Kremlin'in vurucu gücü: Wagner ordusu

Ukrayna'daki savaşlar on binlerce suçluyu ‘kahramanlara’ dönüştürdü

Prigojin, 2011'de Moskova dışındaki bir restoranda Putin'e yemek servisi yapıyor (AP)
Prigojin, 2011'de Moskova dışındaki bir restoranda Putin'e yemek servisi yapıyor (AP)
TT

Kremlin'in vurucu gücü: Wagner ordusu

Prigojin, 2011'de Moskova dışındaki bir restoranda Putin'e yemek servisi yapıyor (AP)
Prigojin, 2011'de Moskova dışındaki bir restoranda Putin'e yemek servisi yapıyor (AP)

2018 ile 2022 yılları arasındaki fark şaşırtıcı. İlkinde Wagner’e ait bir grup, Suriye'nin Deyrizor bölgesindeki bir petrol sahasının yakınında yoğun ABD ateşi altında ilerlemeye çalışıyordu ve baskında 200'den fazla savaşçı öldürüldü. Moskova, bölgede Rus askeri personelinin varlığını yalanlayarak kendilerini grubun üyesi kılığına soktu. Bu güçlü darbenin ardından Kremlin'in “Suriye'de düzenli kuvvetler dışında gönüllüler olduğunu” kabul etmesi için birkaç haftaya ihtiyacı vardı.
Pek çok kişiyi kızdıran bu olaydan dört yıl sonra, Ukrayna'daki Wagner grubunun ‘zafer’ haberi devlet medyasının manşetlerinde yer aldı. Rus paralı asker grubu Wagner’in kurucusu Yevgeniy Prigojin'in açıklamaları, bazen Rusya Savunma Bakanlığı'nın açıklamalarıyla önem açısından rekabet eden temel bir konuma sahip oluyor.
İki tarih arasında birçok ülkede Wagner güçleri tarafından yürütülen ‘gizli savaşlar’, onları Kremlin'in hedeflerini çatışma sahalarında gerçekleştirmek için çalışan gizli bir vurucu güce dönüştürdü. Birkaç yıl önce Wagner'in Afrika ülkelerindeki faaliyetlerinden bahsetmek bile kanunen ‘yalan yaymak’ maddesi altında cezalandırılabilecek bir suçtu. Rusya'da pek çok kişi, bu faaliyetle bağlantılı olarak Prigojin'in adını basitçe andıkları için yargılandı. Bu grubun tam olarak ne zaman kurulduğunu kimse bilmiyor. Ancak mevcut veriler faaliyetinin 2013 yılında iki emekli subay, Vadim Gusev ve Yevgeniy Seedorf'un gemileri korsanlardan koruma konusunda uzmanlaşmış Moran S grubunu kurmasıyla başladığını gösteriyor. Bu grup Hong Kong'da kayıtlıydı ve başlangıçta 267 emekli askeri personeli işe aldı ve birkaç şirketle sözleşmeler yapmaya çalıştı. Bu girişim, Afrika Boynuzu'nda ve diğer birçok bölgede korsan faaliyetlerinden zarar gören şirketler için çok uygundu. Grup kısa sürede ‘çıkarlarını korumak’ için hükümetler ve büyük ticari gruplarla sözleşmeler imzalamaya başlayan Slav Kolordusu’na (Slavonic Corps) dönüştü. Bu, onlardan büyük gelirler karşılığında petrol tesislerini, sahaları ve boru hatlarını korumaya yönelik sözleşmeleri içeriyordu.
Kısa süre sonra Slav Kolordusu, grubun finansörü Prigojin'in şirketinin koruma karşılığında Suriye petrol üretiminin dörtte birini ele geçireceği değerli ve kazançlı bir sözleşme aldığı anlaşmayı imzaladıktan sonra Suriye savaşına dahil olmak zorunda kaldı.
Slav Kolordusu, Suhne şehri yakınlarındaki Ceyşu'l İslam (İslam Ordusu) fraksiyonunun birimleriyle bir çatışmanın ardından Rusya'ya döndü ve burada şirket sahipleri gibi çalışanları da ‘paralı askerlik’ suçlamasıyla tutuklandı.
2013 yılına kadar Rus Özel Kuvvetleri oluşumlarında görev yapan kolordu yetkililerinden biri olan Dmitri Utkin, bir ‘özel askeri şirket’ çalışmasını başlatma girişiminin başlatıcısıydı. Bu, Prigojin tarafından hızla kabul edildi. Böylece ertesi yıl Luhansk'taki ayrılıkçıları desteklemede kilit rol oynayan Wagner kuruldu. O anda, Wagner'in faaliyeti, kârlı sözleşmeler ve sahada büyük kazanımlar karşılığında Kremlin'in politikalarını uygulamak için gizli bir faaliyete dönüşmeye başladı. Üçüncü Reich tutkusuyla tanınan Utkin, ünlü Alman müzisyen Richard Wagner'in ardından gruba Wagner adını verme girişiminin başlatıcısı.
Şarku’l Avsat’ın basında yer alan haberlerden derlediğine göre, bağımsız bir ordu oluşturma ve operasyonel ve lojistik bölümünü Yevgeniy Prigojin'e emanet etme fikri, bakanlığın Güney Afrika’da faaliyet yürütme teklifleri almasının ardından Rusya Savunma Bakanlığı'nın üst düzey subaylarından gelmişti. Resmi olarak ‘emekli’ olan ancak muharebe operasyonlarında eğitimli ve deneyimli güvenlik görevlilerinden oluşan bir ekip oluşturmak, o dönemde yaklaşık bir yıldır tartışılıyordu.
Genel olarak 2014 yılının ilk yarısında Kırım'ın ilhakından sonra, modern oluşum, Kremlin müttefiki Igor Girkin liderliğinde doğu Ukrayna'da savaşan yüzlerce gönüllüyü içeriyordu.
Ardından Afrika'da Wagner’in de katılımıyla gerçekleşen bir dizi savaş ve kanlı olaylar ile Suriye ve Ukrayna'da yaşanan yıkıcı savaşlar Wagner’in resmi olarak tanınma aşamasına gelmesini sağladı.
Eylül 2022'de Prigojin, Wagner şirketinin finansörü ve yöneticisi olduğunu ilk kez kabul etti. Ayrıca savaşçılarının Ukrayna da dahil olmak üzere birçok askeri operasyona katıldığını doğruladı.
Ukrayna savaşının başlangıcına kadar, Wagner Grubu’nun 10 bin savaşçıya sahip olduğu tahmin ediliyordu. Çoğu Suriye veya Ukrayna'da ve daha önce büyük bir bölümü Afrika ülkelerine taşınmadan evvel Çeçenya, Afganistan ve Tacikistan'da savaş alanlarında görev yaptılar.
Simgesi ‘kafatası’ olan Wagner, üç görevi yerine getirmekte uzmanlaşmıştır: savaşçı sağlamak, bilgi savaşı ve ticari yatırım, konuşlandırıldığı ülkelerdeki doğal kaynakları kullanmak. Ukrayna ve Orta Asya'dan Suriye, Sudan, Libya, Orta Afrika Cumhuriyeti, Madagaskar, Mali, Burkina Faso ve Venezuela'ya kadar Wagner, doğuda ve batıda yetenekleriyle dikkat çekti.
Bir dizi Afrika ülkesinde Rus Wagner Grubu unsurlarının genişlemesi konusu, Afrika kıtasında meydana gelen bazı darbelerde rol oynadıklarına dair kanıtların ardından Afrika Birliği (AfB) Barış ve Güvenlik Konseyi toplantıları sırasında gündeme geldi.
Şu anda Wagner Grubu’nun kırk binden fazla üyesinin Ukrayna'da savaştığı tahmin ediliyor. Onlar Rus vurucu gücünün öncüleridir. Mevcut Wagner savaşçılarının çoğu, Ukrayna'da en az altı ay savaşmaları karşılığında şartlı olarak serbest bırakılan ve ardından nihai bir af ve mali ödüller alan eski suçlulardır. Prigojin geçtiğimiz Eylül ayında bir Rus cezaevinin avlusunda mahkumlarla konuştuğu ve onlara Ukrayna'da savaşmanın kazanımlarını vaat ettiği bir video klipte yer aldı. “Toplum size saygı duyacak ve kahraman olacaksınız” diyerek mahkumları savaşa katılmaya teşvik etti. Tecavüz gibi yeni suçlar işlememeleri konusunda onları uyardı. Prigojin, “İçki içmeyin, uyuşturucu kullanmayın, tecavüz etmeyin. Disiplinli olun ve sonra eve temiz sicillerle kahraman olarak döneceksiniz” ifadelerini kullandı.
Rusya'da hiç kimse bu eylemin yasallığını değerlendirmedi. Ancak daha sonra gerçekler, emsal sahiplerinin liderlerinin talimatlarına her zaman uymadıklarını gösterdi. Buna rağmen, resmi medyanın sayfalarında onlar hakkında kullanılan ‘vatan savunucuları’ sıfatı en yaygın hale geldi.
Wagner Grubu Başkanı geçtiğimiz günlerde Ukrayna'da savaşmaları için mahkûm gönderme fikrini savundu ve kendisini eleştirenlere şiddetle saldırdı. “Hükümlüleri savaşa göndermek istemeyenleri, bunun yerine çocuklarını cepheye göndermeye” çağırdı.
Yakın bir zamanda Wagner'in bir ‘suç’ örgütü olarak ABD listesine dahil edilmesinin ardından Prigojin, Batı yaptırımlarına meydan okudu ve “şu anda dünyanın en güçlü ordusuna” sahip olduğunu söyleyerek Washington'a şiddetle saldırdı. Bu ifade çağrışımlardan yoksun değildir. Zira Ukrayna savaşı, Wagner Ordusu’nun şu anda en yeni silah modelleriyle donandığını ve bazı düzenli ordularda dahi bulunmayan ağır makinelere ve savaş uçaklarına sahip olduğunu gösteriyor. Ayrıca bu durum Wagner Grubu ile düzenli silahlı kuvvetler arasındaki uyum derecesini de gösterdi. Şu anda Wagner Grubu sahada kazanımlar elde etmek için düzenli orduyla şiddetle rekabet etmeye başladı. Wagner'in performansındaki belki de en dikkat çekici unsur, Batı'daki benzer özel grupların savaşlar sırasında yürüttüğü diğer görevlerin aksine, düzenli orduların yaptığı savaşlarda düzensiz kuvvetlerin kullanımına kapı aralamış olmasıdır.
Öyle görünüyor ki bunun yansımaları sadece milislerin ve özel grupların birçok sıcak noktada faaliyetini harekete geçirmek ve Wagner’in bu alandaki deneyimlerinden yararlanmakla kalmayacak, aynı zamanda Rusya içinde de geçerli olacak. Zira bu grupların Ukrayna'daki ‘başarılarından’ sonra, İran'daki Devrim Muhafızları deneyimine benzer bir şekilde Rus özel kuvvetleri arasında özel bir yere sahip olacağı beklentisi mevcut.



Naim Kasım ve Halil el-Hayya'nın konuşmaları arasında

Hizbullah Genel Sekreteri Naim Kasım (Video konuşmasından)
Hizbullah Genel Sekreteri Naim Kasım (Video konuşmasından)
TT

Naim Kasım ve Halil el-Hayya'nın konuşmaları arasında

Hizbullah Genel Sekreteri Naim Kasım (Video konuşmasından)
Hizbullah Genel Sekreteri Naim Kasım (Video konuşmasından)

Macid Kayali

Hizbullah Genel Sekreteri Naim Kasım konuşmasını içinde bulunduğumuz kasım ayının 20’sinde yaptı. Ardından Halil el-Hayya'nın aynı ayın 21'indeki konuşması geldi. Halil Hayya, İsrail'in Siyasi Büro'nun eski başkanlarına (İsmail Heniyye ve Yahya Sinvar) zaman ve içerik açısından birbirine yakın dönemlerde düzenlediği suikastların ardından Hamas liderleri arasında en önde gelen konuma yerleşti.

Son 20 yılda “direniş ve karşı koyma” ekseninin ön saflarında yer alan, “örümcek ipliğinden daha zayıf” ve çöküşün eşiğinde olduğu varsayılan bir devlet olan İsrail'in varlığına meydan okuyan bu iki hareket, Hamas'ın 7 Ekim 2023'teki Aksa Tufanı saldırısının ve Hizbullah’ın Gazze’ye destek cephesini açmasının ardından, İsrail saldırılarının merkezinde oldular. Gerek Aksa Tufanı gerek destek cephesi, arenalar birliği ile karşılıklı ordular ve füzeler fırlatma fikrine dayanıyordu.

Ancak yaklaşık 14 ay sonra ortaya çıkan sonuç, Filistinliler ve Lübnanlılar için yeni, korkunç bir Nekbe’yi (felaketi) açığa çıkardı. İsrail'in hayali “angajman kurallarını” umursamadığı, “uzun süreli bir savaş" yürütebileceği, yüksek insani ve ekonomik maliyetlere katlanabilecek kapasitede olduğu, Aksa Tufanı günündeki yenilgisini ve askeri, istihbari ve insani kayıplarını, Filistinlilerin durumunu, Lübnan ve belki de Suriye ve Irak'ın durumunu değiştirmeye çalışacak bir fırsata dönüştürebileceği ve İran'ı dizginleyebileceği görüldü.

Sonuç olarak, Gazze’ye yönelik abluka kalkacağına kendisi harabeye döndü ve acımasız bir askeri işgale maruz kaldı. Yaklaşık 2 milyon Filistinli, asgari yaşam standartlarından yoksun, hapishane benzeri izole alanlarda yaşıyor. Bu durum artık Güney Lübnan'ı, Beyrut'un güney banliyösünü ve Bekaa Vadisi'ndeki bazı bölgeleri de kapsıyor. İsrail zayıflamak yerine kurulduğu günden bu yana her zamankinden daha güçlü hale geldi. Bu mücadele aynı zamanda İsraillileri birleştirdi ve İsrail'in ABD ile ilişkilerini eskisinden daha da güçlendirdi.

Sorun şu ki, Hamas ve Hizbullah'ın geri kalan liderleri tüm bunları henüz idrak etmiş değiller. Halen bir tür inat ve gerçeklerin, güç dengesinin, Filistinlilerin ve Lübnanlıların koşullarındaki korkunç kötüleşmenin inkarı içindeler. Hatta daha önceki gerçekçi olmayan tezlerden veya yanılsamalardan geri adım atılmasına rağmen, İsrail saldırıları sonucunda Hizbullah ve Hamas’ın zayıfladığını bile inkar ediyorlar.

Başlangıçta her iki tarafın da savaş başlatma veya direnişi sürdürme çağrılarının ardından (Bkz. Muhammed ed-Dayf'in 7 Ekim 2023'teki konuşması ve Nasrallah'ın suikastından birkaç gün öncesine kadar yaptığı konuşmalar), şimdi yaptıkları ateşkes ve çatışmaların durdurulması talebi bunu temsil ediyor. Kasım ve Hayya yukarıda bahsettiğimiz konuşmalarında bu konuda ve savaşın sürdürülmesinde ısrar edenin İsrail olduğunu varsaymakta hemfikirlerdi.

Hemfikir oldukları bir diğer nokta koşullar öne sürmekti. Kasım'a göre müzakereler iki çatı altında sürüyor; tam bir ateşkes, Lübnan'ın egemenliğinin korunması ve İsrail'in Lübnan'ın egemenliğini ihlal etmesine, Lübnan'a girip istediği gibi öldürmesine izin verilmemesi. Hayya ise şunu vurguladı: Gazze Şeridi'ndeki savaş durmadan ve yerinden edilenler geri dönmeden takas anlaşması olmayacak. Burada fikrimiz şu; bu tezler tamamen doğru, geçerli ve meşru, ancak savaş öncesinde ne Hizbullah ne de Hamas bu tezlere göre hareket etmiyordu. Hayya'nın istediği Aksa Tufanı öncesi Gazze'nin artık mevcut olmadığı ve aynı durumun Lübnan'daki bazı bölgeler için de geçerli olduğu unutulmamalı.

Kendine güvenen her siyasi hareket veya ulusal kurtuluş hareketi başarısızlığını, yenilgisini veya acizliğini itiraf edebilir. Buna karşılık inat ve inkar, bu hareketin halkının çıkarlarına yabancı olduğunu gösterir

İki taraf ayrıca arenalar birliğinin geçerliliğini yitirdiği konusunda da birleştiler. Zira İran kendisini çatışmanın dışında tuttu, Suriye rejimi ilgilenmedi, Hizbullah, değişen koşullar ve gerçekler nedeniyle Gazze'den desteğini çekti. Buna rağmen en büyük felaket, Hayya'nın sanki başka bir kıtada yaşıyormuş gibi “Müslüman Arap milletini sahip olduğu güç ve imkanlar” ile “düşmanı savaşı durdurmaya zorlayamamakla” suçlamasıydı. Sanki güç denklemlerinde hiçbir şey değişmemiş ya da İsrail ordusuyla yaşanan çatışmalar veya zaman zaman orayı burayı bombalamalar, İsrail'in bu soykırım savaşında Filistinlilere ve Lübnanlılara yaptıklarını ve bunun sonucunda ortaya çıkan korkunç trajedileri dengeliyormuş gibi söylenen sözler, bu iki konuşmanın gerçeklikten kopuk olduğuna dikkat çekiyor. Nitekim Kasım şöyle diyor: İsrail bizi yenemez ve kendi koşullarını bize dayatamaz. Söz, karadaki çatışmalar, füze ve İHA saldırıları ile savaş meydanınındır. Uzun süre devam edecek gücümüz var. Uzun bir savaşa hazırlandık. Şu anda müzakere ediyoruz ancak ateş altında olduğumuz için değil çünkü İsrail de ateş altında.”

Bu kopukluk, Hizbullah ve Hamas’ın savaş öncesi dönemdeki slogan ve konuşmalarını da kapsadı. Kasım'ın şu sözleri de bunu gösteriyor gibi: “Cumhurbaşkanının Meclis aracılığıyla anayasaya uygun şekilde seçilmesine etkin katkımızı sunacağız. Siyasi adımlarımız (Taif) çatısı altında olacaktır. İnşa etmek ve korumak için siyasi alanda da var olacağız.”

Hayya ise, Hamas’ın Gazze Şeridi'ni yönetmek için bir komite kurulmasını kabul ettiğinden bahsetti. Oysa savaştan önce Gazze’nin yönetiminde müttefik olsa bile kendisine herhangi bir tarafın ortak olmasını kabul etmiyordu. Hayya şunu da söylüyor: “İç ulusal uzlaşmaya varılmasına katkıda bulunabilecek hiçbir fırsatı göz ardı etmiyoruz ve sorumluluk sahibi olarak bunun için çalışıyoruz.”

Elbette kendine güvenen her siyasi veya ulusal kurtuluş hareketi başarısızlığını, yenilgisini veya acizliğini itiraf edebilir. Buna karşılık inat ve inkar, bu hareketin kendi halkının çıkarlarına yabancı olduğunu ya da sadece bir otorite olarak varlığını sürdürmeyi önemsediğini gösterir. Bu, sözler ve eylemler, sloganlar ve olasılıklar, hayal ve gerçeklik arasında büyük bir farkın olduğu, kamu yararının veya halkın çıkarının, özel çıkar veya otoritenin yararı lehine yok sayıldığı Arap siyasi yaşamında yaygındır.

Örneğin altmışlı ve yetmişli yılların terminolojisine göre “milliyetçi” ve “ilerici” rejimler ile birlikte, Filistin'in kurtuluşu, Filistin davasının merkeziliği, Arap birliğinin, özgürlüğün ve sosyalizmin sağlanması gibi “büyük” olarak tanımlanan davaların zor olduğu sonucuna varmıştık. O dönemde geçim sorunları ve vatandaşların hakları meseleleri önemsiz meselelermiş gibiydi. Öte yandan Haziran 1967 savaşında İsrail daha da genişledi ve Ekim 1973 savaşı düzenli ordular arasındaki son Arap-İsrail savaşı oldu. Ardından Mısır'ın 1979'da İsrail ile Camp David Anlaşması'nı imzalaması ve bununla normalleşme yolunun açılması ile birlikte Arap-İsrail çatışmasının bitişine tanık olduk. Araplar arasında ekonomik entegrasyon düzeyinde de olsa birlik meselesine gelince, Suriye, Mısır ve Irak'taki rejimler arasında yaşanan yabancılaşma ve husumet nedeniyle çöktü. Bu arada vatandaşlık kavramının eksikliği ve devletin gelişmemiş olması nedeniyle özgürlük ve sosyalizm fikirlerinin kaderi de daha iyi olmadı.

İsrail, Filistin ulusal hareketinin içini boşaltmak ve onu bir ulusal kurtuluş hareketinden bir otoriteye ve ardından iki otoriteye dönüştürmek için kullandığı stratejilerde başarılı olmuş gibi görünüyor. Bu başarı Filistin ulusal hareketinin kaybetmesine ve fedakarlıkların boşa gitmesine yol açtı.

Sonuç olarak Arap dünyasındaki tüm siyasi hareketler bu acı kaderden kurtulamadı. Milliyetçi, solcu ve İslamcı eğilimleri ile tümü, başarısızlık, acizlik, eksiklik ve kırılganlıkta korkunç bir noktaya ulaştılar. Herhangi birinin başarıları yerine, toplumlarından izole olduklarının ve kaybolduklarının gözlemlendiği bir kerteye vardılar.

Filistin örneğinde bile İsrail, Filistin ulusal hareketinin içini boşaltmak ve onu bir ulusal kurtuluş hareketinden bir otoriteye ve ardından iki otoriteye dönüştürmek için kullandığı stratejilerde başarılı olmuş gibi görünüyor. Bu başarı Filistin ulusal hareketinin kaybetmesine ve fedakarlıkların boşa gitmesine, halkı, toprağı ve davayı özdeşleştiren birleştirici bir ulusal vizyonun, yatırım yapılabilecek mümkün, sürdürülebilir ve uygulanabilir bir mücadele stratejisinin eksikliğine yol açtı.

Elbette tüm bu söylediklerimiz işgal olduğu sürece direnişin meşruluğunun teyit edilmesini de içeriyor ve İsrail sömürgecidir, yerleşimcidir, ırkçıdır, saldırgandır. Ancak güç dengesini, iç ve dış siyasi verileri anlamaya, fedakarlıkları siyasi başarılar için kullanma imkanına, birikime ve kademe kademe zafere ulaşmaya dayalı direniş yaklaşımı ile karşılıklı ordular şeklinde savaşma, ölümcül darbe indirme arasında büyük bir fark vardır. Zira son ikisi İsrail'in üstün olduğu, Filistinlileri yok etmek için bütünüyle kontrolsüz hareket ettiği alandır. Bu felaketin önlenmesi için kaçınılması gereken de bu ikisiydi.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.