İsrail, Filistinlilerle barışı gerçekten istiyor mu?

Hak mahrumiyetleri ve hukuksuzluk, Ortadoğu’nun tamamını etkiliyor.

İsrail siyaset sahnesini takip edenler ülke siyasetinde aşırı sağa doğru bir eğilim olduğunu açıkça görüyor. (AFP)
İsrail siyaset sahnesini takip edenler ülke siyasetinde aşırı sağa doğru bir eğilim olduğunu açıkça görüyor. (AFP)
TT

İsrail, Filistinlilerle barışı gerçekten istiyor mu?

İsrail siyaset sahnesini takip edenler ülke siyasetinde aşırı sağa doğru bir eğilim olduğunu açıkça görüyor. (AFP)
İsrail siyaset sahnesini takip edenler ülke siyasetinde aşırı sağa doğru bir eğilim olduğunu açıkça görüyor. (AFP)

Nebil Fehmi
Ortadoğu, son dönemde çeşitli krizler ve çatışmalarla mücadele ederken birçok şiddet olayına sahne oluyor. Dikkatler ise başlıca birkaç konuya çevrilmiş durumda. Bu durum bazılarını, kasıtlı olsun ya da olmasın Filistin meselesinin artık bölgenin veya Arap ülkelerinin öncelikleri arasında olmadığı, bunun Arap liderlerin diğer sorunları örtbas etmek için kullandıkları suni bir mesele olduğunu öne sürmeye itti. Likud Partisi’ni ve aşırı sağcı İsrail'i temsil eden Binyamin Netanyahu, bu yanlış teorinin en önemli ve önde gelen destekçilerinden biri.
Bir yılın bitip diğerinin başlamasıyla birlikle Filistin meselesi ve İsrail'in bu konudaki tutumu hakkında yazmaya karar verdim. Çünkü bu gasp edilmiş haklar meselesidir ve tüm Ortadoğu'yu diğer meselelerden çok daha fazla etkiliyor. Bu yüzden her Arap, Filistin meselesiyle hakkını vererek ilgilenmeli, hatta Filistin meselesi hakkında ortada dolaşan söylemleri de düzeltmeli.
İşe, Filistin meselesinin kontrollü olduğu, çok az kayıp ve kurban verildiği iddiasını çürüterek başlayabilirim. Birleşmiş Milletler’in (BM) yakın tarihlerde yayınladığı raporları, İsrail güçlerinin geçtiğimiz kasım ayına kadar Batı Şeria'da en az 199 Filistinliyi öldürdüğünü doğruladı. Söz konusu raporlara göre öldürülen bu 199 Filistinliden 47’si çocuk. Bu, 2008 yılından bu yana kaydedilen en yüksek oran. Bu verilerin açıklaması üzerine BM Çocuklar ve Silahlı Çatışma Özel Temsilcisi bölgeyi ziyaret etti. BM Orta Doğu Barış Süreci Özel Koordinatörü Tor Wennesland geçtiğimiz günlerde, şiddet döngüsünün ancak uluslararası hukuka göre 1967 sınırlarında bağımsız bir Filistin devletinin kurulmasını öngören siyasi bir çözüm ile son bulacağını açıkladı.
Filistinlilerin göz göre göre maruz kaldığı haksızlık ve zulmün Ortadoğu'ya yansımaları olmayacağını ya da bu meselenin sona erdiğini zannedenler yanılıyorlar.
Diplomatik ve siyasi kariyerim boyunca, Mısır'ın kapsamlı bir Arap-İsrail barışını sağlama ve Filistin topraklarına yönelik İsrail işgalini sona erdirme çabalarının bir parçası olarak Filistin davasıyla ilgilendim, etkileşimde bulundum ve büyük ölçüde bununla meşgul oldum. Filistinlilerin, başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız devletlerini kurmaya yönelik çabalarının birkaç aşamasına, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin (BMGK) 242 sayılı kararının kabulü, Oslo süreci ve İsrail'in Filistin topraklarındaki işgaline son vermesinin ardından İsrail ile tüm Arap ülkeleri arasında ilişkilerin normalleşmesini öngören 2002 tarihli Beyrut Zirvesi kararları gibi Filistin tarafının somut bir şekilde esneklik gösterildiği dönemlere tanık oldum.
Söz konusu süreçte İsrail ve ABD’nin, başta Ebu Ammar (Yaser Arafat) ve Ebu Mazen (Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas) olmak üzere Filistinli liderlere yönelik barış adına kararlı adımlar atmaktan çekindikleri iddialarına çok kızdım. Bu iddialar, barışı destekleyen ve zor kararlar alabilen Filistinli bir ortağın olmadığını ima ediyordu.
Buna kızdım çünkü asıl soru Filistinli bir ortak olup olmadığı değil, İsrail'in Filistinlilerle barış isteyip istemediğiydi. Aslında tüm kanıtlar ve göstergeler ister sağ ister sol eğilimde olsunlar İsraillilerin Filistinlilerle barış istemediğini ortaya koyuyor. En önemli olumsuz göstergelerden biri, İsrail yerleşim birimlerinin sayısının sol eğilimli İşçi Partisi'nin iktidarı sırasında bile artmaya devam etmesi ve büyümesidir. İşçi Partisi lideri İzak Rabin’in hükümeti ve sağcı bir cumhurbaşkanının görevde olduğu dönemde yerleşim birimleri inşa edilmeye devam etti. İsrail, işgalin 70 yılını geride bırakırken bağımsız Filistin devletinin kurulması gereken topraklarda genişlemeyi sürdürüyor.
Son zamanlarda, yeni küresel düzen ve bu düzenin içindeki Ortadoğu denklemi üzerine bir dizi seminere katıldım.  Bu seminerlere eski başbakanlar da dahil olmak üzere İsrail merkez solundan çok sayıda İsrailli politikacı da katıldı. Kendilerini İsrail’deki mevcut çoğunluğundan uzaklaştırmaya çalışsalar da Filistin-İsrail barış çabalarının başarısız olmasından Filistin tarafını sorumlu tutmaktan da çekinmediler. Bu beni oldukça öfkelendirdi. Çünkü geçmişte bu insanların hepsiyle çalıştım. Onların gerçeği ne kadar ihlal ya da ihmal ettiklerini biliyorum. Fakat hepsinden önemlisi, gerçeğin sadece yarısını söyleseler de asıl gerçek şu ki seçimleri kaybettiler ve İsrail solu zayıfladı.
Şunu merak ediyorum; İsrail, Filistinlilerle barışı gerçekten istiyor mu?
Tüm söylenenlere rağmen İsrail siyaset sahnesini takip eden herkes, İsrail'deki eğilimin Netanyahu'nun İsrail tarihinin en uzun süreli başbakanlığını yapmasının ardından, (Naftali) Bennett ve (Yair) Lapid ortaklığında kurulan aşırı sağ ve merkez sol arasındaki kısa ömürlü koalisyon hükümeti dışında yıldan yıla sağa, hatta aşırı ve ırkçı sağa doğru olduğunu görür. İki devletli çözüme inanmayan Netanyahu’yu şimdi yeniden faşist ve ırkçı Itamar Ben-Gvir'in de dahil olduğu aşırı sağcı bir koalisyonun başında buluyoruz. Bu durum, ABD merkezli New York Times (NYT) gazetesini, özellikle İsrail’in eski genelkurmay başkanlarından birinin Batı Şeria'daki geniş alanları ilhak etme eğiliminde olmasından dolayı bir milyon vatandaşı Netanyahu’ya karşı seferber etmekle tehdit etmesinin ardından İsrail’in eğilimleri konusunda uyarmaya itti.
Gazete, İsrail’in eski başbakanı Ehud Barak’ın, İsrail’deki mevcut siyasi koalisyonun ‘iğrenç’ durumda olduğunu ve Netanyahu'nun ırkçı bakanların parlatılması için baskı yapacağını, aşırılığı ve nefreti körükleyen eğilimlere izin vereceği ve İsrail ordusunun Batı Şeria'daki gücünü aşırılık yanlısı milisler lehine azaltacak önlemler alacağını söylediğini aktardı.
NYT ayrıca aralarında Daniel Kurtzer ve Aaron Miller gibi isimlerin de bulunduğu ABD’li bazı eski diplomatların, ABD'nin İsrailli bakanlara karşı insan haklarını ihlal etmeleri ve ırkçılık yapmaları halinde yaptırımlar uygulamak da dahil olmak üzere katı önlemler alacağı konusunda uyardıklarını yazdı.
Sonuç olarak İsrail toplumunun, Filistinlilerle barışı desteklemediğine ve bu yönde pozitif iş birliğine, hatta Filistinlilerle uluslararası insan hakları hukuku çerçevesinde ilgilenmeye bile hazır olmadıklarına inanıyorum.
Bu da herkesi söz konusu durumu dikkate almaya ve buna göre hareket etmeye zorluyor. Uluslararası toplum, İsrail’in işgal altındaki halka karşı sorumluluklarını üstlense bile diğer saldırganlar gibi İsrail'e uluslararası insan hakları hukuku ilkelerini uygulamakta isteksiz kalacak mı? İsrail'in azalan iki devletli çözüm şansını bile tamamen ortadan kaldırmasına izin verilecek mi?
Filistin Yönetimi ve halkı, bu acı ve insanlık dışı gerçekle yüzleşmek için birleşik ve çeşitlendirilmiş bir plan çerçevesinde hareket etmeli.
Arap ülkeleri, barış sürecinin temellerini korumak için durumu doğru bir şekilde değerlendirmeli ve İsrail'e yönelik taleplerini tanımlamalı. Şu anki koşullar müzakereler için uygun olmasa da İsrail'in Filistinlilere yönelik kabul edilemez provokasyonları açısından neyin kabul edileceği önceden belirlemeli ve İsrail Başbakanı Netanyahu, ABD Başkanı Joe Biden liderliğindeki Uluslararası Dörtlü ve Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri bunlar hakkında bilgilendirilmeli.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrildi.



ABD ve İran arasında Irak'ın geleceği savaşı

ABD ve İran arasında Irak'ın geleceği savaşı
TT

ABD ve İran arasında Irak'ın geleceği savaşı

ABD ve İran arasında Irak'ın geleceği savaşı

Refik Huri

Irak'ın geleceği, yeni bir Ortadoğu'ya giden yolda yaşanan hızlı değişimlerle bağlantılı olduğundan belirsizliğini koruyor. Ülkede yapılan parlamento seçimleri, ABD’nin 2003 yılında Irak’ı işgalinden bu yana devam eden çıkmazın ve ardından Mezopotamya'da nüfuz mücadelesi veren ABD ile İran arasındaki rekabetin bir tekrarından ibaret. Mezopotamya, ulusal kimlikten mezhepsel, dini, etnik ve bölgesel kimliklere doğru bir inişe tanık oldu. Mevcut durum ve çıkmaz, iki zıt pozisyonla özetlenebilir. Bunlardan biri Irak’ta faaliyet gösteren Hizbullah Tugayları sözcüsünün “Şiiler Irak üzerinde tam bir vesayet sahibidir” açıklamasında ifade edilirken diğeri Washington tarafından tekrarlanan ‘milislerden arındırılmış bir gelecek sağlamak için Irak'ın yanında durmak’ şeklindeki açıklamalarda dile getiriliyor. Şiilerin ‘tam vesayet’ sahibi olduğu ve Sünniler, Kürtler, Hıristiyanlar ve bir dizi tarihi mezhebin Şiilerin vesayeti altında olduğu bir ülkede devlet kurmak imkânsız. Bir milyondan fazla askeri personeli olan, ancak çoğu İran Devrim Muhafızları Ordusu (DMO) ile bağlantılı 70 silahlı örgütün yer aldığı Halk Seferberlik Güçleri’ne (Haşdi Şabi) güvenmek zorunda kalan bir ülkede devlet kurmak mümkün değil.

Suudi Arabistan’dan sonra petrol rezervleri açısından ikinci sırada yer alan Irak, iflas etmemiş, soyulmuş, önde gelen simalar tarafından zenginlikleri çalınmış ve sanki hiçbir kaynağı yokmuş gibi elektrik, su ve altyapıdan yoksun kalmıştır. Yolsuzluk o kadar yaygın hale gelmiştir ki, bazı bakanlar milyarlarca dolar çalmış ve milyarlarca dolarlık rüşvet almıştır. Bazı hükümet başkanları ise göreve başladıklarından daha zengin bir şekilde, hesaplarında on milyarlarca dolar ile görevlerinden ayrılmıştır. Irak’ta kimse ya yetersizlikten ya da yolsuzluktan faydalanma ve dış güçleri memnun etme arzusu yüzünden bu yaptıklarının hesabını vermez. Kerbela, Nasiriye, Meysan, Vasit, Basra gibi gençlerin ‘ABD ve İran işgalinden kurtulun!’ sloganını attığı güney illerinde yaygın bir şekilde patlak veren ‘Ekim Devrimi’ en şiddetli baskı, şiddet ve katliamlarla bastırıldı. İran'ın vesayeti dışında kalan İyad Allavi ve Mustafa el-Kazımi haricinde Şii partilerin liderlerinin başını çektiği hükümetler ya İran'ın nüfuzunu lehine dengelemeye ya da Washington ve Tahran ile ilişkilerde minimum bir denge sağlamaya ve kardeş Arap ülkelerine açılmaya çalıştı. Ancak tüm bunlara rağmen ülkedeki çıkmaz devam etti.

Ebu Bekir el-Bağdadi'nin Musul Camii’nden duyurduğu ve Suriye'nin Rakka kentini başkenti olarak ilan ettiği ‘Irak ve Şam İslam Devleti’nin (DEAŞ) düşmesinden sonra bile Enbar dışından gelen silahlı milisler nüfuzlarını sürdürmeye devam ediyor. Mukteda es-Sadr’ın lideri olduğu Sadr Hareketi, meclisteki en fazla sandalye sayısını kazandığında ve iktidar yapısını parti kotalarından uzaklaştırıp ulusal bir programa kaydırmaya çalıştığında meclisten çekilmek zorunda kaldı. Boşalan sandalyelere ise seçimin kaybedenleri tarafından dolduruldu. Sadr Hareketi, yeni seçimleri de boykot etme kararı aldı. Ancak İran, ‘Şii vesayetinin İran vesayeti’ olduğu gerekçesiyle oyuna devam ediyor. Nehreyn Üniversitesi'nde ulusal güvenlik profesörü olan Hüseyin Allavi, “Irak, İran'ın ulusal güvenlik politikasının ilk halkasını temsil ediyor” değerlendirmesinde bulundu. Türkiye'ye gelince, Ninova'daki Zilkat Askeri Üssü’nün yanı sıra Irak'ta 60 askeri üssü bulunuyor. DMO'ya bağlı milisler ise Amerikan güçlerinin bulunduğu üsleri değil, Yeşil Bölge ve Bağdat Havalimanı'nı bombalıyor ve hiçbir hesap vermiyor. Hükümetlerin Büyük Ayetullah Ali Sistani’nin talimatlarını gerçekten uygulayacağını umalım.

Irak'ı bir asır önceki haline döndürmek mantıklı değil. 1920 yılında Suudi Arabistan Kralı Faysal, “Bana göre Irak'ta henüz bir Irak halkı yok, daha çok milliyetçi ideolojiden yoksun, dini geleneklere ve batıl inançlara saplanmış hayali insan toplulukları var” demişti. 2025 yılında Irak, devlet öncesi mezhepsel bileşenlerine geri dönüyor gibi görünüyor. Bugünkü mücadele seçimlerle ilgili değil, seçim sonrası dönemle, Irak'ın geleceği için verilen mücadeleyle ilgili. Tahran, ABD’yi askeri, siyasi ve kültürel olarak Mezopotamya'dan çıkarmak istiyor. İran’a bağlı milisler, ülkenin bu yılın sonuna kadar ABD askerlerinden arındırılması konusunda ısrarcı. Başbakan Muhammed Şiya es-Sudani ise ABD ile 2008 yılında imzalanan Stratejik Çerçeve Anlaşması çerçevesinde DEAŞ’la Mücadele Uluslararası Koalisyon (DMUK) katılımı yerine çeşitli alanlarda ikili ortaklıklar üzerinde anlaşmaya varmak istiyor.

Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı analize göre aslında Irak üzerindeki çatışma çok hassas ve zorlu bir aşamaya giriyor. Beşşar Esed rejiminin düşüşüyle Suriye’yi kaybeden ve Gazze Şeridi’nde ve Lübnan’da yenilgiye yaklaşan İran, Bağdat’taki önemli nüfuzunu korumaya çalışıyor. Çünkü Irak’ı kaybetmek İran’ın bölgesel projesinin sonu anlamına geliyor. Ayrıca Suriye, Lübnan ve Gazze'de zamanı geri çevirmeye çalışıyor. ABD, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun Gazze ve Lübnan’daki savaşlarını ve Irak'taki silahlı milisleri vurma tehditlerini kullanarak, Ortadoğu'yu değiştirmek ve Başkan Donald Trump’ın himayesinde bölgede kapsamlı bir barış tesis etmeye çabalıyor. Bu barış, ancak İran'ın katılımıyla, ya Washington ile yapılan bir anlaşma kapsamında ya da rejimin düşmesine yol açan bir askeri saldırı sonrasında tamamlanabilir. Eğer Tahran, köklü değişikliklerin ardından imkânsız bir görevi üstleniyorsa, ABD’nin yeni Ortadoğu mühendisliğinin karşı karşıya olduğu zorluklar da küçümsenecek gibi değil. Irak, özellikle güneyde ve genel olarak diğer bölgelerde yoksulluk vakalarının ve işsizlik oranlarının artması ve hizmetlerin yetersizliği sorunlarını çözemeyen, başarısız bir devlet olarak kalırsa, geleceği de olmaz. Alınan yarım yamalak önlemler artık yeterli değil. ABD ile İran arasındaki çıkmazda dönüp durmak da ulusal bir spor değil. Irak ya Arap olacak ya da yeniden yapılanma sürecindeki bir bölgede, ulusal meşruiyetten başka hiçbir meşruiyeti olmayan başka bir melez ülkeden ibaret kalacak.


BM'nin üst düzey bir yetkilisi ile Burhan arasında Sudan halkına yardım sağlanması konusunda ‘yapıcı’ görüşmeler

Kuzey Darfur eyaletinin başkenti el-Faşir'den kaçan Sudanlılar Tavile'de toplanıyor. (Reuters)
Kuzey Darfur eyaletinin başkenti el-Faşir'den kaçan Sudanlılar Tavile'de toplanıyor. (Reuters)
TT

BM'nin üst düzey bir yetkilisi ile Burhan arasında Sudan halkına yardım sağlanması konusunda ‘yapıcı’ görüşmeler

Kuzey Darfur eyaletinin başkenti el-Faşir'den kaçan Sudanlılar Tavile'de toplanıyor. (Reuters)
Kuzey Darfur eyaletinin başkenti el-Faşir'den kaçan Sudanlılar Tavile'de toplanıyor. (Reuters)

Birleşmiş Milletler (BM) İnsani İşlerden Sorumlu Genel Sekreter Yardımcısı Tom Fletcher dün Port Sudan’da Sudan Egemenlik Konseyi Başkanı ve Ordu Komutanı Orgeneral Abdulfettah el-Burhan ile ‘yapıcı’ görüşmeler gerçekleştirdi. Görüşmede, ateşkes çabaları ve insani yardımların ulaştırılmasının sağlanması konuları ele alındı. Bu sırada, orduyla Hızlı Destek Kuvvetleri (HDK) arasındaki çatışmalar ülkenin batısında genişlemeye devam ediyor.

Fletcher, iki yıldan fazla süredir savaşın pençesindeki ülkenin çeşitli bölgelerine yardım ulaştırılmasını sağlamayı amaçlayan ve ‘yapıcı’ olarak nitelendirdiği görüşmeleri övdü.

Görüşmenin ardından Sudan Egemenlik Konseyi tarafından yayımlanan bir videoda Fletcher şunları söyledi: “Bugün öğleden sonra Burhan ile yaptığımız yapıcı görüşmeleri memnuniyetle karşılıyoruz. Bu görüşmelerin amacı, Sudan’ın her yerinde çalışmalarımızı sürdürebilmemizi ve yardımları tamamen tarafsız, bağımsız ve önyargısız bir şekilde, uluslararası desteğe en çok ihtiyaç duyan insanlara ulaştırabilmemizi sağlamaktır.”

Egemenlik Konseyi'nin basın ofisinden yapılan açıklamaya göre Burhan, ‘Sudan'ın BM ve çeşitli kurumlarıyla, özellikle insani yardım alanında iş birliği yapmaya istekli olduğunu’ yineledi.

Fletcher ayrıca, ateşkes önerilerini görüşmek üzere Sudan Dışişleri Bakanı Muhyiddin Salem ve Mısır Dışişleri Bakanı Bedr Abdulati ile bir toplantı yaptı.

Sudan'ın geniş bölgelerinde ordu ile HDK arasında çatışmaların tırmanışa geçtiği görülüyor. Çatışmalar, HDK'nin geçen ay kontrolünü ele geçirdiği Darfur bölgesine komşu Kordofan bölgelerine yayılıyor.

HDK pazartesi günü, Batı Kordofan'ın Babnusa kentine, oradaki ordu karargahını ele geçirmek amacıyla ‘büyük kalabalıklar’ halinde savaşçılarının geldiğini duyurdu.

Şehir, Hartum ile Darfur bölgesini birbirine bağlayan yol üzerinde yer alıyor; HDK’nin kontrolü altında bulunan Güney Darfur'daki Nyala ile iki taraf arasında çatışmaların şiddetlendiği Kuzey Kordofan'ın başkenti el-Ubeyd'in tam ortasında bulunuyor.

Fletcher dün X platformunda yaptığı bir paylaşımda Sudan'a geldiğini doğruladı. Paylaşımında, ‘zulümleri durdurmak, barış çabalarını desteklemek, BM Şartı’na bağlı kalmak, ekiplerin gerekli finansmana erişimi ve hareket özgürlüğü elde etmesi için baskı yapmak ve çatışma hatlarının her iki tarafında da hayat kurtarmak’ için çalışacağını belirtti.

HDK, 26 Ekim'de Kuzey Darfur'daki el-Faşir şehrini ele geçirerek ülkenin batısındaki Darfur bölgesini tamamen kontrolü altına alırken, ordu doğu ve kuzeydeki kontrolünü sürdürüyor.

d
El-Faşir'deki çatışmalarda yaralanan askerler, Kuzey Darfur'daki Tavile’de Sınır Tanımayan Doktorlar tarafından kurulan bir sahra hastanesinde tedavi ediliyor. (Reuters)

O zamandan beri, toplu katliamlar, etnik şiddet, kaçırma ve cinsel saldırılarla ilgili sık sık haberler geliyor. İnsan hakları örgütleri ise HDK'nin kontrolündeki bölgelerde etnik katliamlar yaşandığını bildiriyor.

Uluslararası Göç Örgütü'ne (IOM) göre, Kuzey Kordofan'dan yaklaşık 40 bin kişinin yanı sıra, son iki hafta içinde 90 binden fazla sivil el-Faşir'den komşu kasabalara kaçtı.

IOM Genel Direktörü Amy Pope yaptığı açıklamada, güvensizlik ve ağır insan hakları ihlallerinin yerinden edilme vakalarında önemli bir artışa yol açtığını ve insani krizi daha da kötüleştirdiğini söyledi. Pope, “El-Faşir'deki kriz, ailelerin gıda, su ve tıbbi bakıma erişimini engelleyen 18 aylık kuşatmanın doğrudan bir sonucudur” dedi.

HDK geçen hafta, Uluslararası Dörtlü (Mısır, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve ABD) tarafından önerilen insani ateşkes anlaşmasını kabul ettiğini açıkladı, ancak Hartum ve Atbara dahil olmak üzere ordunun kontrolündeki şehirlere saldırılarına devam etti.

Sudan Savunma Bakanı Hasan Kabrun ise Güvenlik ve Savunma Konseyi'nin Uluslararası Dörtlü tarafından sunulan ateşkes önerisini görüşmesinin ardından ordunun HDK ile savaşmaya devam edeceğini doğruladı.

Burhan, bir saha ziyareti sırasında ‘el-Faşir, el-Cuneyne, el-Cezire ve isyancılar tarafından saldırıya uğrayan tüm bölgelerde öldürülen ve işkence görenlerin intikamını alacağına’ söz verdi ve ‘ordunun düşmanı yenmeye ve Sudan devletini en üst düzeyde güvence altına almaya devam edeceğini’ vurguladı.

Sudan'da iki yıldan fazla süredir devam eden savaş, on binlerce kişinin hayatını kaybetmesine ve yaklaşık 12 milyon kişinin yerinden edilmesine neden olarak milyonlarca sivili tehdit eden ciddi bir açlık krizine yol açtı.


BM'nin üst düzey bir yetkilisi ile Burhan arasında Sudan halkına yardım sağlanması konusunda ‘yapıcı’ görüşmeler

Kuzey Darfur eyaletinin başkenti el-Faşir'den kaçan Sudanlılar Tavile'de toplanıyor. (Reuters)
Kuzey Darfur eyaletinin başkenti el-Faşir'den kaçan Sudanlılar Tavile'de toplanıyor. (Reuters)
TT

BM'nin üst düzey bir yetkilisi ile Burhan arasında Sudan halkına yardım sağlanması konusunda ‘yapıcı’ görüşmeler

Kuzey Darfur eyaletinin başkenti el-Faşir'den kaçan Sudanlılar Tavile'de toplanıyor. (Reuters)
Kuzey Darfur eyaletinin başkenti el-Faşir'den kaçan Sudanlılar Tavile'de toplanıyor. (Reuters)

Birleşmiş Milletler (BM) İnsani İşlerden Sorumlu Genel Sekreter Yardımcısı Tom Fletcher dün Port Sudan’da Sudan Egemenlik Konseyi Başkanı ve Ordu Komutanı Orgeneral Abdulfettah el-Burhan ile ‘yapıcı’ görüşmeler gerçekleştirdi. Görüşmede, ateşkes çabaları ve insani yardımların ulaştırılmasının sağlanması konuları ele alındı. Bu sırada, orduyla Hızlı Destek Kuvvetleri (HDK) arasındaki çatışmalar ülkenin batısında genişlemeye devam ediyor.

Fletcher, iki yıldan fazla süredir savaşın pençesindeki ülkenin çeşitli bölgelerine yardım ulaştırılmasını sağlamayı amaçlayan ve ‘yapıcı’ olarak nitelendirdiği görüşmeleri övdü.

Görüşmenin ardından Sudan Egemenlik Konseyi tarafından yayımlanan bir videoda Fletcher şunları söyledi: “Bugün öğleden sonra Burhan ile yaptığımız yapıcı görüşmeleri memnuniyetle karşılıyoruz. Bu görüşmelerin amacı, Sudan’ın her yerinde çalışmalarımızı sürdürebilmemizi ve yardımları tamamen tarafsız, bağımsız ve önyargısız bir şekilde, uluslararası desteğe en çok ihtiyaç duyan insanlara ulaştırabilmemizi sağlamaktır.”

Egemenlik Konseyi'nin basın ofisinden yapılan açıklamaya göre Burhan, ‘Sudan'ın BM ve çeşitli kurumlarıyla, özellikle insani yardım alanında iş birliği yapmaya istekli olduğunu’ yineledi.

Fletcher ayrıca, ateşkes önerilerini görüşmek üzere Sudan Dışişleri Bakanı Muhyiddin Salem ve Mısır Dışişleri Bakanı Bedr Abdulati ile bir toplantı yaptı.

Sudan'ın geniş bölgelerinde ordu ile HDK arasında çatışmaların tırmanışa geçtiği görülüyor. Çatışmalar, HDK'nin geçen ay kontrolünü ele geçirdiği Darfur bölgesine komşu Kordofan bölgelerine yayılıyor.

HDK pazartesi günü, Batı Kordofan'ın Babnusa kentine, oradaki ordu karargahını ele geçirmek amacıyla ‘büyük kalabalıklar’ halinde savaşçılarının geldiğini duyurdu.

Şehir, Hartum ile Darfur bölgesini birbirine bağlayan yol üzerinde yer alıyor; HDK’nin kontrolü altında bulunan Güney Darfur'daki Nyala ile iki taraf arasında çatışmaların şiddetlendiği Kuzey Kordofan'ın başkenti el-Ubeyd'in tam ortasında bulunuyor.

Fletcher dün X platformunda yaptığı bir paylaşımda Sudan'a geldiğini doğruladı. Paylaşımında, ‘zulümleri durdurmak, barış çabalarını desteklemek, BM Şartı’na bağlı kalmak, ekiplerin gerekli finansmana erişimi ve hareket özgürlüğü elde etmesi için baskı yapmak ve çatışma hatlarının her iki tarafında da hayat kurtarmak’ için çalışacağını belirtti.

HDK, 26 Ekim'de Kuzey Darfur'daki el-Faşir şehrini ele geçirerek ülkenin batısındaki Darfur bölgesini tamamen kontrolü altına alırken, ordu doğu ve kuzeydeki kontrolünü sürdürüyor.

xscdfrgt
El-Faşir'deki çatışmalarda yaralanan askerler, Kuzey Darfur'daki Tavile’de Sınır Tanımayan Doktorlar tarafından kurulan bir sahra hastanesinde tedavi ediliyor. (Reuters)

O zamandan beri, toplu katliamlar, etnik şiddet, kaçırma ve cinsel saldırılarla ilgili sık sık haberler geliyor. İnsan hakları örgütleri ise HDK'nin kontrolündeki bölgelerde etnik katliamlar yaşandığını bildiriyor.

Uluslararası Göç Örgütü'ne (IOM) göre, Kuzey Kordofan'dan yaklaşık 40 bin kişinin yanı sıra, son iki hafta içinde 90 binden fazla sivil el-Faşir'den komşu kasabalara kaçtı.

IOM Genel Direktörü Amy Pope yaptığı açıklamada, güvensizlik ve ağır insan hakları ihlallerinin yerinden edilme vakalarında önemli bir artışa yol açtığını ve insani krizi daha da kötüleştirdiğini söyledi. Pope, “El-Faşir'deki kriz, ailelerin gıda, su ve tıbbi bakıma erişimini engelleyen 18 aylık kuşatmanın doğrudan bir sonucudur” dedi.

HDK geçen hafta, Uluslararası Dörtlü (Mısır, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve ABD) tarafından önerilen insani ateşkes anlaşmasını kabul ettiğini açıkladı, ancak Hartum ve Atbara dahil olmak üzere ordunun kontrolündeki şehirlere saldırılarına devam etti.

Sudan Savunma Bakanı Hasan Kabrun ise Güvenlik ve Savunma Konseyi'nin Uluslararası Dörtlü tarafından sunulan ateşkes önerisini görüşmesinin ardından ordunun HDK ile savaşmaya devam edeceğini doğruladı.

Burhan, bir saha ziyareti sırasında ‘el-Faşir, el-Cuneyne, el-Cezire ve isyancılar tarafından saldırıya uğrayan tüm bölgelerde öldürülen ve işkence görenlerin intikamını alacağına’ söz verdi ve ‘ordunun düşmanı yenmeye ve Sudan devletini en üst düzeyde güvence altına almaya devam edeceğini’ vurguladı.

Sudan'da iki yıldan fazla süredir devam eden savaş, on binlerce kişinin hayatını kaybetmesine ve yaklaşık 12 milyon kişinin yerinden edilmesine neden olarak milyonlarca sivili tehdit eden ciddi bir açlık krizine yol açtı.