Kirill… 'Putin'in patriği' mi, yoksa 'Tanrı'nın patriği' mi?

Rus Ortodoks Kilisesinin başı, "Russky Mir" adını taşıyan "yeni bir uluslararası durum" için milli bir projeden bahsediyor

Patrik Kirill ve Putin Rusya ve Ortodoks Kilisesi için ortak bir vizyona sahip / Fotoğraf: AP
Patrik Kirill ve Putin Rusya ve Ortodoks Kilisesi için ortak bir vizyona sahip / Fotoğraf: AP
TT

Kirill… 'Putin'in patriği' mi, yoksa 'Tanrı'nın patriği' mi?

Patrik Kirill ve Putin Rusya ve Ortodoks Kilisesi için ortak bir vizyona sahip / Fotoğraf: AP
Patrik Kirill ve Putin Rusya ve Ortodoks Kilisesi için ortak bir vizyona sahip / Fotoğraf: AP

Fiziksel görünümü ve güçlü yapısı, başında beyaz bir başlık, elinden düşmeyen ruhani gözetim asası ile bu adam, kadim Ortodoks Rusya'nın bağrından, Çar Romanov zamanından kopup gelmiş gibi duruyor.
Yaklaşık 70 yıllık komünizm, onun ruhunda hiçbir iz bırakmamış sanki. 
Seyirci, özellikle kimliğini ve bir din adamı olup olmadığını anlamak için yakından bir kişilik okuması yaptığında şaşırır; fakirlik, namus ve itaat yemini edip dünyanın göz boyayan süslerinden vazgeçen ve Rus Ortodoks Kilisesi pederlerinin çileci teolojisinin derinliğini yaşayan biri mi yoksa adeta Avrupa'nın, din savaşları döneminde tanıdığı benzer modelleri çağrıştıran bir derin siyaset adamı mı?

Kimdir bu Rus Patrik Kirill? Vazifesi sadece milyonlarca Rus Ortodoks ve etrafındakilerinin işleriyle ilgilenmek olan bir ruhani mi?
Yoksa Vladimir Putin ile özel bir işbirliği yapıp daha büyük bir Rus projesine ortak mı oldu?
Bu adam Sovyetler Birliği'nin dağılmasının, 20'nci yüzyılda bu dağılmada payı olanların affedilmez bir günahı olduğunda hala ısrarcı ve bu günahı işleyenleri biraz olsun unutmamış ve affetmemiş. 

Kirill ve ruhbanlığa doğru yolculuğu
Şarku'l Avsat'ın The Independent Arabia kaynaklı haberine göre, Vladimir Mihailoviç Gundyayev, 1946 yılında rahip bir baba ile Almanca öğretmeni bir annenin çocuğu olarak dünyaya geldi.
Bir rahip ailesi içine doğdu. Dedesi Vasily Stanoviç, 30'lu ve 40'lı yıllardaki kilise faaliyetleri sebebiyle Sovyet yetkililer tarafından defalarca zulüm ve hapse maruz kalan bir rahipti. 
Daha sonra Kirill adını seçecek olan Gundyayev, sekiz yıllık lise eğitimini bitirdi ve Leningrad Jeoloji Heyeti'nde haritacı olarak çalıştı.
Ancak 3 yıllık çalışma hayatından sonra kendisini sivil olarak göremedi ve mezun olup Leningrad Teoloji Akademisi'ne katılmak üzere teoloji okuluna kaydoldu. 
Küresel komünist nüfuzun doruk noktasında olduğu 1969 yılında Kirill, ruhbanlığı ve adanmayı tercih etti. Kutsal Kitaplar üzerine çalışmalar dünyasında büyük bir ustalık ortaya koymaya başladı ve 24 yaşında teoloji akademisinden onur derecesi ile mezun olarak dogmatik teoloji hocası oldu. 
Kirill, ülkesindeki ruhani vazife basamaklarını hızlı bir şekilde tırmanarak öğretim görevinin yanında bir de Leningrad ve Novgorod metropoliti piskopos Nicodemus'un şahsi sekreterliği ile teoloji okulunda birinci sınıf öğretmenliği görevlerine getirildi. 
1971 yılında Kirill, terfi ederek arhimandrit (küçük bir kasabadaki bir kilisenin denetçi başrahibi) oldu. Aynı yıl Cenevre'deki Dünya Kiliseler Konseyi'nde Moskova Patrikhanesi'nin temsilciliğini yaptı.
20 yıl içinde Kirill, arhimandrit rütbesinden metropolitliğe (çok sayıda cemaatten sorumlu piskopos) geçti. 
Komünizmden mevcut Rus rejimine geçiş döneminde Kirill, her pazar günü devlet televizyonunda yayınlanan Piskoposun Sözü adlı programın sunucusu olarak tanındı.
Bu programda vatandaşların sorularına cevaplar sunuyordu ki bu, büyük bir manevi eğitim rolü olarak değerlendirildi. 
5 Aralık 2008'de Rus Patrik II. Aleksi ölünce Kirill'in önünde 25 Ocak 2009'da Moskova ve tüm Rusya'nın patriği olma yolu açıldı. 

Piskoposluk görevi ve ardımdan siyasi bir çatlak
Kirill'in biyografi kitabı hakkında bilgisi olanlar onun 1995 yılından bu yana nasıl Rusya Federasyon Hükümeti ile sıkı bir şekilde çalıştığını ve pek çok istişare etkinliğine defalarca davet edildiğini bilirler.
Kirill, Çeçen Cumhuriyeti'nde yaşanan anlaşmazlıkların çözümünde ve kültürel faaliyetlerin düzenlenmesinde belirgin bir etkinlik gösterdi ve onun aktif katılımıyla Hıristiyanlığın 2000. doğum yılı kutlandı. 
Şurası çok açık ki Kirill'in başarıları, kendisine yönelik kıskançlığı da beraberinde getirdi. Kimileri Sovyet istihbaratı ile bağlantılı olduğuna dair söylentiler yayarak onu eski bir KGB ajanıymış gibi göstermeye çalıştı.
Kimileriyse tütün başta olmak üzere gümrüğe tabi malları ithal etmek isteyen gruplarla bağlantısı olduğunu söyledi.
Ancak tüm bu laflar gerek halktan gerek seçkinlerden olsun, Rusların kulağına gitmedi; provokasyon için planlanan propaganda kampanyaları olarak görüldü ve Kirill'in kilise kariyerini ve toplumsal rolünü etkilemedi. 
1991 ve 1993 yılları arasında Rusya'da yaşanan siyasi kargaşa sürecinde Metropolit Kirill, barışı korumada aktif bir konum üstlendi ve 1993 yılında Evrensel Rus Halk Katedrali'nin inşasını başlattı. 
1995'ten 1997 yılına kadar Moskova Patrikhanesi'nin artan siyasi etkinliği sebebiyle Kilise Dış ve İç İlişkiler Dairesi artan bir etki ve şöhret kazandı; o kadar ki dairenin başkanı basında "dışişleri bakanı" ve bazen de Rus kilisesinin "başbakanı" olarak anılmaya başladı. 
2003 yılında Patrik II. Aleksi ciddi bir şekilde hasta düştüğünde Rus Ortodoks Kilisesinin üst düzey liderliğinde gerçekleşen bir "fertler devrimi" ile Kirill'in konumu büyük oranda güçlendi. 
Kısa bir süre sonra pederlik tahtı için verilen mücadelede Metropolit Kirill'in ciddi rakipleri olarak görülen iki etkili piskopos Sergius ve Methodius görevlerinden alındı.
Kirill, temel bilgilere son derece vâkıf olmanın yanı sıra yüksek zekaya sahip biri olarak tanınır; 600'den fazla yazı yayımlamış ve çok sayıda kitap yazdı. 
Kirill, Halklar Arasında Dostluk Madalyası ve Vatan İçin Liyakat Madalyası gibi Rusya dışında ve içinde birçok ödüle layık görüldü.
2002 yılında "Yılın Adamı" unvanını alırken 2004 yılında da "Rus Ulusal Olympus" ödülünü kazandı.
Keza "Şeref ve Cesaret" madalyası ile Birinci Dereceden En Büyük Peder Madalyası da aldı. 

Rusya'nın patriği ve kutsal savaş zamanı
Dini ve siyasi bir karışım olması itibarıyla Kirill'in, Rusya'nın askeri operasyonlarını yakından veya uzaktan desteklediği açıkça görülüyordu.
Onun desteği önce, Ukrayna'nın doğusundaki Kırım yarımadasındaki Rus operasyonlarında, daha sonra da radikal İslamcılığın ilerleyişini durdurmak amacıyla Rusya'nın Suriye'ye müdahalesini kutsamasında kendini gösterdi. 
Rusya'nın Ukrayna'ya saldırısında Kirill, güçlü bir destekçi olarak değerlendirildi; özellikle de krizin başlarında, bu yaşananların Batı'nın çöküşüne karşı medeniyet savaşının bir parçası olduğunu açıkladığında. 
Savaşın başlarında Kirill, bir konuşma yaparak Ruslara, "yetkililer etrafında bir araya gelip dış ve iç düşmanları püskürtme" çağrısı yaptı.
Başka bir konuşmasında ise Rusya için verilen savaşın kutsal olduğuna, metafizik öneme sahip olacağına, Ukrayna'nın işgalinin ebedi bir kurtuluş meselesi olduğuna işaret ederek bu savaşı, Kilise ile Deccal Mesih arasındaki bir çekişmeye benzetti ve Rus güçlerin savaştığı şeylerden birinin de eşcinsel yürüyüşler olduğunu iddia etti. 
Kirill, Ukrayna savaşını, özellikle Batı liberalizmi tehlikesi ve onun Ortodoks kültürüne yönelik tecavüzüne karşı bir tür dini savaş olarak tanımladı. 
Kirill, Putin dönemini ise bir "mucize" olarak niteliyor. O, Kremlin'in efendisini siyasi açıdan desteklerken bazıları onu Rusya'daki yetkililerin güçlü kültürel kolu olarak görüyor.
Nitekim muhafazakâr bir yaklaşım benimsiyor ve Rus toplumunu, özellikle de cinsel azınlıkların haklarını kabul etmek bakımından, Batı'nın kültürel etkilerinden koruma çağrısı yapıyor.

Kirill, Rusya'nın yeni muhafazakâr düşüncesinin lideri mi?
Bu, Rus basınının tarifi. Onun Rus imparatorluğunun dirilmesi gerektiği konusunda Putin ile aynı görüşü paylaştığı düşünülüyor. 
Russky Mir projesi için Putin'in adamı
Rus Dini Haber Ajansı'ndan gazeteci Jack Jenkins'e göre, "Ukrayna'ya karşı savaş Rusya'nın, muhafazakâr dini değerleri Rus milliyetçiliği ile ilişkilendirmek suretiyle Putin'in jeopolitik emellerini Hıristiyan inancına bağlamak için on yılı aşkın bir süredir gösterdiği çabaların doruk noktasıdır; özellikle de Rus Kilisesi birçok Doğru Avrupa ülkesinde büyük bir nüfuz ve etkiye sahipken."
Kirill, söz konusu ülkelerin halklarının medeni Rus dairesine mensup olup Rus halkının bir parçası olduğunu savunan görüşü destekliyor. 
Jenkins'in ifadeleri, "yeni bir enternasyonallik arayışındaki Rusya" fikrine ya da Russky Mir, yani daha büyük bir Rus dünyası denen şeye yaklaştırıyor.
Bu önermede medya ve siyaset sektörlerinde faaliyet gösteren hükümet ve Putin yanlısı tüm organlar, ulusal ruhu yayma ve Rus geleneklerinin değerini en üst düzeye çıkarma konusunda aktif olarak çalışıyor.
Bu plan aynı zamanda, ahlaki değerlere tutunma ve Rusya ile Batı arasında patlak veren Soğuk Savaş'taki yenilgi duygusunun getirdiği tüm olumsuzluklardan kurtulmaya çağırıyor. 
Bu plan, Rus Ortodoks Kilisesinin gözetiminde yürütülüyor. Kilise, gölgesinde bu yeni ideolojinin inşa edildiği bir şemsiye olarak değerlendiriliyor.
Öyle bir şemsiye ki Slav halkları birliğinin korunmasında ve Hıristiyan dininin aktarılmasında üstünlüğü elinde tutuyor. 
Bu Rus ideolojisini kuranların gözünde Avrupalı toplumlar, tarihsel olarak Hıristiyanlık, devlet egemenliği ve ahlaki değerler sonrası bir süreçten geçiyormuş gibi. 
Putin, Moskova'yı değerler için merkez ve sağcı ve milliyetçi fikirleri muştulayan uluslararası bir kuruluş için karargâh haline getirmeye çalışıyor.
Dünya hükümetlerini de kendi halklarının kültürel ve ahlaki mirasını, hayat tarzlarını ve dini kaidelerini korumaya yönelik taahhütlerinin altını çizmeye davet ediyor.
Bir diğer ifadeyle, kültürel çoğulculuk, toplumsal özgürleşme ve tam eşitlik başlıkları altında parçalanıp ahlaki olarak ayrışan toplumlar olgusunu sınırlandırma çağrısında bulunan sağcı ve muhafazakâr akımların bir araya geldiği uluslararası bir örgüt kuruyor.  

Kirill, Kremlin'in planlarının merkezinde yer alan milli ideolojinin esaslı bir parçası haline mi geldi?
Böylesi bir rol, Roma Katolik Kilisesinin atan kalbi Vatikan başta olmak üzere, gelişmiş Hıristiyan dini şehirleri tarafından memnuniyetle mi yoksa muhalefetle mi karşılanıyor?

Papa Francis ile bir çatışma ve Kirill
Önceki önerme bizi bir "Moskopiyen" inanç metropolünün Vatikan'ın somut bir eşdeğeri veya kutupsal bir muadili olarak ortaya çıkıp yükselmesi için çalışan kişilerin var olduğu gerçeğine taşıyor; her ne kadar Vatikan, çatışmayla bu kısımdan veya o bakış açısından ilgilenmese de.
Bununla birlikte Ukrayna krizi, Vatikan ve Rus Patrikhanesi'ni keskin bir şekilde ruhani ve ahlaki bir çatışmaya soktu. 
17 Mart 2022'de, yani Rusya'nın Ukrayna'daki askeri operasyonlarının üzerinden yaklaşık 3 hafta geçtikten sonra Papa Francis, Patrik Kirill ile görüntülü bir görüşme gerçekleştirdi. 
Francis'e göre Kilisenin, Mesih dili, yani barışçıl bir dil kullanması gerekirdi; siyasi bir dil, yani savaş ve çatışma dili değil. 
Romalı Papaz, halkın çobanı olarak kendisinin ve Kirill'in rolünden ve barışa yardımcı olmak ve acı çekenlere destek vermek için nasıl çabalarını birleştirmeleri gerektiğinden bahsetti. 
Ve Francis, Kirill'den ateşkes için çaba ve yardım talep etti. Satır aralarında da onu, müzakerelere alan açmak ve Rus halkı ile Ukrayna'da bombalanıp ölen insanların kanı için ağır bedeller ödemeyi durdurmak adına Putin ile ilişkisini ve onu etkileme gücünü kullanmaya teşvik etti. 
Francis, "savaşların her zaman zalim olduğunu", zira bedelini Allah'ın halkının ödediğini, yüreklerimizin ölen çocuklar ve kadınlar ile tüm savaş kurbanları karşısında ağlamaktan başka bir şey yapamadığını vurguladı.
Beyaz kıyafet içindeki Papa, Rus Patrik ile konuşmasını şöyle sona erdirdi: Savaş asla bir yol değildir ve birleştiren ruh, dini önderlerden savaş sebebiyle acı çeken halklara yardım etmelerini talep eder.

Peki Kirill'in Francis'in tüm bu sözlerine cevabı ne oldu?
Geçen mayıs ayında İtalyan Corriere della Sera gazetesine verdiği demeçte Roma Papası, Kirill'in 20 dakika boyunca elindeki bir kâğıttan savaşı haklı çıkaran her türlü şeyi okuduğunu belirtti. 
Francis, mevcut durumda Kirill'in tutumunu değiştirmede başarısız oldu.
Halbuki Moskova'ya gidip Putin'le görüşmeye ve savaşı durdurmak için çalışmaya hazır olduğunu göstermişti.
Başbakan Kardinal Pietro Parolin'den de Putin'e bu doğrultuda bir mektup göndermesini istemişti. 
Daha sonra yine mayıs ayında Rus Kilisesi, Francis'in, sunak ve Kremlin hizmetkârı hakkındaki söylemlerinin kabul edilemez olduğunu savundu.
Rus Patrikhanesi, bu gibi açıklamaların iki kilise arasındaki diyaloğa zarar vereceği konusunda uyarıda bulundu. 
Francis'in, "Bizler sunağın hizmetkârıyız, siyasetin veya Kremlin'in değil" sözü Kirill'i öfkelendirdi.
Bu söz, dünya basını tarafından Kirill'in, "sunağın hizmetkârı" değil, "Putin'in hizmetkârı" olduğu şeklinde dillendirildi. 

Kirill, II. Urban mı?
Birçok gözlemci bugün şu soruyu soruyor:
Kirill, döneminde Haçlı Savaşları başlayan Papa II. Urban'ın (1042-1099) modern versiyonu mu?  
Bu soru, Kirill'in son açıklamalarına karşı dile getirildi. Bu ayın 7'sinde düzenlenen (Ortodoks mezhebine göre) Son Noel Ayini sırasında Kirill, "Rusya, dünyayı faşizm belasından nasıl kurtardıysa bugün de manevi ve ahlaki bir krizin içinde gitgide boğulan dünyanın kurtulması için yine öyle yardım etmesi gerekiyor. II. Dünya Savaşı'nda Rusya bizzat, dünyayı korkunç faşizm salgınından kurtarmış ve Rusya'nın ön saflardaki fedakârlıkları sayesinde zafere ulaşılmıştı" ifadelerini kullandı.
Kirill konuşmasını şöyle sürdürdü:
"Belki de bizi böyle korkunç fedakârlıklara iten Rab, manevi yaşamımız ile imanımız, inançla bilgiyi birleştirmek ve inancı tüm kamusal alanlara yaymak yoluyla bunu sağlamaya davet ediyor. Faşizmi yendiğimiz gibi dünyanın kurtuluşu bulmasına da yardımcı olabiliriz."

Bu, Ukrayna savaşı ile Rusya'nın başka savaşlarını sürdürme çağrısı mı?
Daha önce, geçtiğimiz eylül ayının sonunda Patrik Kirill, ölümden korkmamaya teşvik etti. 
Rusya Başkanı'nın ilan ettiği, yedek güçlerin kısmi seferberlik zamanıydı. 
Kirill, askerlere yönelik mesajında şöyle diyordu:
"Askeri vazifeni yerine getirmek için cesaretle git. Unutma ki vatanın için ölürsen O'nun krallığında, ihtişamında ve ebedi hayatında Tanrı ile birlikte olacaksın."

Bu nağme, dünyadaki din savaşlarının seyrini canlandırmıyor mu?
İnsanın, "Putin'in patriği" mi yoksa "Rabbin patriği" mi karşısında olduğunu tam olarak anlaması zor.



İsrail'in çağrı cihazlarını patlatmasının üzerinden bir yıl geçti… Lübnanlılar iyileşme yolculuklarına devam ediyor

Çağrı cihazı patlamalarının kurbanlarından biri olan 27 yaşındaki Zeyneb Mustarah... Beyrut, 15 Eylül 2025 (Reuters)
Çağrı cihazı patlamalarının kurbanlarından biri olan 27 yaşındaki Zeyneb Mustarah... Beyrut, 15 Eylül 2025 (Reuters)
TT

İsrail'in çağrı cihazlarını patlatmasının üzerinden bir yıl geçti… Lübnanlılar iyileşme yolculuklarına devam ediyor

Çağrı cihazı patlamalarının kurbanlarından biri olan 27 yaşındaki Zeyneb Mustarah... Beyrut, 15 Eylül 2025 (Reuters)
Çağrı cihazı patlamalarının kurbanlarından biri olan 27 yaşındaki Zeyneb Mustarah... Beyrut, 15 Eylül 2025 (Reuters)

Zeyneb Mustarah, Beyrut'ta bir etkinlik planlama şirketi işletiyordu. Ancak geçen yıl İsrail'in Lübnan'da bubi tuzaklı çağrı cihazlarını patlatması sonucu yüzünden ve sağ elinden yaralandı. Zeyneb, eli ve gözlerinin sağlığına kavuşması için çok sayıda ameliyat geçirdi.

17 Eylül 2024'te, Hizbullah'ın üyeleri tarafından taşınan binlerce çağrı cihazı aynı anda patladı, bir gün sonra da diğer kablosuz cihazlar (telsizler) patladı.

Patlamalarda 39 kişi öldü ve 3 bin 400'den fazla kişi yaralandı. Yaralananlar arasında patlama anında cihazların yakınında bulunan ve İran destekli örgütün mensubu olmayan çocuklar ve siviller de vardı.

Şu anda 27 yaşında olan Zeyneb de yaralananlar arasındaydı.

Zeyneb, Reuters'a verdiği demeçte, evden çalışırken akrabalarından birine ait çağrı cihazının mesaj almış gibi bip sesi çıkardığını, ardından dokunmadan patladığını söyledi. Bilincini kaybetmemiş olsa da yüzünde ve elinde ağır yaralanmalar meydana geldi.

Şok edici bir saldırı

Zeyneb geçtiğimiz yıl 14 ameliyat geçirdi ve önünde halen yedi estetik ameliyatı var. Zeyneb, sağ el parmaklarını ve görme yetisinin yüzde 90'ını kaybetti.

Zeyneb, “Görme yetim sadece yüzde 10 olduğu için artık iç mimarlık okuyamam. Allah izin verirse, gelecek yıl kendime uygun üniversite bölümlerine bakacağız, böylece okula devam edebileceğim. Ama kesinlikle oturup hiçbir şey yapmadan durmayacağım” ifadelerini kullandı.

Çağrı cihazları ve telsizlerin patlaması, İsrail ile Hizbullah arasında yıkıcı bir savaşı tetikledi ve bu da Lübnan'ın geniş alanlarının tahrip olmasına yol açtı.

Patlamalardan iki ay sonra, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun sözcüsü, başbakanın saldırıya yeşil ışık yaktığını söyledi.

Şarku’l Avsat’ın Reuters'tan aktardığına göre İsrail, Hizbullah tarafından satın alınan binlerce çağrı cihazının içine, küçük ama yüksek patlayıcılı fünyeler sakladı.

Bu cihazlar, Hizbullah mensupları tarafından taşınıyordu.

Birleşmiş Milletler (BM) İnsan Hakları Yüksek Komiseri Volker Türk, patlamaları ‘şok edici’ olarak nitelendirerek, siviller üzerindeki etkisinin ‘kabul edilemez’ olduğunu vurguladı.

Volker Türk, cihazları kimin taşıdığını veya nerede bulunduğunu kesin olarak bilmeden binlerce kişiyi aynı anda hedef almanın, ‘uluslararası insan hakları hukukunu ihlal ettiğini’ bildirdi.

Yaralanan sağlık çalışanları

Hizbullah'ın er-Resulu’l A'zam Hastanesi'nin mühendislik ve tıbbi ekipman müdürü 34 yaşındaki Muhammed Nasıruddin, çağrı cihazları patladığı sırada kendi cihazını cebinde taşıyordu. Nasıruddin, bu cihazı, hastanede gerekli olan bakım işlerine erişimi kolaylaştırmak için kullandığını söyledi.

17 Eylül'de, oğlunun okulunun ilk günü olduğu için eşiyle telefonda konuştu. Birkaç dakika sonra, taşıdığı çağrı cihazı patladı.

Patlama sonucu sol gözünü ve sol el parmaklarını kaybetti, kafatasına şarapnel parçaları saplandı. İki hafta komada kaldı. Nasıruddin halen yüz ameliyatları geçiriyor.

Uyandığında, Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah'ın Beyrut'un güney banliyölerinde İsrail'in düzenlediği saldırılarda öldürüldüğünü öğrendi. Bu olay, Hizbullah ve destekçileri için bir dönüm noktası oldu.

Ancak Nasıruddin, oğlu onu bu halde görene kadar tek bir damla gözyaşı dökmedi.

O şöyle dedi: “Gözümü ve parmaklarımı kaybettim ama ağlamadım... Hissettiğim tek üzüntü, oğlumun babasının durumunun böyle olmasını nasıl kabullenebildiğiydi.”

Lübnan Meclisi Milletvekili ve göz cerrahı Elias Jradi, çağrı cihazı patlamalarının kurbanlarına onlarca ameliyat yaptı ve bazı vakaların ömür boyu tedavi gerektireceğini söyledi.

Reuters'a konuşan Jradi şu ifadeleri kullandı: “Çoğu bu yıl birkaç ameliyat daha geçirmeli. Çoğu ömür boyu takip gerektiriyor… Tedavinin belirli bir noktada sona ereceğini sanmıyorum; devam edecek. Her vaka insani bir vakaydı, özellikle de size ‘Bize ne oldu?’ diye soran çocuklar veya kadınlarla karşı karşıya kaldığımızda... Onlara cevap veremiyorsunuz.”


Suveyda'da güvenliği yeniden tesis etmeyi amaçlayan “yol haritası”

Ürdün Dışişleri Bakanı Eymen Safadi, Suriye Dışişleri Bakanı Esad eş-Şeybani ve ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack'ın dün Şam’da bir araya gelerek Suveyda ilinde sükunetin yeniden sağlanması için bir anlaşma imzaladıktan sonra hatıra fotoğrafı çektirdiler (AFP)
Ürdün Dışişleri Bakanı Eymen Safadi, Suriye Dışişleri Bakanı Esad eş-Şeybani ve ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack'ın dün Şam’da bir araya gelerek Suveyda ilinde sükunetin yeniden sağlanması için bir anlaşma imzaladıktan sonra hatıra fotoğrafı çektirdiler (AFP)
TT

Suveyda'da güvenliği yeniden tesis etmeyi amaçlayan “yol haritası”

Ürdün Dışişleri Bakanı Eymen Safadi, Suriye Dışişleri Bakanı Esad eş-Şeybani ve ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack'ın dün Şam’da bir araya gelerek Suveyda ilinde sükunetin yeniden sağlanması için bir anlaşma imzaladıktan sonra hatıra fotoğrafı çektirdiler (AFP)
Ürdün Dışişleri Bakanı Eymen Safadi, Suriye Dışişleri Bakanı Esad eş-Şeybani ve ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack'ın dün Şam’da bir araya gelerek Suveyda ilinde sükunetin yeniden sağlanması için bir anlaşma imzaladıktan sonra hatıra fotoğrafı çektirdiler (AFP)

Suriye Dışişleri Bakanı Esad eş-Şeybani dün, hükümetinin ülkenin güneyindeki Dürzi nüfusun çoğunlukta olduğu Suveyda ilinde meydana gelen kanlı şiddet olaylarının etkilerini gidermek ve bölgede güvenliği yeniden tesis etmek için bir ‘yol haritası’ hazırladığını duyurdu.

Şeybani dün Şam'da Ürdün Dışişleri Bakanı Eymen Safadi ve ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi Thomas Barrack ile düzenlediği ortak basın toplantısında, planın Ürdün ve ABD tarafından desteklenen pratik adımlara dayandığını açıkladı. Şeybani’nin açıklamasına göre bu adımların başında ‘Birleşmiş Milletler (BM) soruşturma ve inceleme sistemi ile tam koordinasyon içinde, sivillere ve onların mülklerine saldırıda bulunanların tümünün hesap vermesi’ geliyor.

Şeybani, planın ‘ABD’nin Suriye hükümeti ile istişare halinde, Suriye'nin egemenliğini ve toprak bütünlüğünü teyit ederken hem Suriye'nin hem de İsrail'in meşru güvenlik endişelerini ele alan, Suriye’nin güneyi ile ilgili İsrail ile güvenlik anlaşmaları yapılması için çalışması gerektiğini’ öngördüğünü belirtti.


ABD-Suriye ilişkileri: İnişler, çıkışlar ve iç içe geçmiş jeopolitik çıkarlar

Suriye Cumhurbaşkanı Şara, BM Genel Kurulu’na hitap etmek üzere ABD’ye gidecek (AFP)
Suriye Cumhurbaşkanı Şara, BM Genel Kurulu’na hitap etmek üzere ABD’ye gidecek (AFP)
TT

ABD-Suriye ilişkileri: İnişler, çıkışlar ve iç içe geçmiş jeopolitik çıkarlar

Suriye Cumhurbaşkanı Şara, BM Genel Kurulu’na hitap etmek üzere ABD’ye gidecek (AFP)
Suriye Cumhurbaşkanı Şara, BM Genel Kurulu’na hitap etmek üzere ABD’ye gidecek (AFP)

Tarık Ali

Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara'nın önümüzdeki günlerde ABD’yi ziyaret ederek Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu’na hitap etmesi bekleniyor. Şara, 1967 yılında Salah Cedid liderliğindeki hareket tarafından desteklenen koalisyon başkanı Nureddin el-Attasi'nin yaptığı son konuşmadan bu yana, yaklaşık 60 yıldır ABD’de ve özellikle de BM’de konuşma yapan ilk Suriye Cumhurbaşkanı olacak. Attasi, Hafız Esed ve Baasçı askeri cunta tarafından 1966 yılında ‘Şubat Hareketi’ olarak bilinen, selefi Emin el-Hafız'a karşı kanlı bir darbenin ardından iktidara gelmişti.

hyu76ı
Attasi, uzun süre iktidarda kalamadı (Wikipedia)

Attasi, Suriye'de uzun süre iktidarda kalamadı. Baba Esed, konumunu sağlamlaştırır sağlamlaştırmaz, aynı süreci tekrarladı ve devrimci yoldaşlarının ve siyasi projesinin geri kalan üyelerini, başta Cumhurbaşkanı Attasi ve seçkin komutan General Salah Cedid, Subay İşleri Ofisi Direktörü ve Baas Partisi Bölge Sekreteri olmak üzere herkesi iktidardan indirdi. Onları 16 Kasım 1970'te ‘Düzeltici Hareket’ adı verilen darbe ile Mezze Askeri Hapishanesi’ne gönderdi. Esed daha sonra Ahmed Hasan el-Hatib’i iktidara getirdi ve ne askeri ne siyasi geçmişi olmasına rağmen üç ay boyunca cumhurbaşkanlığı görevini ona emanet etti. Ardından herhangi rakibinin olmadığı bir referandum düzenledi. Esed, 1971 yılında yapılan referandumda oyların yüzde 99'undan fazlasını alarak cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturdu.

ABD’yi hiç ziyaret etmeyen başkan

Baba Esed 2000 yılının haziran ayında öldüğünde, 30 yıl boyunca iktidarda kalmasına rağmen ABD’ye hiç ayak basmadan görevini bırakan devlet başkanı olarak tanımlandı. Çünkü üst düzey başkanlar ve yetkililer, çözülmemiş sorunları çözmek için Şam'a seyahat etmişlerdi. Babasının izinden giden (Suriye’nin devrik Devlet Başkanı) Beşşar Esed de görevde olduğu süre içinde hiçbir zaman ABD topraklarına ayak basmadı.

Suriye’de 1963 yılının Mart ayında gerçekleşen askeri darbenin ve 1970 yılındaki ‘Düzeltme Hareketi’ adlı darbenin babası, Marksizmin meyvelerini toplamak umuduyla, erken dönem siyasi idolü (Sovyetler Birliği’nin ilk devlet başkanı) Vladimir Lenin’den ve onun 1917 yılında gerçekleştirdiği Bolşevik Devrimi'nden sürekli ilham almaya çalıştı. Bazen başarılı olsa da (Arjantinli Marksist devrimci) Ernesto Che Guevara (merhum Küba Devlet Başkanı) Fidel Castro ve (merhum Venezuela Devlet Başkanı) Hugo Chávez ile karşılaştırılabilir bir örnek olmaya ve Araplar için merhum Mısır’ın eski Cumhurbaşkanı Cemal Abdunnasır'ın halefi olarak konumlanmaya çalıştıysa da başarılı olamadı. Burada başarısızlığın nedenleri sayısız denecek kadar çok. Fransız filozof Jean-Jacques Rousseau'nun fikirlerine ve devrimci Napolyon’un düşüncesine dayanan bir sosyal sözleşmeden ilham almaya çalıştığında bile, (Fransız Devrimi sırasında zulmün sembolü haline gelen bir Fransız kalesi) Bastille'ın duvarlarını yıkmak yerine Sednaya Hapishanesi'nin duvarlarını inşa etmeye başladı.

vfd
Hafız Esed’in 1971 yılında Suriye'de iktidara gelişinden sonra Suriye-ABD ilişkileri karmaşık, çetrefilli ve çifte standartların hakim olduğu bir döneme girdi (Independent Arabia)

Tüm bu sebeplerden dolayı, ABD topraklarına hiç ayak basmadan ölmeyi arzularken, Kasiyun Dağı'nın eteklerindeki sarayından bölgedeki ipleri elinde tutuyordu. Bu durum, oğlu Beşşar’ın politikalarının aksine, açık bir gerçekti. Başlangıçta Beşşar’ın devlet başkanı olması planlanmamıştı. Ağabeyi Basil 1994 yılında Şam Uluslararası Havaalanı yolunda ani bir trafik kazasında ölmeseydi, belki de o koltuğa hiç oturamayacaktı.

Son konuşma

1967 haziranındaki yenilginin ardından Suriye Cumhurbaşkanının BM’de yaptığı son konuşmanın nadir bulunan bir kaydına Independent Arabia ulaştı. Attasi, BM Genel Kurulu’na hitap ettiği kısa konuşmasında şunları söylüyordu:

“İsrail, Arap vatanımızın yeni bölgelerine kolonyal bir işgal gerçekleştiriyor. Bu saldırganlığı kınamak ve etkilerini kısıtlamak ve ön koşul olmaksızın tamamen ortadan kaldırmak için bugün BM Genel Kurul tarafından temsil edilen küresel vicdana olan güvenimizi ifade etmek üzere buradayız. Tüm Arap ve barışsever halklar bu toplantıyı sabırsızlıkla bekliyorlar.”

Daha sonra bazı politikacılar ve büyükelçiler, Attasi’nin konuşmasının, on yıllardır ülkeyi domine eden aynı ‘Baasçıların mürekkebiyle’ yazılmış olduğu değerlendirmesinde bulundular.

Sovyetler Birliği

Leonid Brejnev, 1964 yılında, Sovyetler Birliği Komünist Partisi Genel Sekreterliği görevini üstlendi. Ta ki 1984 yılına kadar bu görevde kaldı. Suriye'nin en kötü saha, siyasi ve askeri koşullarını yaşadığı ve Müslüman Kardeşler (İhvan-ı Müslimin) ile çatıştığı bir dönemde Hafız Esed'in güvenilir bir müttefiki ve ortağı idi. Esed, uluslararası, askeri ve bazen de mali ihtiyaçlarını karşılayan bu güçlü ittifaka bağlı kalmaya devam etti ve Doğu bloğuna açık bir eğilim gösterdi. İki taraf arasındaki ilişkinin gücü, karşılıklı ziyaretlerin sayısından ve Brejnev'in ulusal kurtuluş güçlerine verdiği destekten anlaşılabilir. Buna, ekonomik olarak desteklediği ve bir şekilde altyapısını geliştirdiği Suriye de dahildi. Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı analize göre bu durum, Rus liderin Filistin halkının kendi kaderini tayin hakkına uygun olarak Arap-İsrail çatışmasını çözme girişiminin de önünü açtı.

Bu yakın ortaklık, Mikhail Gorbaçov'un Sovyetler Birliği'nde iktidara gelmesine kadar devam etti. Bu dönemde, iç ve dış reform projeleri gibi çeşitli faktörlerin etkisiyle Sovyetler Birliği'nin çöküşü yaşandı ve Sovyetler Birliği’nin müttefiki Suriye ve Hafız Esed rejimi ile iş birliği, glasnost (açıklık) ve perestroika (yeniden yapılandırma) politikaları altında asgari düzeye indirildi. Bu iki politika Sovyetler Birliği'nin çöküşüne yol açarak Suriye'nin Doğu bloğundaki stratejik projesine ciddi zarar verdi.

Karmaşıklık aşaması

Hafız Esed’in 1971 yılında Suriye'de iktidara gelişinden sonra Suriye-ABD ilişkileri karmaşık, çetrefilli ve çifte standartların hakim olduğu bir döneme girdi. İki ülkenin çıkarları, başta Doğu ve Batı blokları arasındaki Soğuk Savaş, Arap-İsrail çatışması, Lübnan iç savaşı, İran’daki İslam devrimi, birinci ve ikinci Körfez savaşları ve Müslüman Kardeşler meselesi olmak üzere birçok hassas konuda sık sık çatıştı. Diğer konular arasında 11 Eylül olayları, Suriye'nin Lübnan'daki varlığı, Irak'ın işgali ve 2011 Suriye devrimi sayılabilir.

Merhum ABD Başkanı Richard Nixon 1974 yılında, eşi Pat ve Dışişleri Bakanı Henry Kissinger ile birlikte 1967 Arap-İsrail Savaşı'ndan beri devam eden bir anlaşmazlığın ardından Şam'ı ziyaret etti. Ziyaretin amacı, iki ülke arasındaki stratejik ilişkileri canlandırmaktı. ABD, 1979'da Suriye'ye ‘terörü destekleyen ülke’ olarak nitelendirerek yeniden yaptırımlar uygulayana kadar her şey yolunda gidiyordu. ABD, Şam rejimine silah ve ileri teknoloji ekipman satışını yasakladı, finansal ve ticari kısıtlamalar getirdi.

Suriye, 1980'li yıllarda ABD’nin isteklerinin aksine, Irak'a karşı savaşta İran'ın yanında yer aldı. Ancak, 1990'larda Amerika'nın istekleri doğrultusunda, Irak'ın Kuveyt'i işgaline karşı Kuveyt'in yanında yer alarak konumunu düzeltmeye çalıştı. Suriye 1991 yılında dönemin Irak Devlet Başkanı Saddam Hüseyin'e karşı uluslararası koalisyona katılsa da bu durum Batı'nın tutumunu değiştirmedi.

Durum 1993 yılında Bill Clinton'ın ABD başkanı olmasına kadar bu şekilde devam etti. Clinton, başkanlık görevini 2001 yılına kadar sürdürdü. Bu dönemde Clinton, İsrail ile barış sürecini ilerletmeye çalıştı. Bu çabaları bazen başarılı olsa da o döneme ait kayıtlarda da belgelendiği üzere Hafız Esed'in uzlaşmaz tavrı nedeniyle bazen de başarısızlıkla sonuçlandı.

Beşşar Esed'in ABD ile istihbarat bağlantıları kurma girişimlerine rağmen, 2001 yılında New York'taki Dünya Ticaret Merkezi'ne düzenlenen saldırıların ardından ABD'nin Ortadoğu politikası tamamen değişti. Bu durum, 2000 yılında babasının ölümünün hemen ardından dönemin ABD Dışişleri Bakanı Madeleine Albright ile kapalı kapılar ardında yaptığı uzun görüşmenin ardından, ABD’nin onun iktidara gelmesini sağlayan rolü de Beşşar Esed’e yardımcı olamadı.

Küresel terör saldırılarının ardından, George W. Bush ABD’de iktidara geldi ve Beşşar Esed'i aşırılıkçı ‘kötülük ekseninin’ bir direği olarak gördü. Bush, sekiz yıllık iktidarı boyunca, Suriye'yi komşularından tamamen izole etmeye çalıştı. Gerginlik, 2003 yılında ABD’nin Irak’ı işgalinin arifesinde, Esed'in teröristlerin Suriye'den Irak'a güvenli geçişini sağlamasıyla zirveye ulaştı. Sonuç olarak Suriye, bazı yeni yaptırımlara maruz kaldı. Bunu, Suriye'nin Lübnan'daki varlığıyla ilgili yaptırımlar ve 2005 yılının şubat ayında Suriye'nin eski Lübnan Başbakanı Refik Hariri'yi suikastla öldürmekle suçlanması takip etti.

Barack Obama ABD başkanı olarak seçildiğinde, Suriye ile yeni bir sayfa açmaya çalıştı. Obama, 2010 yılında, deneyimli diplomat Robert Ford'u Şam Büyükelçisi olarak görevlendirdi. Ancak 2011 yılının mart ayı ortalarında Suriye devrimi patlak verdi ve devrik rejimin güçlerinin barışçıl göstericilere uyguladığı muamele, ABD, Avrupa ülkeleri, Arap ülkeleri ve diğer ülkelerin Suriye’ye yaptırımlar yağdırmasına yol açtı. Bu yaptırımlar Rusya, İran ve o dönemde Esed liderliğindeki Suriye hükümetiyle ilişkisi olan tüm ülke, kurum, kuruluş ve kişileri etkiledi. Suriye’ye 2 bin 500'den fazla uluslararası yaptırım uygulanana kadar durum değişmedi, ta ki Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman, uluslararası ve bölgesel nüfuzunu kullanarak, Başkan Donald Trump Beyaz Saray'a geldikten sonra Şam ile Washington arasındaki ilişkileri düzeltmek için müdahale edene kadar. Suriye’nin mevcut Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara, geçtiğimiz yılın sonlarında Esed rejimini devirerek Suriye'de iktidara geldi. Şara ve Trump, geçtiğimiz ay Suudi Arabistan'da doğrudan bir görüşme bile gerçekleştirdi.

Yeni bir çağ

Trump ile Şara arasında Suudi Arabistan'da, Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın da katıldığı tarihi bir toplantı gerçekleşti. Bir sonraki durak, Şara'nın  Suriye'deki son gelişmeler hakkında konuşma yapacağı BM Genel Kurul görüşmeleri olacak. Bu gelişmeler, Trump'ın yakın dostu ve ABD’nin Ankara Büyükelçisi Tom Barrack'ı Suriye özel temsilcisi olarak atadığı bir dönemde gerçekleşti. Bununla birlikte ABD Dışişleri Bakanlığı Ortadoğu Sözcüsü Michael Mitchell, özellikle Şara ile Barrack’ın Şam'da yaptığı son görüşmeden sonra, Washington'ın Suriye ile ilişkilerde ‘yeni bir dönem başlatmak’ istediğini açıkladı.

Mitchell, düzenlediği basın toplantısında, “Bu olay gerçekten tarihi bir olaydı ve ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi, ABD Başkanı'nın taahhütlerini olağanüstü bir hızla yerine getiriyor. Bu durum, Beyaz Saray'ın, ABD yönetiminin Suriye ile ilişkilerinde ortaklığa ve ikili iş birliğine dayalı yeni bir dönem başlatmak istediğinin açık bir göstergesi” dedi. ABD Başkanı Trump'ın ‘Beşşar Esed rejiminin düşmesinden sonra Suriye'nin gereksiz ekonomik yaptırımlardan mustarip olduğunu ve bu yaptırımlar nedeniyle Suriye halkının gerekli yatırımlardan mahrum kaldığını fark ettiğini’ söyleyen Mitchell, “Bu yeni dönem yatırımlara kapı açacak ve ekonomik koşulları iyileştirecek. Bu da Suriye halkına ve bölgeye bir bütün olarak fayda sağlayacak” ifadelerini kullandı.

Öte yandan ABD’nin Ankara Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Barrack, ABD’nin Suriye'ye yönelik mevcut politikasının ‘son 100 yıldaki politikalara benzemeyeceğini, çünkü bu politikaların işe yaramadığını’ söyledi. Barrack, ülkesinin önceki on yıllarda izlenen politikalardan farklı bir yönde ilerlediğini vurguladı.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrildi.