Irak Başbakanı Sudani Şarku’l Avsat’a konuştu: Ülkemizin bir hesaplaşma arenası olmasını kabul etmiyoruz

Başbakan Sudani, devlet kontrolü dışındaki silahlarla ve ‘yolsuzluk salgını’ ile mücadeleye ve yağmalanan fonların geri alınmasına yönelik bir güvenlik reformunun başlattıklarını duyurdu.

Sudani, Bağdat'taki Başbakanlık konutunda Şarku’l Avsat’a röportaj verdi
Sudani, Bağdat'taki Başbakanlık konutunda Şarku’l Avsat’a röportaj verdi
TT

Irak Başbakanı Sudani Şarku’l Avsat’a konuştu: Ülkemizin bir hesaplaşma arenası olmasını kabul etmiyoruz

Sudani, Bağdat'taki Başbakanlık konutunda Şarku’l Avsat’a röportaj verdi
Sudani, Bağdat'taki Başbakanlık konutunda Şarku’l Avsat’a röportaj verdi

Irak Başbakanı Muhammed Şiya es-Sudani, Irak ve Suudi Arabistan'ın bölgede ve dünyada istikrara temel oluşturacak bir bölgesel eksen kurabileceklerini belirterek iki ülkenin bu konudaki ciddiyetinin altını çizdi. Başbakan Sudani, Şarku’l Avsat’a verdiği röportajda, Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman ile iki ülke arasındaki ilişkileri geliştirmek için bakanlıklar düzeyindeki ziyaretlerle başlayan ve ardından 3 yıllık bir süre boyunca projeleri uygulamak için Suudi Arabistan-Irak Koordinasyon Konseyi’ni bir araya getiren bir yol haritası üzerinde uzlaşıldığını açıkladı.
Bağdat’ın Suudi Arabistan ile İran arasındaki müzakerelere ev sahipliği yapmaya devam edeceğini vurgulayan Başbakan Sudani, güvenlik toplantılarının düzeyinin diplomatik düzeye çıkarılması umuduyla yakın bir gelecekte bir toplantı yapılacağını duyurdu.
Sudani, hükümetinin 100 günlük kurulma sürecinde İran’dan ya da ABD’den herhangi bir müdahale olmadığını belirterek, “Hükümet, yüzde 100 olarak Irak’ın egemen kararıyla kuruldu. Ne doğrudan ne de dolaylı olarak hiçbir baskıya yahut müdahaleye maruz kalmadı” dedi. Ülkesinin ilişkilerin gergin olduğu iki müttefiki ABD ve İran ile nasıl çalıştığına dairse Bağdat'ın her iki ülkeyle olan ilişkilerine değinen Irak Başbakanı, “Irak'ın bir hesaplaşma arenası olmasını istemiyoruz. Ortak çıkarlar, karşılıklı saygı ve iç işlerine karışmama ilkelerine göre ilişkilerimizi güçlendirmeye özen gösterdiğimiz kadar, diğerine karşı bir başkasının tarafında da değiliz. Sloganımız ‘önce Irak'ın çıkarı’” ifadelerini kullandı.
Irak'ın ‘İran'ın yanı sıra kardeş Arap ülkeleriyle birlikte bölgedeki lider rolüne sahip olduğunu’ vurgulayan Başbakan Sudani, Irak'ın kaderinin Arap ülkelerinin kaderi olduğunu ve bunun da Irak için gayet normal olduğunu söyledi. Irak ile ABD arasındaki ilişkiyi ekonomik, kültürel, sosyal ve eğitim alanlarına taşıyan Washington ile Bağdat arasındaki ‘stratejik çerçeve’ anlaşmasının etkinleştirilmesi gerektiğini belirten Sudani, bunu yapmanın yalnızca güvenlik açısından önemiyle sınırlı olmadığının da altını çizdi.
Ülkesinin iç durumu ve hükümetinin attığı, ‘vatandaşların sonuçlarını hissetmeye başlayacağı’ adımlar hakkında uzun uzun konuşan Irak Başbakanı, idari ve güvenlik reformlara, ‘yolsuzluk salgını’ ile mücadeleye ve yağmalanan fonların geri alınmasına devam edildiğini belirterek şimdiye kadar 80 milyon doların geri alındığını ve sürecin devam ettiğini açıkladı.
Sudani, başkanlığını kendisinin yaptığı bir komisyonun güvenlik reformu ve devlet kontrolü dışındaki silah sorununun ele alınmasına ilişkin çalışmaların başlatıldığını belirterek Devlet Yönetimi İttifakı’ndaki tüm siyasi güçlerin, devlet kontrolü dışındaki silahlar sorununu ve güvenlik reformunun ele alınması gerektiğinde hemfikir olduklarını söyledi. Başbakan, devlet kontrolü dışındaki silahların ancak kanunla kurulan güvenlik hizmetleri kurumların kontrolüne gireceklerini ve bu kurumların kontrolü dışında silah olmayacağını ifade etti.
Irak'tan İran ve Türkiye'ye dolar kaçakçılığı sorununa değinen Başbakan Sudani, dünyanın bütün ülkelerinde döviz kaçakçılığının yapıldığını belirterek, “Irak da diğer ülkelerle aynı durumda” dedi. Bölgedeki bir çok ülkenin resmi para birimlerinde büyük değer kaybıyla karşı karşıya kaldıklarına ve dolara ihtiyaçları olduğuna dikkati çeken Sudani, Irak bankalarının ve bankacılık şirketlerinin bu konuya müdahil olduğunu ve büyük karlar elde ettiklerini belirterek, konunun ele alınabileceğine dair iyimserliğini vurguladı. Başbakan, “Öyle sanıyorum ki Irak'ta ekonomik, mali ve bankacılık reformuna açılan kapı burası” dedi.
Bağdat-Erbil ilişkileriyle ilgili çalışmalara dikkati çeken Sudani, petrol gelirleri ve İran ile Irak sınırlarındaki güvenlik durumuyla ilgili olarak Kürt tarafının onayı ile Bağdat'ta yakın zamanda bir anlaşma imzalanacağını açıkladı.
Sudani, DEAŞ terör örgütünün artık herhangi bir tehlike oluşturmadığını, çünkü artık herhangi bir yeri kontrol etmediğini ve Irak güçlerinin DEAŞ’ın uyuyan hücrelerinin izini sürmeye devam ettiğini vurguladı.

Irak Başbakanı Muhammed Şiya es-Sudani ile yapılan röportajın soru-cevap bölümü:

-Sayın Başbakan, göreve başlamanızın üzerinden 100 gün geçti. İyimser misiniz yoksa endişeleriniz var mı? Size böyle zor bir görevi kabul ettiğiniz için pişman mısın diye sormayacağım.
İşin ve sorumluluğun büyüklüğünü bilerek bu görevi kabul ettim ve kesinlikle pişman olmadım. İyimserim. Hükümet, 100 gün sonra gerek uluslararası ilişkiler düzeyinde gerek iç düzeyde ve programlarda, gerekse yoksulluğun azaltılması, iş fırsatları oluşturma, devlet hizmetleri, ekonomik reformlar ve yolsuzlukla mücadele konularında olsun çeşitli düzeylerde önceliklerini yerine getirmeye başladı. Tüm bu başlıklarda uzun bir yol kat ettik. Bu önceliklerin yerine getirilmesi için temel direkler oluşturduk. Hükümet programında da bunu hedeflemiştik.

-Bu süreç, daha önce yaptığınız bir açıklamada Irak'taki yolsuzluk vakalarının koronavirüs salgınından daha beter olduğu şeklindeki sözlerinizi doğruladı mı?
Bu yüzden ‘yolsuzluk salgını’ adını verdim. Yolsuzluk, Irak devleti için koronavirüs salgınından ve DEAŞ’tan daha tehlikeli.

-“Yüzyılın hırsızlığı” ile diye bir ifşanız oldu. Öncelikle şunu sormak istiyorum: Saddam Hüseyin rejiminin düşmesinden sonra sizce ne kadar para israf edildi?
Milletvekiliyken takip ettiğim ‘vergi katiplikleri’ hırsızlığı vakasının, siyasi kaosun gölgesinde uzun süren (başbakanlığa) adaylık dönemimden sonra, çalışmalarına devam edeceğim ilk dosya olmasını ummuştum, ama dosya görevime başlayamadan açıldı. Maalesef baş zanlıların çoğu kaçarak Irak'tan para çıkarılmayı başardılar. Bu büyüklükte bir miktarı çalmayı başaranların yakalanması için dikkatli bir operasyon yürütülmesi gerekiyordu.

-Tahmininize göre ne kadar çalındı?
İlgili kurumların ön hesaplarına göre miktar 3 trilyon 700 milyar dinar (yaklaşık 2,5 milyar dolar) civarında. Ancak hükümetimiz, daha fazla şeffaflık, açıklık ve kamu parasının korunması adına, çalınan gerçek rakamı öğrenmek için uluslararası bir denetim firması ile anlaştı. (Saddam Hüseyin rejiminin düştüğü) 2003 yılından bu yana yapılan para israfı konusuna gelince, doğru resmi okumalar yahut istatistikler mevcut değil. Yolsuzluğun çeşitleri ve birçok biçimi var. Bazen işletme bütçesinde, bazen yatırım bütçesinde, bazen de bütçe dışı kararlarda ortaya çıkar. Buna mali ve idari yolsuzluk denir. Bir arazinin hak sahibi olmayan yatırımcıya verilmesi, yatırım fırsatı için rekabetin engellenmesi, tekelleştirilmesi ya da bir kişiyle sınırlandırılması gibi idari kararlarda yolsuzluklar yapılabiliyor. Ancak daha önce de belirttiğim gibi, yolsuzluk, kalkınma ve hizmetleri ilerletmek için tüm devlet plan ve programlarının karşı karşıya olduğu bir sorundur.

-Yirmi yıldan kısa bir süre zarfında israf edilen miktarın 600 milyar doları bulduğu söyleniyor. Bu doğru mu?
Neden 700 değil? Neden 500 değil? Bunlar sadece tahminler ve rakamlar, bize gerçekçi bir tablo vermiyorlar. Size yatırım ve yatırım planları düzeyinde bütçeler ve projeler arasındaki bu bölünme varken ilgili kurumların tam bir rakam veremediklerini ve bizim de veremeyeceğimizi söyledim. Ancak yolsuzlukla mücadelede hükümetimizi diğerlerinden farklı kılan, yolsuzluk fonlarını geri alma konusundaki kararlılığıdır. Bu durum, 2003'ten beri var olan bir boşluk yaratıyor. Trilyonlar çalan biri için 5, 10 ya da 15 yıl hapis cezası neye yarar? Örneğin ‘vergi katiplikleri’ hırsızlığı. Şüphelileri hapse atmak istersek 15 ile 25 yıl arasında hapis cezası alırlar, ama yine 3,7 trilyon dinara ulaşamayız. Çünkü bu fonların büyük bir kısmının sahipleri var ve bunları bizden geri istiyorlar.  Bu yüzden fonların geri alınması konusunu hükümetin çalışmalarının ilk sırasına oturttuk. Bir kısmı 2003 yılından önce yağmalanan ve sonuncusu ilgili kurumların prosedürleri çerçevesinde geri alınan 80 milyon dolar olmak üzere geri ödemelerle fonlar akmaya başladı.

-2003 yılından önce bu para boşa mı harcandı?
Evet.

-Devlet, güçlü olandan da bu paraları geri alabilir mi?
Evet, kolluk kuvvetleri aracılığıyla yapabilirsiniz. Irak yasalarına göre hata yapan bir vatandaş, hatası kanıtladıktan sonra bir katılım komitesine sevk edilir. Boşa harcanan para buna dahil değildir. Sorumlu kişi zararı öder ve bedeli ödenene kadar hapisten çıkmaz. Şimdi bu süreci başlattık. Tutuklanan önde gelen siyasi isimler var. Bu paralar onlardan alınmaya başlandı.

-Yolsuzluk siyasetin hangi düzeyindeydi? Nereye ulaştı?
Ne yazık ki, yolsuzluk siyasetin her düzeyde var. Kıdemsiz çalışanlar da yolsuzluk yapıyor. Hatta bunun en zararlısı olduğunu söylesem abartmış olmam. Fakat herkes yolsuzluk yapıyor diyemeyiz. Kamu malını koruyan ve yolsuzluğa karşı olan dürüst insanlardan oluşan bir ordu var. Biz de onların yanında olmalı ve onları cesaretlendirmeliyiz, aksi takdirde herkesin yolsuzluğa bulaşmış olduğunu tekrarlayıp durursak, yolsuzluk yapanların tüm işlerin dizginlerini ellerinde tuttuklarını kabul etmiş oluruz.

-Yolsuzluk yapanlar ordusu ile dürüst insanlardan oluşan bir ordu var mı?
Daha dürüst insanlar. Vatanseverlikleri ve vatan sevgileri temelinde kamu parasını korumak için onurlu tarafta olan dürüst ve vatansever insanlar var. Allah sayılarını artırsın.

-Irak gibi zengin bir ülkenin sık sık elektrik kesintisi yaşaması akla yatıyor mu? Bunun nedeni de yolsuzluk mu?
Yolsuzluk, kötü yönetim ve planlamanın bir sonucudur. 2003 yılında elektrik üretimi 3 bin 800 megavatı geçmiyordu, şimdi 21 bin megavatı aştık. Büyümede ve ihtiyaçlarda bir genişleme söz konusu. Eskiden evlerde sadece bir vantilatör vardı, şimdi tüm evde klima ve çeşitli cihazlar var. Birçok sorunumuz var. Dediğim gibi yolsuzluk, kötü yönetim ve planlamanın bir sonucudur. 2013 yılı sonunda elektrik sorununu bitirdik, ama DEAŞ ile mücadele başlayınca bu alanda geriledik. Bazen idari krizler, bazen de kötü planlamalar yüzünde sorun devam etti. Bir de elektrik sektöründeki bir diğer konu olarak Irak'ın tamamında elektriğin yüzde 10'u ya da daha azını geçmemesi dikkati çekiyor.

-Neden?
Bunun birinci sebebi, devletin sahip olduğu genel kültür. İkincisi, elektrik kesintileri ve kötü hizmet verip vergi talep etmek devleti zayıflatıyor.  Hizmet alan kişi ödeme yapana kadar bana kesintisiz hizmet vermemi söylüyor. Siemens ve General Electric gibi şirketlerin ve Iraklı teknisyenlerin hesaplarına göre elektrikte israf sorunu kökünden çözebilir. Bizim Iraklı vatandaşlar olarak elektrik geldiğinde enerji tasarrufu kültürümüz yok. Elektrik gelir ve ev soğutulmak için bütün klimalar açılır.

-Şu an vergi oranı arttı mı?
Düne kadar vergi sadece yılda 600 milyar dinarı (yaklaşık 400 milyon dolar) buluyordu.

-Peki bu rakam ne kadar olmalı?
Milyarlar olduğu tahmin ediliyor. İran'dan ithal ettiğimiz doğalgaza yılda sadece 7 milyar dolar harcıyoruz. Yatırımcılardan petrol türevlerinin yanı sıra yaklaşık 2,5 milyar dolarlık elektrik satın alıyoruz. Yani yüksek maliyet, ama düşük vergi.

REFORMLARA UYGUN ZEMİN

-Irak'ta reformlara uygun bir zemin var mı?
Günümüzde reform bir hak haline geldi. Ekonomi deyince bizim için ekonomik reformdan ve gelir kaynaklarının geliştirilmesinden başka çare yok. Bütçe giderlerini karşılamak için petrol gelirlerine bağımlı kalamayız. Tarımın, sanayinin, turizmin harekete geçirilmesi gibi alternatifler gerekiyor. İdari reformdan bahsederken, devletin tek işi kaynak olmak olamayacağını söylüyoruz. İş olanakları oluşturma konusunda destekleyici olmak için bu kurumları reforme etmeli ve özel sektörü desteklemeliyiz. Güvenlik alanında da reforma gitmeliyiz. Başkanlığını üstlendiğimiz bir komisyon oluşturarak bu yola çıktık. Dolayısıyla reform, Irak'ın durumunda, özellikle de bu hükümette tüketim ya da seçim sloganı değil, bir haktır.

-Irak'ta kaç devlet memuru var? Yani devlet ne kadar maaş ödüyor?
Irak’ın 4 milyona yakın memuru var, ama bu sayının netlik kazanması için bir süreç başlatıldı. Planlama Bakanlığı'nın ulaştığı sayı 3,2 milyon ve atanan çalışanlara ek olarak hala eklenecek sayılar var ve bunlar 500 bin aralığında.

-Kadrolular mı?
Evet, sözleşmeli olarak çalışıyorlardı ve kadroya alındılar. Sayının 4 milyondan fazla olduğunu düşünüyorum.

-Irak’ta İşsizlik oranının yüzde 16, yoksulluk oranının yüzde 25 olduğu doğru mu?
Yaklaşık olarak bu civarlarda. İstatistiklere göre yoksulluk yüzde 20 ile yüzde 22 arasında. Özellikle son iki yılda bakanlıkların valiliklerde projeler hayata geçirmek için harcama verimliliğinin düşük olması ve   gereken desteği alamadıkları için özel sektör projelerinin zayıf bir ivmeyle başlatılması nedeniyle istatistikler işsizlik oranlarının arttığını gösteriyor.
Iraklı ailelerin yetiştirme tarzından doğan genel bir eğilimin bir sonucu olarak çok sayıda üniversite mezununun olmasının yanı sıra devletin yüksek öğrenim için tüm gereksinimleri sağlamasıyla birlikte bu durum işsizlik oranını etkiledi ve çok sayıda işsiz genç ortaya çıktı. Hükümetimiz bu zorluğa, devlet tarafından istihdam da dahil olmak üzere çeşitli çözümlerle ilgileniyor. Bunu da kadrolarla tamamladık. İkinci çözüm, iş fırsatları oluşturma konusunda hükümeti destekleyecek özel sektörle ilgili. Irak Temsilciler Meclisi'nde oylanacak önemli bir yasamız var. Emeklilik, sosyal güvenlik ve işçi yasası. Bu yasa özel sektörde çalışanların haklarını devlet çalışanları ile eşit düzeye getirecek. Bu, önemli bir yapısal reformdur.

-İlerleyen süreçte kamu dışında kararlar alacak mısınız?
Hükümetimiz reform kararları almak zorunda. Reform kararları genellikle sancılı olsa da bir süre sonra elbette herkes için faydalı olacaktır.

-Popülaritenizin düşmesinden çekiniyor musunuz?
Ben her şeyden önce Irak'ın ve Irak halkının çıkarları için endişe ediyorum. Irak ve halkının çıkarlarına karşı popülaritemi ya da hayatımı sorgulamıyorum. Irak'ın ve Irak halkının çıkarları benim pusulamdır. Bir karar alırken bunun ülkenin çıkarına olduğunu görürsem o kararı alırım, ama zararı azaltmak benim sorumluluğum. Çünkü her kararın belli bir tarafa zararı olacaktır. Sadece yoksul ve düşük gelirli sınıfa verilen zararı en aza indirmeyi umursuyorum.

KAÇIRILAN DOLARLAR

-Sayın Başbakan, basında okuduğumuz doların kaçırılması meselesi nedir?
Irak Merkez Bankası 2007 yılından sonra doğru bir adım atarak enflasyonu ve yerel para biriminin anormal durumunu ele aldı. Dolarla ilişkimiz 1990’lı yıllarda abluka döneminde başladı. O zamanlar doları takip ediyorduk. Dolar kuru yükselince gıda fiyatları da yükseldi. Merkez bankası, para biriminin değerini yükseltmek için bir pencere açmaya çalıştı. Tüccarların ürünleri ithal etmesi için bir döviz firmasıyla iletişime geçmesine dayanan ticari bir mekanizmaya ve bununla ilgili bir incelemeye ihtiyacı vardı. Döviz firması, Merkez Bankası'na bağlı yerel bankalarla bağlantılıydı. Bu ticari mekanizmanın büyük bir kısmı üzerinde iyi bir inceleme yapılmamıştı. Yani, bankacılık sistemine uyumlu değildi. İthal edilen ürünlerin fiyatına ya da miktarına ilişkin yanlış tahminler vardı. Amaç, tüccarın yurtdışından ithal ürün getirmek için mümkün olduğunca çok dolar almasıydı. Bu rakam günlük 300 milyon dolara ulaştı.

-Kime satılıyordu?
Merkez Bankası onları (dolarları) bankalara ve şirketlere satıyor. Bankalar ithalat çerçevesinde yurt dışına (dolar) transfer yapıyor. Günlük 300 milyon dolar ithal eden bir ülkenin olması, doları ithal edip vatandaşına satmadığı sürece makul değildir. Bu mekanizma, ABD Hazine Bakanlığı ve ABD Merkez Bankası (FED) dışında herkese açıktı. Kimse buna karşı çıkmaya cesaret edemedi. Biz o dönemin milletvekilleri ve analistleri olarak bu konuya değiniyorduk. Ta ki ABD Hazine Bakanlığı’nın, kaçakçılığın, kara paranın aklanmasının vb. önlenmesi ve ABD'nin bazı ülkelere yönelik kararları açıklayıp dolar baskısını artırana kadar. Bölgede, Körfez’de ABD’nin doları yasaklandığı bir dolar bile vermediği ülkelerden bahsetmek bile istemiyorum.

-Peki ya Körfez ülkeleri?
Evet. Onlar için mesele egemenlik ve ekonomi meselesi.

-Kime göre?
ABD’ye göre. Dolarının doğru yerde kullanıldığından, yanlış ya da çıkarlarına aykırı kullanıldığını düşündüğü yerlere gitmediğinden emin olmak istiyor. Irak ile ABD arasında, standartların uygulanmasına hazırlık olarak bankaların eğitimi, tüccarların eğitimi ve elektronik bir platform oluşturulması gibi adımların yer aldığı bir anlaşma imzalandı. Başbakanlık görevine başlamadan önce bu bilgiye ulaştım ve Merkez Bankası Başkanı’na ‘Bankaları ve döviz değişim firmalarını kapsayan bir mekanizma var, buna hazır mısınız?’ diye sordum. Bana ‘Evet, hazırız’ cevabı verdi. Oysa ben göreve başlattıktan sonra 3 ayı doldurduğumuz halde bu hazırlığın yapılmamış olduğu ortaya çıktı. Mekanizma, 2022 yılı sonlarında yani iki ülke arasında imzalanan anlaşmada öngörülen iki yılın bitiminden sonra devreye girdi.

-O iki yıl içinde hiçbir şey yapılmadı mı?
Hiçbir şey yapılmadı. Piyasaları hazırlamak için gerekli tedbirler alınmadı. Yani bir bankanız, bir döviz şirketiniz ve bir tüccarınız var ve 10 yıldır belirli bir mekanizmaya göre çalışıyorsunuz. Bir gecede yeni bir mekanizmayı uygulamanız istense mutlaka itiraz edersiniz. Şimdi bu ay içinde iki yıllık bir çalışmayı yürütüyoruz. Tüccarla görüşüyoruz. Doğru ticaret yapmaları ve gerçek tüccarlar olup ticaretlerinin devam etmesini istiyorlarsa, doğru yoldan gitmeleri gerektiğini söylüyoruz. Belgeli kredi açarsanız, ithalat lisansı da alırsınız, dolar da alırsınız diyoruz. Birtakım sorunlarımız var, durumumuzun mükemmel olduğunu iddia etmiyorum. Satış noktaları üzerinde mutlak kontrolümüz söz konusu değil. Gümrükte gecikmiş vergi düzenlenmesi gibi sorunlarımız var. İthalat izni verirken rutin olarak aldığımız notlar var.

-Türkiye’ye ve İran'a dolar kaçırılıyor mu?
Döviz kaçakçılığı Irak’ta olduğu gibi dünyanın bütün ülkelerinde devam ediyor. Bölgedeki birçok ülkede yerel para biriminde bir gerileme söz konusu. İsimlere girmek istemiyorum. Kesinlikle dolara ihtiyaçları var. Bizimle ticaret yapanların bir kısmı, yurtiçindeki bazı bankalar ve döviz şirketleri ve komşu ülkelere ve bölgedeki ülkelere aktarılan dolarları satarak büyük karlar elde ediyorlar.

-Tedavinin işe yarayacağı konusunda iyimser misiniz?
Evet iyimserim. Bu sürecin Irak'ta ekonomik, mali ve bankacılık reformuna açılan kapı olduğunu düşünüyorum.

-Irak dinarındaki değer kaybı sorununa yakında bir çözüm getirilecek mi?
Irak'taki bankacılık ve finans sistemini uluslararası standartlara uygun olarak reforme etmek için bir dizi adımlar atarak çözüme doğru ilerlemeye başladık. Bununla birlikte vatandaşların ürün ve hizmet açısından neye ihtiyaç duyduğunu bulma yönünde de bir çalışma başladı. Bakanlar Kurulu, ekonomi için bir dizi karar aldı. Fiyatlardaki dalgalanma sürecine eşlik eden tüm faktörlere uyum sağlamak için para politikasıyla ilgilenen özel sektör, bankalar ve Merkez Bankası ile incelemeler devam ediyor. Devlet olarak en çok, temel ürünlerin fiyatlarını sabit tutup vatandaşın omuzlarına yük getirmeyen uygun fiyatlara sunulması ve özel sektörle sürekli bu standartlarda engellerin aşılması için çalışıyoruz.

STRATEJİK ÇERÇEVE ANLAŞMASI

-ABD Başkanı Joe Biden sizi telefonla arayarak ülkesinin stratejik ortaklığa bağlılığını teyit etti. Iraklı bir heyet, Washington'ı ziyaret etmeye hazırlanıyor. ABD’den talebiniz ne olacak?
Başkan Biden, Irak ile ABD arasındaki ilişkileri ekonomik, kültürel, sosyal ve eğitim alanlarına taşıyan ‘stratejik çerçeve’ anlaşmasının etkinleştirilmesi gerektiğini söyledi. Biz de bunu destekliyoruz. Stratejik çerçeve anlaşması, Irak Temsilciler Meclisi tarafından onaylanan açık bir anlaşma ve bunu uygulamamız gerekiyor. Son derece önemli bir anlaşma ve ABD ile ilişkilerimiz sadece güvenlik boyutuyla sınırlı kalmamalı. ABD, ekonomik, kültürel, sosyal ve eğitim alanlarında Irak için stratejik bir ortaktır. Ekonomimizin tüm alanlarında ilerleme için onun şirketlerinden ve uzmanlığından yararlanabiliriz.

-Irak'ın ABD’ye ihtiyacı var mı? Iraklı siyasi güçler arasında ABD ile ilişkilerin gerekli olduğu düşünülüyor mu?
ABD büyük bir ülke ve daha önce de dediğim gibi Irak, ABD ile yapılan anlaşmalara bağlı kalıyor. En önemli anlaşmalardan biri de stratejik çerçeve anlaşması. DEAŞ ile mücadele alanında ABD ile iş birliği yapıyoruz. Tüm siyasi güçler, Irak'ın çıkarlarına uygun olduğu sürece tüm ülkelerle olan ilişkileri desteklediklerini teyit ediyorlar. ABD ile ilişkide çıkarımız olduğuna, itiraz edemeyiz. A ya da B devletleriyle de çıkarlarımız var. Daha önce söylediğim gibi Irak'ın çıkarı bizim pusulamızdır.

-Irak, İran’ın nüfuzuyla ABD’nin rolünü birbirinden nasıl ayrıştırıyor?
Bu, her zaman ortaya çıkan sorunlardan biri ve bununla başa çıkmak için takip ettiğimiz bir yol var. Öncelikle İran, komşu bir ülke. Onunla dini, kültürel ve sosyal birçok ortak yönümüz bulunuyor. İran başından beri siyasi sürecin yanında yer aldı. DEAŞ ile mücadele de bizimle birlikte hareket etti. İlişkilerimizi bu çerçevede sürdürüyoruz. Elbette Irak halkının çeşitli kesimlerinden birçok siyasi gücün İran tarafıyla da olumlu ilişkileri var. Bölgedeki birçok ülkede olduğu gibi bu da olumlu bir nokta. Ama ülkenin iç işlerine ve egemen karara karışmama ya da etkilememe çerçevesinde olmak kaydıyla. İlişkilerimizde ve görüşmelerimizde bunu görüyoruz. Herkes böyle bir ilişki biçimine saygı duyar. ABD, 2003 sonrası Irak’ın değişim sürecine katkı sağladı, Irak'ın DEAŞ’ı yenmesine yardım eden Uluslararası Koalisyona öncülük yaptı. Bugün ABD’yi başka alanlarda da ilişkilerimizi geliştirmek istediğimiz bir ortak olarak görüyoruz. Evet, ABD ile İran ilişkilerinde bir gerginlik söz konusu, fakat bunun Irak’a olumsuz bir yansıması olmayacak. Irak'ın bir hesaplaşma arenası olmasını istemiyoruz. Ortak çıkarlar, karşılıklı saygı ve iç işlerine karışmama ilkelerine göre ilişkilerimizi güçlendirmeye özen gösterirken bir tarafa karşı diğer tarafın yanında da değiliz.

IRAK’IN DİĞER ÜLKELERLE İLİŞKİLERİ

-Ukrayna'ya karşı İran yapımı silahların kullanıldığının ortaya çıkmasından sonra İran'ın Batı ile ilişkilerinin bozulmasının Irak'a olumsuz yansımasından korkuyor musunuz? Yani İran'ın Avrupalılarla ilişkilerinde önemli bir gerileme oldu mu?
Genel olarak istikrar eğilimindeyiz. Bu istikrar ancak gerilimi yaratan kaynaklar kurutularak sağlanabilir. Rusya-Ukrayna savaşı sadece Avrupa'yı değil tüm bölgeyi etkiliyor. Burası hassas bir bölge. Daha fazla anlayışa ve diyaloga ihtiyaç var. Hiçbir ülke müdahil olmamalı. Herhangi bir çatışma durumunda herhangi bir ülkenin herhangi bir ülkeye müdahalesini desteklemiyoruz. Çünkü böyle bir destek, krizi daha da şiddetlendirir. Rusya-Ukrayna krizi, ancak tüm dünya ülkelerinin müdahaleyi durdurması halinde sona erebilir. Böylece iki tarafı müzakere masasına oturmaya zorlayabiliriz. Diyalog, bu ülkelerin ve bölgenin trajedilerinden kaçınmanın en iyi yoludur. Irak, savaşlardan ve ablukalardan büyük zarar gördü ve bunların yansımalarını çok iyi biliyor. Dolayısıyla bu deneyimle konuşuyoruz. Diyalogsuz krizler bitmez ve müdahale her krizi uzatır.

-Rusya-Ukrayna krizinde Rusya ya da ABD sizden arabuluculuk yapmanızı istedi mi?
Biz tutumumuzu vizyonumuz, inancımız ve ilkelerimiz doğrultusunda belirleriz. Dediğim gibi Irak, savaşlardan ve ablukalardan çok çekmiş bir ülke. Kendi iç işlerimize karışılmasını kabul etmediğimiz gibi, başka ülkelerin iç işlerine karışılmasını da kesinlikle kabul etmiyoruz.

BAŞARISIZLIĞIN MAZERETİ YOK

-Sayın Başbakan, 2003’ten beri Sadr Hareketi’nin bulunmadığı bir hükümete başkanlık eden ilk Irak başbakanısınız. Sadr Hareketi ile bir ateşkes var mı? Varsa bu nasıl bir anlaşma? Şu anki ekonomik sıkıntının daha önce yaşananlara benzer bir isyana (gençlik ayaklanması) yol açmasından mı yoksa Sadr Hareketi’nin sokaklara taşmasından mı korkuyorsunuz?
Sadr Hareketi tanınmış bir liderliğe sahip, ister parlamentoda ve hükümette isterse parlamento ve hükümet dışında olsun, siyasi süreçte aktif bir role sahip geniş bir siyasi harekettir. Parlamentodan çekilme kararına saygı duyuyoruz. Siyasi faaliyetlerde yer almasını, yasal ve anayasal çerçevede herhangi bir olumsuz duruma dikkat çekerek eleştirilerde rolünü oynamasını önemsiyoruz. Hareketten, gençlerden veya başkalarından gelen bir ayaklanmadan korkup korkmadığımıza gelince; Allah korusun, hükümet programımızı uygulamada ve halkın karşısında taahhüt ettiğimiz önceliklerimizin uygulanmasında yaşanan herhangi bir başarısızlık, şu veya bu siyasi parti tarafından değil, Irak halkının tüm bileşenleri tarafından kesinlikle reddedilecektir. Mevcut durum bu başarısızlığa müsamaha göstermiyor. Dolayısıyla bu hükümeti oluşturan, çeşitli bileşenlerden 280 milletvekilinin yer aldığı ve Koordinasyon Çerçevesi, Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) ve Egemenlik ve Azm hareketlerini içeren ‘Devletin İdaresi Koalisyonu’, olumlu ve olumsuz tüm yönleriyle bu aşamadan sorumludur. İster Sadr Hareketi ister gençler isterse Irak halkının büyük çoğunluğu olsun, diğer tarafların karşısında hiçbir mazeret yoktur. Biliyorsunuz, seçmenlerin yüzde 60’tan fazlası oy kullanmadı. Yani demek istediğim, diğer siyasi bileşenlere bakmadan önce bu yüzde 60’a bakmalıyız. Bu yüzde 60, performanstan memnun değilse mutlaka bir konumu olacaktır.

-Son milletvekilliği seçimlerinde oy kullanma hakkı olanların yüzde 60’ı seçimlere katılmadı mı?
Evet, resmi tahminler seçimlere katılma konusunda net bir isteksizlik olduğunu gösteriyor. Bu oran yüzde 60 civarında.

-Bunun nedeni, siyasi güçlerin halkı hayal kırıklığına uğratması mıydı?
Bu önemli sebeplerden biridir. Seçim sonuçlarının açıklanması ve siyasi güçlerin bir yıl boyunca girdaba girmesinin ardından yüzde 60’lık kesimin kararı böyle oldu. Bu yüzde 60, yüzde 40’a dedi ki: Bakın, size sürecin faydasız olduğunu söyledik.

-Sayın Başbakan, Koordinasyon Çerçevesi halen hükümetinizin yönergelerinden memnun mu?
Elbette Koordinasyon Çerçevesi, Şii bileşenin en büyük bloğudur. Başbakanın adaylığını benimseyen, tüm taraflardan bakanları olan ve diğer bloklarla anlaşmaya varan onlardır. Devletin İdaresi Koalisyonu’nu da o kurdu. İktidarın başarısı veya başarısızlığı, Allah göstermesin, Çerçeve ve Devletin İdaresi tarafından üstleniliyor. Rahatlık ya da huzursuzluk meselesinin ucu bence açık. Bir yönteme gidiyoruz. Tüm konular için genel yönergelerin tartışıldığı ve üzerinde anlaşmaya varıldığı bir bakanlık platformu ve programı var. Bu programı veya bakanlık müfredatını her uyguladığımızda, kabul veya ret derecesini ölçeriz. Bunun dışındaki durum ile ilgilenmiyorum.

BAŞARI KORKUSU

-2003’ten bugüne siyasi süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?
2003’ten bugüne siyasi süreçte bir başarı korkusu var gibi görünüyor. Bu mantıklı değil.

-Başarı korkusu ne anlama geliyor?
Gerçekleşen siyasi durumların bir kısmı, bazılarının başarıdan korkmasıdır. Birçok engelle karşılaştık. Vatandaşın mağduriyetini hafifletecek, hükümetleri başarıya ulaştıracak projeler oldu ama şu veya bu hükümet başarılı olur korkusuyla bunlar iptal edildi. Umuyorum ki bu saplantıyı aşmışızdır. Çünkü bu saplantının devam etmesi, yönelimleri, hırsları ve programları ne olursa olsun her türlü hükümeti engelleyecektir. Tahminime göre şu an orada bulunanların hepsi, hükümetin başarısı konusunda ilgili ve herkes destekleyici. Herkes, tehlikeyi hissediyor ve bunun önemli bir fırsat ve son şans olduğunun açıkça farkında. Yatırım yapmazlarsa halkın karşısında mazeretleri yoktur.

-Mevcut hükümet başarısız olursa büyük bir çöküş yaşanabilir mi?
Allah’ın izniyle bu olmayacak. Çünkü Irak’ta işlerin kontrolü elinde olan güç merkezleri var.

DEVLET HUKUKU

-Irak devletinin güvenlik ve ekonomi dahil bileşenlere ve gruplara dağıtıldığı söylendi. Bu doğru mu? Irak’ı çeşitli unsurlardan ve gruplardan haklarını geri alan bir devlet olarak görecek miyiz?
İlk olarak, bir tür netlik eksikliği var. Koalisyon hükümetinden bahsediyoruz. Bir koalisyon hükümeti genellikle parlamentoda bulunan siyasi güçlerden oluşur. Siyasi güçlerin hükümette var olma hakkı vardır. Biz parlamentoda bulunan siyasi güçleri temsil eden bir koalisyon hükümetiyiz. Ben de bakanların kendi partilerinden benim belirlediğim kriterlere göre aday gösterilmesini istiyordum. Her parti bana üçer aday gösteriyor. Bakanları ben seçiyorum.

-Sizi zorladılar mı?
Hayır. Tüm bakanlık kabinesinin seçimini ben yapıyorum.

-Her siyasi güç size üç isim mi verdi?
İki aday ismi verdiler. Altı aday ismi veren siyasi bir blok da var. İkiyi de üçü de dördü de reddediyorum. Ta ki ikna oluncaya kadar.

-Kriterleriniz nelerdi?
Doğruluk, verimlilik, bakanlık dosyasına erişim ve bazı diğer özellikler. Bu kabineyi ben seçtim. Burada güvenlik kurumları hakkında kafa karışıklığı ve konuşmalar başladı. Şunu söylüyorum: Bir isim istiyorum, bir siyasi tarafa veya bir güvenlik grubuna verdiğimiz hassas bir güvenlik pozisyonu uyarınca önümüze koyulmuş bir iş talep ediyorum. Ama bir düzensizlik var.

-Bu olmadı mı?
Olmadı ve olmayacak. Güvenlik hizmetleri, Sudani hükümetinde güvenlik kurumu çalışanları dışında yönetilmeyecektir. Buna bir nokta koyalım. Finans kurumu yalnızca bu kurumdan uzmanlar tarafından yönetilecektir. Bu arada ve dürüst olmak gerekirse; siyasi güçler herhangi bir taraftan güvenlik bölgesi talep etmedi. Bu karara saygı duydular ve oy birliği ile desteklediler. Devletin İdaresi Koalisyonu’nda güvenlik kurumları hakkında konuşuldu. Ben de fikrimi söyledim. ‘Biz de bu kararı destekliyoruz’ dediler. Geri dönüp diyorum ki öneri sunanlar, bana bir grup, milis, taraf veya bunun gibi bir kesime verdiğimiz güvenlik yetkisinin nerede olduğunu söylesin.

SUUDİ DENEYİMİ

-Gelelim başka bir konuya... Birkaç gün önce Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Prens Faysal bin Ferhan ile görüştünüz. Şu an Suudi Arabistan ile olan ilişkinizi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Hamdolsun bu, önceki hükümetlerden bu yana iyi ve birikimli bir ilişki. Irak ve Suudi Arabistan’ın İslami, Arap, ekonomik ve coğrafi düzeylerdeki ağırlığı ve ‘aramızda kolayca siyasi ve ekonomik bir eksen olabilecek ve istikrarlı bir bölgesel sistem kurabilecek’ ortaklıkları gibi mantıklı nedenleri bilen herkes bu ilişkiyi sürdürmeye hevesli.

-Suudi Arabistan ile bölgede ve uluslararası alanda istikrarın temeli olacak bölgesel bir eksen kurabilir misiniz?
Evet, bölgenin ve dünyanın istikrarının temeli olacak bir bölgesel sistem kurulabilir. Yani ekonomik, siyasi, coğrafi ve tüm standartlarda… Irak ve Suudi Arabistan olarak bölgede ve dünyada bir odak noktası olacak şekilde bu ekseni oluşturabiliyoruz. Biz bu konuda ciddiyiz. Sayın Veliaht Prens Muhammed bin Selman ile bir görüşme yaptım. Onu her zamanki gibi duyarlı, bu hedefe netlik ve ciddi bir istekle ulaşmak için ilerlerken buldum. Arap- Çin Zirvesi’ne katılımım sırasında karşılıklı ziyaretler için aramızda bir gündem belirledik. Dışişleri Bakanı’nın ziyaretinin ardından Ticaret Bakanı’nın Koordinasyon Kurulu Başkanı’na ziyareti gerçekleşti.

-Ziyaret nereye yapıldı?
Bağdat’a. Bakanlarımız Suudi Arabistan’ı da ziyaret etti. Irak- Suudi Koordinasyon Konseyi’nin Bağdat veya Riyad’daki oturumuna hazırlanana kadar toplantılar dönüşümlü olarak yapılıyor, sorun yok. Koordinasyon Kurulu’nda üç yıllık bir görev ve proje takvimini zaman çizelgeleriyle birlikte sunacağız.

- Veliaht Prens ile bu konuda anlaştınız mı?
Evet, Riyad’da bu konuda anlaşmıştık.

-Veliaht Prens Muhammed bin Selman ile ilk görüşmeniz bu muydu?
Hayır. Bakan olarak onunla birden fazla kez görüştüm.

- Ya başbakan olarak?
İlk kez Arap-Çin Zirvesi sırasında ikili görüşmeler gerçekleştirdik.

-Suudi Arabistan’ın tanık olduğu süreç hakkındaki görüşleriniz nelerdir?
Bu, saygıyı ve deneyim alışverişini hak eden bir deneyim. Suudi Arabistan Krallığı, kaynaklarını ekonomik düzeyde, doğru bir şekilde yatırım yapma konusunda önemli adımlar attı. Ben Sanayi Bakanı iken bu tecrübeyi gördüm. Bu öncü bir tecrübedir. Ras el-Hayr, el-Cübeyl ve Riyad’ı ziyaret ettim. Suudi endüstrisinin temeli hakkında bilgilendirildim. Oldukça gelişmişti. Küresel pazar ihtiyaçlarının büyük bir bölümünü karşılamaya katkıda bulundum. Bu deneyim, kardeşlerle deneyim alışverişi için değer. Siyasi düzeyde de bugün Suudi Arabistan’ın önemli bir rolü var ve Arap-Çin Zirvesi konferansı doğru yönde atılmış bir adımdı. Bu, Araplar ve bölge ülkeleri olarak bizim için önemli. Bölgedeki gerilimlerin azaltılmasına ve krizlerin yatıştırılmasına katkıda bulunmalıyız. Çünkü kalkınma sloganını yükseltiyoruz ve kalkınma istikrar gerektirir. Bölgedeki ve dünyadaki konular ekonomik meselelerdir. Vizyonlar aynı.

SUUDİ ARABİSTAN-İRAN DİYALOGU

-Yakın zamanda Bağdat’ta yeni bir Suudi Arabistan- İran diyalog turu bekliyor muyuz?
İnşallah. Yakın zamanda bu görüşmeyi gerçekleştireceğiz. Hükümetin çalışmalarının başlangıcından bu yana Suudi Arabistan ve İran’daki kardeşlerimizin talebi üzerine bu ilişkinin devam etmesini istiyoruz. Bunu da bir gereklilik olarak görüyoruz. Çünkü bölgedeki farklı bakış açıları ne zaman bir araya gelse bu istikrara yansıyor

-Bu, bir hafta içinde mi yoksa daha uzun bir süre sonra mı gerekleşir?
Görüşmeler veya temaslar, toplantılar düzenlemek için devam ediyor ve zaten bazı düzeylerde de mevcutlar. Ancak seviyeyi yükseltmek istiyoruz. Hedefimiz, Irak himayesinde güvenlik görevlilerinden diplomatik ilişkilere kadar görüşme seviyesini yükseltmektir.

-Bu toplantılara bizzat katılacak mısınız?
Evet, bizzat takip ediyorum.

-Geçmişte Bağdat’ta Türk- Arap diyalogları mı yapılıyordu, yoksa sadece Suudi Arabistan- İran diyalogu mu?
Güvenlik koordinasyonu olduğuna inanıyorum. Güvenlik birimlerimizin edindiği deneyim ve birçok terör komplosunu ortaya çıkarma yetenekleri göz önüne alındığında, güvenlik konusunda bölgedeki tüm ülkelerle koordinasyon içinde olmaya istekliyiz. Bu bilgiyi bölge ülkeleri ile paylaşmak istiyoruz.

-Mesela kimlerle?
Hepsiyle. Mısır, Ürdün, Körfez ülkeleri, İran ve Türkiye hatta Avrupa ülkeleri ile. Güvenlik servislerimiz terörist gruplara nüfuz etme ve onları tasfiye etme kabiliyetine sahiptir.

-DEAŞ konusunda endişeli misiniz?
Hayır. DEAŞ, sadece inlerine kaçan, korkmuş bir çete. Onları her gün tüm pozisyonlarda düzenlediğimiz saldırılarla hedef alıyoruz. Araziyi ellerinde tutamazlar. Aksine onlar, vatandaşları veya konutları hedef almış operasyonlarda hareket eden 4- 5 kişiyi geçmeyen küçük gruplardır. Bu teröristlerin yakalanması ve takibi için çalışmalar devam ediyor.

-Birimler, sizi hedef almaya yönelik bir girişim tespit etti mi?
Hayır, böyle bir girişim tespit edilmedi.

KONTROLSÜZ SİLAHLAR

- ‘Kontrolsüz silahlar’ diye bir sorun var. Devlet bu olguyla mücadelede hangi aşamada?
DEAŞ ile girdiğimiz savaşta silah taşıyabilen birilerini arıyorduk ki mücadele edilebilsin. DEAŞ’ın varlığı masum vatandaşları, köyleri, şehirleri ve mahalleleri hedef alıyor, farklı unvanlara sahip oluşumlarla savaşçılar yaratıyordu. Zaferin ardından eski hükümetler güvenlik reformu sürecinde çaba göstermediler. Güvenlik kurumlarının profesyonel olması ve bağlamlara göre çalışması için güvenlik reformunun gerekliliğine ilişkin BMGK kararları bulunuyor. Biz başladık. Bugün, güvenlik kurumlarında güvenlik reformunu kabul etmek üzere başkanlığını yaptığım bir komite kurulması kararı aldım. Bu reformun en önemli önceliklerinden biri, silahların kanuna göre güvenlik kurumları çerçevesinde kontrol edilmesi, yani güvenlik kurumları dışında silah olmamasıdır.

-Güvenlik kurumlarının dışında silah olmayacak mı?
Bu konu, platformdaki tüm siyasi güçlerle uzlaşı çerçevesindedir. Silahlar, kanunla kurulan güvenlik hizmetlerindir. Bu kurumun dışında silah bulunmayacaktır.

-Bunlara el koyacak mısınız?
Müsadere ve diyalog ile tüm bu sorunlara son verilecek. Önemli sorun, konuyu (silah taşıma) yabancı tarafların varlığına bağlayanların var olmasıdır. Yabancı varlığı olduğu görüşünde olan, yasa ve anayasa dışında yabancı varlığına izin verilmemesi gerektiğine inanan taraflar var. Bu, birçok Iraklı tarafından desteklenen bir görüştür. Biz bu varlığı anayasal ve yasal çerçevede düzenlersek bu kişilerin hiçbir mazereti kalmayacaktır.

-Tahviller sorunu konusunda söylenenlerden sonra Kürdistan Bölgesi ile ilişkinizi nasıl tanımlıyorsunuz?
Bağdat- Erbil arasındaki sorunları çözmek için önceki bütçelerin finansmanından başlayarak bir yol haritası ile yola çıktık. Federal Mahkeme’nin kararıyla ters düşerek kanun ve yetkiler dahilinde başka bir sürece yöneldik. Bütçeyi sunmanın eşiğindeyiz. Biz de bütçe kanununda petrol yönetiminin şekli ve mali ödeneklerin finansmanı konusunda bölgeyle mutabakata vardık. Bütçeyi onayladıktan sonra petrol ve gaz yasasının yasalaşmasına geçeceğiz. Bu durum, 2003’ten sonra anayasanın yazılmasından bu yana yaşanan en önemli zorluklardan biri. Çünkü petrol ve gaz, sadece bölgenin beklentisi değil. Aksine tüm petrol üreten vilayetler, onu bekliyorlar.

-Bu bir Kürt talebi mi?
Irak’ın talebi. Ama petrol sorunları nedeniyle mesele, sanki petrol sadece merkezle bölgenin sorunlarını çözüyormuş gibi görünüyordu. Bu senaryoyu uygulamaya gidiyoruz. Geri kalan sorunlar, yetki ve prosedürler dahilinde kontrol ediliyor. İnancımız şudur ki ister Erbil, Süleymaniye, Anbar’da olsun ister Necef’te, ulusal sorumluluğumuzun Irak’ın tüm coğrafi bölgelerindeki tüm vatandaşları kapsadığı yönündedir. Hukuki ve ahlaki durum budur. Adalet ve eşitlik ilkesini koruyarak tüm vatandaşlarla ilgilenmeye istekliyiz. Bizi birleştiren toplum sözleşmesi anayasadır.

-Arap Zirvesi yakın zamanda yapılacak mı?
Evet. Ama tarih henüz belirlenmedi. Arap Zirvesi’nin düzenlenmesi kararı sonrasında geriye sadece tarihin belirlenmesi kalıyor. Sanıyorum ki Riyad’da düzenlenecek.

Sudani, Irak Milli Takımı’yla birlikte Basra’da, ‘25. Arap Körfez Kupası’ zaferini kutladı. (Facebook)
-Suriye bu zirveye katılacak mı?
Suriye’nin katılmasını umuyorum. Suriye’yi eski konumuna ve Arap Birliği’ndeki varlığına geri döndürmek için ciddi bir şekilde çalışmamızın zamanı geldi. Bir anlayış olmalı, çünkü Suriye’nin istikrarı bölgenin istikrarıdır. Irak’a yönelik bir terör faaliyeti tehdidi varsa bu, Suriye sınırından geliyordur. Suriye’deki herhangi bir istikrarsız durum Ürdün’e, Lübnan’a ve diğer bölge ülkelerine ulaşıyor. Uzun bir süredir acı çeken ve artık zor durumda ve ekonomik koşullarda yaşayan Suriye halkının acılarını hafifletecek şekilde Suriye hükümeti ile diyalog içinde olunması oldukça önemlidir.

SINIR GÜVENLİĞİ

-İran, Kürdistan’daki bazı grupları İsfahan’a yönelik saldırının kolayca düzenlenmesinde rol oynamakla suçladı. İran’ın Kürdistan’daki herhangi bir büyük eyleminden endişe duyuyor musunuz?
Bu dönemde hükümetin karşılaştığı sorunlardan biri de Irak- İran sınırında ve Irak- Türkiye sınırında gerçekleşen saldırılardır. Bunlar, iki ülke arasında tartışma ve diyaloga konu oldu. Eğilim, bölge ve federal kurumların İran tarafıyla birlikte bulunduğu ortak bir güvenlik komitesinde, ortak bir rapor sonuçlandırmak veya imzalamak yönündeydi. Böylece şu üç görevi yerine getiriyoruz:
Birincisi; sınırların federal resmi güçlere alınması. İkincisi; aranan kişilerin yasal düzenlemelere uygun olarak teslim edilmesi. Üçüncüsü; herhangi bir tarafın kamp kurmasına veya silah bulundurmasına izin verilmemesi.

- PKK’yı mı kastediyorsunuz?
Evet, PKK ve muhalefetteki İran Kürdistan Demokrat Partisi. KDP eskidir. Ancak uydu kanallarının gösterdiği gibi bir kamp, ​​silah ve eğitim değil, mülteci kapasitesindedir.

-Bölge federal güçleri almayı kabul etti mi?
Evet. Bir anlaşma sürecindeyiz. Bağdat’ta anlaşma imzalamak için İran’dan bir heyet gelecek. Sınırları korumak üzere bu komite için bir toplantı yaptık. Yasal çerçeve herhangi bir şiddete sürüklenmeyi engelleyecek nitelikte.

-Suriye ile üst düzeyde ilişkiler var mı?
Resmi çerçevede var.

-Suriye’yi ziyaret ettiniz mi?
Hayır.

-Suriye’den Bağdat’a gelen oldu mu?
Göreve başladığımdan bu yana kimse gelmedi. Sadece büyükelçi ile görüşmeler yapıldı.

-Lübnan’daki durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Lübnan’daki durum, siyasi istikrarsızlığın yanı sıra ekonomik yansımaları nedeniyle bizi endişelendiriyor. Bu durumu Irak’ta da yaşadık. Tarafları bu zor koşullarda Lübnan halkına yük olan ekonomi ile yüzleşmek için bir anlaşmaya varmaya, bir cumhurbaşkanı seçmeye ve bir hükümet kurmaya teşvik etmek için tüm çabamızı sarf ediyoruz. Her türlü iş birliğine ve desteğe açığız ve hazırız.

-Yardım ediyor musunuz?
Evet. Akaryakıt güvenliği mevcut. Bunu sürdürüyoruz. Devletimiz bu konuda kararlı.

SADDAM HÜSEYİN’İN KOLTUĞU

-Sayın Başbakan; Saddam Hüseyin ile Abdüsselam Arif’in sizden önce oturduğu koltukta bulunuyorsunuz. Aynı karargâhta, Saddam Hüseyin’in yerine oturan bir Iraklı ne hisseder?
Koltuğa oturanlar, kendinden öncekilerden nereye gittikleri, nasıl gittikleri ve geride bıraktıkları konusunda ibret almalı, bunları önüne koymalıdır. Gün gelecek bu koltuktan kalkacak, ama ardında ne bırakacak?

-50 yaşınızı aştınız...
Yaş 50, 60, 70 ya da 100 olsun bu koltuktan ayrılacaksınız. Ama Cenab-ı Allah, sana halkına hizmet etme, bu makamda olma fırsatı vermiş. Bu durumda senin sorgun ve Allah katındaki duruşun uzun olacak. Ayrıca sorgu, sıradan vatandaşın karşılaştığından farklı olacak. Çünkü güvenlik, ekonomik ve sosyal kararlardan sorumlu olacağım. Büyük bir sorumluluğum var ve büyük özen gösteriyorum. Her gün 17 saat çalışıyorum ve gün ayrımı yapmıyorum. Bugünün cuma mı perşembe mi ya da cumartesi mi olduğunu programlarım nedeniyle bilmiyorum. Hatta işimde çok rahatsız edici olduğum için çevremdekileri bile yordum. Bunun nedeni sorumluluktur. Ben de bu topluluktan geliyorum. 1989’dan 1992’ye kadar Bağdat Üniversitesi Ziraat Fakültesi’nde öğrenciydim. Geceleri Hamada Pazarı’nda çalışırdım.

-Resmi ve siyasi işlerdeki deneyiminiz uzun. Peki, durakları nelerdir?
Seksenlerde yaşadım ve doksanlarda yaşadım, ablukayı gördüm. 2003’ten sonraki siyasi çalışmalarda bulundum. Her aşamadan insanlarla bağlantılıyım. 1980’lerden 2003’ten sonrasına kadar Iraklılarla birlikte yaşamış ve görevlere dahil olmuş tek Irak başbakanıyım. Devlet sisteminden geliyorum. 1997’de memur, 2003’ten sonra da ilçe komiseri, meclis üyesi, vali, birkaç bakanlıkta da bakandım.

-Şu an Davet Partisi’nin dışında mısınız?
Evet, 2019’da istifa ettim.

-Partiyle kırgınlıklar kaldı mı?
Hayır, onlara karşı açıktım. Davet Partisi eski bir partidir ve bir sistemi vardır. Gazeteciler bile hata yapıyor. Gelip, “Siz, Davet Partisi’nin liderisiniz” diyorlar. Lider kelimesi ne demektir?

-Yani Davet Partisi’nde sorumluluğunuz yok muydu?
Asla. Ben sadece Davet’te bir şehidin oğluyum. Bu yüzden seçimlerde atandım; yani adaylığımı kastediyorum. Davet Partisi, seçimlerde yandaşlarına Muhammed Şiya es-Sudani’nin kabile şeyhi olarak toplumsal ağırlığı nedeniyle kazanacağını söylüyordu. Destekçileriniz varsa, ondan oy vermelerini isteyin. Davet Partisi bana fırsat verdi. Beni, Kanun Devleti’nde bakan olarak aday gösterdiler. Ben de hamdolsun ortaya bir icraat koydum. Davet Partisi, işinin ehli ve dürüst bir bakanı olduğunu söylüyor.

-Kasım Süleymani’yi tanıyor muydunuz veya kendisiyle hiç görüştünüz mü?
Genel toplantılarda. Bakanlıklara resmi heyetlerde gelir, görüşmeler yapardı.

-İran, hükümetinizi destekledi mi?
İran, hükümeti kurmak için yapılan müzakerelere hiçbir zaman müdahale etmedi.

-Kenani, sizinle bağlantılı mıydı?
Asla.

-Ya da ABD Büyükelçisi?
Hayır. Hükümet yüzde 100 Irak kararıyla kuruldu. Doğrudan ya da dolaylı hiçbir şekilde herhangi bir etkiye ve müdahaleye maruz kalmadı. Sayın Nuri el-Maliki’nin ikinci hükümetinde sekiz yıl bakanlık yaptım. Sayın Haydar el-İbadi hükümetinde herhangi bir siyasi partiden, yani beni aday gösteren partiden ‘bu anlaşma bizim çıkarımıza veya bize zarar verir ‘gibi bir emir almadım. Asla. Söylentilerin çoğu doğru değil.
Iraklılar, Iraklılığıyla, kişiliğiyle, duruşuyla ve ilkeleriyle gurur duyuyor ve hiçbir gerçek Iraklının kararından herhangi bir taraf için vazgeçmesi mümkün değil.

ARAP DERİNİĞİ

-Arap derinliğinden bahsetmeniz İran’ı rahatsız etmiyor mu?
Hayır, asla. Bu bir zorluk yaratmadığı gibi İran tarafının da bununla ilgili bir sorunu yok. Irak, Arap derinliğine sahip bir ülke ve yüzlerce yıldır öncü bir konumda. Bu bizim doğal rolümüz. Bunu kolaylıkla uygulamaktan gurur duyuyoruz. Çünkü bu, Arap ülkeleri ve komşu ülkeler, İran veya Türkiye de dahil olmak üzere bölgenin istikrarına katkıda bulunacaktır.

-Körfez ile çıkarları ilişkilendirme konusuna ne düşünüyorsunuz? Bunu onlarla (İranlılarla) görüştünüz mü?
Evet ve en yüksek düzeylerde. Irak’ın kardeşleriyle, ekonomisiyle bölgede öncü olması başta Irak ve İran- Irak ikili ilişkileri açısından önemli.

-Sizce Irak’ın kaderi Arap mı?
Evet. Irak’ın kaderi Araptır ve bu Irak için normal bir durumdur. Ve Irak, kendisine ait olmayan bir rolü üstlenmez. Bu yaratılıştan bu yana en önemli roldür.



 Fransız yazar Jelloun, İsrail'in Gazze'deki saldırıları ve İslamofobi'ye ilişkin AA'ya konuştu

Fotoğraf: AA
Fotoğraf: AA
TT

 Fransız yazar Jelloun, İsrail'in Gazze'deki saldırıları ve İslamofobi'ye ilişkin AA'ya konuştu

Fotoğraf: AA
Fotoğraf: AA

Birçok ülke ve Türkiye'de kitapları sevilerek okunan Fas asıllı Fransız yazar Tahar Ben Jelloun, İsrail'in Gazze'ye yönelik katliamlarının bir soykırım olduğunu belirterek, "Netanyahu'ya mektup yazdım. 'Savaşı kaybettiğini, çünkü herkesi öldürse bile Filistin'in orada kalacağını, Filistin halkının her zaman var olacağını' söyledim." ifadesini kullandı.

"Kum Çocuk", "Kutsal Gece", "Yoksullar Hanı", "Bay Ahlak'ın Çöküşü", "Kızıma Irkçılığı Anlatıyorum" gibi Türkçeye çevrilenlerin yanı sıra "Çocuklara İslam'ı Anlattım" ve "Kazablanka Aşıkları"nın da aralarında bulunduğu kitapların yazarı, Fransa'nın prestijli edebiyat ödüllerinden Goncourt Ödülü sahibi Tahar Ben Jelloun, Institut Français organizasyonuyla Ankara'ya geldi.

Fas'ta 1944'te doğan, ortaöğrenimi­ni Tanca şehrinde tamamlayan Ben Jelloun, 1971'de Fransa'ya göç ederek sosyoloji ve sosyal psikiyatri alanında öğrenim gördü.

30'dan fazla kitap kaleme alan Ben Jelloun, 1987'de "Kut­­sal Gece" romanıyla Gon­court Ödülü'nü alarak Fransa'da bu ödüle layık görülen ilk Faslı yazar oldu.

Eserlerinde ülkesinin sıkıntılarını, ırkçılık, göçmen soruları ve İslam karşıtlığını konu edinen Ben Jelloun, 1970'lerde başladığı gazeteciliği, Fransa'nın Le Monde gazetesinde sosyal ve siyasal konuları ele aldığı yazılarıyla sürdürüyor.

Ankara Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Necdet Ünüvar'ın ev sahipliğinde öğrenciler ve akademisyenlerle söyleşide bir araya gelen Ben Jelloun, öncesinde, yazarlık serüveni, kitaplarına konu aldığı Filistin ve Gazze'deki katliamlar ile dünyada artan İslamofobi'ye ilişkin Anadolu Ajansı (AA) muhabirinin sorularını yanıtladı.

Soru: Türkiye'yi gezme şansınız oldu mu?

Tahar Ben Jelloun: Ne yazık ki Türkiye'yi gezme şansım olmadı. İstanbul'a kitaplarımı tanıtmak için 20 sene önce geldim ve çok hızlı bir gezi olmuştu.

Soru: Şu an üzerinde çalıştığınız bir roman var mı? Edebiyatçılar hakkında merak edilen bir şeydir, eski romanlarınızı dönüp okuyor musunuz, "Bugün yazsam farklı yazardım." diyor musunuz?

Tahar Ben Jelloun: Geçen yıl çıkan "Kazablanka Aşıkları" adlı romanımın devamı üzerinde çalışıyorum. Günümüz Fas'ında, Kazablanka'nın orta sınıfında evlilik üzerine bir hikaye. Şu anda ikinci cildi üzerinde çalışıyorum. Kitaplarımı geriye dönüp okumuyorum. Kitaplarımı asla tekrar okumam ve sonra onları unuturum.

Soru: Fransa'da yaşıyorsunuz ve ana vatanınız Fas ile bağlantınızı asla kesmemişsiniz, öyle değil mi?

Tahar Ben Jelloun: Evet, tabii ki yılda 4-5 ay oraya gidiyorum. Fas'a ihtiyacım var çünkü kitaplarımın çoğu Fas hakkında. Balzac'ın bir romancının ne olduğuna dair tanımını ele alırsak, "Bir romancı kendi çağının tanığıdır." der ve benim çağım Fas. Ülkemden kopamam.

Soru: Edebiyatçılık yaş aldıkça farklı bir çehreye bürünüyor mu? Edebiyata başladığınız ilk dönem ile bugünü kıyasladığınızda değerlendirmeniz nasıl olur?

Tahar Ben Jelloun: Yazmaya ilk başladığımda çok zorlandım. Romanı beni eleştirmeyecek, "İyi, bu güzel." diyecek bir yayıncıya teslim etmek istiyordum. Bugün de aynı zorluğu yaşıyorum ancak buna alıştım ve bir romanın yayımlanmasından bir gün önce, 50 yıl önce hissettiğim kaygıyı, heyecanı hissediyorum. Her yaşta hata yapabilirsin, her yaşta kötü bir kitap yazabilirsin. Bir yazar kendinden çok şey talep etmelidir.

- "Sinemacılardan ilham aldım"

Soru: Kitaplarınız akıcı ve betimlemeyi çok seviyorsunuz. Gençliğinizde hangi edebiyatçılardan etkilendiniz? Yazın hayatınıza etki eden, besleyen unsurlar neler oldu?

Tahar Ben Jelloun: Gençliğimde Tanca'da olduğumuz için dikkatimizi dağıtacak çok az şey vardı. Haftada iki kitap ödünç alıp okuduğum bir Fransız kütüphanesi vardı. Balzac, Victor Hugo, Jules Verne ve farklı şairleri okudum. Yazmaya başladığımda, beni en çok etkileyen kişiler yazarlar değil, film yapımcıları, sinemacılardı. Hikaye anlatma tekniği, okuyucuyu ya da izleyiciyi sıkmamak için dikkatli olmanızı gerektirir. Alfred Hitchcock, Fritz Lang ve John Ford gibi büyük sinemacılardan, ülkelerini ve hikayelerini film aracılığıyla anlatmayı seven insanlardan ilham aldım. Yazarların da üzerimde etkisi vardı elbette çünkü sürekli okurdum.

- "İnsanoğluna güvenmiyorum"

Soru: İnsanı merkeze alan kitaplar yazıyorsunuz. 1970'lerden bu yana gittiğiniz ülkelerdeki gözlemlerinize göre toplumların ve insanların davranış modelleri değişti mi, değerlendirmeniz nedir?

Tahar Ben Jelloun: Her zaman bir hümanist oldum. Ülkem Fas'ta kadın haklarından başlayarak insan hakları için kampanya yürüttüm. İlk romanım kadınların durumuyla ilgiliydi ve sonra devam ettim. Şu anda dünyada neler olduğunu görüyoruz. Ukrayna, Gazze, Afrika'nın daha karmaşık hale gelmesi, bazı coğrafyalarda diktatörlerin iktidara gelmesi... Hepsi çok korkutucu çünkü hukuka ve adalete saygısı olmayan insanlarla uğraşıyoruz. Bu yüzden insanlığa, insanoğluna güvenmiyorum. Ancak sade bir vatandaş olarak yazmaya ve politikacılardaki bu insanlık yoksunluğunu kınamaya devam ediyorum.

- "Göçmenlik, edebiyatımda her zaman konu olmuştur"

Soru: Dünyanın her yerinde göçmen sorunu var. Siz de 27 yaşında Fas'tan Fransa'ya göç etmişsiniz ve belki de bir süre Fransa sizi göçmen olarak kabul etti. Kitaplarınızda da bu konuyu irdeliyorsunuz. Son 40-50 yılda göçmenlerin durumu nasıl bir hal aldı?

Tahar Ben Jelloun: Göçmenlerin her yerde olduğu bir zamanda yaşıyoruz ve bunlar önceki dönemin politikaları olan sömürge politikaları, az gelişmişlik ve ırkçı politikalardan kaynaklandı. Şimdi bu nedenlere bir de iklim sorununu ekliyoruz. Fransa'da göç, sömürgeciliğin doğrudan bir sonucuydu. 40'lı, 50'li ve 60'lı yıllarda Fransızlar fabrikalarında çalıştırmak ve insan gücü edinmek için Cezayir, Fas ve Tunus'a gitti. Fransız hükümeti 70'li ve 75'li yıllardan itibaren insani bir bakış açısıyla göçmenler ve ailelerini bir araya getirmeye karar verdi. Fransa'da çalışan erkekler, eşlerini ve çocuklarını ülkeye getirme hakkına sahip oldu. O andan itibaren yeni doğumlar başlayacak ve göçmenlerden değil ama göçmenlerin çocuklarından oluşan yeni bir nesil ortaya çıkacaktı. Bu çocuklar bunu çok ağır yaşadı. Tanınmadıklarını, düzgün bir şekilde karşılanmadıklarını hissettiler. Kalitesiz okullara devam ettiler ve sonuçta ikinci sınıf Fransızlar oldular.

Ben ekonomik bir göçmen değildim. Bir dönem entelektüeller için Fas'ta yaşamak çok zordu, bu yüzden Fransa'ya geldim çünkü bazı arkadaşlarım fikirleri yüzünden çeşitli sıkıntılar çekiyordu. Fransa'da göçmenlere okuma yazma dersleri verdim. Göçmenlik, edebiyatımda her zaman konu olmuştur. Günümüze kadar onların neler yaşadığına tanıklık etmenin ve buna yönelik yazmanın önemli olduğunu düşünüyorum çünkü pek de iyi şeyler yaşamıyorlar.

- "Gazze'de yaşananlar bir trajedidir, soykırımdır"

Soru: İslam'ı anlatmak için kitaplar yazdınız ve Fransa'da İslam'ı anlatıyorsunuz. Bugün artan bir şekilde İslamofobi var. Gazze'de 14 bin çocuk İsrail'in katliamlarıyla hayatını kaybetti. Bu katliam nasıl son bulacak, dünyanın her yerinde kaygı uyandıran bu sıkıntı için değerlendirmeniz nedir?

Tahar Ben Jelloun: Ben edebiyatçı, yazar ve sosyolog olarak değil, sıradan bir vatandaş, bir aile babası olarak, tıpkı "Kızıma Irkçılığı Anlattım" kitabını yazdığım gibi, "Çocuklara İslam'ı Anlattım" kitabını da Fransız çocukların İslam'ın ne olduğunu anlamalarını teşvik etmek için yazdım. Bu bir eğitim ve pedagoji meselesi. Ancak başörtüsüyle ilgili yaşanan olaylar, İslamcılığın bir ideoloji haline gelmesi, terörizm, pek çok konu var. İslam dininin kötüye kullanılmasını İslam devleti ideolojisiyle birbirine karıştırıyoruz. Batı'da İslam'ın ne olduğu konusunda bir bilgi eksikliği var, İslam farklı gösteriliyor. İslam hakkında doğru bir şekilde konuşabilen çok az insan var.

Gazze'de yaşananlar bizim için bir acıdır. Hamas'ın 7 Ekim'deki saldırısını bir makale yayımlayarak alenen kınadığım doğrudur. Ancak korkunç olan İsrail'in 6 aydır sivilleri bilerek katletmek, çocukları öldürmek ve her şeyden önemlisi Filistin halkını aç bırakmak için gıda yardımının gelmesini engellemesi. Gazze'de yaşananlar bir trajedidir ve dünyada suçu tersine çevirmek için çok fazla baskı var. Netanyahu ve ordusunun planı tüm Filistinlileri yok etmek. Bu kesinlikle onun saplantısı, mümkün olduğunca çok Filistinliyi öldürmek ve böylece yeryüzünde hiç Filistinli bırakmamak... İsrailliler, soykırım kelimesinin Yahudilerin soykırımından başka bir şey için kullanılmasını istemiyor. Ancak bir hastaneyi, bir okulu ya da sadece uyuyan ailelerin olduğu bir köyü bombaladığınızda ve herkesi katlettiğinizde, bu soykırımdır. Trajedi şu ki diyalog ve müzakere olabilmesi için herhangi bir uzlaşma göremiyoruz. Bunu istemiyorlar, İsrailliler barışla ilgilenmiyor. Dolayısıyla bu trajedinin olumlu bir sonuca ulaşacağını düşünmüyorum.

- Netanyahu'ya yazdığı mektupla BM'den arandı

Soru: Gazze'de yaşananları romanlaştırma düşünceniz var mı?

Tahar Ben Jelloun: Filistin hakkında şiirler, tiyatro piyesleri yazdım. Gazze'de olanlar için İtalya'da "Çığlık" adında küçük bir kitap yayımladım. Çünkü Fransa'da yayımlamak için ortam müsait değildi. Hem 7 Ekim'in dehşetini hem de İsrail ordusunun dehşetini anlattım. Bir yandan Hamas'ın saldırılarını yazdığım için Arap arkadaşlarım tarafından hakarete uğradım, diğer yandan da İsrail ordusuyla ilgili metinlerimi yayımladığımda Yahudi arkadaşlarım tarafından antisemitik olduğum söylenerek saldırıya uğradım. Düşündüğünü söyleyen özgür bir entelektüelim ve kimseyi memnun etmeye çalışmıyorum. Bir insan olarak her gün gördüklerimi kınıyorum. Ve yazıyorum, yapmam gereken tek şey bu. Ayrıca Netanyahu'ya bir ay önce açık bir mektup yazdım ve bu mektup birkaç gazetede yayımlandı, Netanyahu'ya 'savaşı kaybettiğini çünkü herkesi öldürse bile Filistin'in orada kalacağını, Filistin halkının her zaman var olacağını' söyledim. Bir gazete beni Yahudi karşıtı olarak suçladı. Le Point'te genç bir Yahudi kadın tarafından yayımlanan, bana hakaret eden ve beni karalayan bir yazı yazıldı. İsrail'den bana karşı çok fazla tepki geldi. Bu mektup BM'ye kadar ulaşan ve oradaki pek çok yetkili tarafından okunan bir mektuptu. BM'den bu konuda beni aradılar. Mektup hala sosyal ağlarda dolaşıyor.

- "Batı'daki entelektüeller İslam'a ve Müslüman nüfusa pek ilgi duymuyor"

Soru: Faslı Fransız yazar olarak İslamofobi'nin çözümleneceğini düşünüyor musunuz? Edebiyat ve edebiyatçılar bu soruna kulak tıkıyor mu?

Tahar Ben Jelloun: Fransa'da bir din olarak İslam'ın çok kötü bir imajı var. Hem İslam'ı ve Müslümanları sevmeyenler hem de İslamofobi olarak adlandırılan İslam karşıtı ırkçılığı savunanlar var. İslam'dan korkan pek çok kişi var. Batı'daki entelektüeller, sanatçılar ve yazarlar, İslam'a ve Müslüman nüfusa pek ilgi duymuyor.

İslam'ı nefret konusu haline getiren aşırı sağcı siyasi partilerimiz var. Örneğin Eric Zemmour adında, partisi olmayan ama seçimlere katılmış eski bir gazeteci, aşırı sağa çok bağlı bir politikacı, İslam'ın Fransa için bir tehlike olduğunu söylüyor. Ayrıca "Tesettürlü bir kadın hareket halindeki bir camidir." demiş ve bunu sık sık tekrarlamıştır. Irkçı nefreti kışkırtmaktan hüküm giydi. Ancak bu durum Müslüman karşıtı duyguların yayılmasını engellemedi.

- Fransız yazar, Yaşar Kemal, Orhan Pamuk ve Nedim Gürsel okumuş

Soru: Türkiye, Fransa'nın prestijli ödüllerinden Goncourt'ta ödül alacak eserlerin seçimine dahil oldu. Pek çok ülke bu seçimi yapıyor. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Türk edebiyatını ve kitaplarını okuma fırsatınız oldu mu?

Tahar Ben Jelloun: Gençken Yaşar Kemal'i okurdum, Fransa'da en çok tanınan Türk yazardı. Orhan Pamuk'un eserleri ile Fransızca ve Türkçe yazan arkadaşım Nedim Gürsel'i okudum. Türk kültürüne ve Türk sinemasına çok sempati duyuyorum. Fas ve Türkiye arasında pek çok benzerlik var. Fas'ta Türkiye'ye büyük saygı duyuluyor. Türkiye, Fas'ta endüstriyel, ticari ve zanaat düzeyinde varlık gösteriyor. İki ülke arasında büyük ilişkiler var. Bu da memnuniyet verici. Sizi şaşırtabilir belki ama yaklaşık 10 yıl önce Fas'ta Arapça yayımlanan bir Türk dizisi büyük beğeni kazandı. Dolayısıyla Türkiye bizim için çok tanıdık ve dost bir ülke.

Türkiye'nin Goncourt seçimini lanse etmek için Ankara'ya geldim ve perşembe günü İstanbul'a gidiyorum. Dünyada yaklaşık 42 ülkede öğrenciler bizim hazırladığımız kısa listedeki kitapları okuyor, bir araya gelip bir kitap için oy kullanıyor ve o kitap, prensip olarak Goncourt seçiminin yapıldığı ülkenin diline çevriliyor. Brezilya, Yunanistan ve Fas'tan Cezayir, Polonya ve Romanya'ya kadar, Goncourt seçimini yapan 42 ülke var ve bu Fransızca konuşulan ülkelerdeki gençlerin daha çok okumasını sağlıyor, bu yüzden önemli bir proje.

Yazar Ben Jelloun, röportaj sonrasında, Anadolu Ajansının, İsrail'in Gazze'ye yönelik saldırılarında beyaz fosfor kullanması başta olmak üzere işlediği savaş suçlarına yönelik belge niteliğindeki fotoğrafların yer aldığı "Kanıt" kitabını inceleyerek, AA'ya tebrik ve çalışmadan dolayı teşekkürlerini iletti.