansını artıracak bir seçim kampanyasına hizmet etmesi için kullanmak istediğini biliyor” diye konuştu.



İsrail saldırganlığı karşısında Suriye'nin seçenekleri

 İsrail'in Suriye'ye saldırıları (Arşiv-Suriye İnsan Hakları Gözlemevi)
 İsrail'in Suriye'ye saldırıları (Arşiv-Suriye İnsan Hakları Gözlemevi)
TT

İsrail saldırganlığı karşısında Suriye'nin seçenekleri

 İsrail'in Suriye'ye saldırıları (Arşiv-Suriye İnsan Hakları Gözlemevi)
 İsrail'in Suriye'ye saldırıları (Arşiv-Suriye İnsan Hakları Gözlemevi)

Mecid Kayalı

Mevcut koşullar altında İsrail, Hamas ve Hizbullah'ın gücünü ve konumunu zayıflattıktan, Suriye rejimi çöktükten ve İran'ın Arap Maşrık (Levant) ülkelerindeki nüfuzunu sonlandırdıktan veya sınırlandırdıktan sonra, bölgede politik ve güvenlik açısından yeni bir stratejik gerçeklik dayatmaya çabalıyor. Hatta Aksa Tufanı’nın, ABD'nin sınırsız desteği de dahil ortaya çıkardığı sonuçlardan yararlanarak, bu bölgede bir tür kırılgan rejimler kurmak için müdahalelerde bile bulunuyor.

Siyasi düzeyde İsrail, yalnızca zayıf ve dağılmış Arap sistemine karşı değil, aynı zamanda diğer iki bölge ülkesine, yani Türkiye ve İran'a karşı da bölgede daha güçlü bir bölgesel devlet veya baskın bir devlet olarak kendini dayatmaya çalışıyor. İsrail'in Türkiye ile sorunu, Türkiye'nin yeni Suriye'deki siyasi, ekonomik ve askeri ağırlığının azaltılmasıyla ilgili ise İran ile sorunu, İran'ın nükleer ve füze programlarını çökertme ve kendisini sınırları içine hapsetmekte ısrar etmesinden kaynaklanıyor. Filistinlilere gelince, İsrail onları siyasi denklemden silmeye, bağımsız bir Filistin varlığını engellemeye ve nehirden denize kadar üzerlerindeki hakimiyetini sağlamlaştırmaya çalışıyor.

Güvenlik açısından İsrail, yalnızca ordusunun prestijini yeniden kazanmasını sağlamayı veya yakın çevresinde herhangi bir askeri gücün belirmesini engellemek için önleyici savaşlara girişmeyi amaçlamıyor. Aynı zamanda Suriye ve Lübnan'da, kendine hayati bir alan yaratmaya çalışıyor. Gazze ve Batı Şeria'da oluşturulacak tampon bölgelerle birlikte, bu alan Suriye’de Dera, Kuneytra ve Suveyda illeri, Lübnan'da, Litani Nehri'nin kuzeyindeki Evveli Nehri sınırlarına kadar olan bölge dahil olmak üzere 60 kilometre derinlikte. Adı geçen iki ülkeye zaman zaman düzenlediği askeri saldırıların açıklaması da budur. Bu saldırılarla sanki hem devlet hem de milis güçler düzeyinde kendisi ile çatışmada askeri seçeneğin sonunu hazırlıyor.

Ancak İsrail, radikal hükümetinin savaşı sürdürme, Suriye, Lübnan, Gazze ve Batı Şeria’yı silahsızlandırma veya silahları sınırlandırma talebi konusundaki ısrarından da anlaşılacağı üzere, ayrıca Suriye ve Lübnan'daki mezhepsel ayrışmalara yatırım yaparak, komşu rejimlerin yapılarını değiştirmek için mevcut Arap, bölgesel ve uluslararası koşulları kullanmayı amaçlıyor. Böylece mezhepçi/Yahudi devleti karakterini genelleştirmeye çalışıyor. Zira Arap Maşrık ülkelerinin de kendisine benzemesi, onu Arap coğrafyasında bir Yahudi devleti olarak istisnai durumundan kurtaracaktır. Azınlıkları korumak ile övünmesinin anlamı da belki budur.

İsrail, tarih boyunca jeopolitik önemi nedeniyle, şu aşamada Suriye'ye diğer ülkelerden daha fazla odaklanıyor. Çünkü zorlu bir geçiş sürecinden yaşıyor ve Esed rejiminin bıraktığı ağır mirasın yükünü her düzeyde taşıyor.

Bu bakış açısının İsrail'de aşırı milliyetçi ve dinci sağın ideolojik cephaneliğinin her zaman bir parçası olduğu biliniyor. Bu, bazılarının inandığı gibi Suriye'yi sadece coğrafi olarak değil, aynı zamanda ve en önemlisi toplumsal düzeyde de bölmeyi amaçlıyor.

Tarih boyunca sahip olduğu jeopolitik önem nedeniyle, İsrail'in şu aşamada Suriye'ye diğer ülkelerden daha fazla odaklandığı aşikâr. Çünkü zorlu bir geçiş sürecinden geçiyor ve Esed rejiminin geride bıraktığı ağır mirasın yükünü her düzeyde taşıyor. Yani bu dönem, İsrail'in Suriye'yi devlet ve halk olarak zayıflatması, gelecekte de siyasi, ekonomik ve sosyal güç elde etme kabiliyetini sınırlaması için en uygun dönemdir.

İsrail'in Suriye'ye yönelik müdahale ve saldırılarını, öncelikle terörist ve cihatçı etkinin artması korkusuyla örtbas ettiğini belirtmekte fayda var. İkinci gerekçesi, İsrail'e karşı düşmanlık beslediğini varsaydığı, sanki bu konuda İran'ın yerini alabilecekmiş gibi algıladığı Türkiye'nin nüfuzunun artmasını engellemek. Üçüncüsü, yeni Suriye rejiminin, İsrail'e karşı savaşmayacağına dair İsrail'i rahatlatacak ölçüde kesin işaretler vermemesi. Dördüncüsü, bölgedeki yeni denklemler ve gelişmeler doğrultusunda Suriye'yi İsrail ile normalleşme dalgasına çekmek.

Suriye'nin İsrail'in bu pusuları ve müdahaleleri karşısındaki sorunu, bitkin ve güçsüz olması ve onu parçalanmaya sürükleyen etkenlerin varlığıdır. İsrail ile hegemonya mücadelesi veren bölgesel güçlerin ortadan kalkması veya zayıflamasıdır. İran, tüm milis güçlerinin başına gelenlerden sonra artık kendi bekasıyla ilgileniyor. Siyasi ve ekonomik baskı altında olduğu gibi, nükleer ve füze programlarının belini kıracak olası bir saldırı tehdidiyle de karşı karşıya.

Suriye için mümkün olan ve en güvenli seçenek, onu iki yönden güçlendirmektir: Birincisi, devleti bir kurumlar ve hukuk devleti olarak inşa etmek, Suriyeliler her anlamda bir halk olsun diye vatandaşlığa dayalı bir toplum tesis etmektir

Türkiye’ye gelince, Suriye liderliğini kucaklamasına veya desteklemesine rağmen, ABD'nin desteklediği İsrail politikalarına karşı fazla bir şey yapması mümkün değil. Türkiye, NATO'nun önemli bir üyesi ve Suriye'ye olan ilgisi büyük ölçüde, hemen yanı başında bağımsız bir Kürt oluşumunun kurulmasını engellemekle sınırlı. Söylemi ne olursa olsun Suriye'deki rolünü sadece yumuşak güç, ekonomik imkânlar, altyapı ve hatta güvenlik güçlerinin eğitimi ile sınırlıyor.

Bu durum karşısında Suriye'nin seçenekleri sınırlı ve kısıtlı görünüyor; yorgun, bitkin ve parçalanmış, siyasi, ekonomik ve sosyal olarak acilen toparlanmaya ihtiyaç duyan bir Suriye gerçeğinde askeri seçeneği önermek pervasızlıktır. Şarku'l Avsat'ın al Majalla'dan aktardığı analize göre buna ilave olarak, Suriye ordusunun kapasitesinin ve altyapısının tahrip edilmesinden ve İsrail’in uzun elinin İran'a kadar bütün Ortadoğu'ya uzanabildiği ortaya çıktıktan sonra, savaşacak gücü ve kapasitesi de yok.

Dolayısıyla Suriye için mümkün olan ve en güvenli seçenek, onu iki yönden güçlendirmektir: Birincisi, devleti kurumlar ve hukuk devleti olarak inşa etmek, ikincisi de Suriyeliler her anlamda bir halk olsun diye vatandaşlığa dayalı bir toplum tesis etmektir. Kastettiğimiz, Suriye'de coğrafi bölünmüşlüğü reddedip, merkezi bir devlete yönelmekten bahsetmekle yetinmenin mümkün veya yeterli olmadığıdır. Çünkü böyle bir devlet ne bir güç göstergesidir ne de birlik göstergesidir, önemli olan halkın birliğidir. Bu da ancak etnik, mezhepsel ve siyasal ayrımlardan uzak, özgür ve eşit yurttaşlardan oluşan bir devletin kurulmasıyla gerçekleşebilir. İsrail devletinin kuruluşundan bu yana ihmal edilen veya bastırılan, İsrail'e karşı en etkili silah da budur.

İkinci boyut, Suriye'nin uluslararası, bölgesel ve Arap dünyasıyla ilişkilerinin güçlendirilmesini, dünyaya ve gerçekliğe karşılık vermesini ve uyum sağlamasını gerektiriyor. Çünkü böyle bir uyum, İsrail'in öne sürdüğü argümanları elinden alacaktır.

Burada Suriye'nin şu anda bir geçiş sürecinde olduğunu, Suriye'nin ve halkının geleceğinin, bu süreci sağlam ve doğru temeller üzerinde geçirmesinin belirleyeceğini kastediyoruz.

*Bu analiz Şarku'l Avsat tarafınadan Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.