‘Fighting for the America’ birinci bölüm: Süleymani suikastının ayrıntılarını anlatan Pompeo, Tahran rejimini, ‘terörist’ olarak nitelendirdi

Birinci Bölüm: Pompeo, Süleymani suikastının ayrıntılarını anlatıyor. Tahran rejimini, ‘terörist’ olarak nitelendirdi

Süleymani’nin seyahat ettiği araç, iki yıl önce ABD füzeleri tarafından hedef alındıktan sonra alev aldı (AFP)
Süleymani’nin seyahat ettiği araç, iki yıl önce ABD füzeleri tarafından hedef alındıktan sonra alev aldı (AFP)
TT

‘Fighting for the America’ birinci bölüm: Süleymani suikastının ayrıntılarını anlatan Pompeo, Tahran rejimini, ‘terörist’ olarak nitelendirdi

Süleymani’nin seyahat ettiği araç, iki yıl önce ABD füzeleri tarafından hedef alındıktan sonra alev aldı (AFP)
Süleymani’nin seyahat ettiği araç, iki yıl önce ABD füzeleri tarafından hedef alındıktan sonra alev aldı (AFP)

‘Fighting for the America’, Kuzey Kore’ye yapılan gizli bir gezi ve Mossad ile olan ilişki hakkında heyecan verici detaylar içeriyor.

Eski ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo’nun ‘Never Give an Inch: Fighting for the America (Asla Bir Santim Taviz Vermeyin: Sevdiğim Amerika için Savaşmak)’ adlı anı kitabında ortaya koyduğu çok detaylar, sadece eski Başkan Donald Trump döneminde ABD’nin baş diplomatının gözünden olayları nasıl gördüğünü anlatışında değil, aynı zamanda dünyanın en güçlü ülkesi olan ABD’nin casusluk birimi olarak Merkezi İstihbarat Teşkilatı’nın (CIA) direktörünün bakış açısına göre de ilginç. Pompeo, ABD yönetimlerindeki görevlerinde rütbe ve konumlarını yükseltirken karşılaştığı bazı çetin zorlukların bazı yönlerine değiniyor. 1980’lerin ortalarında Beyrut’taki ABD Deniz Piyade Kolordusu (Marines) karargahını hedef alan saldırının, hafızasından silinmeyen ‘derin bir iz bıraktığını’ dile getiriyor. İran ve onun Hizbullah, İslami Cihat ve diğer kollarına dair farkındalığının o anda oluştuğunu söyleyen Pompeo, İran rejiminin, ‘bileşenleriyle birlikte bir devlet’ kisvesine bürünmüş bir terör örgütü olduğunu erkenden anladığını vurguluyor. Ancak ABD’nin çıkarlarını hedef almaya devam etmesine yanıt olarak, Devrim Muhafızları’nın Kudüs Gücü Komutanı General Kasım Süleymani’yi yok etme kararına götüren istisnai karara rağmen, üst kademelere erişimi, ona aynı zamanda Trump’ın kendisi de dahil olmak üzere ABD’deki yönetici elitlerin rejimi devirmek ve ‘kafasını kesmek’ niyetinde olmadığını gösterdiğini söylüyor. El-Kaide örgütünün ana karargahının Tahran’da olduğunu ve Afganistan’daki Tora Bora’da, Pakistan’da, Irak’ta veya Suriye’de olmadığını dile getiriyor.
Trump döneminde ABD politika seçeneklerinin belirlendiği toplantıların ve eski Başkan Barack Obama ve o dönemdeki Başkan Yardımcısı ve şu anki Başkan Joe Biden yönetiminin bozduklarını düzeltmek için sarf edilen büyük çabaların bazı sırlarını ifşa etmesine rağmen Pompeo, diplomasi ve casusluk dünyalarında ‘kırmızı çizgiler’ olarak kabul edilebilecek şeyleri aşma konusunda dikkatli görünüyordu. Nükleer silahlardan ve kitle silahlarından oluşan cephaneliğinden kurtulma çabalarında bir atılım yapmak amacıyla Kuzey Kore’ye yaptığı ilk gizli geziyi ve Kuzey Kore lideri Kim Jong-Un ile görüşmesini anlatırken de tereddüt yaşamadı.

Beşşar Esed (AFP)

"Gizli görev"
Pompeo’nun anıları, 438 sayfa ve 17 bölümden oluşuyor. Kuzey Kore lideri Kim Jong Un ile görüşmek üzere, 30 Mart 2018 Kutsal Cuma günü gerçekleştirdiği ve CIA Direktörü olarak ‘dünyanın en karanlık yerlerinden biri olan’ Pyongyang’a geldiği ‘gizli bir görevi’ anlatarak başlıyor. Amacının, nükleer silahları ve nükleer bir Kuzey Kore’nin kitle imhasını ortadan kaldıramayan ve gerçekten mevcut büyük tehdide yol açan ‘geçmişin başarısız çabalarını düzeltmek’ olduğunu açıklayan Pompeo, “Trump bana risk almaya istekli olduğunu söylüyor. Ben de CIA direktörü olarak bunu yapmaya hazırdım” diyor. Uçağının Kuzey Kore hava sahasına girdiğinde ona düşman savaş uçaklarının eşlik ettiğini belirtirken, “Genellikle, bu eylem saldırganlığı, belki de yakın bir saldırıyı gösterir. Ama mürettebatımız ve ben bunun sadece tipik bir Kuzey Kore gözdağı olduğundan emindik” diyor. Mike Pompeo, Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti adının ‘yalan’ olduğunu belirterek, “Çünkü o demokratik değil, bir cumhuriyet değil ve kesinlikle halkının çıkarlarına hizmet etmiyor” diyor. Pyongyang Havaalanına vardıklarında heyete Pompeo’nun korumalarının silahlarını şehir merkezine götüremeyecekleri konusunda bilgi verildiğini de dile getiren ABD’li yetkili, uçaktan indiğinde ‘tanıdığı, en nefret edilen adamlardan biri olan Kuzey Kore Komünist Partisi’nin resmi adı olan Kore İşçi Partisi’nin genel başkan yardımcısı olarak görev yapan emekli General Kim Yong-Chul’un merdivenlerin dibinde olduğuna dikkati çekiyor.

Kasım Süleymani (AFP)

“50 yıl ot yedik”
Chul, el sıkışmak veya misafirini ağırlamak yerine, “Son 50 yıldır ot yiyoruz. Önümüzdeki 50 yılda ot yiyebiliriz” dedi. Pompeo ise, “Elbette Chul ot yemiyordu. Tüm Kuzey Koreli kleptomanyaklar gibi o da en iyi alkolü içiyor ve Kobe Bifteği ile ziyafet çekiyordu. Ot yemek sıradan insanlar içindi” diyor. ‘Hesaplanmış bir risk’ aldığını dile getiren Mike Pompeo, “General Chul, sizi görmek güzel. Öğle yemeğini dört gözle bekliyorum. Buharda pişmiş otları tercih ederim” ifadelerini kullanıyor. Daha sonra havaalanı ve lider Kim Jong-Un’un Pyongyang’daki ofisine giden yol da dahil olmak üzere, herhangi bir Kuzey Kore ‘komplosunun’ veya ‘propagandasının’ reddedilmesi de dahil olmak üzere ziyaretin ayrıntılarını ve ABD’deki koşullarını sunuyor. Pompeo ve ekibine dev kapılar ve yüksek tavanlardan eşlik eden kız kardeşi Kim Yo-Jong’un, parlak turuncu bir duvarın önünde (Çin tarihi lideri) Mao Zedong’un tipik siyah takım elbisesini giymiş, uzun bir kırmızı halının sonunda duran Kim’in ofisine kadar kendisine eşlik ettiğini söylüyor. “Dünyanın en kötü diktatörü beni gülümseyerek karşıladı” diye açıklayan Pompeo, Kim’in ise “Sayın müdür, geleceğini düşünmemiştim. Beni öldürmeye çalıştığını biliyorum” dediğini belirtiyor. Pompeo, kendisinin de şaka yollu, “Sayın Başkan, hala sizi öldürmeye çalışıyorum” şeklinde yanıt verdiğini söylüyor.
Bu kısım, Pompeo’nun, Trump döneminden önceki ABD dış politikalarının kapsamlı bir sunumuna ‘dalarak’, Obama’yı ve özellikle o dönemki başkan yardımcısı Biden’i eleştirdiği kitabının ilk bölümüne yalnızca bir girişti. Ayrıca Mike Pompeo, kitapta Başkan Trump ve Başkan Yardımcısı Pence’in onu önce Merkezi İstihbarat Teşkilatı Direktörü, ardından Dışişleri Bakanı olarak atama kararına götüren Arap Baharı ayaklanmaları da dahil olmak üzere ABD iç ve dış politikalarının eşlik eden ‘tuzaklarını’ ele aldı.

Trump ve Kim, Haziran 2019’da iki Kore arasındaki ayrım çizgisinde (AP)

Orta Doğu sorunu
Pompeo ayrıca, “İran destekli Suriye diktatörü Beşşar Esed, Rusya’yı Arap mahallesine davet etti ve kendi halkına karşı kimyasal silah kullandı. Obama, orada çizdiği kırmızı hattan zayıf bir şekilde geri çekilerek ABD’nin muhaliflerine kötü bir mesaj verdi” diyor. Lübnan’ın İran’a bağlı bir milis olan Hizbullah’ı geliştirdikten ve İsrail’in kuzey sınırlarına binlerce hassas güdümlü füze yerleştirdikten sonra kötüleştiğini söyleyen Mike Pompeo, Körfez ülkeleri, kamuoyunda denge sağlamaya çalışırken, ABD’nin İran’a verdiği destek konusunda da endişelerini dile getiriyor. Pompeo, “Bu nedenle ABD’ye olan güvenleri en alt düzeye indi” diyor.
Pompeo, Orta Doğu stratejisinin birkaç ana sütuna dayandığını açıklarken, bunların ‘büyük bir gerçeği yansıtan politikalar oluşturmak: İran, Orta Doğu’daki en büyük sorun yaratıcısıdır. İsrail ile ilişkilerin yeniden kurulması, yeni bir Körfez-İsrail güvenlik ortaklığının kurulması’ olduğunu dile getiriyor. Mike Pompeo, “Acil dikkatimizi gerektiren Orta Doğu misyonu, Irak ve Suriye’deki DEAŞ hilafetini ölümcül bir şekilde yenilgiye uğratmaktır” diyerek, terörle mücadeleye yönelik askeri planlar geliştirmeye paralel olarak, “Obama- Biden’ın başarısız kayırmacılık politikasından uzaklaşmak ve İran rejimiyle mücadele etmek için ilk adımları attık” diyor. “CIA Direktörü olarak bir numaralı görevim, İran Dini Lideri Ali Hamaney ve onun yandaşlarıyla mücadele için ihtiyacımız olan araçlara sahip olduğumuzdan emin olmak” diyen Pompeo, “Başkan Trump, rejim değişikliğinin bizim görevimiz olmadığını ilan ederken ve ben de bu direktifi takip ederken, rejime baskı uygulamanın çökme olasılığını büyük ölçüde artıracağını biliyordum” açıklamasında bulunuyor. Görevinin ‘yönetimdeki bir anlaşmazlığın gölgesinde kaldığını’ belirtti. Trump, seçim kampanyasında Başkan Obama’nın 2015’te İran ile imzaladığı, esmi olarak Kapsamlı Ortak Eylem Planı olarak bilinen nükleer anlaşmadan çekilme sözü verdi. Bu çerçevede “Bu başarısızlıktan istediğimiz kadar çabuk geri adım atmadık” diyen Pompeo, “Başkanın tüm ulusal güvenlik ekibi -Savunma Bakanı James Mattis, Dışişleri Bakanı Rex Tillerson, Ulusal Güvenlik Danışmanı H.R. McMaster- kalmanın doğru seçim olduğunu söylediler. Onlara göre anlaşmadan çekilmek, çok tehlikeli ve bizi savaşa sürükleyebilirdi” ifadelerini kullanıyor. CIA direktörü olarak, eski Dışişleri Bakanı John Kerry ve eski CIA direktörü John Brennan ve Biden’in düşünceleri gibi CIA direktörü olarak ‘aynı şeyleri düşündüğünü’ söylüyor. İran’a karşı bir destek ekibi olarak ‘İran’dan gelen nükleer tehdide karşı koymanın ilk adımının, nükleer anlaşmayı güçlü bir şekilde destekleyen analistleri dinlememek ve İran Devrim Muhafızları’na karşı bir destek ekibi olarak İran Cumhuriyeti Misyonu Merkezi kurmak’ olduğunu dile getiriyor. Mike Pompeo, ‘Irak, Afganistan ve Rusya’da zor hedefler üzerinde çalışan deneyimli çalışanlarla sağlanan’ destek ekibinin başına ‘Mike’ adında bir ajan yerleştirdiğini de açıklıyor.
İran ile mücadelede ikinci adımın ise ‘uluslararası ortaklıklar kurmak’ olduğunu söyleyen Pompeo, “Hiçbir ilişki ABD’nin sahip olduğundan daha kritik değildi” diyor. Dönemin İsrail istihbarat servisi başkanı Yossi Cohen’e de övgüde bulunarak, “Benim durumumun aksine, o gerçek bir casus, geçen yüzyılın seksenlerinde başlayan, bir hikayesi olan bir işi var” diyerek, Cohen’i ‘korkusuz, yenilikçi ve çekici’ tanımlıyor ve problemin İran’da olduğuna dikkati çekiyor. CIA, birçok sorun arasında ‘İran’ı bir sorun’ olarak nitelendirirken Pompeo, ilk kez Şubat 2027’de İstihbarat Teşkilatı Başkanı olarak çıktığı ilk yurt dışı gezisinde Kudüs’teki King David Oteli’nde Cohen ile bir araya geldiklerini belirtiyor. Mike Pompeo, “İran’ı ezmek için ortak çalışmak, yüzde 100 entegrasyon gerektiriyor. Çok yakın bir aile ve dini ilişki kurmalı” diyor.

Beyrut saldırısı
Pompeo, kitabında Başkan Trump’ın ‘dünya kirli bir yer’ derken kesinlikle haklı bulduğunu anlatıyor. ABD Askerî Akademisi’ndeyken Beyrut’taki kışlalarında yüzlerce ABD Deniz Piyadesini öldüren ve yaralayan bir terör saldırısının olduğu 23 Ekim 1983 Pazar gününe değiniyor. Mike Pompeo, “Bunu ABD askerlerine kim yapar? Sebepleri nedir?” diye sorarken, “241 ABD askeri personelinin öldüğü ve 128 kişinin yaralandığı bombalama olayını İran destekli terör örgütü Hizbullah’ın ilk vücut bulmuş halinin gerçekleştirdiğini kısa sürede öğrendik” ifadelerini kullanıyor. Pompeo ayrıca, “İranlıların ABD askerlerini öldürdüğü o anı hiç unutmadım” diyor. Öte yandan 1979 yılında Günümüzdeki İran rejiminin kurucusu Ayetullah Humeyni liderliğindeki İran İslam devriminden, ardından Tahran’daki ABD büyükelçiliğine düzenlenen saldırıdan ve işçilerinin 444 gün rehin tutulmasından bahsediyor. “Bugün İran rejimi, İran’dan Irak, Lübnan, Suriye ve Yemen’e uzanan topraklarda bir Şii Hilali kurmak için savaşan bir terör grupları ağının arkasındaki güçtür” diyen Mike Pompeo, 1996 yılında Suudi Arabistan’da 19 ABD Hava Kuvvetleri personelinin öldürüldüğü El-Huber Kuleleri saldırısının arkasında İran’ın olduğuna dikkati çekiyor. Pompeo, “Şii İran rejimi, Sünni El-Kaide örgütüyle ortak hareket etti” diyerek, Tahran’ın bugün üssün üst düzey liderliğinin ana üssü olduğunu dile getiriyor. Mike Pompeo, “El-Kaide’nin operasyonel karargahı Tora Bora, Afganistan veya Pakistan’da değil. Suriye veya Irak’ta değil. İran’ın başkentindedir” diyor. “İran rejimi aslında bir terör örgütüdür” diyen Pompeo, “Ancak çoğu terör grubunun aksine, Devrim Muhafızları’nın koruması altındaki rejim, devlet idaresinin tüm araçlarına sahip: uluslararası açıdan kabul görmüş sınırlar, Birleşmiş Milletler’de (BM) diplomatlar, bir para birimi ve geniş petrol yatakları, bankalar ve İran ekonomisinin diğer sektörleri üzerinde tam kontrol” ifadelerini kullanıyor.

Obama neyi mahvetti
Eski Dışişleri Bakanı, Trump’ın ‘Obama’nın bozduklarını’ nasıl düzeltmeye çalıştığını yazan Pompeo, nükleer anlaşmanın dezavantajlarını ve Lübnan’da Hizbullah, Filistin’de Hamas ve İslami Cihad ve Yemen’de Husiler gibi gruplara İran desteğini yineliyor. Mike Pompeo, “Bu uğursuz projenin arkasındaki beyin, İran’ın gündemini bozmak için kararlı çabalarımızın odak noktası haline gelen Devrim Muhafızları’nın Kasım Süleymani adlı komutanıdır” diyor. Bu vizyon, Pompeo’nun anılarının Altıncı Bölümünün odak noktasını oluşturdu. Pompeo ayrıca, bir keresinde Süleymani’ye bir mektup yazdığını ve ‘kontrolü altındaki güçler tarafından Irak’taki ABD çıkarlarına yönelik herhangi bir saldırıdan onu ve İran’ı sorumlu tutacakları’ uyarısı yaptığını ifade ediyor. Trump’tan önce İran destekli grupların başlattığı saldırılarda ABD kayıplarına karşı çok hoşgörülü olan ABD yönetiminin politikasında ‘büyük bir değişikliğe’ dikkati çeken Mike Pompeo, Süleymani’nin mektuba hiçbir zaman yanıt vermediğini de sözlerine ekliyor. “Ancak iki yıl sonra 29 Aralık 2019’da Başkan Trump ile Florida’daki görkemli evi Mar-a-Lago’da bu kez Dışişleri Bakanı olarak oturuyordum. Yanımda Savunma Bakanı ve Genelkurmay Başkanı vardı. Tehlikeli bir iş için oradaydık” diyen Pompeo, hedefin Kasım Süleymani olduğunu belirtiyor. Mike Pompeo, “Sadece birkaç gün içerisinde Süleymani ve İranlılar, onların şerrini desteklemeyi reddetmemizin tüm etkisini hissedecekler. Bunun yerine ABD saldırısını tadacaklar” diyor. Pompeo, “Süleymani küçük yapısına rağmen Orta Doğulu liderlerin kalbine gerçek bir korku saldı. İran’ın Irak, Lübnan ve Suriye’deki onlarca yıllık askeri harekâtının öncüsü olma eğiliminde olan Süleymani, 1998 yılından beri suçlu Kudüs Gücü birimine komuta ediyor. Irak, Lübnan, Suriye ve Yemen gibi ülkelerin bugün darmadağın olmasının ana nedeni bu birim” diyerek, Süleymani’yi Irak savaşında 600 ABD askerinin ölümünden sorumlu tutuyor. Bir gün Bağdat’a gittiğini ve İran’dan enerji kaynakları satın almamaya ikna etmek için dönemin Başbakanı Haydar el-İbadi ile görüştüğünü açıklıyor. İbadi’nin de kendisine “Sayın Müdür, siz gidince Kasım Süleymani gelip beni görecek. Sen benim paramı alabilirsin. O, canımı alacak” dediğini söylüyor.
Daha sonra İran’ın Irak’taki ABD çıkarlarına yönelik tehditlerinin artması ortasında dönemin Cumhurbaşkanı Berhem Salih ve Adil Abdulmehdi de dahil olmak üzere diğer Iraklı yetkililerle yaptığı görüşmelerden bahsediyor. Pompeo, “Yaptırımları geri çekerek İran’ın lehine davranmayı reddetmemizin sonuçları 14 Eylül 2019’da da belli oldu. İran’ın bir ABD dronunu düşürmesinden yaklaşık iki ay sonra, İran’dan Suudi Arabistan’ı vurmak için seyir füzeleri fırlatıldı. Hedefler, Suudi Aramco’ya ait büyük petrol tesisleriydi. Böylece saldırı, küresel enerji kaynakları için bir tehdit oluşturdu” diyor. Tesisleri çalışır duruma getirmek için ABD ile Suudi Arabistan arasındaki işbirliğine atıfta bulunan Mike Pompeo, “Aramco bu bağlamda harika bir iş çıkardı. Suudiler de bu tehlikeli zamanda ne yapmaya hazır olduğumuzu öğrenmek istediler. Suudi Arabistan’a hava savunma sistemleri göndermemizi başkana tavsiye ettim. Onlara savunma silahları sağlamayı kabul etti. Ancak ABD’nin doğrudan eylemle bir saldırı gerçekleştirmesi ve İran’ın bedelini ödemesi yönündeki tavsiyemin ikinci bölümünü reddetti” diyor.

Süleymani imha edildi
Kısa bir süre önce ABD güçleri, bir ABD’li müteahhidin öldürüldüğü bir saldırıya yanıt olarak Irak Hizbullah Tugayları’nı hedef aldı. Bir başka saldırının ardından Pompeo, Başkan Trump’ın 29 Aralık 2019’da Mar-a-Lago’da Savunma Bakanı Mark Esper ve Genelkurmay Başkanı General Mark Milley’in katılımıyla düzenlediği bir toplantıya katıldı. Bu çerçevede Pompeo, “Sayın Başkan, Süleymani Beyrut’tan Şam’a oradan da Bağdat’a gidiyor. Ticari uçuşlarda uçar ve uçuş rotasını bilir. Daha fazla Amerikalıyı öldürmeyi planlıyor. Bu canice çabalardaki liderliğini durdurmak için gerekli araçlara sahibiz. 2 ABD dronunu düşürdüler. Suudi Arabistan’a balistik füzeler ateşlediler. Şimdi de bir Amerikalıyı öldürdüler. Hepsini de General Süleymani’nin talimatıyla yaptılar. Cinayet dolu hükümranlığını durdurmanın zamanı geldi. Bu meşru bir askeri hedef” diyor. Pompeo ayrıca, “Süleymani’yi öldürerek, saldırıya geçmek şok edici bir olay olur. Doğal olarak ABD, 11 Eylül sonrası dünyada bir terörist liderden kurtulur” ifadelerini kullanıyor. “Bu durum başka bir general gelecek. Ama İran’da kimsede o güç, beyin, gaddarlık ve genel çekicilik kombinasyonu yok. Çünkü onu değiştirmeye çalışmak, orijinal Rembrandt tablosunu sahtesiyle değiştirmeye çalışmak gibidir” diyen Pompeo, Başkan Trump’ın büyük riskleri anladığını vurguluyor. Mike Pompeo, “Hepimizin yaptığı gibi. Ancak tetiği çekmenin zamanı geldi” diyen Pompeo, “Milley ve Esper, Başkan’a önerilen plan hakkında bilgi verdi. Saldırıdan sonra bunun rejimin başını kesmeye yönelik bir girişim olmadığını belirginleştirmek için İranlılarla doğrudan iletişim kurmaya hazır olduğumuzu, ancak onların arzusu buysa gerilimi tırmandırmaya hazır olduğumuzu da ekledim” ifadelerini kullanıyor. Bu bağlamda Pompeo, Trump’ın ‘hadi’ yanıtını verdiğini söylüyor. Operasyon tarihi, Süleymani’nin birlikte Hizbullah Tugayları kurucusu Ebu Mehdi el-Mühendis tarafından karşılandığı Bağdat Uluslararası Havalimanı’na gelişiyle, 3 Ocak 2020 olarak belirlendi. Bu çerçevede “Konvoyu yola çıkarken, ABD yapımı MQ-9 Reaper her hareketini takip etti. Süleymani’nin arabası havaalanından ayrılırken, üzerine cehennem ateşi füzeleri düştü. ABD caydırıcı bir darbe indirdi. Süleymani artık kimseyi incitmeyecek” diyor.



Bangladeş eski Başbakanı Halide Ziya'nın cenaze törenine binlerce kişi katıldı

Halide Ziya'nın cenaze törenine katılan Bangladeşliler (AP)
Halide Ziya'nın cenaze törenine katılan Bangladeşliler (AP)
TT

Bangladeş eski Başbakanı Halide Ziya'nın cenaze törenine binlerce kişi katıldı

Halide Ziya'nın cenaze törenine katılan Bangladeşliler (AP)
Halide Ziya'nın cenaze törenine katılan Bangladeşliler (AP)

Bangladeş’in başkenti Dakka’da, dün hayatını kaybeden eski Başbakan Halide Ziya için bugün parlamento binası çevresinde büyük kalabalıklar toplandı. Ziya, uzun süren bir hastalık mücadelesinin ardından 80 yaşında yaşamını yitirmişti.

Sabahın erken saatlerinden itibaren Dakka ve diğer bölgelerden gelen kalabalıklar, parlamento binasının önündeki Manik Mia Caddesi’ni doldurdu.

ascdfg
Halide Ziya'nın cenaze törenine katılan Bangladeşliler (AP)

Halide Ziya’nın cenaze törenine, ülkedeki farklı bölgelerden gelen vatandaşların yanı sıra Hindistan ve Pakistan’dan da önde gelen isimlerin katılması bekleniyor. Ziya, bugün parlamento binası dışındaki bahçeye, 1981’de askeri darbe sırasında suikasta uğrayan eşinin yanına defnedilecek.

Halide Ziya, eşi vefat ettikten sonra siyasete girdi ve 9 yıl süren, eski bir askeri diktatörü deviren halk ayaklanmasının ardından muhalefetin önde gelen lideri olarak öne çıktı.

Ziya, 1991 yılında ilk kez yapılan genel demokratik seçimlerde ezici bir zafer elde ederek Bangladeş’te parlamenter demokrasinin temellerini attı ve ölümüne kadar Bangladeş Milliyetçi Partisi’nin lideri olarak kaldı.

Sakin kişiliğiyle tanınan Halide Ziya, uzun süreli siyasi rakibi ve eski Başbakan Şeyh Hasina ile güçlü bir rekabet içinde oldu. Hasina, Avami Birliği’nin lideri olarak 15 yıl boyunca ülkeyi yönetmiş, ardından 2024’te büyük bir halk ayaklanmasıyla görevden alınmıştı.

xcdf
Halide Ziya (Arşiv – AFP)

Halide Ziya’nın tabutu, Bangladeş bayrağıyla örtülü şekilde, güvenlik yetkilileri ve parti destekçileri eşliğinde hastaneden evine, ardından cenaze töreninin yapılacağı alana taşındı.

Yetkililer, bugün düzenlenecek cenaze töreninde düzeni sağlamak amacıyla yaklaşık 10 bin güvenlik görevlisi ve asker görevlendirileceğini açıkladı.


Çin, Tayvan çevresindeki askeri tatbikatlarına yönelik ‘sorumsuz’ eleştirileri kınadı

Pekin'deki bir meydanda bulunan dev ekranda, Tayvan çevresindeki Çin askeri tatbikatlarına ilişkin bir haber gösteriliyor. (Reuters)
Pekin'deki bir meydanda bulunan dev ekranda, Tayvan çevresindeki Çin askeri tatbikatlarına ilişkin bir haber gösteriliyor. (Reuters)
TT

Çin, Tayvan çevresindeki askeri tatbikatlarına yönelik ‘sorumsuz’ eleştirileri kınadı

Pekin'deki bir meydanda bulunan dev ekranda, Tayvan çevresindeki Çin askeri tatbikatlarına ilişkin bir haber gösteriliyor. (Reuters)
Pekin'deki bir meydanda bulunan dev ekranda, Tayvan çevresindeki Çin askeri tatbikatlarına ilişkin bir haber gösteriliyor. (Reuters)

Pekin bugün, Tayvan çevresindeki askeri tatbikatlarını eleştiren ülkeleri ‘sorumsuz’ olmakla suçladı.

Çin Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Lin Jian, düzenlediği basın toplantısında, “Bu ülkeler ve kurumlar, Tayvan’daki ayrılıkçı güçlerin askeri yollarla bağımsızlık sağlamaya çalışmasına göz yumuyor” dedi.

Lin, “Buna rağmen, Çin’in ulusal egemenliğini ve toprak bütünlüğünü savunmak için yaptığı gerekli ve adil faaliyetleri sorumsuzca eleştiriyorlar. Gerçekleri çarpıtıyor ve doğru ile yanlışı karıştırıyorlar; bu tam bir ikiyüzlülük örneğidir” ifadelerini kullandı.

Öte yandan Avustralya Dışişleri Bakanlığı, Çin’in Tayvan çevresindeki askeri tatbikatlarını ‘istikrarsızlaştırıcı’ olarak nitelendirerek kınadı ve Pekin’e endişelerini ilettiklerini açıkladı. Bakanlık tarafından yapılan açıklamada, “Avustralya, herhangi bir eylemin kazara çatışma, yanlış hesaplamalar veya tırmanma riskini artırmasını şiddetle karşı çıkmaktadır” denildi. Ayrıca, “Uyuşmazlıklar diyalog yoluyla çözülmeli, güç veya zorlama ile değil” uyarısında bulunuldu ve tatbikatların ‘bölgesel gerginliği artırma riski taşıdığı’ vurgulandı. Çin, pazartesi ve salı günleri Tayvan çevresinde füze fırlatmaları yapmış, onlarca savaş uçağı ve gemiyi sevk ederek adanın limanlarını abluka altına alan tatbikatlar düzenlemişti. Pekin, Tayvan’ı kendi topraklarının bir parçası olarak görüyor ve gerekirse zorla ilhak edebileceğini belirtiyor. Tayvan Sahil Güvenlik yetkilileri bugün, Çin savaş gemileri ve sahil güvenlik gemilerinin ada çevresinden çekilmeye başladığını ve askeri tatbikatların sona erdiğine dair işaretler alındığını açıkladı.


Trump-Netanyahu görüşmesi: ABD Başkanı’nın müttefikleriyle arası ne durumda?

ABD Başkanı Donald Trump ve İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, ABD'nin Florida eyaletindeki Palm Beach'te bulunan Trump'ın Mar-a-Lago kulübünde yapılan görüşmenin ardından düzenledikleri basın toplantısında, 29 Aralık 2025 (Reuters)
ABD Başkanı Donald Trump ve İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, ABD'nin Florida eyaletindeki Palm Beach'te bulunan Trump'ın Mar-a-Lago kulübünde yapılan görüşmenin ardından düzenledikleri basın toplantısında, 29 Aralık 2025 (Reuters)
TT

Trump-Netanyahu görüşmesi: ABD Başkanı’nın müttefikleriyle arası ne durumda?

ABD Başkanı Donald Trump ve İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, ABD'nin Florida eyaletindeki Palm Beach'te bulunan Trump'ın Mar-a-Lago kulübünde yapılan görüşmenin ardından düzenledikleri basın toplantısında, 29 Aralık 2025 (Reuters)
ABD Başkanı Donald Trump ve İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, ABD'nin Florida eyaletindeki Palm Beach'te bulunan Trump'ın Mar-a-Lago kulübünde yapılan görüşmenin ardından düzenledikleri basın toplantısında, 29 Aralık 2025 (Reuters)

Elie el-Kuseyfi

ABD Başkanı Donald Trump ile İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu arasında geçtiğimiz eylül ayında gerçekleşen ve Netanyahu’nun Gazze ile ilgili ABD'nin 20 maddelik barış planını onaylamasıyla iki aşama arasında bir dönüm noktası oluşturan toplantı ile pazartesi günü Florida'da gerçekleşen toplantı aynı değildi. Bu son görüşme, iki tamamen farklı aşama arasında net bir kırılma noktası oluşturmazken bölgede yeni bir aşama için teorik ve pratik temeller atmadı. Aksine özellikle Trump’ın yaptığı açıklamalara göre son görüşme, daha ziyade Suriye ve Türkiye ile ilgili, daha az ölçüde de Gazze ile ilgili daha önce açıklanan tutumları yinelemek ve İran'ın nükleer ve füze programları ile ilgili diğer pozisyonları güncellemek için bir fırsat oldu.

Bu yüzden görüşme, özellikle İsrail’in Gazze Şeridi’nde yürüttüğü savaş ve bunun son iki yıldır bölgede yarattığı etkiler sonrasında, bölgesel ve uluslararası değişikliklerden ciddi şekilde etkilenmemiş gibi görünen iki tarihi müttefik arasındaki toplantı geleneğinden sapmadı. Bu durum ne toplantı öncesinde ne de sonrasında bir sorun oluşturdu. Ancak Gazze'deki ateşkesin ardından Trump ve Netanyahu arasındaki ilişkinin geleceği ve bölgedeki gelişmeleri ve bölgesel çıkarlarını yorumlamalarında görünen farklılıklar sorusu gündeme geldi. Görüşme sırasında, iki lider arasında ve ABD yönetimi ile İsrail hükümeti arasında, iki ülke arasındaki ilişkilerde yeni bir model oluşturabilecek gerçek bir ayrılık belirtisi olup olmadığına dikkat çekildi.

Trump ve Netanyahu’nun eylül ve aralık aylarında gerçekleştirdikleri görüşmeler arasındaki temel fark, Trump'ın bölgedeki müttefiklerine karşı tutumunda yatıyordu.

Florida'daki görüşme, bu soruya ne bir cevap ne de cevabına dair bir ipucu barındırıyordu. Ki bu da bekleniyordu, ancak bu durum, sorunun artık geride kaldığı ve iki ülke arasındaki ilişkilerin önümüzdeki dönemde birçok sorunun ve belki de bazı ‘durumsal’ değişikliklerin konusu olmayacağı anlamına gelmiyor. Toplantı, Trump ve Netanyahu arasındaki ilişkinin niteliği konusunu büyük ölçüde çözmüş olsa da bu ilişki, eylül ayındaki son toplantılarından bu yana geçtiğimiz üç ay içindeki gelişmelerden olumsuz etkilenmiş gibi görünmüyor. Buna karşın Trump gibi bir başkan için çifte öneme sahip olabilecek şahsi düzeydeki ilişki, Gazze'den Suriye ve Türkiye'ye, belki de Lübnan'a ve daha az ölçüde İran'a kadar, iki liderin mevcut sorunlara yaklaşımlarında farklılıklar olduğu gerçeğini ortadan kaldırmıyor. Gazze'de ateşkesin ilan edilmesinin ardından gündeme gelen Netanyahu'nun ‘yerine geçecek kişi’ sorunu, özellikle ABD yönetiminin şu anda onun yerine geçecek halihazırda bir aday olmaması ve Ürdün Kralı 2. Abdullah'ın açıkça ifade ettiği üzere ‘Bibi’ye (Binyamin Netanyahu’nun lakabı) yönelik bölgesel hassasiyetin en azından şu aşamada Trump'ın ona verdiği desteği yeniden gözden geçirmesine neden olacak bir aşamaya gelmiş gibi görünmemesi sebebiyle ertelenmiş veya gündemden düşmüş gibi görünüyor. Onun varlığı Washington’ın bölgesel stratejisini etkilemediği ve bölgedeki nüfuz ve çıkarların belirlenmesi sürecinin son aşamasına henüz gelinmediği sürece bunun olması beklenmiyor. Dolayısıyla Netanyahu'nun sahneden çekilmesi talebi, yeni bir aşamaya geçiş için acil veya gerekli hale gelmiş değil. Bu da aynı zamanda bölgesel tarafların Washington üzerinde manevra yapma ve baskı uygulama kabiliyetine ve Washington'ın bölgesel müttefiklerinin taleplerini dengeleme ve çıkarlarına göre önceliklerini düzenleme kabiliyetine de bağlı.

sdfrgt
ABD Başkanı Donald Trump ve Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, ABD'nin başkenti Washington'daki Beyaz Saray'da bir araya geldi, 25 Eylül 2025 (Reuters)

Diğer bir deyişle, Trump Netanyahu'yu övüp İsrail'in ateşkes anlaşmasına yüzde 100 bağlı olduğunu söylerken, diğer tarafların bağlılığını sorgulasa da, görüşme Gazze ve bölge genelinde İsrail ve ABD’nin önceliklerindeki farklılıklar hakkındaki önceki sızıntıları yalanlamadı. Ancak aynı zamanda, özellikle Beşşar Esed rejiminin düşmesinde Türkiye ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın rolünü öven Trump, İsrail'in Suriye'den başlayıp Doğu Akdeniz'den geçerek Afrika Boynuzu'na uzanan stratejik bir çatışmaya girdiği bir dönemde, Türkiye'nin Gazze'deki rolünü desteklemeye devam ediyor gibi göründü. Bu da ne iki liderin görüşmesinde ne de ABD ve İsrail'in bölgesel meselelere ilişkin politika ve önceliklerinde önemsiz bir ayrıntı değil. Trump ve Netanyahu’nun eylül ve aralık aylarında gerçekleştirdikleri görüşmeler arasındaki temel fark, Trump'ın bölgedeki müttefiklerine karşı tutumunda yatıyordu. Suriye'den Yemen'e, Akdeniz'den Kızıldeniz kıyılarına kadar bölge ülkeleri arasında eşi ve benzeri görülmemiş bir jeopolitik rekabet varken, Trump bölgedeki müttefiklerine karşı ne tür bir tutum sergiliyor?

Florida

Florida’daki görüşmeyi, Gazze'deki ateşkesin ardından geçtiğimiz üç ayı Amerika ve İsrail'in değerlendirmesi olarak görecek olursak özellikle de Trump, İran'ın nükleer kapasitesini yeniden inşa ettiği ‘kanıtlanırsa’ yeni saldırılarla tehdit ettikten sonra ABD ve İsrail'in şu anda en az anlaşmazlık yaşadığı konunun İran olduğu söylenebilir. İran’ın füze programına gelince Trump, İran'ın nükleer programını kontrol altına almakla aynı önceliği vermeye Netanyahu kadar hevesli görünmüyordu. Trump'ın İran'la ilgili tehditler ve anlaşma arayışları arasındaki tüm açıklamaları, ABD’nin İran sorununa yaklaşımındaki belirsizliği teyit ediyor. Trump, İran'daki ‘başarılarından’ bir kez daha gurur duyduğunu gösterirken, daha da önemlisi, ABD'nin İran'a yönelik saldırılarını ‘Ortadoğu barışı’ ile ilişkilendirdi. Bu, Trump'ın kendisi ve yönetimi için bölgedeki ‘barışın’ önemini vurgulamak ve daha da önemlisi, Nobel Barış Ödülü yolunda şahsi bir başarı olarak görmek için kullandığı yöntemlerden biri.

Daha önce sızdırılan bilgilerde olduğu gibi, özellikle Trump'ın ‘yakında başlaması planlanan’ yeniden inşa sürecinin Hamas'ın tamamen silahsızlandırılmasına bağlı olmadığı yönündeki açıklamasından sonra, ABD yönetimi ile İsrail hükümeti arasında bir anlaşmazlık var gibi görünüyor.

Başka bir deyişle, ABD Başkanı Gazze'deki savaşı sona erdirmeye kararlı ve savaşı yeniden başlatmak ya da İsrail'in çatışmayı tırmandırmasına ‘izin vermek’ konusunda hiçbir heves ya da istek göstermiyor. Ancak, anlaşmanın çökmesine yol açmamak kaydıyla, İsrail'in mevcut bombardıman ve saldırılarının hızına da karşı çıkmıyor. Peki ya ikinci aşamaya geçmek? Burada da, daha önce sızdırılan bilgilerde olduğu gibi, özellikle Trump'ın ‘yakında başlaması planlanan’ yeniden inşa sürecinin Hamas'ın tamamen silahsızlandırılmasına bağlı olmadığı yönündeki açıklamasından sonra, ABD yönetimi ile İsrail hükümeti arasında bir anlaşmazlık var gibi görünüyor.

Bu, Netanyahu için çok hassas bir konu, çünkü sağ kanattan ABD yönetimine hiçbir taviz vermemesi yönünde baskı görüyor. Bu baskı, son iki gün içinde anlaşmanın ikinci aşamasının maddelerinden biri olan Refah Sınır Kapısı’nın yeniden açılması meselesinde de açıkça görüldü.

Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı analize göre Netanyahu, sınır kapısının açılabileceğini ima ettikten sonra, İsrail'in aşırı sağcı Maliye Bakanı Bezalel Smotrich ve Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir’in baskısıyla geri adım attı, ancak bu, özellikle de toplantı öncesinde İsrail ordusuna Gazze'deki durumu sakinleştirmesi talimatı verilmiş olması nedeniyle Florida’daki görüşme öncesinde yapılan bir manevranın parçası olabilir. Ancak Trump, şu anda ABD'nin pozisyonunu iyi yöneten Hamas'a karşı bir şekilde ‘olumlu’ görünse de, net bir takvim belirlemeden ve konuyu yoruma açık bırakarak, Netanyahu ve hükümetini bir dereceye kadar tatmin edebilecek şekilde, Hamas'a silahsızlanması için zaman tanıdı.

frgthy
ABD Başkanı Donald Trump ve Suriye Devlet Başkanı Ahmed eş-Şara, Washington'daki Beyaz Saray'da, 10 Kasım 2025 (AFP)

Bölgede devam eden sert rekabete geri dönecek olursak bu rekabetin eksenleri henüz tam olarak oluşmamış olsa da, özellikle potansiyel ittifaklar açısından, Abraham (İbrahim) Anlaşmaları ve Yunanistan, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) ve İsrail arasındaki ittifak çerçevesinde İsrail ile Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) arasındaki kesişimlerinden giderek daha fazla söz edilmeye başladı. Bu durum, Pakistan'ın birden fazla tarafla ortak çıkarları olması nedeniyle konumunun zorlu olduğu bir dönemde, Suudi Arabistan, Türkiye ve Mısır da dahil olmak üzere bu kesişimlerden ve ittifaklardan etkilenen ülkelerin, karşı kesişimler ve ittifaklar kurma girişiminde bulunup bulunmayacağı sorusunu gündeme getiriyor. Ne olursa olsun, Yemen ve Afrika Boynuzu'ndaki gelişmeler, daha geniş bölgesel manzara ve rekabet haritasının önemli bir parçası haline gelmiştir. Bunları Ortadoğu'da, daha spesifik olarak Arap Levant'ta, özellikle de Türkiye-İsrail rekabetinin zirveye ulaştığı Suriye'de yaşananlardan ayırmak artık mümkün değil. Bu da hem Netanyahu hem de Erdoğan ile dostluğuyla övünen ABD yönetimi ve Trump için can sıkıcı bir konu. Trump'ın, Türkiye ile İsrail arasında Suriye'de işlerin yolunda gideceğini defalarca kez iddia etmesi, bunun gerçekten gerçekleşmesi için yeterli mi? ABD'nin Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) daimi temsilcisinin pazartesi günü İsrail'in Somaliland’i tanıma kararını desteklemesi, ABD'nin Afrika Boynuzu'nda ve belki de Yemen'de İsrail'e karşı taraflı bir tutum sergilediğini gösteriyor. Bu durumda, iki ülke arasındaki çatışmanın Somali, Somaliland ve genel olarak Afrika Boynuzu'na yayılması konusunda ABD'nin nasıl bir tutum sergiliyor?

Washington ve İsrail'in bölgesel meselelerde uzlaşıya varıp varmayacaklarını, yani Washington'ın İsrail'e Suriye'de ateşkes karşılığında Lübnan'da gerginliğin tırmanmasını kabul edip etmeyeceğini tahmin etmek zor.

Trump, Türkiye ve İsrail hakkında söylediklerini, Suriye ve İsrail hakkında da söyledi. Netanyahu'nun Florida'daki açıklamalarından İsrail'in Suriye ve Lübnan meselelerine yaklaşımının tamamen güvenlik temelli olduğu açıkça anlaşılırken, Trump iki ülke arasındaki ilişkilerin ABD'nin planladığı şekilde ilerleyeceğini belirtti. ABD Başkanı, yönetiminin her iki konuyu da ağırlıklı olarak siyasi bir perspektiften ele aldığı bir dönemde, sınır güvenliği ve azınlıkların, özellikle de Dürziler ve Hıristiyanların korunmasının önemini bir kez daha yineledi. Washington, Suriye'de Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara'nın yönetimini desteklemeye devam ediyor. Trump, pazartesi günü yaptığı açıklamada, elbette kendisinin bölgeye ilişkin hesaplamalarında göz ardı edemeyeceği Arap ülkeleri-Türkiye çatışmasında kilit bir figür olduğunu göz önünde bulundurarak, Şara'yı övdü. Washington, Lübnan'da özellikle İsrail ve Lübnan'dan siyasi müzakerecilerle güçlendirildikten sonra, Lübnan'ın güneyindeki ateşkesi izleyen ‘mekanizma’ komitesini artık daha fazla destekliyor. Ancak Lübnan, Suriye ve hatta Gazze'ye göre daha az bölgesel ve uluslararası koruma altında olduğu için ‘zayıf bir nokta’ olmaya devam ediyor. Öte yandan bu, İsrail'in Hizbullah'a daha fazla saldırmayı planlaması halinde bunun ABD'de anlayışla karşılanacağı anlamına gelmiyor. Çünkü ABD'nin Lübnan'daki hesaplamaları, Washington'ın desteğiyle seçilen mevcut cumhurbaşkanı ve hükümeti desteklemeyi gerektiriyor. Şimdiye kadar, bu desteği özellikle de Trump'ın da tekrarladığı gibi, Washington, Lübnan hükümetinin ve desteklediği Lübnan ordusunun Hizbullah'ın silahları sorununu ‘çözme’ konusundaki sınırlarını anlayışla karşıladığını gösterdiğinden sonlandırması için bir neden görünmüyor. Ancak Trump'ın Hizbullah'ın kötü davranışlarına ilişkin yorumları, ABD'nin İsrail'in Hizbullah'a karşı tırmanışına yeşil ışık yakmaya devam edeceğine işaret ediyor.

Burada, Washington ile İsrail arasında bölgesel meselelerde bir takas olacağını, yani Washington'ın Suriye'deki sükunet ve Lübnan'daki gerginlik karşılığında İsrail'i feda edeceğini öngörmenin kolay olmadığını belirtmek gerekir. Bu yaygın bir görüş olmakla birlikte, her bir konunun kendine özgü niteliği ve ABD’nin bölgesel çıkarları bağlamında bu konulara olan ilgisi göz önüne alındığında, birbirinden ayrılamayacak bu iki unsurun bir arada ele alındığı bu görüş tam olarak doğru değil. İsrail'in manevra alanı ve Tel Aviv'in, ABD yönetiminin kesin bir politikası olmayan kırılgan bölgelerde fiili durumu dayatma kabiliyeti küçümsenemez, ancak genel olarak, ‘bir dönüm noktası’ veya ‘tarihi’ olarak nitelendirilemeyecek olan Florida’daki görüşme, bölgedeki mevcut durumun değişmeyeceğini ilan ediyor. Bu durum, ABD yönetimi ile zaman kazanmaya devam eden Netanyahu'yu tatmin edebilir ve aynı zamanda Gazze Şeridi ve bölge ile ilgili tüm vaatlerini tek başına yerine getiremeyen Trump'ı da tatmin eder. Dolayısıyla, savaşın ve barışın olmadığı mevcut durum, Trump için bir nebze rahatlatıcı olmakla birlikte onu verdiği aşırı vaatlerden de kurtarıyor!