Afgan kadınlar… Kralların yönettiği, 'geleneklerin' doğmadan öldürdüğü bir mücadelenin tarihi

Dertli ülkede kadınların güçlendirilmesi ile saf dışı bırakılması arasındaki gelgitlerle dolu asırlık hikaye

Ülkenin komünist Kabil Hükümeti tarafından yönetildiği bir zamanda başkent Kabil’de okuma yazma dersleri / Fotoğraf: AFP
Ülkenin komünist Kabil Hükümeti tarafından yönetildiği bir zamanda başkent Kabil’de okuma yazma dersleri / Fotoğraf: AFP
TT

Afgan kadınlar… Kralların yönettiği, 'geleneklerin' doğmadan öldürdüğü bir mücadelenin tarihi

Ülkenin komünist Kabil Hükümeti tarafından yönetildiği bir zamanda başkent Kabil’de okuma yazma dersleri / Fotoğraf: AFP
Ülkenin komünist Kabil Hükümeti tarafından yönetildiği bir zamanda başkent Kabil’de okuma yazma dersleri / Fotoğraf: AFP

Mey eş-Şerif 
Genç bir Afgan kız, kendisi ve ailesi için başarılı bir gelecek inşa etmek istedi; üniversiteye kadar okudu ancak bir anda sırasına veda etti ve üniversite geleceği tehlikeye girdi. Taliban genç kızları yükseköğrenimden menedince evde hapis kaldı.
Annesinin yaklaşık çeyrek asır önce yaşadığı korkunç hikâyeleri ve zorlu yılları, rüya ile ümitsizlik, özgürlük umutları ile karanlığa dönüş arasında iç içe geçmiş birçok ayrıntıyı hatırladı. 
Taliban hareketinin Afganistan'ın başkenti Kabil'i istila edip yönetimi tekrar ele geçirmesinin ardından Hareket, Afgan toplumuna eskisinden daha esnek, ılımlı ve farklılıklara hoşgörülü olma sözü verdi.
Kadın haklarına saygı duymayı, yabancılarla dini ve etnik azınlıkları aynı ölçüde korumayı taahhüt etti. Gözlemciler, yönetimden kovulmalarının üzerinden yirmi yıl geçmesine rağmen Taliban liderlerinin düşünce ve kanaatlerinin değişmediğine inandıkları için Hareketin, verdiği sözlere ne ölçüde sadık olduğunu, hatta inandığını sorguladı. 

Sözün çiğnenmesi
Gerçekten de birkaç hafta geçtikten sonra Taliban, sözlerini çiğnedi ve hukuku ihlal etti. Toplumun son 20 yılda elde ettiği özgürlükler sona erdi ve kadın, kamusal alandan uzaklaştırıldı.
Kadın İşleri Bakanlığı, yerini Emr-i bi'l-Maruf Nehy-i ani'l Münker [İyiliği Telkin Edip Kötülükten Sakındırma] Bakanlığına devretti ve kadınlar için "burka" zorunluğu geri getirildi.
Önce okullar, ardından üniversiteler kapatıldı, karma ortamları engelleme gerekçesiyle her yaştan kadın işten alıkondu, hatta Hareket çok gerekmedikçe evden çıkılmamasını ve seyahat esnasında bir mahremin eşlik etmesini talep etti.  

90'lar
Afgan genç kızlar için bu kararlar yeni olabilir, ancak 90'lı yılların ortalarında benzer koşullar altında yaşamış olan anneleri için öyle değildi. Bu kesim korku ve mahrumiyet hislerini gizlemedi ve kızlarının karanlık görüntülerini aktardı.
İtiraz, tüm kadınlara egemen oldu ve bu kararlara karşıt görüşlerini ifade ederek zorla kazandıkları haklarının korunmasını talep ettiler.
Bununla birlikte bu taleplere Hareket tarafından kulak verilmedi ve farklı şiddet ve baskı biçimleriyle ile karşılık buldu.  
O kadar ki iş, dayaklar ve kırbaçlara kadar vardı; Afgan kadın yavaş yavaş sakinleşti ve özgürlüğü adım adım azaldı. Böylece Taliban kadın özgürlüğü saatinin akrebini ilk iktidar dönemi yönünde geri almaya başladı. 

Miras ve mücadele
Yakın geçmişte olanlar ve bugün Afganistan'da kadınlara yönelik aşırılık ve mevcut duruma boyun eğdirme konusunda yaşananlar ne oradaki kadınların durumunu ne de miraslarını ve bir asırdan fazla bir süredir devam eden mücadelelerini ifade ediyor.
Zira geçen yüzyılın başından en büyük bahanelerinden biri kadınların özgürlük ve haklarının geri alınması olan Amerikan işgaline (2001-2021) kadarki dönemde Afgan kralların düşürülmesi, sürülmesi, hatta öldürülmesinin sebeplerinden biri hep kadın olmuştur. Afgan kadının özgürleşme arzusunun bir anda anlaşılamayacağı açık.
Bununla birlikte durum, Taliban hareketi yönetimiyle (1996-2001) veya ABD'nin, 2021 yılında ayrılıp Taliban'ın başkent Kabil'i tekrar ele geçirmesinden önce geride bıraktığı hükümetin çöküşünden sonra bugün gördüğümüz olaylarla bağlantılı analizlerden oluşan daha geniş ve derin bir tarihî çerçevede anlaşılabilir. 
Taliban’ın Afganistan’da kadınlar için yükseköğrenimi yasaklamasının ardından Kabil Üniversitesi’nde kız öğrencilerden geriye kalan boşluk.jpg
Taliban'ın Afganistan'da kadınlar için yükseköğrenimi yasaklamasının ardından Kabil Üniversitesi'nde kız öğrencilerden geriye kalan boşluk / Fotoğraf: AFP
Afganistan engebeli ve zorlu bir araziye sahip bir ülke. Ülkede çok sayıda etnik grup ve farklı mezhep yaşamakta. Tarihi boyunca merkezî bir devlete tanık olmadı, bu nedenle Afgan toplum, etnik bağlılıkların belirlediği aşiret siyaseti çatısı altında varlığını sürdürdü.
On yıllardır aşiret kökenli yasa ve yaptırımlar, kadın ve erkeğin rollerini tanımlama ve kararlaştırmada anayasa ve İslami yasalardan üstün oldu. Ancak ataerkil doğası ve geleneksel toplumlarda derin köklere sahip sosyal ilişkiler nedeniyle bunun kadın üzerindeki etkisi, erkeğe göre daha güçlüydü. 

Abdurrahman Han
Emir Abdurrahman Han (1880-1901), Afgan Barakzay Devleti krallarından olup, ülkesini modern bir merkezî devlete tâbi bir ulusa dönüştürmeye çabalan ilk kişiydi.
Nitekim kendisine "Demir Prens" denmesine yol açan acımasız bir elle ve karısı Bubu Can'ın desteğiyle hükmetti.
Kadına ilişkin bazı aşiret geleneklerini değiştirmeye çalıştı; evlilik yaşının yükseltilmesi, mehir (başlık parası) ve kadınları ölen eşinin akrabalarıyla evlenmeye zorlayan adetlerin ortadan kaldırılması, kadının boşanma ve miras haklarına ilişkin İslami ilkelerin yeniden yürürlüğe sokulması onun bu bağlamdaki girişimlerine örnektir.
Eşi, kamusal alanlarda kocasıyla boy gösteren ve peçesiz Avrupai kıyafetler giyen ilk Afgan kraliçeydi. 

Habibullah Han
Onun vefatından sonra oğlu Emir Habibullah Han iktidarı devraldı ve 10 yıl hüküm sürdü. Bu süreçte babasının ilerlemeci gündemi doğrultusunda çalışmayı sürdürdü ve modern eğitimin her iki cinsiyet için de yayılmasını teşvik etti.
Bu bağlamda, ülkesindeki ilk fakülteyi kurarak Türkiye, Almanya, Hindistan ve diğer ülkelerden öğretmenler istihdam etti. Aynı zamanda fikir özgürlüğünü ve kadın hakları ile kadın-erkek eşitliğini destekledi.
Kızlar için İngilizce müfredata sahip bir okulun yanı sıra ülke genelinde genç kızların eğitimi için çok sayıda geleneksel okul da açtı. Ancak özellikle eğitim ve evlilik yasalarına ilişkin bu gelişmeler, aşiret liderleri tarafından muhalefetle karşılaştı ve 1919 yılında onun suikastına sebep oldu. 

Emanullah Han
Bunun üzerine yönetim oğlu Emanullah Han'a geçti. Han, ilk görevinde başarılı olarak III. İngiliz-Afgan Savaşı'nda Britanyalıları hezimete uğrattı ve ülkesini bağımsız hale getirdi. Daha sonra eğitim, sanayi ve sağlık alanlarında iyileştirme gibi diğer konulara yöneldi.
Dedesi gibi o da eşinden, Afgan kadınların aşiret temelli kültürel normlardan özgürleştirilmesini teşvik eden Kraliçe Süreyya'dan destek gördü. Peçe ve çokeşliliğe karşı açıkça bir kampanya başlattı ve Kabil'de ve kırsal alanlarda genç kızların eğitimini teşvik etti.
Eşi Kraliçe Süreyya'nın, bir defasında halk önünde geleneksel örtüsünü parçalayarak ince bir kumaştan geniş kenarlı şapkalar taktığı söylenir. 
Emanullah Han'ın gündeminde kadının çalışması da vardı. Nitekim ailesinin kadınlarını kamu kuruluşlarında ve devlet işlerinde çalışmaya teşvik etti.
Kız kardeşi Kübra, kadınları şiddetten korumak için "Kadınları Koruma Derneği" kurmuş, eşi Kraliçe Süreyya da "Kadın Rehberi" adıyla ilk kadın hakları dergisini çıkarmıştı.
Büyük kız kardeşi ise kadınlar için bir hastane açarak daha çok kadının eğitimi meselesi ile ilgilendi, hatta 15'ten fazla genç kızı yükseköğrenim için Türkiye'ye gönderdi. 
Aşiret temelli muhalefet ve direniş vardı, ancak hırslı Kralın planları, kendisinin yönettiği reform hareketinin Hindistan'ı sömürme planlarını etkileyebileceğini gören Britanya Hükümetini de alarma geçirdi.
Britanya, Afgan aşiretleri kışkırtarak Han'a karşı isyan etmeye teşvik etti. Kraliçe Süreyya'nın Avrupa ziyaretinde çekilen başörtüsüz fotoğrafları ile Kralın dindarlık seviyesi ve ülkesine dönük laik planlarının sorgulandığı ifadeler içeren broşürler atan bir Britanya uçağı hazırlandı.
Aşiretler ona karşı ayaklandı ve Kralın onları yatıştırma çabasına rağmen onun aydınlanmacı dönemi, tahttan indirilip sürüldüğü 1928 yılında sona erdi. 

Nadir Şah
Birçokları, Emanullah'ın özgürlükçü adımlarını, ataerkil ve otoriter aşiret tahtını tehdit eden seküler ve liberal düşünceler olarak değerlendirdi.
Bunlar, aşina olunandan daha büyük bir şekilde kadınların isyanına ve bağımsızlaşmalarına yol açabilirdi. Bu sebeple onun sürgün edilmesi kendisinden sonraki krallara ders niteliğindeydi. Erkek iktidarı geri getirildi, cinsiyet eşitliği ortadan kaldırıldı, kız okulları birkaç sene kapalı tutuldu.
Ta ki 1931 yılında Nadir Şah, bazı okulların açıldığını ilan etti, aşiret liderleri ve mollalarla çatışmaktan kaçınarak bazı toplumsal reformları temkinli bir şekilde uygulamaya çalıştı. Gelgelelim sadece iki yıl sonra suikast onun da kaderi oldu. 

Zahir Şah
"Afgan Milletinin Babası" olarak adlandırılan Zahir Şah, 20'nci yüzyılın ortalarındaki hükümdarlığı döneminde büyük yabancı yardımlar ve Sovyetler Birliği'nin sürekli desteğiyle kadının durumunu daha iyi bir hale getirdi.
50'li yılların sonuna gelindiğinde kadının iş piyasasındaki varlığının önemine ülkenin kalkınma hedeflerini gerçekleştirmek için ekonomik bir zorunluluk olarak bakılmaya başladı.
Kadının toplumsal hakları iyileştirildi, başörtüsü "gönüllü bir tercih" haline geldi, eğitim oranı arttı ve bu dönem tıp ve eğitim gibi farklı alanlarda daha çok sayıda Afgan kadının varlığına tanık oldu. 
Afgan Kral Zahir Şah ve sağında eşi.jpeg
Afgan Kral Zahir Şah ve sağında eşi / Fotoğraf: AFP
1964 yılında anayasa, kadının siyasete katılmasına izin vererek ona seçme ve seçilme hakkı tanıdı. Sağlık bakanlığı koltuğunda ilk kez bir kadın bakan görüldü ve parlamentoya birçok kadın seçildi.
Ertesi yıl Afgan kadınları için, kadınlar arasındaki cehaleti bitirmeyi, zorla evliliği yasaklamayı ve evlilik esnasında "başlık parası" geleneğinden kurtulmayı hedefleyen hukuki bir topluluk oluşturuldu.

70'li yıllar
Kadının yaşam alanını iyileştirmek için girilen başka bir reform dönemi 70'li yılların başıydı. Zahir Şah'ın sürülmesinden sonra Sovyetler Birliği tarafından desteklenen bir sosyalist hükümet kuruldu.
Bu dönemde parlamento ve hükümet, ülke çapında eğitim çevresini iyileştirmek, cinsiyet eşitliğine ilişkin yasaları desteklemek, evlilik yaşını kızlar için 16 erkekler için 18'e çıkarmak gibi kadın meselelerini eskisinden daha fazla destekledi.
Ancak mollalar ve köylerdeki aşiret liderlerinin kadının bağımsızlığına dair endişeleri tekrar baş gösterdi ve Batılı kıyafetler giyen kadınlara yönelik silahlı ve silahsız saldırılara şahit olundu. 

Yeniden baskı
1979 Sovyet İhtilali ile kadın sorunları hızla ortadan kalktı. Ardından, 1989'da Sovyet ordusu kovulana kadar on yıl süren bir savaşta temel unsuru dindarlık olan cihatçı partiler ve savaş ağaları ortaya çıktı.
Ülkede kaos hali ve iç savaş, mücahitler 1992 yılında Kabil'i ele geçirene kadar hüküm sürdü. O andan itibaren kadına ve onun hareketine yönelik kısıtlamalar başladı, kadınlar mücahitlerin elindeki bölgelerde çalışma ve kamusal hizmetten menedildi ve başörtüsü tekrar zorunlu hale getirildi. 
1962 yılında Kabil’deki tıp fakültesinde kız öğrenciler.jpg
1962 yılında Kabil'deki tıp fakültesinde kız öğrenciler / Fotoğraf: AFP
Bununla birlikte Afgan kadınlarının durumu 1996 ve 2001 yılları arasında, Taliban hareketinin iktidara gelmesinden sonra daha da kötüleşti.
Taliban dönemi dini katılıklar, kadınların eğitim ve iş hayatından keskin bir şekilde dışlanması, onlara yönelik kafa kesme ve recm (ölene kadar taşlama) gibi acımasız eylemler, televizyon, müzik ve sinemanın yasaklanması gibi uygulamalarla adını duyurdu.
Amerikan işgali ve Washington gözetiminde kurulan, Karzai'den Eşref Gani'ye kadar olan hükümetlerin gelişi ile onlar için ilk devir sona erdi.
Hareketin yeniden iktidara gelmesinin ardından ise topluma korku egemen oldu, o kadar ki bazı televizyon kanalları kadın spikerleri direkt işten çıkardı, siyasi programlar yerini İslam inancına dair tartışmalara bıraktı. 

Tarihî bir bakış
Afganlara hâkim zorlu aşiret engeline rağmen anayasa, kadın ve erkek arasında eşitliğe karar verilirken öncü oldu.
Afgan kadını o dönemde dünyadaki kadınların sahip olamadığı hak ve özgürlükler elde etti. Bu başarı, kadınları destekleyen Afgan krallar ve hükümetlere, onların istikrar ve toplum, eğitim ve sanayi alanlarındaki kalkınma çabalarına aittir.
Taliban'ın yeniden iktidara gelmesi ile kadınlara yönelik ihlallerin hız kazanması, kadınların saf dışı bırakılması ve ABD güçlerinin varlığının gölgesinde yirmi yıl boyunca elde ettikleri başarıların kökünden kazılması normaldi.
Ancak yeni iktidar, kadın özgürlüğü alanındaki tarihî ve köklü kazanımlar sebebiyle, Afgan kadınların asırlık mücadelesini ortadan kaldıramayacak. 
 
Independent Türkçe



ABD’nin Ukrayna planının ardındaki Rus ekonomist kim?

Dmitriev'le (solda) Witkoff, nisanda Rusya'da da bir araya gelmişti (Reuters)
Dmitriev'le (solda) Witkoff, nisanda Rusya'da da bir araya gelmişti (Reuters)
TT

ABD’nin Ukrayna planının ardındaki Rus ekonomist kim?

Dmitriev'le (solda) Witkoff, nisanda Rusya'da da bir araya gelmişti (Reuters)
Dmitriev'le (solda) Witkoff, nisanda Rusya'da da bir araya gelmişti (Reuters)

ABD öncülüğünde hazırlanan Ukrayna barış planında Kremlin'i temsilen görüşmelere katılan Harvard eğitimli Rus ekonomist Kirill Dmitriev'in oynadığı rol uluslararası basında mercek altına alındı. 

ABD Başkanı Donald Trump'ın yönetimince hazırlanan 28 maddelik barış planı bu hafta Kiev'e sunulmuştu. 

Trump'ın damadı Jared Kushner ve Başkan'ın Ortadoğu Özel Temsilcisi Steve Witkoff'la Rusya Doğrudan Yatırım Fonu (RDIF) Başkanı Kirill Dmitriev, geçen ay Miami'de bir araya gelerek planın detaylarını görüşmüştü. 

Reuters'ın analizinde, 2022'de patlak veren Ukrayna savaşının ardından Washington'ın RDIF'yi yaptırım listesine aldığı belirtiliyor. Adının paylaşılmaması koşuluyla konuşan bir ABD'li yetkili, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in uluslararası ekonomik işbirliğinden sorumlu özel temsilcisi Dmitriev'in ülkeye girişi için Beyaz Saray tarafından özel izin çıkarıldığını söylüyor. 

Miami'deki görüşmeler hakkında bilgi sahibi iki yetkili, Ukrayna Ulusal Güvenlik ve Savunma Konseyi Sekreteri Rüstem Ümerov'un da Witkoff'la planı görüşmek için şehre gittiğini belirtiyor. 

Kaynaklar, Witkoff'un bu ziyarette Ümerov'a planı anlattığını ifade ediyor. Ayrıca ABD'nin planı çarşamba günü Türkiye aracılığıyla Ukrayna'ya ilettiğini söylüyor. Beyaz Saray taslak metni perşembe günü doğrudan Kiev'e sunmuştu. 

Ümerov ise süreçte sadece "teknik rol" oynadığını ve ABD'li yetkililerle planın detaylarını görüşmediğini savunuyor. 

ABD'li yetkililer, Trump yönetiminin Dmitriev'le görüşmesinin "istihbarat içinde endişe yarattığını" da belirtiyor. CIA'in yorum taleplerine yanıt vermediği aktarılıyor. 

Gençken Stanford ve Harvard gibi prestijli Amerikan üniversitelerinde eğitim gören Dmitriev'in adı, ABD'de 2016'da yapılan başkanlık seçimlerine Rusya'nın müdahale ettiği iddialarına yönelik soruşturmayı yürüten eski Özel Yetkili Savcı Robert Mueller'in raporunda da geçiyor. 

Dmitriev'in Trump'ın ilk döneminde Washington-Moskova ilişkilerini yeniden tesis etmek için temaslarda bulunduğu belirtiliyor. Bu dönemde Dmitriev özellikle Kushner'la birebir diyaloğa geçmiş.

Raporda, Dmitriev'in Irak savaşında sivillerin öldürülmesindeki rolüyle gündeme oturan ABD'li özel güvenlik şirketi Blacwater'ın CEO'su Erik Prince'le 2019'da görüştüğü de belirtiyor. Trump destekçisi Prince'le Rus ekonomistin ABD-Rusya ilişkilerini ele aldığı yazılıyor.

Diğer yandan Dmitriev, Trump yönetiminden eleştiri de almıştı. Ekonomist, Trump'ın Rus petrol devlerine geçen ay yaptırım uygulama kararını eleştirmiş, bunun fiyatları artıracağını söylemişti. ABD Hazine Bakanı Scott Bessent ise Dmitriev'e çıkışarak onu "Rus propagandacısı" diye nitelemişti. 

Independent Türkçe, Reuters, BBC, Guardian


Trump'ın iki kutuplu bakış açısı, çok kutuplu dünyayı yorumlamada neden yanlış?

Al Majalla
Al Majalla
TT

Trump'ın iki kutuplu bakış açısı, çok kutuplu dünyayı yorumlamada neden yanlış?

Al Majalla
Al Majalla

Shirley Yu

ABD Başkanı Donald Trump, geçtiğimiz ekim ayında Güney Kore’nin Busan şehrinde Çin Devlet Başkanı Şi Cinping ile yapacağı görüşme öncesinde yaptığı “G2 yakında toplanacak!” açıklaması sadece diplomatik bir nezaket gösterisi değildi. Trump, tek kutuplu dünyanın sonrasındaki dönemde ABD’nin rolünü radikal şekilde yeniden tanımlayan bir hamleyle Amerikan siyasetinde uzun süredir modası geçmiş olarak kabul edilen bir kavramı yeniden gündeme getirdi.

Trump’ın ‘G2’ anlayışı Soğuk Savaş dönemindeki iki kutupluluğa geri dönüş anlamına gelmediği gibi, ABD dış politikasının pragmatik olarak yeniden düzenlenmesinde de gerçek anlamda küresel güç paylaşımına doğru bir dönüşümün işareti olmadığı kesin. Aksine, bu yeni çerçeve, Washington’a tek kutuplu bir güç olarak eski sorumluluklarını yüklemeden ABD’nin çıkarlarına hizmet ediyor. Daha da önemlisi, Pekin’in fiili tepkisi, Çin’in ‘G2’ ya da diğer bir deyişle ‘İkili Grup’ etiketini sembolik olarak kabul etmesine rağmen, halen çok taraflılığa dayalı, ikili ilişkiler yerine çok taraflılığa dayalı tamamen farklı bir dünya düzeni vizyonuna bağlı olduğunu ortaya koyuyor.

Trump’ın G2’si ile Bush’un G2’si aynı değil

G2 kavramı, Amerikan siyasi çevrelerinde, şu anda yeniden kullanıldığı şekilden daha mütevazı bir biçimde ortaya çıktı. Bu kavram, 2005 yılında ABD’li ekonomist Fred Bergsten tarafından, eski ABD Başkanı George W. Bush yönetimi döneminde Çin'in ekonomik yükselişinin ardından ortaya çıkan zorluklara pratik bir çözüm olarak önerildi.

Çin'in küresel sistemde sorumlu bir aktör haline gelmesini gerektiren uluslararası konularda iki ülke arasında iş birliği mekanizmalarına acil ihtiyaç vardı. G2 kavramı, Pekin’in küresel ekonomik çöküşü önlemek için koordinasyon çabalarında önemli bir rol oynadığı 2008 küresel finans krizi sırasında zirveye ulaştı.

Çin bugün, bu kavramın ilk ortaya atıldığı zamana göre daha büyük bir ekonomiye ve daha gelişmiş teknolojiye sahip. Askeri modernizasyonu sayesinde ABD ile arasındaki farkı önemli ölçüde azalttı.

Ancak Washington, G2 kavramının Amerikan karar vericilerin kabul edilemez bulduğu; ABD ile Çin arasında eşitliğin dolaylı olarak tanınmasına atıfta bulunması nedeniyle bu çerçeveyi hızla terk etti. Eski ABD Başkanı Barack Obama yönetiminin son döneminde, bu fikir sessizce rafa kaldırıldı ve yerine stratejik rekabet retoriği ve ‘Amerikan Yüzyılı’ doktrini geldi.

Pekin G2’yi resmi olarak tanımadı, ancak sembolik çekiciliğini de kaybetmedi. Şi Cinping yönetimindeki Çin tarafından yapılan ‘Doğu'nun yükselişi ve Batı'nın gerileyişi’ hakkında tekrar eden açıklamalardan da anlaşılacağı üzere Pekin, kendini bir süper güç olarak konumlandırmaya çalışıyor. G2 de özünde Çin'e istediğini veriyor. Zira Çin, ABD'ye neredeyse eşit bir rakip haline geldiğinin dolaylı olarak kabul edilmesini istiyor.

29 Eylül 2022 tarihinde çekilen bu örnek fotoğrafta Çin yuanı ve ABD doları banknotları görülüyor (Reuters)29 Eylül 2022 tarihinde çekilen bu örnek fotoğrafta Çin yuanı ve ABD doları banknotları görülüyor (Reuters)

Karşılıklı zarar verme garantisi ve yeni baskı

ABD Başkanı Donald Trump'ın 2025 yılında ‘iki süper güç grubu’ fikrini benimsemesi, stratejik hesaplamalarda temel bir değişimi yansıtıyor. Bu değişim, yükselen güçlerin ABD liderliğinde küresel sorumlulukları üstlenmelerini amaçlayan Wilson dış politikası kapsamında ortaya çıkan kavramdan tamamen farklı. Trump ise Çin'i kontrol altına alınamayacak bir güç olarak gören ve çıkarlar mantığına göre onunla bir arada var olmanın gerekli olduğunu savunan, daha katı bir Jacksoncı gerçekçiliğe dayanıyor.

Çin bugün, bu kavramın ilk kez ortaya atıldığı zamana göre daha büyük bir ekonomiye ve daha gelişmiş teknolojiye sahip. Askeri modernizasyonu sayesinde de ABD ile arasındaki farkı önemli ölçüde azalttı. Trump, teknolojik kısıtlamalar ve ittifaklar yoluyla baskı uygulayarak Çin'i dizginleme girişimlerinin artık mümkün olmadığı ve bir düşmanı yenmek imkansız olduğunda, hassas bir güç dengesi içinde onunla başa çıkmanın daha iyi olduğu sonucuna varmış gibi görünüyor.

ABD ve Çin şu anda ekonomik olarak birbirleriyle derin bir şekilde iç içe geçmiş durumdadır ve her iki liderin de kabul ettiği gibi, aralarındaki tam bir ayrılık gerçekçi ve olası değil.

Bu açıdan bakıldığında, 30 Ekim'de Güney Kore'nin Busan kentinde ABD ve Çin liderleri arasında gerçekleşen görüşme, Washington ile Pekin arasında uzun süredir devam eden çatışmada geçici bir ateşkes olarak değerlendirilebilir. Trump'ın gerilimi durdurma kararı, iki gücün hayati küresel alanlarda hakimiyet kurduğunu ve her ikisinin de birbirine eşit zarar verebilecek durumda olması nedeniyle tek taraflı baskının artık etkili olmadığını kabul ettiğini yansıtıyor. Ancak, ekonomik zararda bir denge sağlanması, mutlaka istikrarlı bir ortaklık kurulduğu anlamına gelmiyor. Bu daha çok, karşılıklı kayıpların garantisi üzerine kurulu kırılgan bir istikrarı, güven veya gerçek iş birliği yerine karşılıklı yıkım korkusuna dayalı bir istikrarı işaret ediyor.

ABD’nin tutumundaki bu değişiklik özünde gerçekçi olsa da ilkelere veya değerlere dayanmıyor. Trump, Şi ile yaptığı görüşmeyi ‘harika’ olarak nitelendirerek, bunun sonucunda ‘muazzam miktarda soya fasulyesi ve diğer tarım ürünleri’ elde edildiğini belirtti. Bu ifadeler, iki tarafı bir araya getiren konuların eşit ülkeler arası küresel ortaklık değil, iki büyük güç arasındaki ticari bir anlaşma olduğunu gösteriyor. Trump, G2 çerçevesini, çok taraflı çerçevelerin ve geleneksel ittifakların kısıtlamaları dışında ikili anlaşmalara varmak için uygun bir araç olarak görüyor. Böylece Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ), Avrupa Birliği (AB) ve Washington’ın diğer ortakları gibi kurumlardan uzak bir şekilde müzakere etme imkanı buluyor.

Gümrük vergisi indirimi anlaşmaları, nadir toprak elementleri düzenlemeleri ve fentanil kaçakçılığıyla mücadele kapsamındaki taahhütler, bu anlaşma temelli diplomasinin en göze çarpan özellikleri olarak ortaya çıkıyor. Ancak bunlar hiçbir şekilde iki gücün liderliğindeki ortak bir küresel düzenin temelini oluşturmuyor.

Trump’ın G2 vizyonu, Soğuk Savaş'a geri dönüş demek değil

Trump'ın G2 vizyonu, Bush döneminde ortaya çıkan vizyonla aynı değil. Bunun yanında hiçbir şekilde Soğuk Savaş döneminin iki kutuplu dünyasına geri dönüşü de temsil etmiyor. O dönemde dünya, ideolojik ve askeri ayrılıklarla karşı karşıya olan iki süper güç olan Sovyetler Birliği ve ABD arasında bölünmüştü. Çoğu ülke bu iki süper güçten birine katılmak zorunda kalmıştı. Avrupa bağımsız bir güce sahip değildi, Asya ise ideolojik vekalet savaşlarının yaşandığı arenaydı.

Ancak bugün dünya tamamen farklı yapısal koşullar altında işliyor. Avrupa, gücü azalmasına rağmen, önemli ekonomik ve normatif ağırlığa sahip bağımsız bir kutup olmaya devam ediyor. Japonya ve Güney Kore artık sadece ABD’nin müttefikleri değil, kendi bölgesel hedefleri olan stratejik aktörler. Hindistan, ABD ve Çin'in etkisi arasında bağımsız konum arayan gerçek bir süper güç olarak ortaya çıkmıştır. Brezilya'dan Nijerya'ya ve Vietnam'a kadar uzanan Küresel Güney, rakip bloklarla ittifak kurmak yerine stratejik bağımsızlık peşinde.

Karşılıklı olarak ekonomik bağımlılık, iki kutupluluğun anlamını tamamen değiştirdi. Soğuk Savaş döneminde, ABD ve Sovyetler Birliği ekonomik olarak birbirinden ayrıydı. Güçleri, küresel ekonomiye entegrasyonlarına değil, askeri güçlerine ve ideolojik çekiciliklerine dayanıyordu. Bugün ise ABD ve Çin ekonomik olarak derin bir şekilde iç içe geçmiş durumdalar ve her iki ülkenin liderinin de kabul ettiği üzere tamamen ayrılmaları ne gerçekçi ne de olası bir durum.

Trump'ın G2 kavramını yeniden canlandırması, Washington ve Pekin'in ikili müzakereler yoluyla küresel düzeni yeniden şekillendirme yeteneğini abarttığı için bir takım gerçek riskler taşıyor.

Bu da Trump ve Şi, G2 konusunda açık bir anlaşmaya varmış olsalar bile (ki varmadılar) bunun etkisinin sınırlı olacağı anlamına gelir. Süper güçler Soğuk Savaş döneminde dünyayı ideolojik bloklara bölüp vekalet savaşları ve propaganda yoluyla iradelerini dayatabilmişlerdi. Bugün ise dünyayı bölmeye yönelik herhangi bir girişimin, itiraz etme kapasitesine sahip diğer güçler tarafından derhal reddedileceğine şüphe yok. Örneğin Suudi Arabistan, ABD’nin askeri koruması karşılığında Çin ile ekonomik bağlarını koparmayacak, Vietnam dengeleme stratejisinden vazgeçmeyecek ve Hindistan, dış politikasının ABD'nin iradesine tabi olduğu bir dünyayı kabul etmeyecektir.

Pekin'in bakış açısıyla Trump'ın ikili yaklaşımının yumuşak şekilde reddedilmesi

Bu bağlamda Pekin'in, ABD Başkanı Donald Trump'ın G2 konsepti önerisine verdiği tepkisi dikkati çekiyor. Bu öneri, ABD ile Çin arasındaki göreceli eşitliği zımnen kabul etmek anlamına gelse de küresel sistemin ikili liderlik fikrini gerçek anlamda kabul etmekten uzak. Şarku'l Avsat'ın al Majalla'dan aktardığı analize göre aksine, Trump'ın sanayi politikalarından teknoloji liberalleşmesine ve Amerikan imalat sektörünün canlandırılmasına kadar uzanan ‘Önce Amerika’ gündemi, esasen 21’inci yüzyılda ABD’nin mutlak hegemonyasını pekiştirmeyi amaçlıyor.

ABD Başkanı Donald Trump ve Çin Devlet Başkanı Şi Cinping, 30 Ekim'de Güney Kore'nin Busan kentinde düzenlenen Asya-Pasifik Ekonomik İşbirliği (APEC) zirvesi kapsamında yapılan ikili görüşmenin ardından Gimhae Uluslararası Havalimanı'ndan ayrılırken (Reuters)ABD Başkanı Donald Trump ve Çin Devlet Başkanı Şi Cinping, 30 Ekim'de Güney Kore'nin Busan kentinde düzenlenen Asya-Pasifik Ekonomik İşbirliği (APEC) zirvesi kapsamında yapılan ikili görüşmenin ardından Gimhae Uluslararası Havalimanı'ndan ayrılırken (Reuters)

Pekin, G2 çerçevesini açıkça reddetmiyor. Çünkü bunu yaparsa, diğer hiçbir başkanın yapmadığını yapan bir ABD başkanıyla gereksiz şekilde gerilime yol açabilir. Ancak tam olarak kabul de etmiyor. Bunun yerine Çinli yetkililer bu kavramı, iki gücün dünyaya iradesini dayattığı iki kutuplu bir sistem olarak değil, çok taraflılığa daha geniş bir bağlılık çerçevesinde iki büyük gücün ortak konularda koordinasyon kurmasına olanak tanıyan düzenleme şeklinde yeniden tanımlamaya çalışıyor. Çin Dışişleri Bakanlığı’nın bir sözcüsü yaptığı açıklamada, Çin'in gerçek çok taraflılığa bağlı kalmaya ve çok kutuplu, eşitlikçi ve düzenli bir dünya için çalışmaya devam edeceği yönündeki ülkenin kesin tutumunu bir kez daha vurguladı.

Pekin, bu şekilde G2 çerçevesini resmi olarak kabul etmekle birlikte, onun özünü reddediyor. Evet, Çin ve ABD küresel etkiye sahip büyük güçlerdir, ancak bu etki iki kutuplu dünyada değil, çok kutuplu bir dünyada geçerli.

G2 çerçevesi dışındaki güçler

Trump'ın G2 kavramını yeniden canlandırması, Washington ve Pekin'in ikili müzakereler yoluyla küresel düzeni yeniden şekillendirme yeteneğini abarttığı için bir takım gerçek riskler taşıyor. Bu ifadenin kullanılması, müttefik başkentlerde ABD yönetiminin onların aleyhine Çin ile anlaşmalar yapacağından endişe duyulmasına neden oldu.

Trump, her zamanki açık sözlü tavrıyla, Washington ve Pekin'in karşılıklı olarak zarar verebilecek bir rekabete girmeyi tercih etmektense rekabeti yönetmeyi tercih ettiklerini ifade etti. Bu, başlı başına önemli bir konu.

Ancak daha derin sorun, Avrupa, Japonya, Hindistan ve diğer ülkeleri ikincil konuma yerleştiren Trump'ın dünya görüşünde yatıyor. Bu görüş, çarpık bir stratejik gerçekliği yansıtıyor. Dünya 2025 yılında, Washington ve Pekin arasındaki ikili rekabet temelinde dönmeyecek, aksine büyük ve orta büyüklükteki güçlerin etkileşime girerek sonuçları şekillendirdiği, bölgesel ittifakların küresel rekabetin ötesinde önem kazandığı ve ekonomik ve askeri gücün otomatik olarak siyasi sadakate dönüşemediği karmaşık bir manzaraya sahip olacak.

ABD’nin tek taraflılığının ötesinde

G2 kavramı, üst düzey ikili toplantıları ifade etmek için kullanılan diplomatik bir terim olarak kullanılmaya devam edebilir. Bu da ticaretteki gerilimleri hafifleten ve belirli konularda ABD ile Çin arasında ortaklık izlenimi veren ek anlaşmaların önünü açabilir. Ancak bu kavramın ifade ettiği gibi, küresel sistem yapısının radikal bir şekilde yeniden düzenlenmesinin önünü açmaz. Çin, dikkatli diplomatik diliyle, bu kavramın altında yatan varsayımları kabul etmediğini açıkça belirtti. Kendisini dünyanın eş lideri olarak değil, şekillenmekte olan çok kutuplu dünyada birkaç büyük güçten biri olarak görüyor.

Trump’ın vizyonu ile Çin’in vizyonu arasındaki bu uyuşmazlık -ve her ikisi ile 2025’in jeopolitik gerçekliği arasındaki uyuşmazlık- Busan’daki zirvenin gerçek sonucu olarak karşımıza çıkıyor. Trump, her zamanki açık sözlü tavrıyla, Washington ve Pekin'in karşılıklı olarak zarar verebilecek bir rekabete girmeyi tercih etmektense rekabeti yönetmeyi tercih ettiklerini ifade etti. Bu, başlı başına önemli bir konu.

Ancak asıl mücadele, iki kutuplu dünyanın liderliği için ABD ile Çin arasında değil, ABD’nin tek kutupluluğunun sona ermesinden sonra ne olacağına dair karşıt vizyonlar arasında yaşanıyor. Sonuç olarak bunu sadece Trump ile Şi arasında yapılan müzakereler değil, gelecekteki dünya düzenini şekillendirmede giderek daha etkili hale gelen diğer güçlerin tercihleriyle de belirlenecektir.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarfından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.


Uzmanlar uyardı: "Zihin kontrol silahları" gerçek oluyor

 Rus özel harekatçılarının kullandığı gaz nedeniyle birçok rehine bilincini kaybetmişti (Reuters)
Rus özel harekatçılarının kullandığı gaz nedeniyle birçok rehine bilincini kaybetmişti (Reuters)
TT

Uzmanlar uyardı: "Zihin kontrol silahları" gerçek oluyor

 Rus özel harekatçılarının kullandığı gaz nedeniyle birçok rehine bilincini kaybetmişti (Reuters)
Rus özel harekatçılarının kullandığı gaz nedeniyle birçok rehine bilincini kaybetmişti (Reuters)

Britanyalı bilim insanları bilinç, algı veya hafızayı değiştirebilen silahların yakın zamanda gerçeğe dönüşebileceğini söylüyor. 

Birleşik Krallık'taki Bradford Üniversitesi'nden Michael Crowley ve Malcolm Dando, Kraliyet Kimya Topluluğu tarafından yayımlanacak yeni kitaplarında, insanın sinir sistemini hedef alan "beyin silahlarının" artık yalnızca bilimkurgularda kalmayacağını savunuyor.  

24 Kasım'da yayımlanacak kitap, merkezi sinir sistemini (MMS) etkileyen kimyasalların araştırılması için yürütülen devlet fonlu çalışmaları konu ediniyor. 

Guardian'a konuşan Crowley, Soğuk Savaş'ta ve sonrasında ABD, Sovyetler Birliği ve Çin'in MMS'ye etki eden silahlar geliştirmek için "aktif çaba gösterdiğini" söylüyor. 

Bu programların insanlarda "bilinç kaybı, uyuşma, halüsinasyon, kafa karışıklığı ve felç" dahil uzun süreli bozukluklar yaratacak cihazların geliştirilmesini hedeflediğini belirtiyor. 

Araştırmacılar, 2002'de Moskova Tiyatrosu'na Çeçen militanlar tarafından düzenlenen baskını da hatırlatıyor. Rehine krizinde Rus özel harekatçılar, binanın havalandırma sisteminden içeri fentanil bazlı "uyku gazı" sıktıktan sonra operasyona başlamıştı. Rus askerler 40 ayrılıkçı militanı öldürmüş, 132 rehinenin çoğununsa gazdan etkilenerek yaşamını yitirdiği bildirilmişti.

Kitabın dünyaya bir uyarı niteliğinde olmasını istediklerini belirten Crowley şöyle devam ediyor: 

Kulağa bilimkurgu gibi geliyor ama bu, bilimsel bir olguya dönüşüyor. Bizatihi beynin savaş alanına dönüşeceği bir çağa giriyoruz. Merkezi sinir sistemini manipüle etmek için kullanılan araçlar giderek daha hassas, erişilebilir ve devletler için daha cazip hale geliyor.

Biyolojik ve kimyasal silahlarla ilgili araştırmalar yürüten Dando da tehdidin arttığı uyarısında bulunuyor: 

Nörolojik bozuklukları tedavi etmemizi sağlayan bilgiler, bilişsel işlevleri bozmak, itaatkarlık yaratmak ve hatta gelecekte insanları farkında olmadan faillere dönüştürmek için kullanılabilir.

Dando ve Crowley, Lahey'de 24-28 Kasım'da otuzuncusu düzenlenecek Taraf Devletler Konferansı'na (Conference of the States Parties/CSP) katılacak. Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü'ne üye ülkelerin oluşturduğu CSP, Kimyasal Silahlar Sözleşmesi'nin denetiminden sorumlu.

Bilim insanları, gelecekte karşılaşılabilecek bu silahlara karşı şimdiden gerekli önlemlerin alınması gerektiğini söylüyor. Crowley, "Bu bir uyarıdır. Bilimin bütünlüğünü ve insan zihninin kutsallığını korumak için hemen harekete geçmeliyiz" diyor.

Independent Türkçe, Guardian, News Bytes