Ortadoğu'nun sonu: ABD’nin dış politikası, yeni gerçeklikle uyumlu olmayan eski bir haritayla sınırlandırılıyor

ABD’nin dış politikası, halen gerçek siyasi haritadan daha dar ve eski bir Ortadoğu haritasıyla sınırlandırılıyor ve bu eski harita, yeni gerçeklikle uyumlu değil.

ABD’nin Ortadoğu'ya bakışı Soğuk Savaş döneminden miras (Andrea Ucini, Foreign Affairs)
ABD’nin Ortadoğu'ya bakışı Soğuk Savaş döneminden miras (Andrea Ucini, Foreign Affairs)
TT

Ortadoğu'nun sonu: ABD’nin dış politikası, yeni gerçeklikle uyumlu olmayan eski bir haritayla sınırlandırılıyor

ABD’nin Ortadoğu'ya bakışı Soğuk Savaş döneminden miras (Andrea Ucini, Foreign Affairs)
ABD’nin Ortadoğu'ya bakışı Soğuk Savaş döneminden miras (Andrea Ucini, Foreign Affairs)

Manal Nahas
Ortadoğu değişiyor, ama siyasi meselelere halen eski koşullara göre yaklaşılıyor. Foreign Affairs dergisi, geçtiğimiz yıl Nisan ayında yayınladığı bir makalede, 2021 yılının Aralık ayında Afrika ülkesi Etiyopya’daki taraflar; Addis Ababa ve Tigray Bölgesi arasında patlak veren iç çatışmada dört Ortadoğu ülkesinin oynadığı role değinerek bu değişimleri ele aldı. Türkiye'nin son yıllarda Afrika’daki çeşitli ülkelerde 40'a yakın konsolosluk açması, Somali'de büyük bir askeri üs inşa etmesi ve İsrail'in Batı Şeria'yı işgalinden kaynaklanan artan baskıları dengelemek amacıyla ‘Afrika'ya döndüğünü’ açıklaması ve yeni ittifaklar kurması, Afrika’nın koşullarındaki değişimin işaretleri arasında yer alıyor. Bununla birlikte Arap ülkeleri, gıda güvenliklerini korumak için bazı Afrika ülkelerinde büyük topraklar satın alıyorlar.
Yukarıda Foreign Affairs dergisi tarafından geçtiğimiz yıl Nisan ayında yayınladığı belirtilen ‘The End of the Middle East’ (Ortadoğu’nun sonu) başlıklı makalenin yazarı Marc Lynch, bu karmaşanın Afrika ile sınırlı olmadığını öne sürdü. Umman, kendisini Hint Okyanusu'nda bir ülke olarak görüyor. Körfez ülkelerinin Afganistan ve Pakistan ile güçlü ilişkileri var. Türkiye, Orta Asya ülkelerinin iç işlerine derinden müdahil oldu ve Azerbaycan'a askeri operasyonunda yardım etti. Son olarak ise tüm Körfez ülkeleri Çin ve diğer Asya ülkeleriyle bağlarını güçlendirdi.
Öte yandan ABD’nin dış politikası, halen gerçek siyasi haritadan daha dar ve eski bir Ortadoğu haritasıyla sınırlandırılıyor. Washington yönetimi, Soğuk Savaş yıllarından bu yana Ortadoğu'yu Arap dünyası yani -Komorlar, Moritanya ve Somali gibi coğrafi istisnalar dışında- Arap Birliği üyesi ülkeler ile İran, İsrail ve Türkiye arasında bir yere konumlandırdı. Arap Birliği'nin Ortadoğu’su ise coğrafi bağ, tarihi yakınlık ve sağduyulu bakış açısı ile gelişmiştir.
Bugün bölge ülkelerinin çoğunun halen kullanılan ve geleneksel olan haritanın dışında kaldığı da bir gerçek. Birçok düşmanlık geleneksel sınırların ötesine geçti ki ABD Savunma Bakanlığı (Pentagon) da bunu uzun zamandır biliyor. ABD Merkez Kuvvetler Komutanlığı (CENTCOM) tarafından izlenen bölge, Mısır, İran, Irak, Körfez ülkeleri, Afganistan, Cibuti, Eritre, Etiyopya, Kenya, Pakistan, Somali ve Sudan'ı kapsıyor. Bu ülkelerin bulunduğu harita, ABD Dışişleri Bakanlığı'nın Ortadoğu'su ile çelişiyor ve ötesine geçiyor.
Lynch makalesinde “Eski harita, mevcut büyük zorluklarla mücadele etme, mülteci krizlerini ve siyasal İslamcılığın yükselişini ele alma girişimlerini engelliyor ve otoriter rejimin sağlamlaşması sorununa neden oluyor. Bu dar haritaya bağlılık, ABD stratejisinin gözünü kör ediyor ve onu bölgeyi şekillendiren gerçek dinamikleri anlamaktan uzaklaştırıyor” diyerek bu tutarsızlığın altını çiziyor.

Soğuk Savaş döneminden kalma haritalar
Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia kaynaklı haberine göre, ABD’nin Ortadoğu anlayışında tarihi bir zemin bulunmuyor. Kuzey Afrika ve Doğu Akdeniz'deki Arap devletleri ve halkları yüzyıllar boyunca Osmanlı İmparatorluğu'nun parçası oldular. Körfez kıyısında yaşayan halkların, Kızıldeniz'in diğer tarafındaki Afrika ile organik bağları var. Mısır ve Kuzey Afrika arasındaki İslam dini ile oluşan bağlar, Sahra Altı Afrika ülkelerinin derinliklerine kadar uzanıyor. ABD, Ortadoğu için ileri görüşlü bir yaklaşım yerine modern bir kaynaktan, yani sömürgecilikten ve 19. yüzyılın sonu ile 20. yüzyılın başında büyük Avrupa ülkelerinin politikasından gelen bir formülü benimsedi. Fransız sömürgeciliğinin mirası ve etnik sınıflandırma, Fransız Afrika'sını Arap Mağrip ve Fransız Berberilerinden ayıran iki faktördür. Akdeniz havzasında ve güney beyaz Avrupa'da ikamet eden kültürel olarak benzer bir nüfus ile Kuzey Afrika ve Arap Yarımadası'nda denizin ötesinde ikamet eden Yakın Doğu halkları arasında sağlam bir engel oluşturan da bu etnik kökendir.
Fransa ve İngiltere’nin 19. yüzyıldaki emperyalist projeleri, Kuzey Afrika ile Doğu Akdeniz'i bir araya getiren farklı bir başlangıç ​​noktasını ortaya çıkardı. İngilizler, Hindistan ve ‘Uzak Doğu’ ya da diğer bir deyişle Asya'daki sömürge çıkarlarına aracılık ettiğini belirtmek için bölgeye ‘Yakın Doğu’ adını verdiler. Süveyş Kanalı'nın açılmasının ardından bölgenin önemi artmış ve İngiltere’nin emperyalist çıkarları Arap Yarımadası'nı kuzeyi, doğusu ve güneyi olarak ayırmış, Mısır ve Levant bölgeleri olarak birleştirmiştir. İngiltere’nin 1971 yılına kadar bölgede süren hakimiyeti, yeni güçlerin ortaya çıkmasından ve Ortadoğu'nun özelliklerini şekillendirmeye başlamasından sonra uzun bir süre eski sömürge sınırlarını oluşturmaya devam etti.
“Bugün bölge ülkelerinin çoğunun halen kullanılan ve geleneksel olan haritanın dışında kaldığı da bir gerçek.”
ABD Dışişleri Bakanlığı, İkinci Dünya Savaşı'nın ardından, Soğuk Savaş'ın ortalarında Ortadoğu için İngiltere-Fransa yaklaşımının bir kombinasyonunu benimsedi ve bu kombinasyonu, ‘petrole erişmeye devam etmek, İsrail'i korumak ve Kuzey Afrika'daki İngiliz ve Fransız çıkarlarını Sovyetler Birliği’nin etki alanı dışında tutmak’ şeklinde sıralanabilecek olan amaçlarına uyarladı.
ABD’nin 1950’li ve 1960’lı yıllardaki ekonomik ve politik öncelikleri, bu haritanın Arap Birliği üyesi ülkelerin oluşturduğu daire ve siyasi çevrelerle sınırlandırılmasına katkıda bulundu. Ulusal savunma eğitimiyle ilgili 1958 tarihli yasa uyarınca federal kaynaklar, Soğuk Savaş önceliklerine hizmet eden bölgesel çalışmalara yönlendirildi. Yeni eğilimle dünya ayrı ayrı bölgelere ayrıldı. Ortadoğu da bu bölgelerden biriydi. Bu bölgelendirmeyi yapan uzmanların ele aldıkları konuların dengesinde bu ülkeler kadar önemli olan Sahra Altı Afrika'nın ya da Afganistan ve Pakistan'ın içinde bulunduğu koşullara aşina olmaları beklenmiyordu.
“ABD’nin Ortadoğu’su, petrol yolları ve sömürgecilik tarihi çerçevesinde çizilmiştir.”
Soğuk Savaş döneminin Mısır Devlet Başkanı Cemal Abdulnasır, Ortadoğu'nun yapay olmayan bir kültürel ve siyasi birlik olarak gösterilmesine katkıda bulunanlardan biriydi. Filistin davası ve sömürgecilikten kurtulmak için verilen mücadeleler, Arap dünyasının birleşmesine ve ortak hareket etmesine yol açtı. Mısır’daki ve Kuzey Afrika ülkelerindeki etnik tutumlar, Ortadoğu'yu Sahra Altı Afrika ülkelerini etnik ve kültürel olarak ayırdı. Orta Asya'nın büyük bir bölümünün Sovyetler Birliği'ne dahil edilmesi, Azerbaycan, Kazakistan ve Türkmenistan gibi ülkelerin Soğuk Savaş'tan ve savaşa sahne olan bölgeden dışlanmasını meşrulaştırdı.
Bu yaklaşım, ulusal ve bölgesel coğrafi sınırları aşan birçok toplumsal ve siyasi gücü gözden kaçırıyordu. Farklı kesimlerden siyasetçiler ve gözlemciler, 11 Eylül saldırılarını ‘Arap Ortadoğu'sunun hastalıklarının meyvesi’ olduğu konusunda hemfikir. Arap kültüründeki ‘cihat’ eğilimine ilişkin sayısız analizde ve yorumda Afrika, Güney Asya ve dünyanın diğer ülke ve bölgelerindeki İslami radikalizm ve diğer dini radikalizm biçimlerinin yükselişi göz ardı edildi. ABD politikasındaki, Müslümanların her zaman radikal İslami rejimlere eğilimli oldukları varsayımı, gerçek siyasi reformları desteklemede başarısız olmasının üstünü kapatıyor.
ABD politikası, Ortadoğu’yu neden yapılandırma ve Irak'ı otoriterlikten ve mezhepçi şiddetten ‘temizleme’ niyetiyle başlayan Irak’ın işgalini meşrulaştırdı. Bu tür niyetler, ABD’nin 2010-2011 yılları arasında Arap dünyasını kasıp kavuran halk ayaklanmaları dalgasını öngörememesine neden oldu.
Tunus ve Mısır'da başlayan protesto hareketlerinin diğer bölgelere yayılması, Ortadoğu’nun jeopolitik sahnesinin bir olduğunun kanıtı niteliğindeydi. ABD politikası, bu sürecin sonunda nüfuzu artan ülkelerin Arap olmayan İran, İsrail ve Türkiye olduğunu fark etmedi. Nüfuz sahibi yerli gruplar, ülkelerindeki halkların dayanışmasını kendilerine yönelik bir tehdit olarak gördüler.
Bölge ülkeleri ile söz konusu nüfuz gruplarının ülkeleri arasındaki geleneksel sınırların giderek anlamsızlaşması ve rolünü yitirmesi daha olası. Sudan’da 2018 yılında başlayan halk devrimi, 2021 yılındaki askeri darbe ve Mısır'ın arabulucu rolü ile Afrika Birliği'nin (AfB) arabulucu rolünün iç içe geçmesi, ülkenin askeri ve sivil taraflar arasında kaldığını gösteriyor. Son yıllarda, siyasi ağırlık merkezi Kuzey Afrika'dan Sahel ülkelerine kayarken Libya’daki iç savaş, Orta Afrika üzerinden Avrupa’ya göç dalgalarının yanı sıra bölgedeki silah ve uyuşturucu kaçakçılığını tırmandırıyor. Fas, Batı Afrika'daki dini nüfuzunu desteklemek ve genişletmek zorunda kalırken Cezayir, Mali'deki güvenlik operasyonlarına dahil oldu. Bu da adeta Ortadoğu'nun geleneksel tanımının kapsamından fiilen ayrıldığının bir kanıtıydı. DEAŞ’ın nüfuzu, bölgesel olmaktan ziyade küreseldir. Yemen'e Husilere karşı verilen destek komşu ülkelerle sınırlı kalmayıp Eritre, Pakistan ve Sudan'a kadar uzandı.
Büyük göç dalgaları, ülkelerin demografisi üzerinde etkili olurken sosyal paylaşım siteleri ve e-iletişim araçlarıyla birlikte Hint Okyanusu ve Körfez gibi birbirinden çok uzak bölgeleri birbirine bağladı. Zengin ülkeler küresel finans piyasalarına yatırım yaptı. Bu ülkelerin bir kısmı bölgesel merkezler olarak kalmayıp uluslararası kapitalist merkezlere dönüştü. Filistin davası gibi yerel güçleri birleştiren siyasi konuların önemi azaldı. Ortadoğu, 75 yıl boyunca bölge siyasetine yön veren ABD’nin önceliklerinin meyvesi olurken ABD'nin konumu zayıfladı ve bölge jeopolitik bütünlüğünü kaybetti. Bir yandan ABD, Ortadoğu’dan çekilmeye çalışırken diğer yandan Ortadoğu ülkeleri, eğilimlerini ve planlarını kanıtlamak için inisiyatif aldılar. Böylece Körfez ülkeleri, merkezi Hint Okyanusu olan bir haritaya yönelerek Kuzey Afrika ülkelerine güneyde ve kuzeyde olmak üzere kıyının iki yakasını kapsayan bir harita verdi. İran ise nüfuzunu parçalanmış haldeki Lübnan, Suriye ve Yemen’e kadar genişletti. Bölge ülkeleri sahneye çıktı. Örneğin, Çin ile ABD ya da Avrupa ile ilişkilerinden farklı ilişkiler tesis edildi. Çin, bölgesel siyasete yeni faktörler eklenmesine yol açtı. İran ile Arap ülkeleri arasında ekonomi, altyapı, ticaret ve petrol tedariki için aracı oldu.



Son seçimler bize Irak hakkında ne öğretti?

Mevcut Başbakan Muhammed Şiya es-Sudani'nin destekçileri, Bağdat'ta ön seçim sonuçlarının açıklanmasının ardından ellerindeki bayrakları sallayarak kutlama yapıyorlar, 12 Kasım 2025 (AFP)
Mevcut Başbakan Muhammed Şiya es-Sudani'nin destekçileri, Bağdat'ta ön seçim sonuçlarının açıklanmasının ardından ellerindeki bayrakları sallayarak kutlama yapıyorlar, 12 Kasım 2025 (AFP)
TT

Son seçimler bize Irak hakkında ne öğretti?

Mevcut Başbakan Muhammed Şiya es-Sudani'nin destekçileri, Bağdat'ta ön seçim sonuçlarının açıklanmasının ardından ellerindeki bayrakları sallayarak kutlama yapıyorlar, 12 Kasım 2025 (AFP)
Mevcut Başbakan Muhammed Şiya es-Sudani'nin destekçileri, Bağdat'ta ön seçim sonuçlarının açıklanmasının ardından ellerindeki bayrakları sallayarak kutlama yapıyorlar, 12 Kasım 2025 (AFP)

Akil Abbas

Irak seçimlerinin sonucu önceki genel seçimlerin çoğundan farklı olarak, bu kez açık ve net bir kazanan ortaya çıkardığı için dikkat çekici ve belirleyiciydi. Seçimlerin kazananı çeşitli seçim listeleriyle “Koordinasyon Çerçevesi”ydi. Seçimleri yönetmekten sorumlu Bağımsız Yüksek Seçim Komisyonu tarafından açıklanan sonuçlara göre Başbakan Muhammed Şiya es-Sudani'nin başkanlığını yaptığı liste de dahil olmak üzere, Koordinasyon Çerçevesi’nin çeşitli seçim listeleri 180'den fazla sandalye kazandı.

Çerçeve’nin güçlü seçim performansının işaretlerinden biri, 46 sandalye kazanan Sudani’nin “Yeniden İnşa ve Kalkınma Koalisyonu” listesinin, Koordinasyon Çerçevesi ile rekabet etme fikrinden vazgeçerek hızla bu yapıya entegre olmasıydı. Bu durum bilhassa Koalisyon’un, desteklediği ve aday gösterdiği başbakanların seçimlere katılmak için siyasi ittifaklar kurmalarını engelleyen bir taahhütte bulunmalarını şart koşan Çerçeve’nin isteklerine karşı kurulmuş olduğu göz önüne alındığında oldukça önemliydi. Çerçeve’nin bu şartının arkasında, başbakanların kendi siyasi güçlerini oluşturmalarını ve Şii oylarının çok sayıda rakip arasında dağılmasını önlemek yatıyor.

Bu halk desteği değil sadece bir seçim zaferidir

Ancak, bu seçim zaferini bazı Koordinasyon Çerçevesi gruplarının pazarlamaya çalıştığı yapay bağlamda değil, doğru ve dolaysız bağlamında anlamak önemlidir. Bu zafer, çeşitli taraflı yasal, teknik ve mali faktörlerin amacına ulaşmasıyla gerçekleşti. İyi yönetim performansıyla veya toplumun olumlu sonuçlarını hissettiği ve bunun sonucunda Koordinasyon Çerçevesi'ni seçimlerde ödüllendirdiği yönetişimdeki net bir iyileşmeyle ilgisi yoktu.

2023'te Koordinasyon Çerçevesi iktidarda olanlar başta olmak üzere, cömertçe harcama yapabilecek mali imkanlara sahip büyük partilerin çıkarlarına hizmet eden, daha küçük ve mali açıdan dezavantajlı partileri ise dışlayan adaletsiz bir seçim yasasını meclisten geçirdi.

Buna ilave olarak birçok gözlemcinin belirttiği gibi, bu etkili partiler tarafından seçim merkezlerinin önünde bile yaygın olarak oy satın alınması söz konusuydu. Oy satın almak yasa dışı olsa da Irak seçimlerinde yaygın ve bilinen bir olgu, ancak bu son seçimde benzeri görülmemiş seviyelere ulaştı. Ayrıca bu etkili partiler, ülke çapında başarılı kampanyalar yürütebilecek devasa, pahalı ve deneyimli kampanya aygıtlarına da sahip.

Oy satın almak yasa dışı olsa da Irak seçimlerinde yaygın ve bilinen bir olgu, ancak bu son seçimde benzeri görülmemiş seviyelere ulaştı

Irak'ta “Sivil Güçler” olarak adlandırılan muhalif güçler, bu avantajların hiçbirine sahip değil; bu da onları neredeyse her seçimde yapısal olarak zayıf bir konumda bırakıyor. Bu güçler, tek çatı altında birleşme ve sınırlı seçim etkisine sahip, sınırlı bir elit kitleye hitap eden mevcut muhalif söylem yerine, sıradan Iraklıların dikkatini çekecek net bir muhalif seçim söylemi oluşturmakta sürekli yetersiz kaldığı için daha da zayıflıyor.

Sivil Güçler ayrıca bu seçimlere yönelik boykottan da zarar gördü. Zira seçimleri boykot edenler genellikle iktidarın dizginlerini elinde tutan muktedir partilerden memnun değiller ve bu nedenle mantıksal olarak, oy kullansalar muhalefet partilerine oy verme olasılıkları daha yüksek olurdu. Yüksek Seçim Komisyonu ise uluslararası standartlara aykırı ve hatalı bir formül kullanarak seçimlere katılım oranını (yüzde 56) şişirmeye devam ediyor. Seçim Komisyonu, oy kullanma oranlarını, oy kullanma hakkına sahip Iraklıların toplam sayısı yerine, kayıtlı seçmenlerin sayısına göre fiilen oy kullanan seçmenleri sayarak hesaplıyor.

Seçim sonrası hesaplar

Koordinasyon Çerçevesi’nin halihazırda yaşadığı ve iktidardaki tekeline herhangi bir rakibin olmadığı anlamına gelen zafer coşkusunun ötesinde, en zorlu meydan okumalar hükümetin kurulmasının ardından yakında başlayacak. Yeni hükümetin, Koordinasyon Çerçevesi’nin kontrolü altındaki yeni meclis tarafından, alışıldık ve “tek sepet” anlaşması olarak bilinen kota anlaşması yoluyla hızla onaylanması bekleniyor. Yani üç başkanlık (meclis, hükümet ve cumhurbaşkanlığı) için adayların aynı anda kabul edileceği ve onaylanacağı tahmin ediliyor. Bu süreç ayrıca Şii, Sünni ve Kürt siyasi grupları arasında, üç başkanlık pozisyonu için adayları ve diğer yüksek mevkilerin kota sistemine göre nasıl dağıtılacağını belirleyecek “büyük bir siyasi anlaşma” yapılmasını da içeriyor. Buna ek olarak, söz konusu gruplar arasındaki siyasi anlaşmaya dayanarak kurulacak hükümetin programı da belirlenecek (bu, hükümet kurulduktan sonra nadiren uyulan, ancak bu grupların seçmenlerine ihtiyaçlarının dikkate alındığı konusunda güvence vermek için halkla ilişkiler açısından faydalı bir anlaşmadır).

Çoğunluğu elde ettiği seçim zaferiyle, Çerçeve, gelecekte kendisine bir zorluk oluşturmayacak veya kendisinden bağımsız hareket edemeyecek, tamamen kontrolü altında, ona boyun eğmiş zayıf bir başbakan geleneğini yerleştirme yolunda ilerliyor (bu bağlamda, Ekim 2020 protestolarının devirdiği eski Başbakan Adil Abdulmehdi, Çerçeve’nin aradığı ideal model sayılıyor, ancak Sudani'de bu aradığını bulamadı). Çerçeve, Sudani'nin görev süresini ister yeni ve daha sıkı koşullar altında uzatmaya karar versin, ister yeni bir başbakan seçsin ki bu şu anda daha muhtemel görünüyor, yeni hükümet ve onu destekleyen Çerçeve, nasıl çözüleceği ciddi bir şekilde tartışılmamış gibi görünen zor bir sorunla yüzleşecek: İran ile müttefik silahlı fraksiyonların dağıtılması ve İslam Cumhuriyeti'nin Irak'taki baskın etkisine son verilmesi gerektiği konusundaki ABD’nin aleni ve tekrarlanan ısrarı.

ABD Başkanı Donald Trump, Şarm el-Şeyh'teki Gazze zirvesi sırasında Irak Başbakanı Muhammed Şiya Sudani'yi kabul etti, 13 Ekim 2025 (Mecelle) ABD Başkanı Donald Trump, Şarm el-Şeyh'teki Gazze zirvesi sırasında Irak Başbakanı Muhammed Şiya Sudani'yi kabul etti, 13 Ekim 2025 (Mecelle)

Yeni hükümet, nasıl çözüleceği ciddi bir şekilde tartışılmamış gibi görünen zor bir sorunla yüzleşecek: İran ile müttefik silahlı fraksiyonların dağıtılması gerektiği konusundaki ABD’nin aleni ve tekrarlanan ısrarı

Önümüzdeki günlerde ABD Başkanı’nın Irak Özel Temsilcisi Mark Savaya Bağdat'ı ziyaret edecek. Başkan Donald Trump ile görüşmesinin ardından yaptığı ayrıntılı paylaşımdan da açıkça görüldüğü gibi, fraksiyonların dağıtılması konusunu gündeme getirecek. Savaya paylaşımında, Irak'ın silahın devletin elinde toplanması konusunda bir yol ayrımında olduğunu, Irak devletinin ekonomik refah beklentileri de dahil olmak üzere gelecekteki başarısının veya başarısızlığının, milis grupları silahsızlandırma gücüne bağlı olacağını belirtti. Irak'taki en önemli İran yanlısı silahlı örgüt olan Nuceba Hareketi'nin liderinin bu açıklamaya yönelik öfkeli tepkisi özellikle dikkat çekiciydi. Genel Sekreteri Şeyh Ekrem el-Kabi, Irak hükümetinin Savaya'nın “açık müdahalesi” olarak nitelendirdiği bu açıklamalarını reddetmemesi halinde, “İslami Direniş'in onu susturacağını ve efendilerine geri göndereceğini” açıkladı.

Washington ile muğlak ilişki

Savaya'nın ülkeye yapacağı beklenen ziyaretin önemi, ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio ile Sudani arasında ekim ayında, Irak genel seçimlerinden yaklaşık 20 gün önce yapılan telefon görüşmesinin ardından yayınlanan Amerikan bildirisinde belirtildiği gibi, “İran destekli milislerin silahsızlandırılmasının gerekliliği” ile ilgili Amerikan pozisyonundaki önemli bir boşluğu doldurması olasılığında gizli. Şarku'l Avsat'ın al Majalla'dan aktardığı analize göre bu boşluk, Irak'ın bu milisleri dağıtma yönündeki ABD talebine uymaması durumunda ortaya çıkacak sonuçların ne olacağının bilinmemesinden kaynaklanıyor. Eğer varsa bu sonuçların ne olacağının açıklanması bir fark yaratacak ve Irak'ın resmi tutumunu ve Amerikan talebine nasıl yanıt vereceğini önemli ölçüde etkileyecektir.

Trump yönetimindeki ABD, şu ana kadar Irak'taki İran nüfuzuna son verme gerekliliği konusunda net ve kararlı (ve önceki yönetimlerin aksine açık) bir dil kullanmakla yetiniyor. Bu nüfuzun temel direği olarak silahlı fraksiyonların dağıtılmasının gerekliliğini vurguluyor. Ancak, bu doğrudan Amerikan talepleri, netliklerine rağmen Irak'ın uymayı reddetmesi halinde ortaya çıkacak sonuçlar konusunda büyük ölçüde muğlak oldukları için kararlı görünmüyorlar.

Bağdat'ın doğusundaki el-Muhendisin bölgesinde Irak genel seçimlerinde sandıkların kapanmasının ardından oyların sayıldığı bir seçim merkezi, 11 Kasım 2025 (AFP)Bağdat'ın doğusundaki el-Muhendisin bölgesinde Irak genel seçimlerinde sandıkların kapanmasının ardından oyların sayıldığı bir seçim merkezi, 11 Kasım 2025 (AFP)

Bu doğrudan Amerikan talepleri netliklerine rağmen, Irak'ın uymayı reddetmesi halinde ortaya çıkacak sonuçlar konusunda büyük ölçüde muğlak oldukları için kararlı görünmüyorlar

Bu muğlaklık, Irak’ın olası bir reddiyle başa çıkmak konusunda gerçek bir Amerikan planının olmamasından ve ABD'nin ekonomik ve mali baskı uygulamak gibi daha ileri gitmeden siyasi ve medyatik baskısıyla yetinmesinden kaynaklanıyor olabilir. Bu senaryo, Koordinasyon Çerçevesi ve ona bağlı silahlı fraksiyonlar için olduğu kadar, bu çatışmayı büyük bir bekleyişle takip eden İran için de en iyi seçenek olarak kabul ediliyor.

Önümüzdeki yeni Irak hükümetinin kurulmasına kadarki dönemde, belirsiz ABD-Irak ilişkilerinin geleceği, çatışmaya doğru mu ilerleyeceği yoksa mevcut muğlak durumunda mı kalacağı yönünde daha da netleşecektir. Bu durum, özellikle Trump yönetiminin bu ilişkinin geleceğini olumlu veya olumsuz yönde belirleyecek somut adımlar atmadan, siyasi açıklamalar, açık uçlu talepler ve aleni suçlamaların ötesinde Irak için hiçbir planı olmadığı ortaya çıkarsa geçerlidir. Koordinasyon Çerçevesi, iki taraf arasındaki ilişkinin olduğu gibi, yani muğlak, birçok olasılığa açık ve çözümsüz kalmasını istiyor, çünkü bu, İslam Cumhuriyeti ile özel ve haksız ittifakını sürdürmesine olanak tanırken, aynı zamanda Amerikan kayıtsızlığından da faydalanmasını sağlıyor.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.


Umman ve Lübnan, İsrail'in saldırılarını kınadı ve gerilimin artmasını önlemeye yönelik uluslararası çabaları destekledi

Umman Sultanı Heysem bin Tarık ve Lübnan Cumhurbaşkanı Joseph Avn bugün Maskat'taki el-Alam Sarayı'nda özel bir görüşme gerçekleştirdi. (ONA)
Umman Sultanı Heysem bin Tarık ve Lübnan Cumhurbaşkanı Joseph Avn bugün Maskat'taki el-Alam Sarayı'nda özel bir görüşme gerçekleştirdi. (ONA)
TT

Umman ve Lübnan, İsrail'in saldırılarını kınadı ve gerilimin artmasını önlemeye yönelik uluslararası çabaları destekledi

Umman Sultanı Heysem bin Tarık ve Lübnan Cumhurbaşkanı Joseph Avn bugün Maskat'taki el-Alam Sarayı'nda özel bir görüşme gerçekleştirdi. (ONA)
Umman Sultanı Heysem bin Tarık ve Lübnan Cumhurbaşkanı Joseph Avn bugün Maskat'taki el-Alam Sarayı'nda özel bir görüşme gerçekleştirdi. (ONA)

Umman ve Lübnan, bugün yayımladıkları ortak bildiride, İsrail’in Lübnan topraklarına yönelik süregelen saldırılarından ve Arap topraklarının işgalinden derin kaygı duyduklarını belirtti. Bildiride, bu adımların 1701 sayılı kararın ve uluslararası meşruiyete ilişkin kararların açık ihlali olduğu vurgulandı.

Taraflar ayrıca, 4 Haziran 1967 sınırları üzerinde başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız Filistin devletinin kurulmasını öngören Arap tutumunun değişmezliğini yineledi. Bildiride, Arap dayanışmasının güçlendirilmesinin, devletlerin egemenliğine saygının ve iyi komşuluk ilkeleri ile uluslararası hukukun öneminin altı çizildi.

Ortak bildiri, Lübnan Cumhurbaşkanı Joseph Avn’ın Umman’a gerçekleştirdiği ziyaretin sonunda yayımlandı. Avn, ziyareti sırasında Umman Sultanı Heysem bin Tarık ile iki oturumdan oluşan görüşmeler yaptı.

Bildiride, Avn’ın ziyaretinin ‘Umman ile Lübnan arasındaki köklü kardeşlik ilişkilerinden’ kaynaklandığı ve ikili iş birliğini güçlendirme iradesini yansıttığı ifade edildi.

Sultan Heysem bin Tarık ile Cumhurbaşkanı Avn’ın gerçekleştirdiği resmi görüşmede, iki ülke arasındaki ilişkiler ele alındı; taraflar siyasi, ekonomik, yatırım, bankacılık, turizm, ulaşım ve lojistik hizmetler gibi alanlarda iş birliğini genişletme kararlılıklarını dile getirdi.

İki ülke, ikili iş birliğini güçlendirecek yeni anlaşmalar ve mutabakat zaptlarının imzalanması için çalışma yürütme konusunda mutabık kaldı. Ayrıca ticari, kültürel ve bilimsel değişimi destekleme; özel sektörün ortaklık ve kalkınma fırsatlarından daha geniş biçimde yararlanmasının teşvik edilmesi kararlaştırıldı.

Bölgesel gelişmeler

Bölgesel gelişmelere ilişkin bölümde, iki taraf İsrail’in Lübnan topraklarına yönelik devam eden saldırıları ile Arap topraklarının işgalinden duydukları derin kaygıyı dile getirdi. Bu adımların, 1701 sayılı kararın ve uluslararası meşruiyetin açık ihlali olduğu vurgulandı. Taraflar, saldırıların derhal durdurulması ve işgal altındaki tüm Lübnan ve Arap topraklarından tam çekilme çağrısında bulundu. Ayrıca gerilimin önlenmesi, istikrarın sağlanması, yerinden edilenlerin dönüşünün kolaylaştırılması ve yeniden imar çabalarına destek verilmesi gerektiği ifade edildi.

Umman tarafı, Lübnan’ın egemenliğine, bağımsızlığına ve toprak bütünlüğüne tam destek verdiğini yinelerken, devlet kurumlarının -başta Lübnan ordusu ve meşru güvenlik güçleri olmak üzere- güçlendirilmesinin ve Lübnan liderliğinin yürüttüğü ekonomik, mali ve idari reformların desteklenmesinin önemini vurguladı.

Umman Sultanı Heysem bin Tarık ile Lübnan Cumhurbaşkanı Joseph Avn, bu sabah Maskat’taki el-Alam Sarayı'nda özel bir oturum gerçekleştirdi.

Şarku’l Avsat’ın Umman resmi haber ajansı ONA’dan aktardığına göre, görüşmede iki ülkeyi ilgilendiren çeşitli konularda görüş alışverişinde bulunuldu. Ayrıca, iki ülke ve iki halkın yararına olacak iş birliği ve ortaklık fırsatlarının güçlendirilmesinin önemine dikkat çekildi; kültürel, ekonomik ve kalkınma alanları da dahil olmak üzere çeşitli sektörlerde bağların daha da sağlamlaştırılması gerektiği belirtildi.


Tunuslu muhalif Şeyma İsa, hapishanede başladığı açlık grevinin dokuzuncu gününde

Siyasi aktivist Şeyma İsa (AFP)
Siyasi aktivist Şeyma İsa (AFP)
TT

Tunuslu muhalif Şeyma İsa, hapishanede başladığı açlık grevinin dokuzuncu gününde

Siyasi aktivist Şeyma İsa (AFP)
Siyasi aktivist Şeyma İsa (AFP)

Tunus ana muhalefet partisi Ulusal Kurtuluş Cephesi (NSFT) üyesi ve siyasi aktivist Şeyma İsa, tutukluluk koşullarını protesto etmek için başladığı açlık grevinde dokuzuncu gününe girdi.

1 Aralık'ta muhalefet tarafından düzenlenen yürüyüşe katılan İsa, devlet güvenliğine karşı komplo kurmak suçundan Temyiz Mahkemesi tarafından verilen bir kararla sivil polisler tarafından gözaltına alındı. Muhalif aktivist, hapishaneye girer girmez açlık grevine başladı.

Şeyma İsa (45), 2023 yılının şubat ayında yakalanmış, gözaltında tutulmuştu ve aynı yılın temmuz ayında serbest bırakılmıştı. Birinci Derece Mahkemesi tarafından 18 yıl hapis cezasına çarptırılan İsa’nın cezası temyiz sonucunda 20 yıla çıkarılmıştı.

İsa'nın yanı sıra aynı davayla bağlantılı olarak NSFT lideri, tanınmış siyasetçi Ahmed Necib eş-Şabi (82) de tutuklandı ve 12 yıl hapis cezasına çarptırdı. Muhalif Avukat Ayaşi Hammami (66) de terör suçlamasıyla beş yıl hapis cezasına çarptırıldı.

İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW) Ortadoğu ve Kuzey Afrika Bölümü Müdür Yardımcısı Bessam Havaci, “Tunus muhalefetinin önemli simalarının tutuklanması, Cumhurbaşkanı Kays Said'in tek başına iktidarına alternatif olan her şeyi ortadan kaldırma planının son adımıdır. Bu tutuklamalarla Tunuslu yetkililer, siyasi muhalefetin çoğunu etkili bir şekilde hapse atmayı başardı” değerlendirmesinde bulundu.

Tunus muhalefeti ve NSFT, 25 Temmuz 2021'de olağanüstü hal (OHAL) ilan edip ardından yeni bir siyasi sistem kurarak geniş yetkilerle iktidarını sürdüren Cumhurbaşkanı Kays Said'in yönetimine karşı çıkıyor ve demokrasinin yeniden tesis edilmesini talep ediyor. Şarku’l Avsat’ın aldığı bilgiye göre buna karşın yetkililer tutuklananları hükümeti devirmeye ve devlet kurumlarını yıkmaya teşebbüs etmekle suçluyor. Muhalefet ise mevcut rejimi tutuklulara karşı siyasi suçlamalar uydurmak ve yargıyı emirlerine boyun eğdirmekle suçluyor.