Rusya: Donbass’ta ilerliyoruz

Rusya NATO’nun doğrudan çatışmaya girmesinin “ciddi sonuçları” konusunda uyarıda bulundu

Rusya Savunma Bakanı Sergey Şoygu (Reuters)
Rusya Savunma Bakanı Sergey Şoygu (Reuters)
TT

Rusya: Donbass’ta ilerliyoruz

Rusya Savunma Bakanı Sergey Şoygu (Reuters)
Rusya Savunma Bakanı Sergey Şoygu (Reuters)

Rusya Savunma Bakanı Sergey Şoygu, Ukrayna’nın Donbass bölgesinde süren Rus saldırısının gidişatından duyduğu memnuniyeti dile getirdi. Şoygu komutanlarla yaptığı toplantıda, Rus kuvvetlerinin bazı cephelerde ilerlemeye devam ettiğini söyledi. Bakan, Donetsk, Luhansk ve Zaporijya cephelerinde artan saldırıların sonuçlarını özetleyerek Rus güçlerinin “Soledar şehrini ve Donetsk Halk Cumhuriyeti ile Zaporijya bölgesindeki bir dizi kasabayı kurtarabildiğini” söyledi.
Rusya Savunma Bakanı Şoygu, “Güçlerimizin Donetsk ve Zaporijya cephesine yönelik saldırıları sonucu Soledar, Klichevka, Podgornoye, Krasnopolye, Blagodatnoye, Lubkovoy ve Nikolaevka kurtarıldı. Şu anda Oglidar ve Artyomovsk (Bahmut) bölgelerinde askeri operasyonlar başarıyla devam ediyor” dedi.
Luhansk bölgesinde savaşan Moskova’ya bağlı Çeçen güçleri Ukrayna ordusunun bölgede büyük çapta geri çekildiğini iddia etti. Ahmed Özel Kuvvetleri Komutanı Abdi Alaaddinov, “Ukrayna Silahlı Kuvvetleri, olası bir geri çekilmeden önce Luhansk'taki ikinci bir savunma hattında yeniden konumlanmaya hazırlanıyor. Geri çekilmek zorunda kalacaklar. Mevziler kuruyorlar. İkinci bir savunma hattında trenleri hazırlıyorlar. Geri çekilmek zorunda kalacaklarını anladıklarını düşünüyorum. Düşman, ikinci seviye savunma hattının inşasına aktif olarak katıldı” dedi.
Alaaddinov’a göre Ukrayna güçleri Harkiv ve Herson tarafından da olmak üzere yeni takviye güçler aktarıyor. Şarku’l Avsat’ın Rusya resmi haber ajansı RIA Novosti’den aktardığına göre Alaaddinov, ajansa verdiği röportajda şunları söyledi: “Mevcut mevzilerini koruma girişimleri sırasında Ukrayna kuvvetleri ağır kayıplar veriyor. Sorumluluk alanımızda durum çok olumlu gelişiyor. Donetsk gibi biz de ilerliyoruz. Önceki gün çok tehlikeli bir kale ele geçirildi.”
Askeri uzmanlar Rus ajansına Ukrayna Silahlı Kuvvetleri’nin Rus kuvvetlerinin ilerlediği yer olan Kremena bölgesinden çekilme sürecini başlattığını söyledi.
Donetsk'e Moskova tarafından atanan sözde Bölge Başkanı Denis Puşilin, Rus birliklerinin Seversk şehri çevresinde ilerlemeyi başardığını duyurdu. “Seversk'in kurtuluşu, Krasni Lyman'ın kurtuluşuna yaklaşmak için stratejik olarak önemlidir. Wagner grubunun bu yönde elde ettiği başarılar var. Hala banliyölerde ama bu yönde özgürleştirilen her köy önemlidir” diyen Puşilin’e göre “Rus birlikleri, Donetsk Halk Cumhuriyeti'ndeki tüm cephe hattı boyunca ilerliyor.”
Öte yandan askeri toplantıda Şoygu, Batı'nın Ukrayna'ya yaptığı askeri yardımın hacmini “benzeri görülmemiş” olarak nitelendirerek ABD ve müttefiklerinin “Ukrayna'ya ağır silahlar sağlayarak çatışmayı uzatmaya çalıştığını” ifade etti. “NATO ülkelerini çatışmanın içine çekmenin, sonuçları tahmin edilemeyecek bir tırmanmaya yol açacağı” konusunda uyarıda bulunan Şoygu, “ABD ve müttefikleri çatışmayı mümkün olduğu kadar uzatmaya çalışıyor. Bunun için ağır saldırı silahları sağlamaya başladılar ve Ukrayna'yı açıkça topraklarımızı ele geçirmeye çağırdılar. Aslında bu tür adımlar NATO ülkelerini çatışmaya sürüklemekte ve sonuçları tahmin edilemeyen bir tırmanışa yol açabilmektedir” dedi.
Rusya Güvenlik Konseyi Başkan Yardımcısı Dimitri Medvedev ise ülkesinin Ukrayna'yı Kore senaryosuna göre ikiye bölme seçeneğini tartışmayı reddettiğini vurguladı. Telegram'daki kanalında, Ukrayna'daki “Kore senaryosundan” bahsetmenin “yerel tüketim tezinden” başka bir şey olmadığını yazdı.
Medvedev, “Kore senaryosu hakkında konuşmanın bir dilek listesinden başka bir şey olmadığı açık. Ayrıca Ukrayna'dan geriye kalanlar Batı'nın kontrolü ve koruması altında kalacaksa, o zaman Güney Kore Cumhuriyeti seviyesine ulaşacağız ve eski topraklarla yeniden birleşmek için bir miktar umut var. Bu yerel tüketim için bir tezden başka bir şey değil” dedi.
“Bu hipotezin savunucuları, 38. paraleldeki bölünmenin iki bağımsız ülkenin ortaya çıkmasına yol açtığını, Donbass ve diğer toprakların ise tam egemenliğe ve en güçlü silahlara sahip büyük ülke olan Rusya'nın bir parçası haline geldiğini görmezden geliyor” diyen Medvedev, Ukrayna'da Kore senaryosuyla ilgili konuşmaların tekrarlanmasının “Kiev'in utanç verici bir şekilde zafer hipotezinden vazgeçmesinin bir göstergesi olduğuna inanıyor. “Ukrayna tarafı zafere değil, en iyi ihtimalle bölünmeye ulaşılabileceğinin farkına vardı. Ancak aslında bu, yeryüzünde ortaya çıkan gerçekleri belirlemeye yönelik ilk adımdır.”
Öte yandan  Birleşmiş Milletler (BM) İnsani İşlerden Sorumlu Genel Sekreter Yardımcısı ve Acil Yardım Koordinatörü Martin Griffiths, yaklaşık bir yıl önce çatışmanın başlamasından bu yana yaklaşık 8 milyon insanın Ukrayna'dan kaçtığını söyledi. Griffiths pazartesi günü BM Güvenlik Konseyi'nde yaptığı açıklamada, yaklaşık 8 milyon kişinin Ukrayna'dan komşu ülkelere kaçtığını, 5,3 milyon kişinin ise ülke içinde yerinden edildiğini ekledi. 17.6 milyon kişinin yani Ukrayna nüfusunun yaklaşık yüzde 40'ının insani yardıma ihtiyacı olduğunu açıkladı.
Ukrayna'ya yönelik yaklaşık 3,9 milyar dolar gerektiren bu yılki insani müdahale planını bu ayın sonlarında Cenevre'de sunmayı planladığını belirten Martin Griffiths “Bu şiddet yatışma ve sakinleşme belirtisi göstermiyor” dedi.
Resmi BM tahminleri, savaşın başladığı 24 Şubat 2022 tarihinden bu yana 7 binden fazla sivilin öldürüldüğünü gösteriyor. Griffiths, “Gerçek ölü sayısı kesinlikle ifade edilen sayılardan daha yüksek” dedi.



Naim Kasım ve Halil el-Hayya'nın konuşmaları arasında

Hizbullah Genel Sekreteri Naim Kasım (Video konuşmasından)
Hizbullah Genel Sekreteri Naim Kasım (Video konuşmasından)
TT

Naim Kasım ve Halil el-Hayya'nın konuşmaları arasında

Hizbullah Genel Sekreteri Naim Kasım (Video konuşmasından)
Hizbullah Genel Sekreteri Naim Kasım (Video konuşmasından)

Macid Kayali

Hizbullah Genel Sekreteri Naim Kasım konuşmasını içinde bulunduğumuz kasım ayının 20’sinde yaptı. Ardından Halil el-Hayya'nın aynı ayın 21'indeki konuşması geldi. Halil Hayya, İsrail'in Siyasi Büro'nun eski başkanlarına (İsmail Heniyye ve Yahya Sinvar) zaman ve içerik açısından birbirine yakın dönemlerde düzenlediği suikastların ardından Hamas liderleri arasında en önde gelen konuma yerleşti.

Son 20 yılda “direniş ve karşı koyma” ekseninin ön saflarında yer alan, “örümcek ipliğinden daha zayıf” ve çöküşün eşiğinde olduğu varsayılan bir devlet olan İsrail'in varlığına meydan okuyan bu iki hareket, Hamas'ın 7 Ekim 2023'teki Aksa Tufanı saldırısının ve Hizbullah’ın Gazze’ye destek cephesini açmasının ardından, İsrail saldırılarının merkezinde oldular. Gerek Aksa Tufanı gerek destek cephesi, arenalar birliği ile karşılıklı ordular ve füzeler fırlatma fikrine dayanıyordu.

Ancak yaklaşık 14 ay sonra ortaya çıkan sonuç, Filistinliler ve Lübnanlılar için yeni, korkunç bir Nekbe’yi (felaketi) açığa çıkardı. İsrail'in hayali “angajman kurallarını” umursamadığı, “uzun süreli bir savaş" yürütebileceği, yüksek insani ve ekonomik maliyetlere katlanabilecek kapasitede olduğu, Aksa Tufanı günündeki yenilgisini ve askeri, istihbari ve insani kayıplarını, Filistinlilerin durumunu, Lübnan ve belki de Suriye ve Irak'ın durumunu değiştirmeye çalışacak bir fırsata dönüştürebileceği ve İran'ı dizginleyebileceği görüldü.

Sonuç olarak, Gazze’ye yönelik abluka kalkacağına kendisi harabeye döndü ve acımasız bir askeri işgale maruz kaldı. Yaklaşık 2 milyon Filistinli, asgari yaşam standartlarından yoksun, hapishane benzeri izole alanlarda yaşıyor. Bu durum artık Güney Lübnan'ı, Beyrut'un güney banliyösünü ve Bekaa Vadisi'ndeki bazı bölgeleri de kapsıyor. İsrail zayıflamak yerine kurulduğu günden bu yana her zamankinden daha güçlü hale geldi. Bu mücadele aynı zamanda İsraillileri birleştirdi ve İsrail'in ABD ile ilişkilerini eskisinden daha da güçlendirdi.

Sorun şu ki, Hamas ve Hizbullah'ın geri kalan liderleri tüm bunları henüz idrak etmiş değiller. Halen bir tür inat ve gerçeklerin, güç dengesinin, Filistinlilerin ve Lübnanlıların koşullarındaki korkunç kötüleşmenin inkarı içindeler. Hatta daha önceki gerçekçi olmayan tezlerden veya yanılsamalardan geri adım atılmasına rağmen, İsrail saldırıları sonucunda Hizbullah ve Hamas’ın zayıfladığını bile inkar ediyorlar.

Başlangıçta her iki tarafın da savaş başlatma veya direnişi sürdürme çağrılarının ardından (Bkz. Muhammed ed-Dayf'in 7 Ekim 2023'teki konuşması ve Nasrallah'ın suikastından birkaç gün öncesine kadar yaptığı konuşmalar), şimdi yaptıkları ateşkes ve çatışmaların durdurulması talebi bunu temsil ediyor. Kasım ve Hayya yukarıda bahsettiğimiz konuşmalarında bu konuda ve savaşın sürdürülmesinde ısrar edenin İsrail olduğunu varsaymakta hemfikirlerdi.

Hemfikir oldukları bir diğer nokta koşullar öne sürmekti. Kasım'a göre müzakereler iki çatı altında sürüyor; tam bir ateşkes, Lübnan'ın egemenliğinin korunması ve İsrail'in Lübnan'ın egemenliğini ihlal etmesine, Lübnan'a girip istediği gibi öldürmesine izin verilmemesi. Hayya ise şunu vurguladı: Gazze Şeridi'ndeki savaş durmadan ve yerinden edilenler geri dönmeden takas anlaşması olmayacak. Burada fikrimiz şu; bu tezler tamamen doğru, geçerli ve meşru, ancak savaş öncesinde ne Hizbullah ne de Hamas bu tezlere göre hareket etmiyordu. Hayya'nın istediği Aksa Tufanı öncesi Gazze'nin artık mevcut olmadığı ve aynı durumun Lübnan'daki bazı bölgeler için de geçerli olduğu unutulmamalı.

Kendine güvenen her siyasi hareket veya ulusal kurtuluş hareketi başarısızlığını, yenilgisini veya acizliğini itiraf edebilir. Buna karşılık inat ve inkar, bu hareketin halkının çıkarlarına yabancı olduğunu gösterir

İki taraf ayrıca arenalar birliğinin geçerliliğini yitirdiği konusunda da birleştiler. Zira İran kendisini çatışmanın dışında tuttu, Suriye rejimi ilgilenmedi, Hizbullah, değişen koşullar ve gerçekler nedeniyle Gazze'den desteğini çekti. Buna rağmen en büyük felaket, Hayya'nın sanki başka bir kıtada yaşıyormuş gibi “Müslüman Arap milletini sahip olduğu güç ve imkanlar” ile “düşmanı savaşı durdurmaya zorlayamamakla” suçlamasıydı. Sanki güç denklemlerinde hiçbir şey değişmemiş ya da İsrail ordusuyla yaşanan çatışmalar veya zaman zaman orayı burayı bombalamalar, İsrail'in bu soykırım savaşında Filistinlilere ve Lübnanlılara yaptıklarını ve bunun sonucunda ortaya çıkan korkunç trajedileri dengeliyormuş gibi söylenen sözler, bu iki konuşmanın gerçeklikten kopuk olduğuna dikkat çekiyor. Nitekim Kasım şöyle diyor: İsrail bizi yenemez ve kendi koşullarını bize dayatamaz. Söz, karadaki çatışmalar, füze ve İHA saldırıları ile savaş meydanınındır. Uzun süre devam edecek gücümüz var. Uzun bir savaşa hazırlandık. Şu anda müzakere ediyoruz ancak ateş altında olduğumuz için değil çünkü İsrail de ateş altında.”

Bu kopukluk, Hizbullah ve Hamas’ın savaş öncesi dönemdeki slogan ve konuşmalarını da kapsadı. Kasım'ın şu sözleri de bunu gösteriyor gibi: “Cumhurbaşkanının Meclis aracılığıyla anayasaya uygun şekilde seçilmesine etkin katkımızı sunacağız. Siyasi adımlarımız (Taif) çatısı altında olacaktır. İnşa etmek ve korumak için siyasi alanda da var olacağız.”

Hayya ise, Hamas’ın Gazze Şeridi'ni yönetmek için bir komite kurulmasını kabul ettiğinden bahsetti. Oysa savaştan önce Gazze’nin yönetiminde müttefik olsa bile kendisine herhangi bir tarafın ortak olmasını kabul etmiyordu. Hayya şunu da söylüyor: “İç ulusal uzlaşmaya varılmasına katkıda bulunabilecek hiçbir fırsatı göz ardı etmiyoruz ve sorumluluk sahibi olarak bunun için çalışıyoruz.”

Elbette kendine güvenen her siyasi veya ulusal kurtuluş hareketi başarısızlığını, yenilgisini veya acizliğini itiraf edebilir. Buna karşılık inat ve inkar, bu hareketin kendi halkının çıkarlarına yabancı olduğunu ya da sadece bir otorite olarak varlığını sürdürmeyi önemsediğini gösterir. Bu, sözler ve eylemler, sloganlar ve olasılıklar, hayal ve gerçeklik arasında büyük bir farkın olduğu, kamu yararının veya halkın çıkarının, özel çıkar veya otoritenin yararı lehine yok sayıldığı Arap siyasi yaşamında yaygındır.

Örneğin altmışlı ve yetmişli yılların terminolojisine göre “milliyetçi” ve “ilerici” rejimler ile birlikte, Filistin'in kurtuluşu, Filistin davasının merkeziliği, Arap birliğinin, özgürlüğün ve sosyalizmin sağlanması gibi “büyük” olarak tanımlanan davaların zor olduğu sonucuna varmıştık. O dönemde geçim sorunları ve vatandaşların hakları meseleleri önemsiz meselelermiş gibiydi. Öte yandan Haziran 1967 savaşında İsrail daha da genişledi ve Ekim 1973 savaşı düzenli ordular arasındaki son Arap-İsrail savaşı oldu. Ardından Mısır'ın 1979'da İsrail ile Camp David Anlaşması'nı imzalaması ve bununla normalleşme yolunun açılması ile birlikte Arap-İsrail çatışmasının bitişine tanık olduk. Araplar arasında ekonomik entegrasyon düzeyinde de olsa birlik meselesine gelince, Suriye, Mısır ve Irak'taki rejimler arasında yaşanan yabancılaşma ve husumet nedeniyle çöktü. Bu arada vatandaşlık kavramının eksikliği ve devletin gelişmemiş olması nedeniyle özgürlük ve sosyalizm fikirlerinin kaderi de daha iyi olmadı.

İsrail, Filistin ulusal hareketinin içini boşaltmak ve onu bir ulusal kurtuluş hareketinden bir otoriteye ve ardından iki otoriteye dönüştürmek için kullandığı stratejilerde başarılı olmuş gibi görünüyor. Bu başarı Filistin ulusal hareketinin kaybetmesine ve fedakarlıkların boşa gitmesine yol açtı.

Sonuç olarak Arap dünyasındaki tüm siyasi hareketler bu acı kaderden kurtulamadı. Milliyetçi, solcu ve İslamcı eğilimleri ile tümü, başarısızlık, acizlik, eksiklik ve kırılganlıkta korkunç bir noktaya ulaştılar. Herhangi birinin başarıları yerine, toplumlarından izole olduklarının ve kaybolduklarının gözlemlendiği bir kerteye vardılar.

Filistin örneğinde bile İsrail, Filistin ulusal hareketinin içini boşaltmak ve onu bir ulusal kurtuluş hareketinden bir otoriteye ve ardından iki otoriteye dönüştürmek için kullandığı stratejilerde başarılı olmuş gibi görünüyor. Bu başarı Filistin ulusal hareketinin kaybetmesine ve fedakarlıkların boşa gitmesine, halkı, toprağı ve davayı özdeşleştiren birleştirici bir ulusal vizyonun, yatırım yapılabilecek mümkün, sürdürülebilir ve uygulanabilir bir mücadele stratejisinin eksikliğine yol açtı.

Elbette tüm bu söylediklerimiz işgal olduğu sürece direnişin meşruluğunun teyit edilmesini de içeriyor ve İsrail sömürgecidir, yerleşimcidir, ırkçıdır, saldırgandır. Ancak güç dengesini, iç ve dış siyasi verileri anlamaya, fedakarlıkları siyasi başarılar için kullanma imkanına, birikime ve kademe kademe zafere ulaşmaya dayalı direniş yaklaşımı ile karşılıklı ordular şeklinde savaşma, ölümcül darbe indirme arasında büyük bir fark vardır. Zira son ikisi İsrail'in üstün olduğu, Filistinlileri yok etmek için bütünüyle kontrolsüz hareket ettiği alandır. Bu felaketin önlenmesi için kaçınılması gereken de bu ikisiydi.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.