Rus ‘Çar’ın Kurtları’ grubu Ukrayna’da silahları test ediyor

Yeni silahların testi, Ukrayna askerleriyle çatışmaya girilen cephe hatlarında yapılıyor.

Ukraynalı askerler 15 Aralık’ta, Bahmut yakınlarındaki Rus kuvvetlerinin mevzilerine SİHA gönderdi. (AP)
Ukraynalı askerler 15 Aralık’ta, Bahmut yakınlarındaki Rus kuvvetlerinin mevzilerine SİHA gönderdi. (AP)
TT

Rus ‘Çar’ın Kurtları’ grubu Ukrayna’da silahları test ediyor

Ukraynalı askerler 15 Aralık’ta, Bahmut yakınlarındaki Rus kuvvetlerinin mevzilerine SİHA gönderdi. (AP)
Ukraynalı askerler 15 Aralık’ta, Bahmut yakınlarındaki Rus kuvvetlerinin mevzilerine SİHA gönderdi. (AP)

Ukrayna savaşı, patlak vermesinden neredeyse bir yıl sonra sahne olduğu yeni gelişmelerle tün dünyayı şaşırtmaya devam ediyor.
Bu, ‘hibrit ve kapsamlı küresel savaş’ unvanını hak eden, tüm normları aşan ve tüm kırmızı çizgileri yıkan bir savaş.
Taraflar, Ukrayna savaşında tüm askeri ve diplomatik araçlarını kullandılar. Böylece savaşın etkileri, dünyayı bölen medya ve siyasi çatışmalardan enerji kaynaklarının zarar görmesine, gıda tedarik zincirlerini çökerterek tüm ülkeleri ve bölgeleri gıdaya erişemez hale getirmesine kadar neden oldukları ile çatışmanın iki tarafını çoktan aştı.
Bununla birlikte şu an savaş alanlarında en belirgin olan şey, devam eden savaşın, askeri uzmanların gelecekteki etkileri ve bunları ileriki savaşlarda geliştirme olasılıkları için inceledikleri yeni kurallar ve mekanizmalar oluşturmasıdır.
Düzenli kuvvetlerin yanında paralı askerlerin de aktif kullanımı ve temas hatlarındaki doğrudan çatışmalarda ana rolün insan hakları hukukunu tanımayan acımasız gruplara devredilmesi de bunlar arasında yer alıyor.
Bu adımlar, ülkeler arasındaki savaşların gidişatında, muhtemelen güçlü yansımaları olacak köklü bir değişikliğe neden oldu.
Ayrıca saldırı uçaklarının sivil altyapı tesislerine saldırılarda yaygın olarak kullanılması gibi yeni teknolojiler, modern savaş sanatlarında yeni bir ders haline geldi.
Uzmanlara göre taraflar düşmanın yeteneklerini felç etmek amacıyla ‘eşzamanlı yoğun saldırı yapan’ silahlı insansız hava aracı (SİHA) filolarıyla mücadele için mekanizmalar geliştirerek bunları kullanmak için zamana karşı yarışıyorlar.
Moskova, bir süre önce söz konusu savaş teknolojisini geliştirmeye başladığını duyurdu.
Halen pek çok sürprize gebe olan bu savaştaki son gelişme, Rusya’nın askeri-teknik danışmanlardan oluşan ‘Çar’ın Kurtları’ isimli grubun cephe hattına girdiğini açıklamasıyla yaşandı.
Çarlık Rusyası’nın savaşları, topraklarını ve geçmiş ihtişamını ‘geri getirme’ çabasını anımsatan bir isme sahip bu grup sıradan askerlerden oluşmuyor.
Çar’ın Kurtları grubu daha ziyade, henüz test edilmemiş silah türleri ve patlayıcı malzemelerin keşfinde çalışan askeri-teknik uzmanları içeriyor.
Savaş cepheleri de yeni yeni silah türlerinin test edildiği sahalar oldu.
Tsarskie Wolves Merkezi (Çar’ın Kurtları) Başkanı Dmitry Rogozin, merkezin özel şirketler ve geliştiricilerin cephe hattındaki silah ve teçhizat örneklerini test etmeleri için en kısa yolu sağladığını açıkladı.
Merkez şu an henüz uygulamaya konma fırsatı bulunamamış ve üzerlerinde test yapılması gereken yüzlerce silah, askeri teknoloji ve patlayıcı madde mucitlerini bir araya getiriyor.
‘Silahları test etmek için gerçek savaştan daha iyi koşul var mı?’ sorusunun yanıtını, ‘Suriye deneyimi’ verdi.
Moskova, Suriye cephelerinde 300’den fazla modern silah ve teçhizat modelinin test edildiğini kabul etti. Bazılarının gerçek savaş için uygun olmadığını gördü ve bu nedenle onları üretmeyi bıraktı.
Birçok silah ve füze modelinde ise bu testlerden sonra etkinliklerini artırmak için çok sayıda modifikasyon yaptı.
Ancak bunlar ordunun halihazırda sahip olduğu, daha önce gerçek bir savaşa girmeden önce deney alanlarında test edilen silah ve teçhizat türleriydi.
Şu an analiz edilen konu ise henüz inovasyon sürecinde olan ve doğrudan savaş cephelerinde test edilecek silahlar ve teknolojilerin geliştirilmesiyle ilgili.
Rusya Federal Uzay Ajansı’nın (Roscosmos) eski Başkanı olan Rogozin, devlet haber ajansı RIA Novosti’ye şu açıklamalarda bulundu:
“Tsarskie Wolves Merkezi, aslında, hevesli ve kendi icatlarını sunmaya hazır olan geliştiriciler veya teknoloji geliştirme ekipleri için özel bir fırsat sunuyor. Ön saflara ulaşmaları, icatları üzerinde geniş çaplı saha testleri yapmaları için onlara en kısa yolu veriyor.”
Adı yıllardır Batı ile yüzleşmenin ‘şahinlerinden’ biri olarak anılan siyasetçi sözleirni şöyle sürdürdü:
“Bu testlere dayalı olarak hemen yüzde 100 olumlu sonuç elde etmek imkansız. Ancak geliştiriciler teknolojileriyle ilgili özel geri bildirimler alıyor ve icatlarını geliştirmek için bu geri bildirimi hızla dikkate alabiliyor.”
Bizzat Rogozin’in inisiyatifiyle oluşturulan Çar’ın Kurtları, resmi tanıma göre Donetsk ve Luhansk Halk Cumhuriyetleri kuvvetlerine askeri teknik yardım sağlıyor ve danışmanlar, çeşitli askeri teçhizat ve sistemlerin geliştiricileriyle yakın iş birliği içinde çalışıyor.
Ana görevleri ise Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik askeri operasyonu kapsmaında yeni askeri teçhizat ve sistem modellerinin derhal tanıtılması.
Şarku’L Avsat’ın edindiği bilgilere göre Rogozin geçtiğimiz yıl, projesini geliştirmek için bir grup danışmanla birlikte Donetsk’te yaklaşık üç ay geçirdi.
21 Aralık’ta vurularak yaralanan Rogozin şu an Moskova’da tedavi görüyor.
Rogozin’in tartışmalı açıklamasının hemen ardından RIA Novosti’ye konuşan Tsarskie Wolves Personel Bölümü Başkanı Vladimir Matveychuk, “Merkez, Çar’ın Kurtları ekibine katılma isteklerini ifade eden teknik askeri uzmanlar, geliştiriciler ve yenilikçileri içeren yüzlerce başvuru formu aldı” dedi.
Rus medyası, savaşlarla ilgili insan hakları hukukun bu merkezin faaliyetlerine uygulanmasına yönelik mekanizmalardan bahsetmiyor. Üzerinde durulmayan bu konu, Ukrayna savaşında şimdiye kadarki en önemli başlık gibi görünüyor.
Buna paralel olarak Moskova’nın savaşta yoğun olarak kullanılan savaş stoklarını yenilemek için zamanla yarıştığı da sır değil.
Rus yetkililer, Rusya’nın füze stoj-klarındaki eksikliğe dikkat çekilen Batı kaynaklı verileri reddediyor.
Rus devlet savunma sanayi şirketi Rostec Genel Müdürü Sergey Çemezov, Rus medyasına yaptığı açıklamada şu ifadeleri kullandı;
“Kiev ve bazı yabancı medyanın Rus ordusunun füze sıkıntısı çektiği yönündeki iddiaları temelsizdir. Rostec, Savunma Bakanlığı’ndan çeşitli mühimmat türlerinin üretimini kat kat artırma talebinde bulundu ve bazı modellerin üretimlerini önemli ölçüde artırdı.”
Batı medyası, istihbarat kaynaklarına dayandırılan haberlerde, Rusya’nın Kuzey Kore’den milyonlarca top mermisi ve füze satın aldığını aktarmıştı.
Bunun, yaptırımların tedarik zincirlerini ciddi şekilde sınırladığı ve Moskova’yı askeri malzeme elde etmek için ‘haydut devletlere’ yönelmeye zorladığının bir göstergesi olduğu vurgulanmıştı.
Askeri uzman Alexei Leonkov, “Bu iddialar ve diğerleri, önyargılı bir medya kampanyasının yalnızca bir parçasıdır” diyerek iddiaları yalanladı.
Leonkov, Rusya’da uçaksavar güdümlü füzeler üreten Almaz-Antey Corporation ve çok çeşitli topçu ve füzeler üreten Tecmash Corporation gibi silah ve askeri teçhizat üreten birçok büyük şirketin faaliyet gösterdiğine dikkat çekti.
Rostec Genel Müdürü Çemezov açıklamasında, SİHA’ların kitlesel kullanımının en belirgin sonuçlarından birini ve bunların Rus silah üreticileri üzerindeki etkilerinin boyutunu ortaya koydu.
Çemezov, özel askeri operasyon için, aynı anda büyük bir filo şeklinde hedeflerine saldırabilecek SİHA’ların tasarlandığını dile getirdi.
Rostec Genel Müdürü konuya dair şunları söyledi:
“Şirket uzmanları, özel askeri operasyonlarda kullanılmak üzere bir SİHA filosu içinde düşman mevzilerine saldırabilen saldırı helikopterleri tasarladılar. Keşif ve topçu güdümü için küçük taktik helikopterler de geliştiriyoruz. SİHA filosu içindeki düşman bölgelerine saldırmaya katılabilir ve bomba atabilir. Bu teknolojinin askeri harekatın seyrini değiştireceğinin Savunma Bakanlığı kadar biz de farkındayız. Bu alanda Savunma Bakanlığı ile birlikte çalışıyor ve iş birliği yapıyoruz. Şirket, Savunma Bakanlığı’nın ihtiyaçlarına göre SİHA’lar sağlamaya hazır.”



Naim Kasım ve Halil el-Hayya'nın konuşmaları arasında

Hizbullah Genel Sekreteri Naim Kasım (Video konuşmasından)
Hizbullah Genel Sekreteri Naim Kasım (Video konuşmasından)
TT

Naim Kasım ve Halil el-Hayya'nın konuşmaları arasında

Hizbullah Genel Sekreteri Naim Kasım (Video konuşmasından)
Hizbullah Genel Sekreteri Naim Kasım (Video konuşmasından)

Macid Kayali

Hizbullah Genel Sekreteri Naim Kasım konuşmasını içinde bulunduğumuz kasım ayının 20’sinde yaptı. Ardından Halil el-Hayya'nın aynı ayın 21'indeki konuşması geldi. Halil Hayya, İsrail'in Siyasi Büro'nun eski başkanlarına (İsmail Heniyye ve Yahya Sinvar) zaman ve içerik açısından birbirine yakın dönemlerde düzenlediği suikastların ardından Hamas liderleri arasında en önde gelen konuma yerleşti.

Son 20 yılda “direniş ve karşı koyma” ekseninin ön saflarında yer alan, “örümcek ipliğinden daha zayıf” ve çöküşün eşiğinde olduğu varsayılan bir devlet olan İsrail'in varlığına meydan okuyan bu iki hareket, Hamas'ın 7 Ekim 2023'teki Aksa Tufanı saldırısının ve Hizbullah’ın Gazze’ye destek cephesini açmasının ardından, İsrail saldırılarının merkezinde oldular. Gerek Aksa Tufanı gerek destek cephesi, arenalar birliği ile karşılıklı ordular ve füzeler fırlatma fikrine dayanıyordu.

Ancak yaklaşık 14 ay sonra ortaya çıkan sonuç, Filistinliler ve Lübnanlılar için yeni, korkunç bir Nekbe’yi (felaketi) açığa çıkardı. İsrail'in hayali “angajman kurallarını” umursamadığı, “uzun süreli bir savaş" yürütebileceği, yüksek insani ve ekonomik maliyetlere katlanabilecek kapasitede olduğu, Aksa Tufanı günündeki yenilgisini ve askeri, istihbari ve insani kayıplarını, Filistinlilerin durumunu, Lübnan ve belki de Suriye ve Irak'ın durumunu değiştirmeye çalışacak bir fırsata dönüştürebileceği ve İran'ı dizginleyebileceği görüldü.

Sonuç olarak, Gazze’ye yönelik abluka kalkacağına kendisi harabeye döndü ve acımasız bir askeri işgale maruz kaldı. Yaklaşık 2 milyon Filistinli, asgari yaşam standartlarından yoksun, hapishane benzeri izole alanlarda yaşıyor. Bu durum artık Güney Lübnan'ı, Beyrut'un güney banliyösünü ve Bekaa Vadisi'ndeki bazı bölgeleri de kapsıyor. İsrail zayıflamak yerine kurulduğu günden bu yana her zamankinden daha güçlü hale geldi. Bu mücadele aynı zamanda İsraillileri birleştirdi ve İsrail'in ABD ile ilişkilerini eskisinden daha da güçlendirdi.

Sorun şu ki, Hamas ve Hizbullah'ın geri kalan liderleri tüm bunları henüz idrak etmiş değiller. Halen bir tür inat ve gerçeklerin, güç dengesinin, Filistinlilerin ve Lübnanlıların koşullarındaki korkunç kötüleşmenin inkarı içindeler. Hatta daha önceki gerçekçi olmayan tezlerden veya yanılsamalardan geri adım atılmasına rağmen, İsrail saldırıları sonucunda Hizbullah ve Hamas’ın zayıfladığını bile inkar ediyorlar.

Başlangıçta her iki tarafın da savaş başlatma veya direnişi sürdürme çağrılarının ardından (Bkz. Muhammed ed-Dayf'in 7 Ekim 2023'teki konuşması ve Nasrallah'ın suikastından birkaç gün öncesine kadar yaptığı konuşmalar), şimdi yaptıkları ateşkes ve çatışmaların durdurulması talebi bunu temsil ediyor. Kasım ve Hayya yukarıda bahsettiğimiz konuşmalarında bu konuda ve savaşın sürdürülmesinde ısrar edenin İsrail olduğunu varsaymakta hemfikirlerdi.

Hemfikir oldukları bir diğer nokta koşullar öne sürmekti. Kasım'a göre müzakereler iki çatı altında sürüyor; tam bir ateşkes, Lübnan'ın egemenliğinin korunması ve İsrail'in Lübnan'ın egemenliğini ihlal etmesine, Lübnan'a girip istediği gibi öldürmesine izin verilmemesi. Hayya ise şunu vurguladı: Gazze Şeridi'ndeki savaş durmadan ve yerinden edilenler geri dönmeden takas anlaşması olmayacak. Burada fikrimiz şu; bu tezler tamamen doğru, geçerli ve meşru, ancak savaş öncesinde ne Hizbullah ne de Hamas bu tezlere göre hareket etmiyordu. Hayya'nın istediği Aksa Tufanı öncesi Gazze'nin artık mevcut olmadığı ve aynı durumun Lübnan'daki bazı bölgeler için de geçerli olduğu unutulmamalı.

Kendine güvenen her siyasi hareket veya ulusal kurtuluş hareketi başarısızlığını, yenilgisini veya acizliğini itiraf edebilir. Buna karşılık inat ve inkar, bu hareketin halkının çıkarlarına yabancı olduğunu gösterir

İki taraf ayrıca arenalar birliğinin geçerliliğini yitirdiği konusunda da birleştiler. Zira İran kendisini çatışmanın dışında tuttu, Suriye rejimi ilgilenmedi, Hizbullah, değişen koşullar ve gerçekler nedeniyle Gazze'den desteğini çekti. Buna rağmen en büyük felaket, Hayya'nın sanki başka bir kıtada yaşıyormuş gibi “Müslüman Arap milletini sahip olduğu güç ve imkanlar” ile “düşmanı savaşı durdurmaya zorlayamamakla” suçlamasıydı. Sanki güç denklemlerinde hiçbir şey değişmemiş ya da İsrail ordusuyla yaşanan çatışmalar veya zaman zaman orayı burayı bombalamalar, İsrail'in bu soykırım savaşında Filistinlilere ve Lübnanlılara yaptıklarını ve bunun sonucunda ortaya çıkan korkunç trajedileri dengeliyormuş gibi söylenen sözler, bu iki konuşmanın gerçeklikten kopuk olduğuna dikkat çekiyor. Nitekim Kasım şöyle diyor: İsrail bizi yenemez ve kendi koşullarını bize dayatamaz. Söz, karadaki çatışmalar, füze ve İHA saldırıları ile savaş meydanınındır. Uzun süre devam edecek gücümüz var. Uzun bir savaşa hazırlandık. Şu anda müzakere ediyoruz ancak ateş altında olduğumuz için değil çünkü İsrail de ateş altında.”

Bu kopukluk, Hizbullah ve Hamas’ın savaş öncesi dönemdeki slogan ve konuşmalarını da kapsadı. Kasım'ın şu sözleri de bunu gösteriyor gibi: “Cumhurbaşkanının Meclis aracılığıyla anayasaya uygun şekilde seçilmesine etkin katkımızı sunacağız. Siyasi adımlarımız (Taif) çatısı altında olacaktır. İnşa etmek ve korumak için siyasi alanda da var olacağız.”

Hayya ise, Hamas’ın Gazze Şeridi'ni yönetmek için bir komite kurulmasını kabul ettiğinden bahsetti. Oysa savaştan önce Gazze’nin yönetiminde müttefik olsa bile kendisine herhangi bir tarafın ortak olmasını kabul etmiyordu. Hayya şunu da söylüyor: “İç ulusal uzlaşmaya varılmasına katkıda bulunabilecek hiçbir fırsatı göz ardı etmiyoruz ve sorumluluk sahibi olarak bunun için çalışıyoruz.”

Elbette kendine güvenen her siyasi veya ulusal kurtuluş hareketi başarısızlığını, yenilgisini veya acizliğini itiraf edebilir. Buna karşılık inat ve inkar, bu hareketin kendi halkının çıkarlarına yabancı olduğunu ya da sadece bir otorite olarak varlığını sürdürmeyi önemsediğini gösterir. Bu, sözler ve eylemler, sloganlar ve olasılıklar, hayal ve gerçeklik arasında büyük bir farkın olduğu, kamu yararının veya halkın çıkarının, özel çıkar veya otoritenin yararı lehine yok sayıldığı Arap siyasi yaşamında yaygındır.

Örneğin altmışlı ve yetmişli yılların terminolojisine göre “milliyetçi” ve “ilerici” rejimler ile birlikte, Filistin'in kurtuluşu, Filistin davasının merkeziliği, Arap birliğinin, özgürlüğün ve sosyalizmin sağlanması gibi “büyük” olarak tanımlanan davaların zor olduğu sonucuna varmıştık. O dönemde geçim sorunları ve vatandaşların hakları meseleleri önemsiz meselelermiş gibiydi. Öte yandan Haziran 1967 savaşında İsrail daha da genişledi ve Ekim 1973 savaşı düzenli ordular arasındaki son Arap-İsrail savaşı oldu. Ardından Mısır'ın 1979'da İsrail ile Camp David Anlaşması'nı imzalaması ve bununla normalleşme yolunun açılması ile birlikte Arap-İsrail çatışmasının bitişine tanık olduk. Araplar arasında ekonomik entegrasyon düzeyinde de olsa birlik meselesine gelince, Suriye, Mısır ve Irak'taki rejimler arasında yaşanan yabancılaşma ve husumet nedeniyle çöktü. Bu arada vatandaşlık kavramının eksikliği ve devletin gelişmemiş olması nedeniyle özgürlük ve sosyalizm fikirlerinin kaderi de daha iyi olmadı.

İsrail, Filistin ulusal hareketinin içini boşaltmak ve onu bir ulusal kurtuluş hareketinden bir otoriteye ve ardından iki otoriteye dönüştürmek için kullandığı stratejilerde başarılı olmuş gibi görünüyor. Bu başarı Filistin ulusal hareketinin kaybetmesine ve fedakarlıkların boşa gitmesine yol açtı.

Sonuç olarak Arap dünyasındaki tüm siyasi hareketler bu acı kaderden kurtulamadı. Milliyetçi, solcu ve İslamcı eğilimleri ile tümü, başarısızlık, acizlik, eksiklik ve kırılganlıkta korkunç bir noktaya ulaştılar. Herhangi birinin başarıları yerine, toplumlarından izole olduklarının ve kaybolduklarının gözlemlendiği bir kerteye vardılar.

Filistin örneğinde bile İsrail, Filistin ulusal hareketinin içini boşaltmak ve onu bir ulusal kurtuluş hareketinden bir otoriteye ve ardından iki otoriteye dönüştürmek için kullandığı stratejilerde başarılı olmuş gibi görünüyor. Bu başarı Filistin ulusal hareketinin kaybetmesine ve fedakarlıkların boşa gitmesine, halkı, toprağı ve davayı özdeşleştiren birleştirici bir ulusal vizyonun, yatırım yapılabilecek mümkün, sürdürülebilir ve uygulanabilir bir mücadele stratejisinin eksikliğine yol açtı.

Elbette tüm bu söylediklerimiz işgal olduğu sürece direnişin meşruluğunun teyit edilmesini de içeriyor ve İsrail sömürgecidir, yerleşimcidir, ırkçıdır, saldırgandır. Ancak güç dengesini, iç ve dış siyasi verileri anlamaya, fedakarlıkları siyasi başarılar için kullanma imkanına, birikime ve kademe kademe zafere ulaşmaya dayalı direniş yaklaşımı ile karşılıklı ordular şeklinde savaşma, ölümcül darbe indirme arasında büyük bir fark vardır. Zira son ikisi İsrail'in üstün olduğu, Filistinlileri yok etmek için bütünüyle kontrolsüz hareket ettiği alandır. Bu felaketin önlenmesi için kaçınılması gereken de bu ikisiydi.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.