Netanyahu ile yargı arasındaki ‘bilek güreşini’ kim kaybeder?

Çıkmazdan kurtuluşu, dikkati başka yöne çekmek için siyasi bir sarsıntıda yatıyor

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu (Reuters)
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu (Reuters)
TT

Netanyahu ile yargı arasındaki ‘bilek güreşini’ kim kaybeder?

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu (Reuters)
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu (Reuters)

İsrail’de Binyamin Netanyahu hükümeti ile yargı arasında şimdiye kadar ki, savaşın ‘bilek güreşine’ benzediği görülüyor. Her iki taraf da ‘inat pozisyonunda’ ısrar ediyor. Netanyahu, mevcut yargı sistemini değiştirerek ve Yüksek Adalet Divanı'nın yetkilerini azaltarak tüm gücüyle savaşını ilerletiyor ve yargı, herhangi bir değişikliği reddediyor ve Netanyahu'yu ‘yönetmeyi imkânsız kılan tecride’ sevk etmekle tehdit ediyor.
Bir yandan Netanyahu, bunu kaybetmeyi kabul edemeyeceği kader savaşı olarak görüyor. Çünkü yolsuzluk, güveni kötüye kullanma, dolandırıcılık ve rüşvet alma davalarında yargılanması devam ederse kaybetmek aylarca hapis yatmak anlamına geliyor. Yargıya gelince, Netanyahu'nun savaşını engellemekte ısrar ediyor, uyarmaya ve tehdit etmeye devam ediyor. Kendisini destekleyen haftalık büyük gösteriler sonucunda kendisini çok güçlü hisseden yargı, Netanyahu'nun saldırısının bir sonraki kurbanlarının; ordu, basın ve resmi ekonomik kurumların desteğini alıyor. Konuya müdahale etmekten çekinmeyen ABD yönetiminden de cömert destek görüyor.
Hatta Beyaz Saray'daki Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan, Netanyahu ile yaptığı görüşmede konuyu gündeme getirerek ülkesinin İsrail demokrasisinden duyduğu kaygıyı kendisine bildirdi ve yardımcıları, Netanyahu'nun yardımcılarına daha detaylı açıklamalar yaptı: “İki ülke arasındaki ilişkilerin sağlam temeli, demokratik değerler ve özgürlükler konusundaki ortaklığımızdır. İsrail yargısının bağımsızlığını ihlal etmek bizim için zor olacak ve ilişkilerimizde birçok konuyu yeniden gözden geçirmemize neden olabilir.”
Cumhurbaşkanı Isaac Herzog ve eski Adalet Bakanı Daniel Friedman da dahil olmak üzere birçok taraf müzakere ve görüşmeler yürütmek ve uzlaşmacı çözümlere ulaşmak için iki tarafı bir araya getirmek için fedakarlıkta bulunuyor. Ancak Netanyahu uzlaşma arayışında değil. Sadece kendi mahkemesini ve diğer bakan ve milletvekillerinin davalarını iptal etmekte ısrar etmekle kalmıyor, aynı zamanda yargıya siyasi liderleri yolsuzluktan yargılama ve kanunları kaldırma yetkisi veren yasal temelleri de yıkmak istiyor.
Yargı ise Netanyahu’ya sert bir şekilde yanıt veriyor. İkisi de ‘kafa kafaya’ savaşmayı tercih ediyor. Her birinin konumunda güçlü bir kuvvet vardır, bu da onları sadece bir horoz değil, aynı zamanda çok kollu ve sert vuran bir ahtapot yapar: Yargı, mahkemeler hükümetin yargı danışmanı, bakanlıklardaki yargı danışmanları ve kendisine hâlâ geniş yetkiler tanıyan kanunlar kitabı aracılığıyla. Netanyahu ise başbakanlığı aracılığıyla istediği gündemi dayatıyor. Elinde tüm gücü ve etkisi ile hükümet ve kendisine her konuda otomatik çoğunluk sağlayan Knesset (parlamento) (toplam 120 milletvekilinden 64'ü var) ve ayrıca mahkemeleri boşaltabileceği bütçeye ve hazineye sahip bulunuyor.
Şimdi soru şu: Bu savaş ne kadar sürecek? Bunu kim durdurabilir? Netanyahu hükümetini devirebilir mi?
Yargı, Netanyahu'nun ‘çıkarların çelişkisi nedeniyle devleti yönetmekten aciz’ olduğunu ilan etmek için ölümcül bir silahla tehdit ediyor. Netanyahu'nun yolsuzluk suçlamasıyla yargılanmasının başında mahkemede imzaladığı ve konumunu mahkemenin statüsüne halel getirecek şekilde kullanmayacağını taahhüt ettiği bir belge var. Netanyahu, bunun askeri darbelere benzer açık bir darbe tehdidi olduğunu yanıtlıyor. Ancak mesele tehdit etmekle sınırlı değil, kanun çıkarma süreci devam ettiği için sahada uygulamalar var ve buna tepki İlk hafta 30 bin, ikinci hafta 80 bin, üçüncü hafta 100 bin kişinin katıldığı tırmanan gösterilerle gerçekleşiyor. Geçtiğimiz Salı günü yüksek teknoloji çalışanları tarafından birçok grev başlatıldı ve hastanelere, mahkemelere, üniversitelere ve medyaya yayılması bekleniyor.
2012'de Arap Baharı gösterilerinin zirve yaptığı bir dönemde Netanyahu hükümetine karşı çıkanların sayısı 400 bine ulaştı ve ‘Halk rejimin düşmesini istiyor’ sloganını attı. Netanyahu, bu gösterileri iki adımda ortadan kaldırdı: Ekonomik koşulları iyileştirmek ve konut krizini çözmek için ‘Truchtenberg Komitesi’ adlı bir komite kurdu ve Gazze Şeridi'ne savaş ilan etti ve başardı. Ancak ordunun kendisi bugün Batı Şeria'daki yetkilerini sınırlayan bir yasa ve prosedürler sistemine maruz kalıyor, bu nedenle bugün onu desteklemiyor ve savaş konusunda hevesli değil. Alternatif, dikkatleri yargıdan başka yöne çeviren bölgede siyasi bir çalkantıdır. İbrahim Anlaşmaları’nın genişletilmesinden ve ‘komşularla barış’ süreci için umutların açılmasından bahsediyor. Güvence için Ürdün'ü ziyaret etti. BAE ve Washington'u ziyaret etmeye hazırlanıyor. Ancak müttefikleri ve hatta Likud partisindeki yoldaşları ona bu konuda yardımcı olmuyor, aksine önüne Filistinlilerle durumu daha da tırmandıracak bir talepler listesi koyuyor.
Bu nedenle, yakında çıkmazdan bir çıkış yolu görünmüyor. Şu anda istikrarlı bir hükümeti var ve kararlılıkla yargıyla savaşıyor, boyun eğmeyeceğine dair mesajlar veriyor. Görünüşe göre savaşında henüz kullanmadığı başka kartlar saklıyor. Taraftarları arasında, kendisini iktidarda tutacak çözümler bulan bir sihirbaz olduğu kanaati var. Rakipleri bu sefer başarısız olacağına inanıyor. Çünkü sokakta ona karşı yaygın bir halk reddi ve Batı'da politikasına karşı güçlü bir itiraz var.
Her iki durumda da İsraillilerin bedelini ödediği, iç savaşın kötüleştiğine dair uyarılar ve başka çöküşlere varan devasa kayıplar var. En sert uyarıların da gösteri meydanlarına inen generallerden gelmesi dikkat çekiyor.



İran: Avrupa Troykası ile birkaç gün içinde görüşmeler yapma konusunda anlaştık

Fransa, İngiltere ve Almanya dışişleri bakanları, 20 Haziran'da Cenevre'de İranlı mevkidaşlarıyla görüşmelerde bulundu (AFP)
Fransa, İngiltere ve Almanya dışişleri bakanları, 20 Haziran'da Cenevre'de İranlı mevkidaşlarıyla görüşmelerde bulundu (AFP)
TT

İran: Avrupa Troykası ile birkaç gün içinde görüşmeler yapma konusunda anlaştık

Fransa, İngiltere ve Almanya dışişleri bakanları, 20 Haziran'da Cenevre'de İranlı mevkidaşlarıyla görüşmelerde bulundu (AFP)
Fransa, İngiltere ve Almanya dışişleri bakanları, 20 Haziran'da Cenevre'de İranlı mevkidaşlarıyla görüşmelerde bulundu (AFP)

İran Dışişleri Bakanlığı sözcüsü, İran, İngiltere, Fransa ve Almanya'nın cuma günü İstanbul'da nükleer müzakereleri yeniden başlatacağını açıkladı. Bu açıklama, Avrupa'nın üç büyük ülkesi olan İngiltere, Fransa ve Almanya'nın müzakerelerin yeniden başlamaması halinde İran'a uluslararası yaptırımların yeniden uygulanacağı uyarısının ardından geldi.

İran resmi basınına göre Dışişleri Bakanlığı sözcüsü İsmail Bekayi, “İran, İngiltere, Fransa ve Almanya arasındaki toplantının, dışişleri bakan yardımcıları düzeyinde yapılacağını” açıkladı.

İran medyası dün, Batılı güçlerin BM yaptırımlarına hızlı bir şekilde geri dönüş için "snapback" mekanizmasını devreye sokmak üzere ağustos sonuna kadar süre vermesinin ardından, Tahran'ın Avrupa Troykası ile müzakereleri yeniden başlatma konusunda anlaştığı haberini verdi. Devrim Muhafızları'na bağlı Tesnim Haber Ajansı, konuya hakim bir kaynağın "Görüşmelerin prensibi üzerinde anlaşmaya varıldı, ancak zaman ve yer konusunda istişareler devam ediyor" dediğini belirtti.

Birkaç gün önce, Avrupa Troyka'nın dışişleri bakanları ve Avrupa Birliği'nin dışişleri politika sorumlusu, geçen ay İsrail ve ABD'nin İran'ın nükleer tesislerine düzenlediği saldırıdan bu yana İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi ile ilk telefon görüşmesini gerçekleştirdi.

Şarku’l Avsat’ın edindiği bilgiye göre Avrupa Troykası, Çin ve Rusya ile birlikte, 2015 yılında İran ile imzalanan ve 2018 yılında ABD'nin çekildiği nükleer anlaşmanın kalan taraflarını oluşturuyor. Anlaşma uyarınca, İran'ın nükleer programına kısıtlamalar getirilmesi karşılığında yaptırımlar kaldırılmıştı.

Avrupa Birliği, İran ile İsrail arasında hava savaşı öncesinde devam eden nükleer müzakerelerin yeniden başlamaması veya somut sonuç alınmaması halinde, BM'nin yaptırımlarını otomatik olarak yeniden uygulamaya koyan “Snapback” mekanizması yoluyla, ağustos ayı sonuna kadar İran'a BM yaptırımlarını yeniden uygulayacağını açıkladı.

Arakçi birkaç gün önce yaptığı açıklamada, “Avrupa Birliği ve Avrupa Troyka'sı bir rol oynamak istiyorsa, sorumlu davranmalı ve ahlaki ve hukuki hiçbir temeli olmayan (yaptırımların yeniden uygulanması) politikası da dahil olmak üzere, modası geçmiş tehdit ve baskı politikalarından vazgeçmelidir” ifadelerini kullandı.

2015 nükleer anlaşmasını onaylayan BM kararının maddelerine göre, Avrupa Troykası 18 Ekim 2025 tarihine kadar BM'nin Tahran'a yaptırımlarını yeniden uygulayabilir.

İran Parlamentosu Ulusal Güvenlik ve Dış Politika Komisyonu üyesi Vahid Ahmedi, üç Avrupa ülkesinin “uluslararası hukuk açısından mekanizmayı devreye sokma hakkına sahip olmadığını”ifade etti. İran Observer haber sitesine verdiği demeçte, Tahran'ın ABD ile müzakerelere dönmek için üç temel şart koyduğunu belirtti. “Birincisi, İran topraklarına yönelik saldırının uluslararası platformlarda kınanması, ikincisi, 12 gün süren savaşın yol açtığı zarar ve kayıpların belirlenmesi, üçüncüsü, gelecekte İran topraklarına yönelik herhangi bir saldırının tekrarlanmayacağına dair net garantiler verilmesi.”

İsrail-İran savaşından önce Tahran ve Washington, Umman'ın arabuluculuğunda beş tur nükleer müzakere gerçekleştirdi, ancak Batı güçlerinin silahlanma tehlikesini ortadan kaldırmak için İran'ın uranyum zenginleştirmesini sıfıra indirmesini talep etmesi gibi önemli engellerle karşılaştı.

ABD saldırılarından önce İran, uranyumu yüzde 60 saflıkta zenginleştiriyordu. Bu uranyumun saflığı, silah geliştirmeye imkan veren yüzde 90'a kadar kolaylıkla yükseltilebilir.

Tahran, nükleer programının sadece sivil amaçlara yönelik olduğunu söylüyor. Batılı güçler ise bu düzeyde zenginleştirmenin sivil bir gerekçesi olmadığını belirtiyor.

Birleşmiş Milletler'in en üst düzey denetim kurumu olan Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı ise nükleer silah üretmeden uranyumu bu düzeye kadar zenginleştiren başka bir ülke olmadığını vurguluyor.