Çin, Kovid-19 salgınıyla başa çıkmada sanayi kapasitesine güveniyor

Başkent Pekin'deki ilaç üreticileri ve lojistik hizmetleri sağlayan işletmeler, Kovid-19 vakalarındaki artış nedeniyle yeni yıla yoğun tempoyla girerken kış aylarındaki talebe karşılık verebilmek için üretim ve tedarik kapasitesini artırmaya yönelik planl

AA
AA
TT

Çin, Kovid-19 salgınıyla başa çıkmada sanayi kapasitesine güveniyor

AA
AA

Çin'de Kovid-19 tedbirlerinin geçen ayın sonunda gevşetilmesinin ardından virüsün kitlesel yayılımındaki artış nedeniyle ilaç ve tıbbi malzeme üretimi artıyor. Ülke, yeni dönemde hastalıkla mücadele ve tedavi hizmetlerine odaklanırken sanayi kapasitesini bu amaç doğrultusunda seferber ediyor.
Dünyanın en kalabalık ülkesi Çin, tedbirlerin gevşetilmesinin ardından bugüne dek ülkede görülen en büyük yayılmayla karşı karşıya. Kış aylarında 1 milyardan fazla kişinin enfekte olacağı öngörülen ülkede, acil ihtiyaç duyulan ilaçların üretilmesi ve zamanında tedarik edilmesi hayati önem taşıyor.
Ülkede geçen ay büyük şehirlerde ortaya çıkan büyük çaplı salgınlarda temel ilaçlar ve antijen testleri gibi sağlık malzemelerinin, piyasadan temininde sıkıntılar yaşandığı gözlendi. Devlet kurumları ve işletmeler, vakaların ülke geneline yayılmasıyla benzer sorunların yaşanmaması için hazırlıklarını arttırdı.
Başkent Pekin'deki ilaç üreticileri ve lojistik hizmetleri sağlayan işletmeler, Kovid-19 vakalarındaki artış nedeniyle yeni yıla yoğun tempoyla girerken kış aylarındaki talebe karşılık verebilmek için üretim ve tedarik kapasitesini artırmaya yönelik planlar yapıyor.

"Salgınla başa çıkma kabiliyetini artırmak için ilaç üretimini artırıyoruz"
Sanayi Bakanlığı Tüketici Ürünleri Sektörü Dairesi Direktör Yardımcısı Cou Cien, Çin ilaç sanayisinin güçlü bir üretim temeli ve mobilize olma kapasitesi olduğunu belirterek "Kovid-19 tedbirlerinde yeni aşamaya geçtiğimiz bu dönemde, salgınla başa çıkma kabiliyetimizi sürdürebilmek için acil ihtiyaç duyulan ilaçların üretimini artırmak ve ivedilikle piyasaya sürmek üzere çalışmalar yürütüyoruz. Kritik bazı işletmelerin personel, ham madde ve lojistik eksikliklerini gidererek hızla ihtiyaç duyulan üretim kapasitesine ulaşmasına destek sağlıyoruz." dedi.
İlaçlardan aşıların üretime dek tüm işletmeler ve bağlantılı sektörler arasında koordinasyonu sağladıklarını kaydeden Cou, "Vakaların ülkenin farklı bölgelerinde farklı zamanlar tepe noktasına ulaşacağını öngörerek insanlara en fazla ihtiyaç duydukları anda ilaç ve malzeme sağlamak için tedarik konusunda düzenlemeler yapıyoruz." ifadesini kullandı.
Yeni salgın protokolüyle klinik tedavi için çok sayıda ilacın kullanımına onay verildiğini, bunların hastanelere ve klinikler tedariki konusunda talebi karşılayabilecek kapasiteye ulaşacaklarını vurguladı.
Cou, 15 Şubat'a kadar sürecek Bahar Bayramı döneminde ülke içindeki seyahatlerin, Çin’de ikinci büyük salgın dalgası oluşturacağına dair öngörülere ilişkin, "Bu, henüz tahmin düzeyinde. Biz her olasılığa hazırlanıyoruz dolayısıyla ilaç üretimi ve tedariki Bahar Bayramı’nda da sürecek. Salgın nasıl gelişirse gelişsin, insanların ihtiyaç duydukları ilaçlara erişebilmesini sağlayacağız." değerlendirmesinde bulundu.

İlaç şirketi, günlük üretimi 12 milyona çıkarmayı hedefliyor
Devlete ait China Resources şirketler grubuna bağlı CR Double Crane ilaç şirketi, koordinasyon çalışmaları kapsamında üretim kapasitesinin arttırılmasına öncelik verilen işletmelerden biri.
Şirketin ülke genelindeki 20'den fazla üretim tesisinden biri olan Pekin'in Çaoyang ilçesindeki ilaç fabrikasında, 150 bin metrekare alanda 8 birimde üretim yapılıyor. 1200 kişinin çalıştığı fabrikada 17 kategoride ürün imal ediliyor.
Hap, granül, kapsül formunda ilaçların üretildiği katı doz atölyesinde, otomatize edilmiş 33 üretim bandı bulunuyor. Bakanlığın talimatıyla 5 Ocak’tan itibaren acil tedarik üretimine başlayan birimin günde 450 ila 850 bin hap üretme kapasitesi var. Ocak sonuna kadar 15 milyon tabletin üretilmesi planlanıyor.
CR Double Crane'in ocak sonunda kadar 7 parti halinde 135 milyon ilaç teslim etmesi planlanıyor. Bunların 80 milyonu piyasaya sürülürken geri kalanı sağlık kuruluşlarına dağıtılacak. Üretim kapasitesini geliştirmek için yurt dışından yeni makinalar ithal eden şirketin günlük üretim kapasitesini 15 Şubat'a kadar 7 milyondan 12 milyona çıkarması hedefleniyor.

Kovid-19 ilacı ne kadar etkili?
CR Double Crane Yönetim Kurulu Başkanı Lu Vınçao, halen üretim kapasitesinin talebi karşılayabilecek durumda olduğunu, ülke genelinde 200 kategoride ürün imal ettiklerini ve bugüne kadar tüm kategorilerdeki siparişleri karşıladıklarını ifade etti.
Aspirin ve diğer soğuk algınlığı ilaçlarının yanı sıra acil kullanımına onay verilen Kovid-19 ilacı Azduvine de burada üretiliyor. Henüz klinik açıdan etkinliğine dair verilerin yetersiz olduğu reçeteli ilaç, acil tedarik programı kapsamında hastanelere ve kliniklere gönderiliyor.
Lu, Kovid-19 ilacı Azduvine'in ABD ilaç şirketi Pfizer'ın ve diğer yabancı firmaların geliştirdiği muadillerine kıyasla ne kadar etkili olduğunu sorusuna, "Azduvine, Çin’de onay verilen ilk Kovid-19 ilacı oldu. Pfizer'ın ve diğer şirketlerin ilaçlarına göre ne kadar etkili olduğunu mukayese etmek için gerçek vakaların tedavisindeki performansını görmeye ihtiyacımız var." sözleriyle yanıt verdi.

Tüm üretim bantlarını acil tedarike yönlendirdiler
Merkezi Pekin'de bulunan Youcare ilaç şirketi de kontrol tedbirlerinin gevşetilmesinin ardından şehirdeki salgın tablosu hızla değişmeye başlayınca 10 Aralık 2022'de acil üretim için görevlendirilen işletmelerden biri oldu.
Şirketin Yönetim Kurulu Başkanı Yu Veyşi, bu tarihten itibaren tüm imalat hatlarını acil tedariki talep edilen ilaçlara yönlendirdiklerini, üç vardiyada 24 saat kesintisiz üretime geçtiklerini anlattı.
Salgının hızla yayılmasının ilaç sanayi ürünlerine talebi yoğunlaştırdığına dikkati çeken Yu, "Bu tempo, Kovid-19’un sonuna kadar devam edecek. Bahar Bayramı döneminde çalışanlarımızı 3 kat fazla günlük ödemeyle tatil döneminde de iş başı yapmaya teşvik edeceğiz." dedi.
Yu, şirketin geliştirdiği mRNA aşısının ne zaman uygulanabilir hale geleceği sorunu ise "Aşı için geliştirdiğimiz farklı platformlarımız var, mRNA bunlardan birisi. Formülün global patentini aldık. 'Ön araştırma aşamasındaki yeni ilaç' (Pre-IND) başvurumuzu yaptık. Bunun ardından, klinik denemeler ve onay süreçleri gelecek." diyerek yanıtladı.

E-ticaret şirketi, ilaç paylaşım platformu oluşturdu
Çin'in en büyük ve en geniş ağa sahip e-ticaret şirketlerinden JD.com'un lojistik şirketi JDL'in Pekin'in Daşing ilçesindeki dağıtım merkezi de salgın nedeniyle şehirdeki ihtiyaçları karşılamak üzere yoğun mesaiye giren işletmelerden biri.
E-ticaret alanında edindiği tecrübeyi yapay zeka, büyük veri ve otomasyon teknolojileri ile lojistik alanına aktaran şirket tedarik zincirlerinin sağlıklı işleyişi açısından kritik bir işlevi yerine getiriyor.
Şirket yetkilileri, salgın döneminde firmanın tedarik zincirleri konusundaki bilgi ve deneyiminin acil durumlara hızlı yanıt verilmesine, üretimin ve dağıtım hizmetlerinin sürdürülebilmesine olanak sağladığını vurguladı. Talepteki değişimlerin anlık takibiyle her bir dağıtım merkezinde günlük ihtiyaçları karşılayacak stokların bulunması sağlandı.
Şirket, vakaların hızla yayılmasının ardından ilaç temininde sıkıntıların baş göstermesi üzerine geçen ay "Kovid-19 Karşılıklı İlaç Yardım Platformunu" oluşturdu. JD'nin e-ticaret platformuna entegre edilen sistem, Çin'in her yerinden kullanıcıların ilaç ihtiyacına dair bilgi alışverişinde bulunmasına ve sahip oldukları fazla ilaçları ihtiyaç sahipleriyle paylaşmasına olanak sağladı. Eczaneler de bu platformu kullanarak ilaç stoklarını yoğun taleple karşılaşan diğer eczanelere aktarabildi.



Hindistan ve Pakistan nükleer silahlarının hikayesi

Hindistan-Pakistan çatışması (Shutterstock)
Hindistan-Pakistan çatışması (Shutterstock)
TT

Hindistan ve Pakistan nükleer silahlarının hikayesi

Hindistan-Pakistan çatışması (Shutterstock)
Hindistan-Pakistan çatışması (Shutterstock)

Muhammed Mansur

Hindistan ve Pakistan'ın 1947 yılında ayrılmasından bu yana iki ülke arasındaki ilişkiler gerginliğini korurken, geçici bir ateşkes ile kalıcı çatışma arasında gidip gelmeye devam etti. Keşmir meselesi başından beri sönmeyen bir kıvılcım olurken, defalarca çatışmaya ve ciddi diplomatik krize yol açtı. Ancak bugünkü gerilimi benzersiz ve tehlikeli kılan, uzun bir geçmişi olan bu çatışmanın her iki tarafın da nükleer silahlara sahip olduğu gerçeğiyle birleşmesi. Bunun da işlerin kontrolden çıkması halinde nereye varabileceği sorusunu beraberinde getirmesidir.

Çeyrek asrı aşkın bir süre önce, 1998 yılının mayıs ayında Racistan'daki Pokhran Test Sahası yakınlarındaki sıcak ve kuru Tar Çölü'nün derinliklerinde Hindistan, 'güç' anlamına gelen 'Operasyon Shakti’ kod adıyla nükleer silah sahibi ülkeler kulübüne resmen girdi.

Hindistan, Güney Asya'daki güvenlik dengelerini sarsan ve uluslararası tepkilere yol açan bir hamleyle beş nükleer bomba patlattı.

Hindistan'ın nükleer programının kökleri, genç bir fizikçi olan Homi K. Bhabha'nın Tata Sanayi Grubu'nun yardımıyla Tata Temel Araştırma Enstitüsü'nü (Tata Institute of Fundamental Research/TIFR) kurduğu 1945 yılına kadar uzanıyor. Pakistan-Hindistan bölünmesinden sonra hükümet, 1948 yılında Atom Enerjisi Yasası ile nükleer programın ilk yasal adımlarını attı ve ardından Hindistan Atom Enerjisi Komisyonu'nu (AECI) kurdu.

Hindistan 1974 yılında ‘Gülümseyen Buda’ kod adlı ilk yeraltı nükleer denemesini gerçekleştirdi. Bu testin her ne kadar ‘barışçıl’ olduğu söylense de uluslararası endişelere ve Yeni Delhi ile nükleer iş birliğine kısıtlamalar getiren Nükleer Tedarikçiler Grubu'nun (NSG) kurulmasına yol açtı.

Uluslararası baskı

Takip eden on yıllar boyunca Hindistan'ın nükleer programı, özellikle Homi K. Bhabha'nın ölümüyle birlikte uluslararası baskı ve yaptırımlardan ve iç siyasi istikrarsızlıktan zarar gördü. Yine de Hindistan nükleer altyapısını inşa etmeye devam etti ve 1980'li yıllarda Ebubekir Zeynelabidin Abdulkelam ve Rajagopala Chidambaram gibi bilim adamlarının çabaları sayesinde füze geliştirme ve uranyum zenginleştirme için paralel programlar başlattı.

Hindistan 1990'lı yıllarda çok sayıda nükleer bomba yapmak için yeterli malzeme ve bileşene sahipti, ancak yeni bir deneme yapmadı. 1998 yılında Atal Bihari Vajpayee’nin lideri olduğu Hindistan Halk Partisi’nin (Bharatiya Janata Partisi/BJP) iktidara gelmesiyle her şey değişti. Vajpayee, Hindistan'ı nükleer silahlarla donatma niyetini açıkça ifade ederek bunu bir ‘egemen hak’ ve ‘savunma ihtiyacı’ olarak değerlendirdi.

1990'lar kararlı bir tutumun hâkim olduğu yıllardı. 1998 yılında Hindistan nükleer denemelerini gerçekleştirdikten sonra Pakistan'ın cevabı gecikmedi.

Ancak uluslararası tepki gecikmedi. ABD, Japonya ve diğer ülkeler, vakit kaybetmeden Hindistan’a ekonomik yaptırımlar uyguladı. Çin bölgede bir nükleer silahlanma yarışından duyduğu endişeyi dile getirdi.

Hindistan'ın komşusu ve geleneksel rakibi Pakistan, 28 Mayıs 1998 tarihinde Chagai Tepeleri'nde birkaç deneme yaparak komşusunun bu hamlesine hemen karşılık verdi ve nükleer güçler kulübüne girdiğini resmen ilan etti. Bu sadece bir güç gösterisi değil, 1971 yılında Bangladeş'in ayrılmasıyla başlayan ve ülke tarihinin en büyük yenilgilerinden birinin ardından gelen uzun bir sürecin zirve noktasıydı.

Sind eyaletinin Haydarabad kentinde toplanan ve Hindistan karşıtı bir protesto gösterisi sırasında Hindistan Başbakanı Narendra Modi'nin kuklasını yakan protestocular, 9 Mayıs 2025 (AFP)Sind eyaletinin Haydarabad kentinde toplanan ve Hindistan karşıtı bir protesto gösterisi sırasında Hindistan Başbakanı Narendra Modi'nin kuklasını yakan protestocular, 9 Mayıs 2025 (AFP)

Pakistan’ın nükleer silahlarla olan hikayesi 20 Ocak 1972'de Başbakan Zulfikar Ali Butto’nun Multan şehrinde üst düzey bilim adamları ve mühendisleri bir araya getirmesiyle başlar. Pakistan'ın Hindistan ile bir “caydırıcılık dengesi” olmadan hayatta kalamayacağını ilan etti. Butto, açık sözlülükle “Gerekirse ot yeriz ama bomba yapacağız” ifadelerini kullandı. Böylece Pakistan'ın nükleer programı resmen doğmuş oldu.

Nükleer fizikçi Munir Ahmed Han, Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı'ndaki (UAEA) görevinden döndükten sonra, Pakistan Atom Enerjisi Komisyonu'nu (PAEC) yönetmekle görevlendirildi, ancak PAEC çok geçmeden özellikle gerekli bölünebilir malzemenin üretilmesi konusunda büyük teknik zorluklarla karşılaştı. Hollanda'daki uranyum zenginleştirme tesislerinde çalışmış bir metalürji mühendisi olan Abdulkadir Han'ın ismi burada ortaya çıktı. Han, ülkesine santrifüj uranyum zenginleştirme alanında önemli bilgiler ve teknikleri kazandırdı.

Hükümetin tam desteğiyle daha sonra Pakistan'ın ana nükleer araştırma kurumu haline gelecek olan Kahuta tesisini kuran Han, PAEC ile birlikte nükleer programın geliştirilmesinde iki paralel hat oluşturdu. Han'ın, dönemin Cumhurbaşkanı General Muhammed Ziya-ül Hak'a gönderdiği bir mektuba göre Pakistan 1984 yılında geniş, ağır gözetime ve Batı ülkelerinin uyguladığı yaptırımlara rağmen yüksek oranda zenginleştirilmiş uranyum üretmeyi başararak nükleer silaha sahip oldu.

1990'lar kararlı bir tutumun hâkim olduğu yıllardı. 1998 yılında Hindistan nükleer denemelerini gerçekleştirdikten sonra Pakistan'ın cevabı gecikmedi. Aynı ay içinde Pakistan ülkenin batısındaki Chagai Çölü'nde beş nükleer bomba denemesini aynı anda yaptı. İki gün sonra da Haran Çölü'nde altıncı denemeyi gerçekleştirdi. Bu, Pakistan'ı dünyada nükleer silah geliştiren ve deneyen yedinci ülke haline getirerek bölgesel gerilimi arttırdı ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin (BMGK) 1172 sayılı kararla kınamasına yol açtı.

Hindistan'ın plütonyumu, Pakistan'ın uranyumu

Hindistan ve Pakistan’ın nükleer devletler kulübüne girmelerinden sonra bu iki ülkenin kapasiteleri ve hangi ülkenin daha üstün olduğu konusundaki tartışmalar hiç bitmedi. Her iki ülke de nükleer denemelerini aynı yılın aynı ayında gerçekleştirmiş olsa da iki program arasındaki teknolojik farklılıklar başından beri vardı ve bugün de devam ediyor.

Hindistan orta ve uzun menzilli balistik füzelerin yanı sıra nükleer füze fırlatabilen denizaltılardan oluşan geniş bir cephanelik geliştirerek kara, deniz ve havayı kapsayan üç boyutlu bir caydırıcılık kabiliyetine sahip oldu.

Hindistan, nükleer programını, nükleer silah tasarımında daha yüksek teknik kabiliyet ve hassasiyeti yansıtan bir seçim olarak nükleer araştırma reaktörlerinden elde edilen plütonyum temelinde geliştirdi. Buna karşın Pakistan, Kahuta Santrifüj Tesisi’nde üretilen yüksek oranda zenginleştirilmiş uranyum kullandı. Teknik olarak, plütonyum savaş başlıkları için boyut ve ağırlık açısından daha verimli, ancak teknik olarak işlenmesi daha zor.

Kanıtlar, Hindistan'ın hidrojen termobarik bomba tasarımına odaklandığını gösteriyor. Hindistan, 1998 yılında yapılan bir testte bu bombanın kullanıldığını duyurmuş olsa da tam ölçekli testin başarısı konusunda şüpheler söz konusu. Termonükleer bomba fisyondan sonra nükleer füzyona dayanır ve Pakistan'da olduğu gibi muazzam bir patlama gücü sağlar. Pakistan sadece fisyon bombalarını ve bazı geliştirilmiş bombaları test etti, ancak henüz termal bir silaha sahip olduğunu ilan etmedi.

Plütonyum ve uranyum bombaları arasında bölünebilir maddenin türünde ve kullanılan patlatma yönteminde farklar söz konusu. Hiroşima'ya atılan bomba gibi uranyum bombaları uranyum-235 adlı madde temelinde geliştirilmiştir ve ‘top’ olarak bilinen nispeten daha basit bir tasarıma sahiptir. Burada iki kritik altı kütle hızla birbirine itilerek bir patlama meydana getirilir. Uygulanması nispeten kolay olsa da büyük miktarda saf zenginleştirilmiş uranyuma ihtiyaç duyulur.

Buna karşılık Nagazaki'ye atılan ‘Fat Man’ (Şişman Adam) bombası gibi plütonyum bombaları, plütonyum-239 maddesi temelinde geliştirilir ve plütonyumun son derece koordineli patlayıcılar kullanılarak kritik kütleye sıkıştırıldığı ‘patlama’ olarak bilinen daha karmaşık bir tasarım gerektirir. Bu da daha küçük boyutta daha güçlü ve verimli bombaların yapılmasına olanak sağlar. Ancak son derece gelişmiş mühendislik teknolojisine ihtiyaç duyar. Plütonyum ayrıca daha radyoaktif bir maddedir. Kalıplanması ve depolanması daha zor. Bu da onu fiziksel ve güvenlik açısından zor bir maddeye dönüştürüyor. Şarku’l Avsat’ın al Majalla’dan aktardığı analize göre bununla birlikte, yüksek yoğunluğu ve daha küçük boyutlarda daha büyük patlamalar üretme kabiliyeti nedeniyle modern silah tasarımlarında tercih ediliyor.

İslamabad, kısa menzilli Nasr füzesi gibi taktik nükleer silahların kullanılmasının, özellikle Hindistan'ın sayısal ve lojistik üstünlüğüne ayak uyduramaması çerçevesinde konvansiyonel bir savaş durumunda Hindistan'ın olası bir ilerlemesini durdurmanın tek yolu olabileceğine inanıyor.

Hindistan orta ve uzun menzilli balistik füzelerden oluşan geniş bir cephaneliğin yanı sıra nükleer füze fırlatabilen denizaltılar geliştirerek kara, deniz ve havayı kapsayan üç boyutlu bir caydırıcılık kabiliyetine sahip oldu. Buna karşılık Pakistan, Şahin ve Ghauri gibi etkili, ancak daha kısa menzilli, daha az çok yönlü bir füze sistemine sahip. Bu da uzun menzilli caydırıcılıktan ziyade hız ve anında karşılık verme yaklaşımını ön plana çıkarıyor.

Hindistan’ın üstünlüğü

BM Silahsızlanma İşleri Ofisi’ne (UNODA) göre Hindistan yaklaşık 172, Pakistan ise yaklaşık 170 nükleer savaş başlığına sahip. Bu sayısal yakınlığa rağmen, her iki tarafın nükleer doktrini, kullandığı teknoloji ve stratejik yönelimleri önemli ölçüde farklılık gösteriyor. Bu da aralarındaki dengeyi kırılgan hale getiriyor.

Hindistan kamuoyu önünde ‘ilk adımı atmama’ politikasını benimsiyor. Yani nükleer bir saldırıya karşılık vermedikçe nükleer silah kullanmayacağını taahhüt ediyor. Ancak Yeni Delhi hükümetinin üst düzey bazı isimleri son zamanlarda bu doktrinin gözden geçirilebileceğinin sinyallerini verdi. Pakistan ise böyle bir politikayı benimsemeyi kategorik olarak reddederken, varoluşsal bir tehdit algılaması halinde nükleer silahları önleyici olarak kullanma hakkını savunuyor.

İslamabad, kısa menzilli Nasr füzesi gibi taktik nükleer silahların kullanılmasının, özellikle Hindistan'ın sayısal ve lojistik üstünlüğüne ayak uyduramaması çerçevesinde konvansiyonel bir savaş durumunda Hindistan'ın olası bir ilerlemesini durdurmanın tek yolu olabileceğine inanıyor.

Nükleer silahlar dışında, Pakistan sadece 560 bin askere sahipken Hindistan, 1,24 milyondan fazla askeriyle konvansiyonel kabiliyetlerde askeri üstünlüğe sahip.

İslamabad'da düzenlenen Pakistan Milli Günü geçit töreni sırasında Nasr (sağda) ve Babur (solda) füzelerini taşıyan askeri araçların üstünden selam veren Pakistan askerleri, 23 Mart 2022 (AFP)İslamabad'da düzenlenen Pakistan Milli Günü geçit töreni sırasında Nasr (sağda) ve Babur (solda) füzelerini taşıyan askeri araçların üstünden selam veren Pakistan askerleri, 23 Mart 2022 (AFP)

Hindistan, ithalata bağımlılığın azaltılmasına ve modernizasyona odaklanarak 2025-2029 yılları için 415,9 milyar dolarlık devasa bir savunma bütçesi ayırdı. Buna karşın Pakistan, içerideki ve sınır güvenliği alanındaki zorunluluklar nedeniyle 2028 yılında sadece 10 milyar dolara ulaşması beklenen savunma bütçesiyle daha mütevazı ilerliyor.

Hindistan 220'den fazla Rus yapımı Suhoy Su-30 MKI çok amaçlı savaş uçağı ve 36 gelişmiş Fransız yapımı Rafale savaş uçağı ile sayısal ve niteliksel olarak Pakistan karşısında üstün bir konuma sahip. Pakistan ise Pekin ile ortaklık kurarak Hindistan'ın üstünlüğünü dengelemek amacıyla JF-17 ve J-10C gibi Çin yapımı savaş uçaklarına ve bazı eski Amerikan yapımı F-16'larına güveniyor.

Hindistan, başta Rus yapımı T-90 tankı ve kendi yapımı Arjun tankı olmak üzere çok çeşitli bir tank filosunun yanı sıra, K9A1 gibi modern obüslere sahip. Öte yandan Pakistan, neredeyse tamamen Khalid ve VT-4 gibi Çin tanklarından oluşan bir tank filosuna sahip ve Amerikan M109 silahlarını kullanıyor. Hindistan ise Rus yapımı S-400 ve İsrail yapımı Barak-8’den oluşan ikili hava savunma sistemine sahip. Buna karşın Pakistan’ın aradaki teknolojik farkı azaltmak amacıyla edindiği uzun menzilli HQ-9 ve orta menzilli LLY-80 gibi Çin yapımı hava savunma sistemleri var.

Hindistan iki uçak gemisi, nükleer ve hücum denizaltıları ile çok sayıda destroyer ve fırkateynden oluşan güçlü bir donanmaya sahipken, Pakistan’ın uçak gemisi olmayan sınırlı bir donanması var. Donanmanın envanterinde eski Fransız Agusta denizaltıları ile bazı Çin yapımı fırkateynler bulunuyor.

Hindistan’ın hava ve deniz kuvvetlerindeki üstünlüğüne ve daha geniş bir askeri üs ve tesis ağına sahip olmasının yanında bu üstünlüğü, paradoksal bir şekilde, Pakistan'ın erken nükleer saldırı seçeneğini sürdürmesinin ana nedenlerinden biri. Çünkü İslamabad, kısa menzilli Nasr füzesi gibi taktik nükleer silahların kullanılmasının, özellikle Hindistan'ın sayısal ve lojistik üstünlüğüne ayak uyduramaması nedeniyle konvansiyonel bir savaş durumunda Hindistan'ın olası bir ilerlemesini durdurmanın tek yolu olabileceğine inanıyor.